17 Şubat 2023 Cuma

Necmettin Karaduman

Yıl 1920, ulusal kurtuluş mücadelemizin başlangıcı.

Maraş ve civarı düşman işgalinde.

22 gün süren ve destansı bir mücadele veren Maraş, 12 Şubat’ta düşman işgalinden kurtulur.

İşte tam o günlerde Trabzon Belediye Meclisi toplanır ve Maraş’ı kardeş şehir ilan eder.

Trabzon halkının bu kadirşinaslığı ve ulusal mücadeleye bağlılığı takdire şayandır...

Yıl 1966, Sayın Necmettin Karaduman Kahramanmaraş’a vali olarak atanır ve 4 yıl boyunca bu görevi sürdürür.

Tayini nedeniyle kentten ayrılmak üzere olan Sayın Karaduman’a teşekkür etmek isteyen Kahramanmaraş Belediye Meclisi toplanır ve kentin en önemli caddesine Necmettin Karaduman Caddesi adını verir.

Bu karar Sayın Necmettin Karaduman’a iletilir.

Necmettin Karaduman, “Ben devlet adamıyım, devlet için görev yaptım” der ve kendi adının caddeye verilmesini kabul etmez.

Bunun üzerine meclis tekrar toplanır,  Necmettin Karaduman’ın adının verilmiş olduğu caddeye Trabzon Caddesi denir.” (Kadıköy Belediye Başkanı Şerdil Dara Odabaşı, gazetekadikoy.com.tr.)

Bu anekdotu okuyunca çok etkilendim ve bu konuyu bir yazı konusu edineyim istedim.

Bu vesileyle biri güneyde, diğeri kuzeyde birbirine uzak iki şehrimizin kardeş şehir olduğunu,

Her iki ilimizde de kardeşliği ölümsüzleştirmek için Kahramanmaraş ve Trabzon caddelerinin olduğunu,

Bu cadde isimlerinin yıllar geçmiş olmasına rağmen değiştirilmediğini öğrenmiş oldum.

Bu anekdotta beni en fazla etkileyen de Necmettin Karaduman’ın isminin caddeye verilecek olmasına kendisinin karşı çıkması. Bu kişiliği, yeterince tanımadığım, tanıyamadığım için hayıflandım doğrusu.

Rahmetli Karaduman hakkında bugüne kadar bilgim, kendisinin Özal döneminde TBMM başkanlığı yaptığıdır. Ne zaman görsem, yüzünde devlet adamı ciddiyetini görürdüm.

Bilmeyenler için kısaca tanıtayım Karaduman’ı. Trabzon doğumlu, siyasal bilgiler fakültesini bitirmiş, valilikler yapmış, 1990 öncesi iki dönem milletvekilli seçilmiş, TBMM başkanı olmuş, 90 yaşında iken 2017 yılında vefat etmiş bir devlet adamı ve siyasetçimizdir.

Devlet adamı ciddiyetinin yanında Karaduman’ı gözümde büyüten de adının caddeye verilmesine karşı çıkması. Üstelik orada görev yaparken değil, giderken verilmiş olmasına rağmen devlet adamlığını bir kez daha göstererek “Ben devlet için görev yaptım” deyip alınan kararı onaylamıyor. Maraş Belediye üyelerini de tebrik etmek lazım. Şehirlerine yaptıklarıyla iz bırakan birinin adını caddeye vererek ona teşekkür etmek istemişler. Teklifleri geri çevrilince de Karaduman’ın memleketinin adını vererek hem bu vesileyle Karaduman’ı unutmamayı hem de Kurtuluş Savaşında şehirlerine adını veren Trabzon’a bir vefalarını göstermiş oldular. İyilik, hatırlanmak ve vefa dedikleri bu olsa gerek.

Karaduman’a gelince, Sayın Vali’nin bu yaptığını kaç devlet adamı yapar? Bırakın geri çevirmeyi, çoğu kimse havada kapar ya da yan cebime koyun der hatta bazıları kulis faaliyetinde bulunarak kendi adının verilmesini bile dayatır. Karaduman’ın bu kişiliği her siyasetçimize ve illerde görev yapan üst düzey devlet adamlarına örnek olması lazım.

Çoğu illerde, o illerde görev yapan nice valinin adının okullara, öğretmenevlerine, cadde ve sokaklara “Vali bilmem kim” şeklinde adlarının verildiğini, bu isimlerin hala durduğunu görünce, çoğu kimsenin Sayın Karaduman’ın kişiliğini örnek aldığını maalesef söyleyemiyoruz.

Aslında hepsinin yapması gereken Sayın Karaduman’ın takındığı tavırdı. Çünkü bir vilayette görev yapan her vali ve üst düzey görevli, devlet adına iş yapıyor. Hiçbiri kendi cebinden okul yaptırmadığına, cadde ve sokak açtırmadığına göre o zaman bu isimler neyin nesi?

Demek ki herkes vali olabiliyor ama herkes Necmettin Karaduman gibi vali ve devlet adamı olamıyor.

Bu vesileyle Necmettin Karaduman gibi devlet adamlarını daha fazla görmek temennisinde bulunuyor, Allah’tan kendisine rahmet diliyorum. Mekanı cennet olsun.

Not: Bu anekdot; bir ünlünün, bir siyasetçinin, bir vali ve bir kaymakamın adını vermek üzere toplanan belediye meclislerinde karar almadan önce anlatılmalı. Sonra isim üzerinde karar verilmeli. 

Bilumum Yöneticilik

Nice işsiz insanımız vardır. Kapı kapı dolaşıp iş isteyen ve iş arayan. Eşine dostuna haber bırakır, iş ilanlarını takip eder. Açılan tüm sınavlara girer. Birilerini devreye sokmaya çalışır.

Yeteneği olsun veya olmasın, ilgi alanına girsin veya girmesin, yeter ki bir iş bulabilsin. Ne iş verirlerse yapar. Zira her işi yapmak ve anlamak zorunda. Bu yüzden her bir işe müracaat eder.

Yeter ki bir bulabilsin, bir işe yarasın, evine ekmek götürebilsin.

Bir iş buluncaya kadar bulabilirse, ne yediğinden zevk alır ne de içtiğinden.

İçinde bir huzursuzluk hiç eksik olmaz.

Kendini işe yaramaz ve ailesine yük olarak görür.

Allah kimseye böyle bir imtihan vermesin. Zira işsizlik modern kölelik demektir. Mecbur kalırsa, bu işsizlik insana hırsızlık dahil her şeyi yaptırır.

Bu yüzden işsizlik kadar kötü bir şey yoktur. O yüzden iş arayan insanlar, ne iş olursa yaparım diye iş arar. Çünkü buna mecburdur.

Niyetim işsizliği anlatmak değildi. Ben esas konuma geleyim.

Son yıllarda işi var ama bu işsiz insanların ne iş olursa yaparım dediği gibi bir meslek erbabı türedi. Bunların işsizler ordusu gibi bir zorunluluğu yok ama koltuk dendi mi bayılıyor bunlar. Bilumum yöneticiliklere ve makamlara talipler. Niye talipler? Çünkü itibarının yanında iyi bir getirisi de var bu koltukların. Bu vesileyle bir çevre de edinmiş oluyorlar.

Hak ettiler de aynı zamanda. Çünkü geçmişte az mı bedel ödediler. Hazır musluğun başında ve bu musluk akıyorken biraz faydalansalar, fena mı olur?

Sonra bu koltuklara gelenler bunlardan daha mı iyi yapıyor? Hepsi ağızlarına ve yüzlerine bulaştırdılar. Biraz da bu meslek erbabı oturmalı ki hizmet nasıl  yapılırmış, millet bir görsün.

Hazır rüzgar kendilerinden yana esiyorken bu nimeti tepmemeli. Nasılsa analarından idareci doğmuşlardı. Başkasının keşfedemediği bu yeteneği hazır birileri keşfetmişken ayaklarına kadar gelen bu fırsat tepilmemeliydi.

Öyle de oldu. Şimdi her taşın altından bu meslek erbabı çıkıyor. Hangi koltuğa bakarsan, bunlar oturuyor.

İş yapıp yapamamaları, koltuğu doldurup dolduramamaları önemli değil. Verilen koltuk mesleklerine uygun mu, yakışıyor mu, dikkat ve tepki çeker mi, hiç mesele değil. Yeter ki bir koltuk olsun. Birileri bunlardan daha sadakatlisini mi bulacak sanki. O yüzden bu dava bir başkasına bırakılmayacak kadar önemli.

O yüzden bu meslek erbabını olur olmaz koltuklara birileri nasıl atıyorsa atıyor, bu meslek erbabı da kendine bu koltuğu yakıştırıyor. Alan razı, veren razı. Gül gibi geçinip gidiyorlar. Bu durumda, bu muhteşem dayanışma ve paslaşmayı çekemeyenler ve kıskananlar patlasın ve çatlasın demek düşer.

Korkum, bu saadet zinciri bir gün koparsa, idarecilik serüvenine iyice kendini kaptıran bu meslek erbabı bu durumda ne yapar? Çünkü yarın bir densiz gelir, bu meslek erbabını koltuklarından ederse, bunlar ne yer, ne içer. Yaşanır mı ondan sonra hayat. O yüzden böyle bir riskin olmaması için hazır her şey ellerinde ve kimse de bir şey diyemez iken kendilerini garantiye alacak ve her devirde her türlü bilumum yöneticiliğini bu meslek erbabından olması için bu fiili durumu yasal bir zemine oturtmalarında fayda olduğunu düşünüyorum.

Darbelerin Perde Gerisi

Çok partili sisteme geçtiğimiz andan itibaren akim kalan darbeleri saymazsak, 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 başarılı olmuş iki darbedir. İki darbenin farkı, 80 ihtilalinde emir-komuta zinciri varken 60 ihtilalinde yok. 

Emir komuta zinciri olsa da olmasa da darbenin görünen aktörleri bizim askerlerimiz. Perde gerisinde ise bir zamanlar her taşın ve işin altında Yahudi eli aradığımız gibi darbeleri de "Merak etmeyin, bizim çocuklar yönetime el koydu" sözleriyle ABD'ye yıkarak geçiştiririz. Başarılı olan her darbede bir dış el var ama bu hep ABD mi? 80 ihtilalinde ABD'nin parmağı ve desteği olduğu aşikar. Ya 60 ihtilalinde hangi devlet var? Kamuoyunda çoğu kimsede bunda da ABD parmağı var bilgisi ağır bassa da darbenin arkasında başka bir ülkenin olduğunu Cevheri Güven bir videosunda dile getirir ve mealen şöyle der: “60 ihtilali İngilizlerin eseri, 80 ihtilali ise ABD’nin İngilizlere karşı rövanşı” diyerek sözü 15 Temmuz darbesine getirir. 15 Temmuzla ilgili de “İngilizlerin 80 ihtilalinin rövanşını aldığını” söyler. Bu tespitlere de Doğu Perinçek’i izleyerek ulaştığını, Perinçek’in her ne kadar Çin ve Rusya yanlısı bir siyaset izlediği imajı verse de aslında İngilizlere yakın olduğunu belirtiyor.

Sayın Güven’in iddiası bu şekilde. Bu iddialar ne derece gerçeği yansıtıyor. Bunu bilmemiz mümkün değil. Bu iddiaların ispatı ancak devletin ilgili birimleri, mahkemeleri veya kişilerin kendi itirafı ile olur. Değilse iddia olarak kalır. Bu iddialar doğrudur, yanlıştır iddiasında da değilim. Yalnız 15 Temmuzdan sonra Perinçek’in TV programlarında yaptığı konuşmaları, önceki muhalefet ve eleştirilerini yapmaması, hükümetin ateşli bir savunucusu olması dikkatlerden kaçmıyor. Aynı şekilde Bahçeli’nin de 7 Haziran 2015 öncesi ve 1 Kasım 2015 sonrası genel seçimlerindeki izlediği siyasetin, 15 Temmuzla birlikte değiştiğini görüyoruz. Yani düşünce, fikir ve siyaset farklılığı olan, bir zamanlar birbirlerini kıyasıya eleştiren, tabir yerindeyse neredeyse birbirlerine kurşun atacak şekilde bir siyaset izleyen ve aynı kazana atsalar birlikte kaynamayacak üç siyasi partinin (AK Parti, MHP ve Vatan Partisi) 15 Temmuz sonrası ittifakı, birlikteliği, uyumu; Bahçeli ve Perinçek’in, Erdoğan’dan fazla Erdoğancı olması ya da görünmesi gözlerden kaçmıyor. Bu üçlü gerçekten kendiliğinden mi bir araya geldi yoksa birileri mi bunları aynı çizgide buluşturdu? Bunları bir araya getiren etkenler veya failler, öyle zannediyorum, hep soru işareti olarak kalacak.

Burada 15 Temmuz, 60 ve 80 ihtilallerinden farklı. Bir defa 15 temmuzda ilk defa halk sahaya inerek darbeye direndi, bedeller ödedi ve başardı. Halkımız darbeye karşı darbe yaptı. Lütfen sapla samanı karıştırmayalım diyenlerimiz çıkacaktır. Elbette 15 Temmuz diğerlerinden farklı. Buna sözümüz yok. Yalnız darbeler birbirine benzerlik gösterse de her darbenin şartları, izlediği yol, yöntem ve sonuçları farklıdır. Bir yerde darbe yapmak isteyenler ilk önce şartlarını oluşturur, şartlar olgunlaşınca harekete geçerler.

Şunu da söylemek isterim. Başarısız darbeler ister kanlı ister kansız olsun, iç kaynaklı; başarılı darbelerin ise dış destekli olduğunu söyleyebilirim. 60 ve 80 ihtilali bunun bariz örneğidir. 15 Temmuzu aynı kefeye koymasam da izlenen dış siyasetin değişmesi, farklı cephelerdeki partilerin, geçmişi bir tarafa bırakarak bir araya gelmesi, dış borcun Katar üzerinden İngiltere tarafından karşılanması, ABD ile Türkiye’nin hiç olmadığı kadar gerginlik yaşaması ve Türkiye’nin İngiltere’ye yaklaşması gibi hususlar soru işareti olarak kalacak bende.  21.07.2022

-7 Derecede Rutin Yürüyüş

-7 derece soğukta,

Her yer kar olsa da

Kar halen ince ince yağmaya devam etse de

Çıkan tipiyle birlikte karlar bir yerden diğer yere savrulsa da

Savrulan her kardan nasibimi alsam da

Kimi yerleri buz tutmuş ise de

Rüzgar 42.7km/s hızla soğuk soğuk esse de

Esen her rüzgar es sarı yiğidin bağrına dese de

Kar ve buzlanmadan dolayı eğitime kar engeli gelse de

Bu havada yürünür mü demedim. Zira iyi gün dostu değilim. İyi günde de kötü günde de yürürüm.

Yeter ki yağmur yağmasın. O zaman da kapalı bir alan beni bekliyor olur.

Nasılsa ayaklar çekecek ceremesini ve yürüyüş hareketi engellemez dedim.

Çıktım yola.

Küçük bir planlama hatasıyla rüzgarı önüme aldım. Zaten tüm planlarım böyledir. Bu da benim doğru yolda olduğumu gösterir ve beni hiç şaşırtmaz.

Rüzgar bağrıma vurdukça es sarı yiğidin bağrına diyecektim ki dişler birbirine vurdukça bu zevkten mahrum kaldım.

Düştüğüm yol Antalya Yolu imiş.

Biri, sen gidersin. Antalya dediğin şurası deyiverseydi, ver elini Antalya diyecektim ama beni gaza getirecek kimsecikler yoktu ortalıkta. Akıllıydı herkes zira. Aklı olan çıkmazdı bu havada. Ama olsun, yürüyüş yürüyüştür. Madem çıktım bu yola, pilavdan dönenin kaşığı kırılsın.

Baktım şehir merkezi yazıyor ve de mesai başlayacak. Sapıverdim şehir merkezine.

Bir saatlik bir yürüyüşün ardından şimdi odamdayım.

Bir iyi üşümenin ardından soba sıcaklığı gibi olmasa da ısınmaya değer. Üzerine de sıcak ve demini almış sıcak çay ne güzel gider. Afiyet olsun baba.

Her türlü olumsuz ve hava muhalefetine rağmen yürüyüş hareketi engellenemez diyerek yaptığım bu yürüyüşten, ben memnun kalıp bu rutini daha ara vermeden yerine getirsem de bilin ki ayaklarım pek memnun kalmadı. Alemin akıllısı biz miyiz? Niye başkası yürümez de biz yürürüz, otur oturduğun yerde, yerinde su mu çıktı der gibiydi.

Bu arada karların üzerine bastıkça çıkan kart-kurt sesinden; Kürtlere, inceltilmiş bir şekilde niçin Kürt dendiğini de bu vesileyle anlamış oldum. Bu bilgi de yabana atılacak bir bilgi değil hani. Yaşayarak öğreniyorsun ve de kıymetli bir bilgidir. Ama hiç tavsiye etmem, bunu da bilesiniz. 

Allah bu soğukta dışarıda kalanlara sabır versin. 17.02.2021

16 Şubat 2023 Perşembe

Afetlerde Dakiklik

10 ili etkileyen büyük depremin 11.gününde dahi enkaz altında kalan insanlarımızdan tek tük de olsa canlı kurtarılan insanlarımız var. Bu tip kuruluşlar milletçe hepimizi sevindiriyor.

Dile kolay bir on bir günü enkaz altında geçirmek, bulunduğu yerde hiç hareket edemeden, yemeden, içmeden, soğukta donmadan, kurtarılmayı beklemek ve oradan sağ kurtulmak. Bir öğün yemek yemesek açlıktan öldük bittik deriz. Gördüğümüz gibi günlerce aç ve susuz yaşanabiliyormuş. Öldürmeyen Allah öldürmüyormuş.

Her enkaz altında kalan insanın enkazın altında verdiği hayat memat mücadelesinin ayrı ayrı acıklı hikayesi vardır ama üç günden sonra kurtarılan her kişinin hayat hikayesi daha bir farklıdır.

Her deprem altında kalan özellikle üç günden sonra enkazdan sağ kurtarılan insanlarımız gerekli tedavilerini gördükten sonra bunların her birinin hikayesini dinleyip kayıt altına almak ve bu hayat mücadelesinden herkesin haberdar olması için kitap haline getirmek lazım. Bu kitapları ders almamız için her birimiz okumalı, çocuklarımıza da okutmalıyız. Aynı şekilde bina ve inşaat yapımının her aşamasında sorumluluğu olan ve imzası bulunan herkese bu kitap okutulmalı. Buyurun eseriniz, kendinizle gurur duyun denmeli.

Kaç gün boyunca divelenmeden ne yaptılar, nasıl vakit geçirdiler, ne yediler ne içtiler, soğuktan nasıl korundular, nefes alabildiler mi, uyuyabildiler mi, ağlayıp sızladılar mı, kimse yok mu diye durmadan avaz avaz bağırdılar mı, üstlerinde geçenlerden haberdar olabilmişler mi? Tüm bunları öğrenmemizde fayda var. Çünkü bugün onlar yarın biz enkazda kalabiliriz. Yaşanan her bir hikaye kulaklarımıza küpe olmalı.

Allah kimseye böyle imtihan vermesin. Kimseye ne deprem anını yaşatsın ne de enkaz altında bıraksın.

Temennim odur ki depremi yaşayanlar, enkaz altında kalanların yaraları bir an evvel sarılır, normal hayata dönerler. Deprem anındaki ve enkaz altındaki travmayı bir an evvel atlatırlar.

Bize gelince yaşadığımız yıkımı büyük bu depremden ülke olarak her birimiz sorumluluk durumumuza göre inşallah bir pay ve ders çıkartırız da bir dahaki depremlerde aynı acıyı yaşamayız aynı gözyaşını dökmeyiz ve depremle yaşamanın kalıcı yollarını bu ağır bedellerden sonra öğrenmiş oluruz. En azından bundan sonra anamız ağlamaz.

Bir daha ağır bedeller ödemek istemiyorsak, enkaz altında kalıp çıkarılmayı bekleyen cenazeleri defnettikten sonra bir şey daha yapmamız lazım. Bağımsız komisyonlar kurup depremin aksayan ve artı yönleri kimseyi suçlamadan tek tek tespit edilmeli. Bu komisyonlarda her düşünceden alanında uzman kişiler olmalı. Her ilin vali, belediye başkanı ve kaymakamı dinlenmeli. Bir dahaki deprem ve diğer afetlerde aynı aksaklıklarla karşılamamak için öneriler getirilmeli. Takviye gereken yerler belirlenmeli. Eksiklikler, tavsiye ve öneriler kamuoyu ile paylaşılmalı ve gereği için hükümete takdim edilmeli, hükümet de gereğini yapmalı.

Depremin sıcaklığı gitmeden bir şeyi daha masaya yatıralım ve bu konuyu düşünelim. Bu da yazımın başında değindiğim gibi depremin 11.gününde dahi sağ salim insanları kurtarabilmişsek, demek ki iyi bir organize, iyi bir koordinasyon iyi bir lojistik destekle, yetişmiş arama kurtarma ekipleriyle sahaya yayılıp daha hızlı hareket edebilme imkanımız olsaydı, belki de daha çok insanımızı enkazdan sağ kurtaracaktık. Çoğunun bir on bir gün dayanamayıp daha önceden vefat ettiğini düşünürsek, kurtarılmayı beklediği halde kurtaramayıp ölüme terk ettiğimiz niceleri vardır.

Kırmızı Cıs!

İnsanın çeşitliliğimiz kadar olmasa da doğanın renkleri de çeşit çeşittir. Bazısı baskın bazısı soluk olsa da renk renktir. Her birinin değeri ve yeri farklıdır. 

Zevklerle renkler tartışılmaz dense de bazı renkler vardır ki işlevleri veya bizim onlara yüklediğimiz anlamlar dolayısıyla diğerlerine fark atıyor. Mesela kırmızı rengin yeri bir başka. 

Kırmızı olsun beş fazla olsun demek suretiyle bu rengi ayrı bir yere oturtuyoruz.

Aşkın rengidir aynı zamanda. 

Trafik işaret ve levhalarının çoğu da kırmızıdır. Tehlikeli, dikkat et ve yasak anlamlarına gelir. Mesela kırmızı ışık yayaya da araca da geçit vermez. Cıs der. Kenarları kırmızı üçgen şeklindeki trafik işaretleri tehlikeye işaret eder. Mesela, virajlar, eğimler, çıkışlar, daralan yollar, açılan köprü, kasisli yol, kaygan yol, gevşek zemin, yaya geçidi, dikkat, kontrolsüz kavşak, tali yol, kontrolsüz demiryolu geçidi, yol ver, dur, taşıt giremez, taşıt trafiğine kapalı yol, park etmek yasaktır, park etmek ve durmak yasaktır gibi.

Gördüğümüz gibi trafik ve yaya güvenliğini sağlayan ve düzenleyen trafik işaretlerinin çoğunluğu kırmızı renkli. Bu işaretlere riayet etmeyen başına tehlike almış, başkasının hayatını tehlikeye atmış demektir.

Aynı şekilde kırmızı renk plakalar var. Bu plakalar “Protokol plakası olarak da adlandırılan kırmızı plakalar, üst düzey devlet görevlileri tarafından kullanılıyor. Kırmızı zemin üzerinde sarı renkli karakterlerin bulunduğu bu plakalar cumhurbaşkanı, TBMM başkanı, Anayasa Mahkemesi Başkanı, Genelkurmay Başkanı, vali ve bakanların makam araçlarında yer alıyor”. Yüksek yargı organları başkanları, kuvvet komutanları, Cumhurbaşkanlığı üst düzey araçları, TBMM başkan vekili ve komisyon başkanları.

Bir de beyaz zemin üzerine kırmızı ile yazılan plakalar vardır. Bunlar da rektörler, emniyet müdürleri ve kaymakamlara ait.

Plakası kırmızı olsun veya olmasın araçların hepsi ayakları yerden kesen, insana hayatı kolaylaştıran araçlardır. Ama kırmızı rengin yeri ve önemi bir başka. Protokol demektir ne de olsa. Görür görmez dikkat çeker. Kim görürse önemli biri geldi der ve hazır ol vaziyetine geçer. 

Bu plakaların içinde olan ihya olur. Gittiği hey yerde el üstünde tutulur, kapı ve yollarda karşılanır, en güzel şekilde ağırlanır ve uğurlanır, saygıda kusur edilmez. Kazara en küçük bir aksaklık devlet krizi demektir ve affı yoktur. O yüzden bu plaka sahipleriyle muhatap olacaklar ilk önce protokol ve nezaket kurallarını iyi bilmesi gerekir.

Kırmızı plakanın bir diğer özelliği bu plakaya hak kazananlar kolay kolay eleştiriye gelmezler. Getirilen eleştiri istersen yüzde yüz doğru olsun. Çünkü böyle bir şeye yeltenmek demek, devleti karşına alman ve başına iş açman demektir. Öyle ya kırmızı plaka sahiplerini eleştirmek, tenkit etmek kimin haddine. O yüzden nasıl ki işareti kırmızı olan trafik levhalarına can güvenliği açısından nasıl dikkat etmek yani cıs demek gerekiyorsa kırmızı plaka sahiplerine de cıs demek lazım. Her kırmızı plaka sahibi için söylemiyorum ama bazıları için bırakın eleştiriyi, sularını bulandırman yeterli. Ondan sonra ölümlerden ölüm beğen.

Hasılı kırmızı da diğer renkler gibi bir renk olsa da yüklediğimiz anlam ve işlev itibariyle kırmızı renk her daim tehlike işaretidir. Dikkat etmek hayat kurtarır, dikkatsizlik ve gaflet hali ise acı son demektir. Çünkü dokunan yanar. Bu arada yangın işareti de kırmızıdır. Yine tehlikeli madde taşıyan araçların uyarısı da. Hatta deprem haritası bile kırmızı. O yüzden cıs. 

Kırmızının tek istisnası, bendenizdir. Aynı familyadan olmamıza rağmen benim dokunduğum kırmızı onları değil, beni yakar. Yani zararsız ve tehlikesi olmayan bir kırmızı var karşınızda. 

Afetle Yaşamanın Yolu

Öncelikle afet özellikle depremle yaşamanın yollarını bulmalıyız.

Bunu bir devlet politikası haline getirmeliyiz. 

İktidara gelen her partinin birinci görevi bu politikayı kesintisiz yürütmek olmalıdır. 

Geniş yetkileri ve imkanları olan bir afet bakanlığı kurulmalı. 

Bina ve yerleşim yerlerinin tek sorumlusu bu bakanlık olmalı. 

Bakanlık ve yerel yönetimler birlikte çalışmalı, her şehre yönelik bir plan hazırlamalı. 

Bakanlık, afetlerde ayakta kalabilmek, hasarı en aza indirgemek, mal ve can kaybını asgariye indirmek için uzmanların ve ilgili bölümlerin katılımıyla kısa, orta ve uzun bir afet planı hazırlamalı. Bu plan tavizsiz uygulanmalı. 

Bu ülkede geçmişten günümüze olan depremler masaya yatırılmalı. 

Fay hatları iyice belirlenmeli.

İmara açılacak sağlam zeminler belirlenmeli, 

Tüm yerleşim yerlerindeki ev ve meskenlerin zemin ve binası incelenmeli. 

O bölgede beklenen depreme dayanamayacak evler bir depremi beklemeden yıkılmalı. 

Bu evlerde oturanlar için  konteynerler gibi geçici  kalacak yerler yapılmalı. İnsanlar burada kalmalı. Koynerlerler ev gibi olmaz ama bina gibi öldürmez en azından. 

Fay hattının üzerinde olan şehirler zemini sağlam yerlere kaydırılmalı. Bunlar yapılan konteynerlere taşınmalı. 

Yeni yapılacak binalardan tek sorumlu TOKİ kılınmalı. TOKİ prensiplerine asla ödün vermemeli ve işini savsaklamamalı.

Önüne gelen müteahhitlik yapmamalı. Belirli kriterler getirilmeli. 

Şartları tutanlar TOKİ gözetiminde evler yapmasına izin verilmeli. 

Bu yazdıklarıma, dediklerin kağıt üzerinde güzel. Burada üzerinde düşünülmesi gereken en önemli şey yapılacak yeni binaların finansmanı diyebilirsiniz. Eyvallah. Finansman önemli bir sorun. Yalnız istenirse buna da bir çözüm bulunur. Yeter ki insanı yaşatmak birinci önceliğimiz olsun. 

Yeni binalara kaynak bulmak için bir seferberlik başlatmalıyız. Her şeyimizden kısıp kazancımızın belirli bir yüzdesini aylık TOKİ'ye ödeyebiliriz. TOKİ, herkesin kazancına göre bir ödeme takvimi hazırlamalı. 

Kazancı olmayanların ödemesini sosyal devlet gereği devlet ödemeli.

Bu seferberlik ve birçok ihtiyaçtan kısarak ödeyeceğimiz aylık konut parası, tüm ülkeyi baştan sona imar edinceye kadar devam etmeli. Bu inanç bizde olursa yirmi yılda bu ülkeyi bir baştan öbür başa yenileriz. 

Herkes gönül huzuru içinde yıkılıp ölmeyeceği bir eve yerleştikten sonra isteyen istediğini alsın.

Yaptığımız evler de evladiyelik olsun. Biz oturduğumuz gibi bizden sonra da kaç nesil korkusuzca ve acaba demeden yaşasın.

Anlatmak istediğim depremden sonra yapacağımız masrafı depremden önce yapalım. Ne ölelim ne öldürelim ne de birilerinin ölmesine göz yumalım. İnsanca yaşayalım şu ülkede. Her depremden sonra ağlamayalım artık. Depremden önce ağlayalım ki sonrasında bir daha ağlamayalım.