5 Şubat 2023 Pazar

Hırsızlık

Kendisine ait olmayan bir şeyi sahibinin haberi olmadan almaya hırsızlık, bu işi yapana da hırsız diyoruz. Hırsız yakalandığı takdirde yargılanıp cezalandırılır. Siciline de hırsız damgası vurulur.

Hoş karşılanmasa da cezalar çok caydırıcı olmadığı için hırsızlık bu ülkede çok yaygındır. Kimi ihtiyacı olduğundan hırsızlık yaparken kimi de bu işi gelir kapısı ve meslek olarak yapıyor.

Yüz kızartıcı bir suç olduğundan ne toplum tasvip eder ne ahlak ne örf ne de yasa. Hırsız suçunu çekip çıksa dahi kendisine kolay kolay iş verilmez. Kimse de kendisiyle doğru dürüst iletişim kurmaz. Arkadaş ve dost olarak eve alınmaz. Kolay kolay bir şey emanet edilmez. 

Kısaca anlatmaya çalıştığım gibi hırsıza bakışımız olumlu değil ve dışlarız. Peki hırsızlık sadece bundan mı ibaret? Başka hırsızlık çeşitlerine de bu derece tepki gösteriyor muyuz?

Mesela, paranın değerinin pul olmasına veya pul edilmesine de hırsızlık denebilir mi? Eğer hırsızlık ise bu durumda hırsız veya hırsızlar kim olur? 

Enflasyon rakamlarıyla oynayıp az göstermeye de hırsızlık denebilir mi? Eğer hırsızlık ise bu durumda hırsız veya hırsızlar kimler olur? 

Bir esnafın bir kilo istenen bir ürünü  terazide düşük tartıp buyurun bir kilo demesine hırsızlık denebilir mi? Bu durumda hırsız kim olur?

Enflasyonlu hayatta TL cinsinden alınan borcu bir yıl sonra aynı rakam olarak vermek hırsızlığa girer mi? Çünkü bir yıl öncesinin yüz lirasının alım gücü ile bir yıl sonrasının yüz lirasının alım gücü aynı değildir. Eğer bu hırsızlık ise bu durumda borçlunun borcunu öderken paranın değerini gözetmesi gerekir. 

Örnekleri çoğaltabilirim ama bu kadarı kâfi. İlk başta değindiğim hırsızlık hepimizin nazır da hırsızlık ve suçtur. Aynı şekilde esnafın terazi ile oynayıp ürünü düşük kilo vermesi de hırsızlık ve suçtur. Diğer verdiğim örnekler hırsızlık olarak görülürse, bu suç değil, faillerine de hırsız denmiyor. Yargılanıp ceza almıyor.

Hırsızlığın hiçbir türünü kimseye tavsiye etmem. Herkes emeğinin karşılığını yesin. Allah herkese helalinden kazanç versin. Yok, ben hırsızlık yapacağım derseniz, bir ev veya işyerine girerek yapılan hırsızlığı ve esnafın eksik tartması haricindekileri öneririm. Çünkü ne cezası var ne ayıplayanı ne de suçtur. Hiç bedel ödemiyorsunuz. Bu ülkede göğsünüzü gere gere dolaşabilirsiniz.

Bu işlerde tecrübem yok, anlamam diyorsanız, tam yerine geldiniz. Zira bu ülkede bu işlerin piri çoktur. Hangisine giderseniz, bu işi çabuk öğrenirsiniz.

Hesabı Zor Geçecekler

Dünyanın adaletine değil, ahirete inanan biri olarak alenen veya gizlice yapıp ettiklerimizden, yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan sorumlu olacağımıza, hesap vereceğimize, karşılığında ödül veya ceza alacağımıza yürekten inanıyorum. 

Uzun bir maraton yürüyüşünde, bu yaptıklarımızı unutabilir, inkar edebiliriz, yaptıklarımızı kimse de görmemiş olabilir. Noktası, virgülüne, yaparken niyetimiz dahil, mahşerde karşımıza çıkacak. Çünkü hepsi kayıt altında. Bu dünyada olduğu gibi şunu kastettim, bunu kastetmedim deme durumumuz da yok. Çünkü kumanda bizde değil. Bütün vücut, yapıp ettiklerimizi bir bir sıralayacak, şahitlik edecek. Belki de bu şahitlikte nabza göre şerbet veren, evirip çeviren, karşı tarafı kandırmaya çalışan dilimize hiç sıra gelmeyecek. Ne amaçla yaptığımızı da niyetimiz bir şekil ele verecek. Hasılı bu sınavdan kaçış yok. Herkesin hakkı orada tastamam verilecek. 

Herkesin hesabı zor geçecek ama öyle zannediyorum, etkili ve yetkili kişilerin hesabı daha çetin geçecektir. Çünkü bu tiplerin elinde imkan var. Bunlar kimler olabilir?

Din, iman, ahlak, adalet vb. değerleri tekeline alıp sadece kendilerini samimi Müslüman kabul eden, din tüccarlığı yapan, değerlerini emellerine alet edenlerin ve dinden beslenenlerin,

Milli ve manevi değerleri, emelleri uğruna hoyratça kullanarak ve sürekli söyleyerek bu değerlerin içini boşaltanların,

Adaleti ağzından düşürmeyip adaletsizliklere imza atanların,

Sözüyle eylemi birbirini tutmayanların,

Elindeki güç ve imkanları yandaşlarına peşkeş çekenlerin,

Algıları olgu gibi gösterenlerin,

Kendilerini layüsel görenlerin,

Olur olmaz ağzını bozanların,

Kendilerini sütten çıkmış ak kaşık gösteren, başkalarını hep kötüleyerek hedef gösterenlerin,

Tevazu görünümlü bir kibre sahip olanların,

Güç zehirlenmesi yaşayanların,

Kendilerinden başkasının onurunu düşünmeyenlerin,

Eleştirinin yapıcı olanına dahi gelmeyenlerin,

Laf ebeliği yaparak yalanı doğru, doğruyu yanlış gösterebilenlerin,

Gözünün içine baka baka yalan söyleyebilenlerin,

Prensip adına zerre omurgası olmayanların...

Övme ve Yerme Hastalığımız

Övme ve yerme, tabiatta her şey zıddıyla kaimdir sözünün bir tecellisi olarak hayatımızda yer tutan; biri iyi anlamda, diğeri de kötü anlamda kullanılan iki kavramımızdır.

Hayatımızda her şeye ihtiyaç duyduğumuz kadar bu iki kelimeye de ihtiyaç duyarız.

Yerine, zamanına ve kıvamına dikkat edildiği, sapla samanın karıştırılmadığı zamanlarda kullanıldığı takdirde her iki kelime de bir işlev görür.

Övme vefayı andırır, yerme de hatayı tespitte işe yarar diyeceğim ama biz bu iki tabiri kutuplaşmada kullanıyoruz.

Övme ve yerme abartı derecesinde olduğu takdirde bu iki kavram içinden çıkılmaz bir hal alır. Bir müddet sonra bakmışız ki övme ve yerme bir hayat felsefemiz olup çıkmış. Varlık sebebimizdir artık.

Yatar kalkar över veya yereriz. Her iyi şeyde sevdiğimize bir pay çıkarırken sevmediğimiz de nasibini alır bundan. Zira yılanın başıdır.

Bir nevi hastalıktır bu. İşin ucuzuna ve kolayına kaçmaktır aynı zamanda. Ortaya yeni bir şey koymaktan aciz olanların ortaya koydukları, kendilerini tatmin ettikleri bir savunma psikolojisidir. Bizde bir şey yok demektir.

Bu anlayışa göre bugün gördüğümüz her şey, övdüğümüz kişinin bıraktığıdır veya bugünkü kötülüklerin müsebbibi yerdiğimiz kişidir.

Övme ve yerme hastalığından kurtulmamızın yolu, kendimizin ortaya bir şey koymasıdır.

Yeni bir şey ortaya koymadıkça geçmişle övünmeye veya geçmişi yermeye devam edeceğiz.

Bu, üreten beyin taşımayışımızdandır. Kendimize güvenimiz olmadığı gibi bunu yapacak irademiz de yok.

Hoş, hepsi olsa da düşünecek, planlayacak, üretecek ve çalışacak azim olması gerekir.

Övünmek ve yerinmek varken niye kendimizi yoralım sonra.

Oturur muhabbetini yapar veya kinimizi kusar, egomuzu tatmin ederiz.

Ne de olsa mirasyediyiz çoğumuz. Öncekilerin bıraktığını hoyratça kullanırken üzerine bir şey koymadan yaşıyoruz.

Övme ve yerme ile mesafe kat edilseydi, bizden ileri ve gelişmiş devlet olamazdı. Çünkü bizden başka geçmişiyle iç içe yaşayan herhalde başka bir millet yoktur.

İşin garibi övdüklerimiz ve yerdiklerimiz aynı kişiler değil. Bir kesimin göklere çıkardığını diğer kesim yerin dibine batırıyor. Onların yerin dibine batırdığını öbürü el üstünde tutuyor. Yani övme ve yermede de bir birlik yok.

Gerçekten nasıl bir ruh hali bu bizim yaşadığımız. Övgü ve yergiye dayalı bu yaşayışın kime ne faydası var?

4 Şubat 2023 Cumartesi

Koltuklara Yapışıp Kalma Hali

Bazıları doğuştan idareci olarak doğmuş ve sen idareci olmalısın. Bulunduğun yerde tutunup gözün daha yukarılara olsun. Zira senin için yükselmenin sınırı yok demiş olmalı.

Bir şekilde koltuğa otururlar ve koltuğa öyle bir yapışırlar ki kaldırabilene aşk olsun. Çünkü koltuk bu tipler için araç değil, amaçtır.

Koltukta tutunmak için kendisini oraya getirenlere hep minnet duyar. Onlara saygıda kusur etmez. Ricaları bile emirdir onlar için. Zaten bu koltuğa onların dediğini yapmak için gelmedi mi? Yerine getirmemesi varlık sebebine aykırıdır. Sadece vefa ve minnet borçlu olduklarına değil, tüm üstüyle ilişkileri iyi tutar, aklına yatmasa bile uyum içinde çalışır. Güce karşı boynu kıldan incedir.

Bu şekil kendisine hava veren bu koltukta mutlu bir hayat sürerken kazara bir kazaya kurban gidip koltuğu altından çekilse, dünyası zindan olur. Yaşamasının bir anlamı kalmaz. Ayakta gezen bir ceset gibi olur. Ne yapmıştı ki hâlbuki. Saygıda kusur mu etmişti. Ne dediler de yapmadı bugüne kadar. Ne güzel de alışmıştı işine gücüne. Bir güzel de çevre edinmişti. Bir haksızlık olmalıydı. Zira en zor zamanda görev almış, onlar için kelle koltukta savaşmış, nicelerinin kalemini kırmış ve saçını süpürge etmişti.

İçinde bulunduğu durumu bir türlü kabullenemez. Onunla yatar, onunla kalkar. Çünkü koltuk her şeydi onun için. Ha altından koltuk gitmiş ha ölmüş. Sonra ne diyecekti başkasına. Başkası bir koltuk uğruna geçmişte şu yaptıklarına değdi mi derse, ne diyecekti. Of... Çekilir mi bu dünya.

Hayata ve insanlara küser. İnsan içine çıkamaz. Herkesle selamı sabahı keser, eve kapanır. Bir düşünmedir gider. Başına gelen bu duruma sebep olanları bir türlü affetmez. Çünkü ne yapmıştı ki.

Çevrenizde vardır böyleleri.

Bu tipler koltuğu varlık sebepleri olarak görürler, hayatlarında 'B' planına hiç yer vermezler.

Varları-yokları koltuktur. Hep bir taraftan emir alırken alt tarafa da emir vermeye alışmışlardır.

Emri altındakiler emrini yerine getirdikçe sevinç ve mutluluktan dört köşe olmuşlardır.

Gittiği her yerde ilgi-alaka ve saygı gördükçe itibarlı biri olduklarına da kendilerini ikna ederler.

Hele bir de başkasının bilmediği bazı şeyleri bilirlerse, bulunmaz Hint Kumaşı olduklarına ve koltuğu bıraktıkları takdirde işlerin aksayacağına da kendilerini inandırmış iseler, kendileri olmadan bu işler yürümez.

Hasılı ne kadar yıpransalar, itibar kaybına uğrasalar, koltukta ezilseler ve heyecanları kalmasa dahi istifayı hiç düşünmezler ve koltuğa yapışıp kalırlar. Bu tipler için bir Hint atasözünü buraya yazıyorum: “Eğer birileri oturduğu koltuktan kalkmakta sıkıntı yaşıyorsa, kesinlikle altını kirletmiştir."

Düşünme Kapasitesi ve Nimeti

"Düşündükçe itiraz etme, uyumsuz olma, huzursuz olma ve huzursuz etme kapasiteniz de artar. Kendi başınıza kararlar almanız, kendi başınıza düşünmeniz; kendi başına düşünme kabiliyeti olmayanları çileden çıkarır.

Bu sözünde Dücane Cündioğlu'nun ne demek istediği açık ise de yine de bu söz üzerine yazacağım bu yazımda.

Bu söze göre itirazın arkasındaki gücün kaynağı düşünce. Bu düşüncedir ki hayata, olaylara, kişilere, haksızlıklara vs. itirazım var dedirtiyor insana. Sonucu itiraz olan bu düşünceye can kurban. Ama bilelim ki itiraz edenlerin sayısı bir elin parmakları kadardır. Çoğunluk tasdik ve noter görevini yerine getiriyor. Düşünüp itiraz edemiyor, içine atıyorsa bilelim ki o kişi korkaktır.

Uyumsuz olma, çoğunluğa aykırı olması yönüyle olsa gerek. Çünkü çoğunluk sessiz ve sakin iken düşünen kalabalığa uyum sağlayamaz.

Huzursuz olma hali dertten olsa gerek. Bir şeyleri dert edinen gidişattan huzursuz olur. 

Huzursuz etme ise gidişatı dert edinmeyenleri uyandırmaya yönelik bir eylemdir. Kendi huzursuz olan başkasını da huzursuz eder. Ki böylelerine bu toplumun şiddetle ihtiyacı vardır.

Dücane, itiraz etmeyi, uyumsuz olmayı, huzursuz olmayı ve huzur bozmayı bir kapasite olarak görüyor. Demek ki bu özelliklere sahip olmak bir kapasite meselesi. Çoğumuzda bu kapasiteler yok demek ki. 

Esas vurucu cümlesi de son cümlesi. Zira burada “kendi başınıza karar almanız, kendi başına düşünmeniz, kendi başına düşünme kabiliyeti olmayanları çileden çıkarır.” derken düşünme kabiliyetini kullananlara bazılarının niçin kızdığını belirtiyor. Demek ki birilerini çileden çıkartan düşünme melekesine sahip olmadıklarından dolayıdır. Olmayınca ne yapsın gariplerim.

Belli ki bilinç altlarında kıskançlık var diyeceğim ama kıskançlık da bir yere kadar anlaşılır. Çünkü onun gibi düşünmek ve olmak isterler ama beceremezler. Çünkü düşünmek çarşı ve pazardan satın alınan bir şey değil, uzun zamana yayılmış bir birikimin sonucudur. Zamanında düşünmeye kafa yormayanlar sonradan isteseler de beceremezler. Çünkü bir düşünmenin bir ürünüdür. Zeka ise kullandıkça gelişir. Zamanında kullanılmadığı için zeka ve düşünme melekeleri dumura uğramıştır.

Bu aşamadan sonra bu melekelere sahip olmayanlar hazıra konmayı seviyorlar ve işin kolaycılığını kaçıyorlar. Nasılsa birileri düşünüp servis ediyor. Onlar da bu servis edileni savunuyorlar. Bu, pişirilmiş yemeği afiyetle yemeye benzer. Yemek kadar güzel bir şey yok. Mutfağa girip o yemeği pişirmek ise zordur. İşin kolayı varken zora niye talip olsunlar.

Sonuç olarak düşünen insan demek özgün fikir sahibi demektir. Allah düşünen insanların sayısını çoğaltsın. 

Gıpta Edilesi Biri

"Bazı insanlar vardır. Güzel insanlardır. Aynı kategorideki meslek mensuplarının alayının kişilik erdemlerini (dürüstlük, cesaret, hak ve hukuka riayet, güvenirlilik) bir araya getirsen, o bir kişinin saçının teli bile etmezler. Lakin, o bir kişi eften püften bahanelerle daire dışına itelenir. Çünkü ekseriyet, onun ağırlığını kaldıracak direnç ve mukavemette olmadığı için her daim o kişinin altında ezilmeye mahkumdurlar... 

İşin hazin yanı, sözde imanı/erdemi elden bırakmayan tayfalar, bu durumdan rahatsızlık bile duymazlar...

Ben derim ki, sakın ola bu nitelik ve omurgayla bir cennet hayali kurmayın...

Bir şeye aday olabilmek için, önce insan olmak gerek... 

"Hiçbir şey" olmayanların, bir şeyi umut etme hakları yoktur."

Alıntı yaptığım bu yazı Zafer Özer Hocamın bir paylaşımı. Belli ki bir kişiyi gözeterek yazmış bunu. Kimi kastetti bilmiyorum ama bu kişiyi doğrusu gıpta ettim. Çünkü birçok erdemi kısacık paylaşımına sığdırmış:

"güzel insanlar" demiş. Kim böyle olmak istemez: İnsan olmak ve güzel olmak.

"Aynı kategorideki meslek mensuplarının tüm erdemleri toplamının o kişinin saçının teli etmemesi" derken mücadeleci birini kastediyor. 

"O kişinin eften püften bahanelerle daire dışına itilmesi dolayısıyla aynı meslek mensuplarının onun ağırlığını kaldıracak güçte olmadığından o kişinin altında ezilecek olması" demiş. Yalnız hangi meslek mensupları ise ezileceklerini sanmıyorum. Çünkü ezilmek bir utanma duygusudur. Bu duygu ise iyi gün dostu, güce boyun eğen ve güçten beslenen bazı meslek gruplarında görülmez. Onlara göre o kişinin daire dışına çıkarılması had bildirme olarak görülür ve bundan büyük memnuniyet duyarlar.

"Sözde iman ve erdemi elinde bulunduran bu tayfalar, rahatsızlık bile duymazlar" demiş. Sanırım iman ve erdemi kendi tekellerinde görenleri kastediyor. Kastedilen bu kesim ise bunların kahir ekseriyeti gerçekten rahatsızlık duymazlar. Bir üst paragrafta bahsettiğim gibi oh bile derler.

"Bu nitelik ve omurgayla cennet hayali kurmayın" demiş. Sözde iman ve erdem ile cennete girilemeyeceğine dikkat çekiyor. Mübarek, şu üç günlük dünyada bırak, bu hayallerle yaşamaya devam etsinler.

"Bir şeye aday olabilmek için önce insan olması gerek” demiş. Bir zamanlar önce Müslüman olmak denirdi. Müslümandan insana dönülmüşse, Müslümanların iyi sınav vermediği izlenimi edindim. Ki bence de önce insan olmalı. Çünkü insan olmak her şeyden önce gelir. İnsan olamayan Müslüman bile olamaz. Olsa da ona göre olur.

"Hiçbir şey olamayanların bir şeyi umut etme hakları yoktur." demiş. Sözde iman ve erdem diyen o meslek gruplarını, bu cümlesiyle hiçbir şey bile olamadıklarına işaret ediyor. İşin en acı tarafı da burası.

Mahalle Baskısının Sonuçları

Şeklen benzese de düşünce ve fikir bakımından insanlar farklı farklıdır. Aynı evde büyüyen, aynı iklimde büyümüş kardeşler bile farklı farklı fikirlerde olabiliyor.

Evde veya sokakta saygı duyulduğu takdirde farklı fikirde olmada bir sakınca yok. Hatta bu farklılık zenginliktir.

Bu durum din, siyaset, yaşantı vb. her alanda böyle olmalıdır. Ki Allah da insana doğru yolu göstermesine rağmen inanıp inanmama da insanları hür bırakmıştır. Her şeyin yaratıcısı ve maliki olmasına rağmen Allah bu hürriyeti insana bahşetmişse bize de o kimselerin fikrine, zikrine saygı duymak düşer.

Teri böyle derken fiiliyat böyle demiyor. Farklı fikirlere tahammülümüz yok. Herkesin kendince bir nedeni olsa da kendi fikrine güvenmeyen farklı fikirlere karşı çıkar düşüncesini taşıyorum. 

Birbirine zıt düşünce sahiplerinin birbirlerinin fikirlerine karşı çıkmasından geçtim. Zira bunlar birbirlerini dinlemez. Birbirlerine karşı önyargılı olarak yaşamaya devam ederler. 

Burada aynı mahallede yaşayanların farklı fikre tahammülsüzlüğüne işaret etmek istiyorum. Çünkü bunu sonuçları itibariyle çok tehlikeli buluyorum. Ülkemizde maalesef son yıllarda bu durum çok arttı.

Kardeşlerin bile farklı fikirlerde olabileceğini kabul ediyoruz. Nedense mahallelerde farklı fikirleri yaşatmıyoruz. Ya ötekileştiriyoruz ya da linçe maruz bırakıyoruz. Halbuki böyle yapılacağına, iletişimi kesmeden fikir alışverişine devam edilse, rahatça görüşler açıklanabilse, sonunda fikirlerine şu şu nedenlerle katılmıyorum dense, bu farklılık bir zenginlik olur, farklı fikirlere hoşgörü gösterildiği için farklı fikirdekiler aynı mahallede rahatça yaşamaya devam eder.

Maalesef böyle olmuyor. Dışlama yoluna gidiyoruz ya da linçe tabi tutuyoruz. Bunun sonucunda tahammül edilmeyen aykırı fikir sahibi mahallesini terk ediyor. Başka yerlere hicret ediyor.

Mahalleyi terk edince de peşi bırakılmıyor. Arkasından konuşulmaya, hakkında ileri geri konuşulmaya devam ediliyor.

Mahalleden kovulan bu kişiler de eski düşüncelerini masaya yatırıp terk etme yoluna gidiyor. Bu durum özellikle farklı dini anlayış sahiplerinde kendini gösteriyor.

Bu dışlama ve ötekileştirme böyle devam ederse bu psikoloji ile yaşayan bu kişilerden bazıları Müslüman dairesinden çıkıp deist, agnostik, teist olabiliyor. Tehlike dediğim nokta da burası. Hiçbirimizin bundan hoşnut olması söz konusu olamaz. O yüzden insanları dışlayarak ne tür sonuçlar doğurabileceğimizi iyi hesaba katmak lazım.