15 Kasım 2022 Salı

Yeni Okuyucum

Hiç müşterim olmasa da nicedir yazar dururum. Ben yazarım. İsteyen okur isteyen okumaz derim ama siz böyle dediğime bakmayın. Yazdıklarım okunsun hem de çok okunsun isterim. Ne kadar okunsun diye çabalasam da her konuda olduğu gibi bu konuda da başarılı olamadım. 

Birileri, durmadan yazıyor, okuyanı da yok. Vah yazık! Eline ve gözlerine yazık. Harcadığı zaman da cabası. Gazete köşelerini işgal ettiği de aşikar. Buna gazetenin sahibi iyi sabrediyor. Biri kalkıp ne olur, Allah rızası için yazma dese de bir bakmışsın elim yazmaya gidivermiş. Alışkanlık öyle kolay kolay bırakılmıyor. Zira alışmış kudurmuştan beterdir. Bakmayın okuyucu bulamadığıma. Kedi olalı bir fare tutmak umuduyla yazmaya devam edeceğim. Yazar yazarım. Baktım olmadı mı, vermeyince Mabut, ne yapsın bu kul bir başına der, gazetedeki köşemden köşeme çekilmesini de bilirim. Ama şimdilik değil. Ne der bu diye ayıplamaya kalkmayın. Ne yapıp ne edip aylar yıllar geçse de bir kişi de olsa bulup yazdıklarımı okutacağım. Bu konuda okuyucuya güveniyorum. Nasılsa şaşıp dönüp biri okuyacak. Haliyle sizleri de bu konuda mahcup edeceğim. 

*

Mahcup olmaya hazır mısınız? Zira geç oldu ama nihayet buldum bir okuyucu. Keyfime diyecek yok. Üstelik bu okuyucu üstünkörü bir okuyucu değil. Bilinçli biri. Didik didik okuyor yazılarımı. Hangi yazımın hangi cümlesinde neyi, kimi kastettiğimi yorumluyor, hakkımda hükmünü veriyor. Yazının çıktısını alıyor, yayım tarihini ve başlığını bir yere not ediyor. Hasılı bilinçli bir okuyucuyla karşı karşıyayım. Bu durumda ben sevinmeyeyim de kimler sevinsin. Başıma talih kuşu kondu dense yeridir. Zira ben de hangi yazımda neyi, kimi kastettiğimi, kimlere sataştığımı bu vesileyle ben de öğrenmiş oluyorum.

Aldığı notları ne yapıyor dersiniz? Yazdığı yerde kalmıyor tabi. Bir suç delili bulmuş biri edasıyla bir seviniyor bir seviniyor. Bütün bu suç delillerini üst üste koyuyor. Üzerine de bir yazı ekliyor ve hakkımda suç duyurusunda bulunuyor. Sorumlu vatandaşlık da bunu gerektiriyor. Suç duyurusunda bulunurken de sorumluların işini kolaylaştırıyor ve onlara yol gösteriyor: Şu tarih ve başlıklı yazıda şunun düşmanlığını yapıyor, bu yazıda bunu hedef gösteriyor, o yazıda şurayı kötülüyor, falan yazıda genelleme yapıyor diyor. Niyet okumalı bu kadar suç deliline kim ne diyebilir? Keşke her vatandaş böyle olsa, muhakkiklere pek iş düşmez. 

Böyle takip edilmemi çekemediniz tabi. Bence kıskanmayın. Siz de yazın. Sizin de olsun böyle bilinçli bir okuyucunuz.

Şimdi o, ben ve herkes akıbetin ne olacağını bekliyoruz. Bu kadar suç delili idam cezası kalkmasaydı beni ipe götürürdü. Ama idam cezası yok. Beyzadem acaba müebbete razı olur mu? Keseceğini pek sanmıyorum ama bununla yetinecek artık. Maalesef kanunlar suçluyu korumaya yönelik. Zaten bundan cesaret alarak yazıp çiziyor birileri.

Ya deliler yeterli görülmeyip bir de ceza almazsam, bu durum bilinçli okuyucumu üzecek ama üzülüp pes etmesin. Ben akıllanmayı yine yazmaya devam edeceğim nasılsa. Yeni okuyucum da yazılarımı okumaya ve notlar almaya devam etsin. Pes etmesin. Yeni misyonunu sürdürsün. Bakarsın bugün olmaz, bir başka gün muradına erer.

Kazanırken Kaybetmek

—Babacığım, bir dediğin diğerini tutmuyor. Bu ne yaman çelişki böyle? 

—Bir tane çeliştiğimi söyle. Mahcup olmaya hazırım. Zira dün ne isem, bugün de oyum. 

—Mesela, şu konuda şöyle diyordun, bugün ise böyle. Yani 180 derece tezatlık var. 

—Ben mi öyle söylemişim bu konuda? 

—Evet. 

—Allah Allah. Nerede yazıyor böyle? 

—Sanal aleme bakarsan öncesi ve sonrası söylediklerin karşına çıkar. Videoların bile var. 

—Montaj olmasın onlar. Rakiplerimin tuzağına sen de düşmüşsün. 

Başına taş düşse rakiplerinden biliyorsun. Montaj falan değil. Ki sanal alemde olmasına gerek yok. Seni sürekli takip ediyorum. Hep çelişiyorsun. 

—Sürekli gelişim ve değişim halindeyim. Hiç değişmeyeyim de yerimde mi sayayım. 

—Değişmek istemen ve kendini geliştirmen güzel

—O zaman doğru yoldayım. 

—Yeni görüşünü söylerken bu konuda eskiden şöyle düşünüyordum. Yanlışmış. Şimdi böyle düşünüyorum desen bir anlamı olur. 

—Önceki görüşümü unutmuş olamaz mıyım?

—Unutsan, derim ki insanlık hali. Zira insanoğlu nisyan ile malüldür. Ama öyle değil. 

—Ya ne öyleyse? 

—Çünkü geçmiş düşüncelerini hatırlatana kızıyorsun. Unutsan kızar mısın? 

—Kızma da insanlık hali değil mi? 

—Bu da insani bir hal ama aynı şey değil. Lütfen konuyu saptırmayalım. 

—Oğlum, unutamaz mıyım? Bak, dün akşam ne yediğimi hatırlamıyorum. 

—Kendi dediklerini yutuyorsun pardon unutuyorsun da rakiplerinin geçmiş yaptıklarını ve dediklerini hiç unutmuyorsun. Adamların 70 yıl önceki yaptıklarını söyleyip duruyorsun. 

—Mücadele için bu gerekli ama. Hem bu bende Allah vergisi.

—Görüyorum ki söz cambazı olmuşsun. Her söze bir gerekçen var. 

—Dilimin kemiği yok evlat. Hem dün dündür, bugün de bugün.

—İyi de sen bu sözü geçmişte eleştirmiyor mu idin?

—O dündü. Geçmişte kaldı. Yeni şeyler söylemek lazım de mi cancağızım.

—Son sözün bu mu?

—Bu evlat. Yeni felsefem bu. Duyguda, düşüncede ve harekette her güne yeni başlar gibi sıfırdan başlıyorum. Olaylara ve kişilere göre tavır alıyorum. O senin geçmişte tanıdığın baban öldü. Geçmiş yaptıklarımdan dolayı Allah beni affetsin.

—Niye yapıyorsun böyle?

—Kazanmak için. Unutma ki kazanmam için her yol mübahtır bana. 

—Ama sen kazanırken bir zaman savunduğun değerler ölüyor. Vara kazanmasaydın da değerlerin ölmeyeydi. Bazen kaybetmek kazanmaktır, kazanmak da kaybetmektir. Değer miydi kazanmak için değerleri hoyratça kullanmaya. 

14 Kasım 2022 Pazartesi

Lanet Olsun! *

Bir insanın, bir grubun, bir örgütün haklı ve haksız bir davası olabilir. Davasında nihai hedefe ulaşabilmek için önündeki engelleri kaldırmak isteyebilir. İsteklerini yerine getirmek için demokratik yolları kullanabilir. Haklı davasına taraftar bulmak ve haklılığını göstermek için kitlelere kendini anlatabilir. Yani şiddete ve baskıya başvurmadan davasını anlatmak için her yolu deneyebilir. Tüm bu mücadelesine kimsenin diyeceği olamaz.

Ama bu insan, bu grup, bu örgüt, nihai hedefine ulaşmak için korku, şiddet, cebir, baskı uyguluyor; terör estiriyor, pusu kuruyor, kan akıtıyor, gözünü kırpmadan bir cana ve canlara kıyıyor ve katliam yapıyorsa yani başkalarının huzurunu bozarak mutlu olmak istiyorsa, bilsin ki başkalarının huzurunu bozarak kimse huzur bulamaz. Zira bu dünya kimseye kalmaz ve eden bulur.

Diyelim ki birileri haklı davasını kabul etmiyor, sürekli mağdur ediliyor. Bu durumda vuruşma yolunu seçti. Mertçe çıkıp kozunu paylaşması gerekmez mi? Haklı davasına kim engel oluyorsa onu temizlenmeli değil mi? Mesela önündeki engel asker olabilir, polis olabilir, devletin diğer güvenlik güçleri olabilir. Tavsiye edilmez ama başka çaresi kalmadı. Bunları öldürme yoluna gitmesi gerekmez mi? Tüm bunlar bir yere kadar anlaşılabilir. Güvenlik güçleri hedefe ulaşmasını engelliyor. Bunlar da önlerindeki engelleri kaldırıyor dersin. 

Ama haklı davasını ikame etmek için elinde silahı olmayan, çarşı-pazar dolaşan, alışveriş yapan, cadde ve sokaklarda yürüyüş yapan insanların yani hiçbir şeyden haberi ve dahli olmayan sivillerin arasına dalarak canlı bomba olmanın, sivillerin içine girerek bomba atmanın, gelip geçeni taramanın hiçbir haklı ve masum izahı olamaz. Elinde silahı olmayan çoluk çocuğa, yaşlı ve gence hayatı zindan etmenin insanlıkla bir alakası yoktur. Bunun adı Ali'ye kızıp hıncını Veli'den almaktır. Güçlüye gücü yetmeyenin öcünü güçsüzden almasıdır. Korkaklıktır bunun adı. Bu yollara başvuranların hiçbir haklı davası olamaz. Bu tip örgütler kan akıtmanın, masum canlara kıymanın ötesinde hiçbir amaca hizmet edemez. 

Masum olduklarını bile bile sivillerin arasına dalıp bomba yağdırmak düpedüz acizliktir. Ne yaptığını bilmemektir. Birilerinin gönüllü taşeronluğuna soyunmaktır. Birileri adına vekalet savaşı yürütmektir. Kiralık katilliği meslek edinmiştir bunlar. Efendilerinin ağızlarına çaldığı bir parmak bal için dünyayı ateşe verirler. Efendilerinin gözüne girmek için gözlerini kırpmadan topluluklar içerisine dalarak katliam yaparlar. Ben ne yapıyorum sorgulaması yapmadan akıllarını kiraya veriyorlar. Bu yolun yolcusu olanlar, efendilerinin kendilerine vadettiği cennete asla ulaşamazlar. Kullanılıp kullanılıp bir kenara konurlar. Bir devlet de kuramazlar. Çünkü başkası adına vekalet savaşı verenlerin ve kiralık katil görevini üstlenenlerin devleti olamaz. Zorlama ile bir devletleri olsa bile o devleti yönetemezler. Ancak efendilerinin kulu, kölesi ve kuklası olabilirler. Bunu da şeref kabul ederler. Bunlar kimliksiz ve kişiliği oturmamış embesil kişilerdir.

Gel de tüm bunları anlat anlatabilirsen katiller sürüsü canilere. Davasına kan bulaştıranların davasına da kendilerine de lanet olsun.

*16/11/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

13 Kasım 2022 Pazar

İstiklal'e Bomba

İstanbul İstiklal Caddesinde pazar günü meydana gelen, 6 kişinin ölümüne, 81 kişinin yaralanmasına sebebiyet veren patlama neler oluyor, bu terör saldırısı neyin habercisi dedirtti bize. Patlamanın ardından yapılan açıklamada bir terör şüphesine işaret edilirken eylemi kim ya da kimlerin yaptığına dair bir açıklama yapılmamıştı. Patlamanın ertesi günü sabah saatlerinde İç İşleri Bakanı Sayın Soylu’nun verdiği bilgiye göre “Eylemi PKK’nin yaptığını, eylem emrinin Kobani’den verildiğine, eylemcinin Afrin’den geldiğine dair bir değerlendirmeleri olduğunu, bombayı bırakanın bir kadın olduğunu ve bu şüphelinin yakalandığını, öncesinde de 21 kişinin göz altına alındığını” açıkladı.

Nicedir unuttuğumuz bu tür bombalı eylemler, öyle zannediyorum, birilerinin düğmeye bastığının haberidir. Temenni etmiyorum ama 2023 seçimlerine giderken bu pazar İstanbul, bir başka günlerde başka vilayetlerde bu tür saldırılar devam edeceğe benziyor. Bu demektir ki Türkiye'yi kana bulayacaklar. Temennim, devletin soğukkanlı bir şekilde terör emrini veren iradeyi ve destekçilerini en kısa zamanda tespit eder ve gereğini yapar. Bundan sonra böyle menfur olayların olmaması için gerekli tedbiri alır.

Yine bu terör saldırısı su uyur ama düşman uyumaz sözünü bize bir kez daha hatırlattı. Nicedir bu tür eylemlerin olmaması, çoğumuzda terör bitti, terörü bitirdik dedirtmişti. Bu saldırı bu tespitin doğru olmadığının kanıtıdır.

Türkiye'nin terörle mücadelesini takdir etmekle beraber terörün bitmediğini, terör örgütünün güçlerinin çoğunu Suriye'ye kaydırdığını, ülkede terör yapmak isterse her il ve ilçede eylem yapacak bir potansiyele sahip olduğunu düşünenlerdim. Bu saldırı endişemi maalesef haklı çıkardı. İnşallah bu saldırı son saldırı olur. 

Olayın sıcaklığıyla saldırı üzerinde konuşmak ve yazmak yanıltıcı olabilirse de izninizle bu saldırının niçin yapıldığı üzerine beyin jimnastiği yapmak istiyorum. 

Saldırıyı duyar duymaz PKK’nin bildik eylemlerinden dedim. İç İşleri Bakanı’nın açıklamasıyla eylemi kanlı terör örgütünün yaptığı ortaya çıktı. Hoş, bu örgüt bu eylemi yapmasa da tıpkı diğer terör örgütleri reklam amaçlı böyle eylemleri üstlenir. Yine de başka terör örgütleri de bu eylemi yapmış olabilir mi diye yetkililerin düşünmesinde fayda var. Çünkü başka terör örgütleri de zaman zaman ülkemizde terör eylemine başvurabiliyor. Şu aşamada Türkiye’nin ne yapıp ne edip bu saldırının vermek istediği mesajı anlamaya çalışması gerekir. Çünkü her saldırının bir mesajı vardır. 

Saldırıyla verilmek istenen mesaj ne olabilir? Seçim atmosferine doğru giden Türkiye siyasetine birileri yön vermek istiyor olabilir. 

Anayasa değişikliğine destek aramak için AK Parti temsilcilerinin HDP'yi ziyaret etmesi. Saldırının mesajı bu ise iktidar ile HDP'nin yakınlaşması ve diyalog kurması istenmiyor olabilir. Aklınızı başınıza alın, sakın ha, siz bir araya gelmemelisiniz denmek isteniyor olabilir. 

Saldırıyla, seçim öncesi Türk-Kürt düşmanlığı tetiklenmek isteniyor olabilir. 

Birileri, bu terör saldırısıyla iç ve dış politikada kendine dikkat et. Ülkeni kana bulayarak panik ve korku ortamı oluştururum, bu ülke güvenli bir ülke değil havası veririm demiş olabilir. 

Birileri, yapmak istedikleri başka şeyleri gizlemek ve gündem saptırmak için terörü ön plana çıkarmış olabilir. 

Sebep her ne ise Türkiye yetkililerinin özellikle İç İşleri Bakanlığının yeni terör saldırıları olmaması için her türlü tedbiri alması gerekir. 

Bu vesileyle bu saldırıda can verenlere rahmet, yaralılara şifalar dilerim.

Ekmek *

Ekmek Üreticileri Sendikası Başkanı, ekmek maliyetleri üzerine açıklama yapması için çıktığı TV kanalında maliyetlerin nasıl düşürüleceği yerine, "Bu toplumun, ekmeği temel gıda maddesi saydığını halbuki ekmeğin temel gıda maddesi olmadığını, aptal toplumların temel gıda maddesi olduğunu, bunu kafasından konuşmadığını, bilimsel bir şey konuştuğunu, bu toplumun kişi başı ekmek tüketiminin 210 kilo; İsveç, Danimarka, Norveç, Japonya ve İngiltere gibi ülkelerde ise 45-50 kilo dolaylarında olduğunu, bizim toplum ekmekle doyduğu için yirmi sene başlarında böyle yöneticiler olduğunu" açıklamış. Açıklamanın ardından gelen tepkiler üzerine ilgili kişi tutuklanmış. 

Ekmek yiyenlerin aptal toplum olduğunu söyleyen bu kişinin yaptığı bu açıklama yersiz, gereksiz ve hadsiz bir açıklamadır. Sanırsınız ki "Ekmekle Mücadele Sendikası" başkanı konuşuyor. Baştan söyleyeyim bu kişi bulunduğu sendika başkanlığından istifa edip ekmekle mücadele sendikası kurarak başına geçmeli. İlla bir sendika başkanı kalacaksa ancak böyle bir başkanlık yakışır kendisine. Böyle yaparsa en azından halen yürüttüğü sendika başkanlığına tezat bir iş yapmamış olur. Çünkü başkanın yürüttüğü bu sendika, ekmek üretiminin nasıl maliyetini düşürürüz, halka nasıl ucuz ve kaliteli ekmek veririz üzerine bir politika yürütmesi gerekirdi. Çünkü vazifesi bu ve o sendikanın varlık sebebi bu.

Yine bu açıklamadan anladığım kadarıyla ilgili kişi siyaset yapıyor. Kendi zihniyetine oy verip iktidara getirmediği için de ekmek yemelerini bahane ederek halkı aptal yerine koyuyor. Bence halka aptal diyen aynada önce kendisine baksın. Nedense zihniyetini bu topraklara hakim kılamayanların ilk başvurduğu şey bu topluma hakaret etmektir. Buldukları gerekçe de bu toplumu aptal yerine koymaları. Buldukları bu gerekçeye kendileri inanıyorlarsa, daha çok beklerler iktidar olmayı. Ayrıca ekmek yiyenleri aptal gördüğü halde ekmek üreticileri sendikacılığı yapma işinin garabetini de okuyucuya bırakıyorum. Zira bu, içkiye karşı birisinin içki üretip satmasına benzer. Bu toplumda çelişkiye düşen nice etkili ve yetkililer bilirim de böylesine ancak pes derim. 

Diğer toplumlara göre daha fazla ekmek yeme meselesine gelince, bu tespit doğrudur. Gerçekten bu toplum fazla ekmek yiyor. Geçmişi yokluk olan bu milletin sofrasından ekmek eksik olmadı hala da öyle. Ekmeği ekmeğin içine katık yaparak yemiştir. Pilav yerken bile ekmekten vazgeçmiyor. Aslında yokluktu ekmeği yediren. Geçmişe oranla bugün de ekmeksiz yemek yememenin temelinde geçmiş alışkanlık yatıyor. Çünkü ekmeksiz kaşıklama ile doymayacağı anlayışı bize iyice işlemiş. 

Çok ekmek yememiz doğru mu? Geçmişte doğru idi. Çünkü bedenen çalışma daha yaygındı ve buğdayın GDO'su ile oynanmamıştı. Geçmişte yenen ekmeği, bedenen çalışmak suretiyle eritme imkanı vardı. Bugün masa başı çalışma ile yenen ekmeği eritmek mümkün değil. Toplum olarak ne yapıp ne edip ekmeği azaltmanın hatta tamamen terk etmenin yollarını aramamız gerekiyor. Çünkü tok tutar dediğimiz ekmek tamamen kilo yapıyor. Bu da obez olmanın baş sebeplerindendir. Bugün kilo sorunu olanların çoğu, ekmeği çok yiyen kesimdir. 

*18/11/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

10 Kasım 2022 Perşembe

Tecrübe Konuşuyor *

—Baba, hayat tecrübenden faydalanmak istiyorum.

—Tecrübe bir. Benim yaptıklarımı yapmayacaksın. 

—Ne demek bu şimdi? Halbuki beğendiğim yönlerin var. Onları örnek almak isterim.

—Ne beni ne başkasını örnek al. Kendin ol evlat. Nevi şahsına münhasır ol. Ama?

—Ama derken?

—Böyle diyorum da hiç tavsiye etmem kendin olmanı. Zira hayatını zindan etmiş olursun.

—Niye ki?

—Boş ver niyesini. 

—Tamam, söyle o zaman.

—Kulağını aç, beni iyi dinle. 

Her zaman her daim nabza göre şerbet ver. 

Bir taraf tutman gerekirse güçlünün yanında ol. 

Her yerde görüşünü söyleme. Daha doğrusu fazla konuşma. Çoğunlukla dinleyici ol. 

Bulunduğun ortamlarda renk verme. Konuşulanları dinle sadece. Konuşulanlar içine sinmese de hep noter gibi ol. 

Olaylara, kişilere, görüşlere vs. eleştirel yaklaşma. Doğrucu Davut olmaya kalkma. 

Sosyal medyayı kullanma. Kullanacaksan da orada yazı çizi işlerine girişme. Zira mimlenirsin. Bol bol resim, araba, dost ziyareti paylaş dur. Yani etliye sütlüye karışma. 

Görüşlerini söylememekten dolayı patlama noktasına gelmişsen, kapıyı ve pencereyi kapat. Kapalı kapılar ardında içini boşalt. Duvarlar dinlesin seni. Unutma ki böyle zamanlarda en iyi dostun duvarlardır. Zira sırrını paylaşmazlar. 

Herkesle iyi ve seviyeli ilişkiler kur ama yüzüne gülen herkesi dost sanma. Zor günlerinde yanında olanlar dostundur. 

Sırlarını herkesle paylaşma. Senden başkasına, başkasından sana laf getirip götürene güvenme.

Eksikliklerini sana söylemeyen ya da söyleyemenlerden uzak dur.

Bu dediklerimi yap. Bu dünyada hiç başın ağrımaz. Gül gibi geçinip gidersin.

*26. 11. 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Siyasette Ötekileştirmenin Sonuçları

Türk siyasi tarihini az buçuk bilenler siyaset arasında dışlamanın, ötekileştirmenin, vebalı muamelesi yapmanın, hedef göstermenin çok tehlikeli olduğunu bilir. Bu konuda yazmadan önce şunu belirtmek isterim. Bu yazı siyasi bir yazı ama amacım siyaset yapmak, bir partinin lehine veya aleyhinde olmak değildir. Kendimce bir durum tespiti yapacağım.

Çok eskiye gitmeyeceğim. 1990 ve 2002 arası bu ülke tek başına çoğunluğu sağlamış bir iktidarla yönetilmedi. Çünkü siyasi parçalanmışlık beraberinde hep ikili, üçlü koalisyonu doğurdu. Bu zaman aralığında kurulan hiçbir koalisyon hükümeti de uzun ömürlü olmadı. Ya hükümet düşürüldü ya erken seçim kararı alındı ya ortaklardan biri koalisyonu bozdu. Tüm bunlar bir hükümet krizidir ve istikrarın bozulmasıdır.

Bu açıklamanın ardından kapatılan partilere gelmek istiyorum. Onlardan biri Milli Görüş partileri diye bilinen partiler. Liderliğini Erbakan'ın yaptığı Milli Nizam Partisi (MNP) irticanın odağı olduğu için kapatıldı. Yerine kurulan Milli Selamet Partisi (MSP) tüm partiler gibi 80 İhtilali ile birlikte kapatıldı. 80'den sonra Milli Görüş çizgisinde kurulmuş olan parti Refah Partisi (RP) idi. Girdiği seçimlerde yüzde 10 barajını geçemediği için varlık gösteremedi. 91 seçimlerine, listesinden gösterdiği Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) ve Islahatçı Demokrasi Partisi ile birlikte girerek yüzde 15 civarında bir oy aldı ve Mecliste temsil edildi. 94 mahalli seçimlerinde bu parti çoğu illerin belediye başkanlığını kazandı. Kurulduğu andan itibaren küçümsenen bu parti, 95 genel seçimlerine doğru giderken tüm partiler tarafından kara listeye alındı. Seçim öncesi çoğu parti lideri, seçim sonuçlarında RP ile koalisyon kurmayacağını meydanlarda deklare etti. Adeta vebalı kabul edildi bu parti. Birinci parti çıkan bu partiyle kimse koalisyona yanaşmadı. Kısa bir Ana-Yol hükümeti denemesi yürümedi. Güç bela Refah-Yol hükümeti kuruldu. Bu koalisyonun da ömrü 11 ay sürdü. 28 Şubat sürecinde bu parti irticanın odağı olmaktan kapatıldı. Yerine kurulan Fazilet Partisi (FP) de RP ile aynı kaderi paylaştı. FP'nin kapatılması ile birlikte bu çizgiden Saadet Partisi ve AK Parti doğdu. Saadet Partisi RP ve FP gibi Mecliste temsil edilmese de özgül ağırlığıyla siyaset arenamızda varlığını devam ettiriyor. AK Parti ise beş dönemdir tek başına iktidar ve bu ülkeyi 20 yıldır yönetiyor. Bu partinin büyümesinde başka sebepler de olabilir ama en önemli sebep bu çizgiden gelen partilerin büyük partiler, askerler tarafından tu kaka yapılması, dışlanması ve horlanmasıdır. Bizim halkımız ne yapar ne eder, mağdur olduğuna veya edildiğine inandığı partiyi iktidara taşır.

Gelelim HDP (Halkların Demokratik Partisi)'ye. Bu partinin kaderi de izledikleri politika ve düşünceleriyle olmasa da kapanma ve dışlanma yönüyle Milli Görüş partilerine benzer. Kaç tane partileri kapatıldı, kaç tane açıldı, inan bilmiyorum. Öyle zannediyorum, halihazırdaki HDP'nin ömrü öncekilerden daha uzun. Her ne kadar adı Halkların Demokratik Partisi olsa da tüm Türkiye halklarına hitap ediyoruz deseler de Kürt partisi olarak bilinen bu parti, Meclisin üçüncü büyük partisi olmasına rağmen hakkında kapatma davası açıldı. Yargılanması halen devam ediyor. Milli Görüş partileri irticanın odağı gerekçesiyle kapatılırken genelde Kürt oylarını alan bu partiler de terörün odağı olma gerekçesiyle kapatıldı. Bu gerekçeyle HDP de çoktan kapatılırdı. Ömrünün bu kadar uzun olması parti kapatmanın daha da zorlaştırılmasındandır.

Zannedersem, 91 seçimlerine Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) listesinden girerek adını duyuran bu parti, sonraki seçimlerin bazısına bağımsız adaylar koymak suretiyle Meclisteki yerini aldı. Kaç seçimdir de tek başına seçimlere katılarak yüzde 10 barajını aşıyor. Cumhurbaşkanlığı sistemiyle birlikte seçim kazanma şartı yüzde 50+1 olunca, Mecliste istenmeyen bu parti kilit parti görevinde. Zira Cumhur ve Millet ittifakları yüzde 40'lara kilitlenmiş durumda. Her iki ittifak da kazanmak için HDP seçmeninin oyuna muhtaç.

Kısaca anlatmaya çalıştığım gibi Kürt partileri de tıpkı Milli Görüş partileri gibi hep dışlandı, ötekileştirildi. Her ittifak bu partiyi yanına almak istiyor ama seçmen endişesinden dolayı bu partiyi ittifaklarının içine alamıyor. Çünkü HDP terör örgütüyle bağını kesmemiş, bunu söylemekten de kaçınmayan bir parti.

Burada HDP mağdur ediliyor, bu parti mağdur demek istediğim anlaşılmasın. Bu partinin izlediği siyaseti tasvip etmem mümkün değil. Anlatmak istediğim, bu parti Türkiye'nin en azından belli bir bölgenin partisi. Partileri ne kadar kapatılırsa kapatılsın, ittifaklara alınmazsa alınmasın, terörle bağını kesmiyor densin, bu parti yok olmadığı gibi oyunu koruyor hatta artırıyor. Üstelik 2023 seçimlerinin kilit partisi. Bu parti seçmeni hangi ittifaka yönelirse seçimi o ittifak kazanacak.

Türk siyasetinin aktörleri geçmişte Milli Görüş çizgisindeki partileri dışlayarak bu zihniyeti yok edemediği gibi kendi eliyle büyüttü. Nicedir aynı şey HDP'ye yapılarak geçmiş yanlışlardan ibret alınmıyor. Böyle giderse bugün kilit parti konumuna kendi elimizle yükselttiğimiz bu partiyi iktidara da taşırsak hiç şaşırmayalım. 

Hasılı, siyaset sahnesinde rakiplerimizle mücadele etmek istiyorsak, dışlama ve ötekileştirmenin dışında başka yollara tevessül etmek gerektiğini düşünüyorum.