5 Mayıs 2022 Perşembe

Borç mu Öncelikli, İkram mı?

Adana'da bir öğrencim, "Hocam, ben beş vakit namaz kılmıyorum. Ama öyle zaman olur ki içimden gelir, aynı anda bolca nafile namaz kılıyorum. Benim bu kıldığım namazlar kılamadığım beş vaktin yerine geçer mi?" dedi. Ben de kendisine nafile namaz kılman güzel. Yalnız senin durumun, farz edelim ki başkasına borcun var. Borcunun günü geldiği halde ödemiyorsun. Borçlu, borcunu beklerken sen gidip başkasını lokantaya götürüyor, bol keseden yemek yediriyor, ağalık yapıyorsun. Halbuki sana düşen, başkasına ikramdan önce borcunu ödemendir. Beş vakit namaz da zamanında yerine getirilmesi gereken bir borçtur. Önce borcunu yerine getireceksin. Sonra istersen nafile kılarsın, dedim. Ki beş vakit namazın; uykuda kaçırdıklarının, unuttuklarının ve baskı altında iken yerine getiremediklerinin dışında kazası yoktur. Yani sonraya bırakılamaz.

Bu anekdot, borcu paçasından aktığı halde -başkasının sırtından- izzet-ikramda bulunan ve ağalık yapanlara gelsin.

Sonu -YON ile Biten Kelimelerde Var Bir Şey *

Otururken sonu -yon ile biten kaç kelime sözcük olduğunu, bunların kaç tanesinin olumlu anlam içerdiğini merak ettim. 261 tane varmış. Bu kelimelerin birkaçı hariç hepsi Fransızcadan dilimize geçmiş. Daha doğrusu Fransız hayranlığını yaşadığımız devirde bir Fransız sözlüğünden dilimize aynen aktarılmış. Bu kelimelerin çoğunu dilimizde kullanıyoruz. Türkçesi diye türetilenlerin/uydurulanların kullanılmadığını, kullanılacaksa da ne anlama geldiğini bilmek için sözlüğe bakmak gerekiyor. Kısaca bu Fransızca kelimeleri özümsemişiz, Türkçe gibi olmuş. Yerine TDK tarafından önerilen karşılığı ise bize yabancı ve pek kullanılmıyor. Biz de elimize hacmi büyük ve bol sayfalı TDK sözlüğünü alınca ne zengin bir dilimiz var diye övünüyoruz durmadan.

Dilimize başka dillerden geçmiş, söylendiği zaman anlaşılabilen yabancı kelimelere karşı değilim. Türkçe olmasa da bunları Türkçeleşmiş olarak görürüm. Çünkü dil dediğin anlaşmak için kullanılan bir araçtır. Yabancı kelimelere karşı olmasam da diller arasında bu şekil kullanım olsa da bir dil Türkçe kadar bu şekil yolgeçen hanı olmamalı diye düşünüyorum. Maalesef Büyük Türkçe Sözlüğü elimize alsak, “Haydi tüm yabancı kelimeler, memleketine desek, orta yerde Türkçe olan kaç kelime kalacağının bilgisini sizlere bırakıyorum. Maalesef Türkçemiz bakir ve sığ kalmış. Bu demektir ki diğer alanlarda üretim adına doğru dürüst bir gelişmemiz olmadığı gibi dilimizde de öp öz kendi mahsulü kelime sayımız çok az. Haliyle Türkçe diye başka dillerin kelimelerini kullanıyoruz. Bu fiili durum, gurur duyduğumuz dilimiz adına üzücü bir durum maalesef.

Kelimelerde önemli olan içerdiği anlam ve bu anlamın anlaşılması olsa da aşağıya aldığım sonu -yon ile biten kelimelere bir göz atarsak, çoğunun anlamı olumsuz anlam içermektedir. Bana ilginç geldi. Sizinle paylaşmak istedim.

DEMORALİZASYON: Moral çöküntüsü.

DEZENFORMASYON: Bilgi çarpıtma.

HİPERTANSİYON: Yüksek kan basıncı.

DEJENERASYON: Yozlaşma, Soysuzlaşma.

HALÜSİNASYON: Gerçekte olmayan şeyleri oluyormuş hissine kapılıp koyuverme durumu.

KANALİZASYON: Lağım döşemi.

KAPİTÜLASYON: Ülkede yurttaşların zararına olarak yabancılara verilen ayrıcalık hakları.

ASİMİLASYON: Özümleme, benzeşme

DEFORMASYON: Biçimi bozulma, biçimsizleşme.

DEVALÜASYON: Değer düşürümü.

PROVOKASYON: Kışkırtma.

SPEKÜLASYON: Vurgunculuk, saptırma.

SÜBVANSİYON: Destekleme.

MANİPÜLASYON: Seçme, ekleme ve çıkarma yoluyla bilgileri değiştirme.

MASTÜRBASYON: Cinsel bölgelere dokunarak orgazm sağlama

ENFEKSİYON: Vücutta hastalığa yol açan mikrop, virüs, parazit vb. etkenlerin yayılması.

ENGİZİSYON: Katoliklerde din inançlarına karşı gelenleri cezalandırmak için kurulan mahkemeler.

ENJEKSİYON: İğne yapma.

TELEVİZYON: Halk nezdinde faydasından çok zararı konuşulan sesli ve görüntülü aygıt. Bağımlılık yapmada üstüne yoktur.

AJİTASYON: Körükleme, duygu sömürüsü yapma.

DEPRESYON: Bunalım, çöküntü.

ENFLASYON: Para şişkinliği, pahalılık. Namı diğer canavar.

İMİTASYON: Taklit.

SANSASYON: Dalgalanma.

ATMASYON: Uydurma.

İLLÜZYON: Yanılsama.

TANSİYON: Kan basıncı, gerilim.

EROZYON: Yer kabuğunu oluşturan kayaçların, başta akarsular olmak üzere türlü dış etmenlerle yıpratılıp yerinden koparılarak eritilmeleri veya bir yerden başka bir yere taşınması olayı, aşınma, aşınım; değer veya saygınlık kaybetme.

MİNYON: İnce, küçük, çıtı pıtı.

PAVYON: Geceleri geç vakte kadar açık, içkili eğlence yeri.

PİYON: Bir çıkar sağlamak için yararlanılan, istenildiği gibi kolayca kullanılabilen kimse.

*16/05/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

4 Mayıs 2022 Çarşamba

Bir Ayaklı Kütüphane


Bir gün telefonum çaldı. Uzun yıllardır görüşmediğim bir arkadaşım, bir büyüğümdü arayan. Sosyal medyada yazdığım bir yazımı okumuş. Ona binaen aradı. Hal hatırdan sonra ne yapıp ettiğimiz faslına geçtik. Emekli olduğunu, yazı-çizi işiyle meşgul olduğunu, dört kitap yazdığını, son çıkan kitabını göndermek istediğini söyleyerek adresimi aldı. Sağdan soldan, eski günlerden derken telefonda uzun bir hasbıhal yaptık. Bu vesileyle bol bol duasını aldım. Sağ olsun, bayram seyran ne zaman aramışsam, duasını eksik etmedi hiç. 

65 yıllık ömrünü boşa geçirmeden, hayatını dopdolu yaşayan, etrafına pozitif enerji veren, ilim deryası bilgisini yaşantısına uygulayan, haksızlık karşısında susmayan; derdini, meramını en açık ve fasih bir şekilde ifade eden, kalp kırmadığı gibi kalpleri ve gönülleri tamir eden, büyükle büyük, küçükle küçük, herkese değer veren, konuşması ve duruşuyla samimiyet timsali Ali Akbulut Hocamla, Kahta İmam Hatip Lisesinde birlikte çalışma imkanı bulmuştum. Evlerimize gidip geldik, sohbetlere katıldık. Sohbetini ve muhabbetini dinledik. Tecrübe ve anekdotlarıyla meselenin künhüne inmeyi ondan öğrendik. Ciddi ve mütevazı olduğu kadar espri yapan ve espriden anlayan beyefendi bir kişilikti. Kendisine, isim ve bilgisinden mütevellit Zenbilli Ali Efendi, bazen de ayaklı kütüphane derdim. Çünkü altı dolu ve kitabi konuşurdu. Ben böyle dedikçe hafifçe tebessüm eder, estağfurullah Ramazan Hocam derdi. Anlattığı her konuyu akılda kalacak anekdot, fıkra ve kıssa ile de süslerdi. 

Burada Ali Hocamı anlatamayacağım. Zira o bir derya. Anlat anlat bitmez. Bu yazımda onun anlattığı ve aramızda geçen anılara yer vereyim demiştim ki bloğumu tarayınca Ali Hocamın sayfalarımı süslediğini gördüm. Bu da beni fazlasıyla mesrur etmiştir. Sizler için kopyala- yapıştır yapacağım. Hazıra konacağım anlayacağınız.

"Kahta'da birlikte çalıştığım Erzurumlu bir hocamız vardı, esnafın yanına gittiği zaman çaylarını içmezdi. Hele bir de esnafın çocuğu okulumuzda okuyorsa hiç içmezdi. "Hocam bu kadar hassasiyet ne? Tamam, yemeklerini yemiyorsun. Bugün çayı düşmanımıza bile ikram ediyoruz karşılıksız" dedim. "Ah hocam ah! Benim dilim yandı, o yüzden yoğurdu üfleyerek yiyorum. Kırıkhan'da çalışırken çocuğunu okuttuğum bir esnafın dükkanına ara sıra gider, hem laflar hem de çayını içerdim. Yılsonu geldi, veli hışımla geldi. Hocam benim çocuğu bırakmışsın dersten. Sana hakkımı helal etmiyorum dedi. Ne hakkın var dediğimde: "O kadar çay içirdim ben sana, dedi. Oymuş, prensibimdir. Çocuğu bende öğrenci olan esnaftan çay içmiyorum." dedi. (https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2017/02/her-ikramn-bir-karslgbedeli-vardr-i.html

*

"Manisa'ya gitmek için biletlerimizi aldık. Otobüse binmek için davrandım. Müttakiliği yüzüne vurmuş Erzurumlu hocam: “Dur hocam. Böyle binemezsin” dedi. Niye dedim. “Önce yolculuk duası yapacağız” dedi. Hangi dua dedim.  Sübhânellezî sehhara lenâ hâzâ vemâ künnâ lehû mukrinîn ve innâ ilâ Rabbinâ lemünkalibûn. (zuhruf 13) “...Bunları bizim emrimize veren Allah, her türlü eksiklikten uzaktır. Aksi takdirde biz bunları emrimizin altına alamazdık.”  duamızı yaptık ve yola koyulduk." (https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2019/02/manisada-19-gun-1.html

*

"Mola yerlerinde ilk işimiz namaz için mescitlere geçtik. Seferi kılıp çıkacağım. Önüme yine hocam çıktı: “Hocam önce sünneti kılalım” dedi. Ardından 2 rekat farzımızı kılıp çıktık. Hocam sünnetleri niye kıldık dedim. “Kılmamız lazım hocam” dedi. Peki, farzları niçin iki rekat olarak kısaltıyoruz da sünnetleri tam kılıyoruz dedim. “Ramazan hocam sen yok musun” dedi. Gülüp geçti. Yolculuk boyunca Manisa’ya varıncaya kadar da peşimi bırakmadı. Bütün sünnetleri tam ve eksiksiz kıldık. Hocam sünnetleri tam kılacaksak farzları da tam kılalım dedim. “Olmaz hocam” dedi. Farzlardan kısaltma yapıyoruz da sünnetlerden niye yapmıyoruz deyince  yine güldü ve yürüdük. Hocam, yolculuğun kıymetini bilelim, gel sünnetleri kılmayalım, süre de kısıtlı, otobüsü kaçırırız dedimse de yine aldırmadı. Yolda giderken önceki yolculuklarında namazdan dolayı kaçırdığı otobüslerin olduğunu anlattı. “Gerekirse yine kaçırırız” dedi." (https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2019/02/manisada-19-gun-1.html

*

"Ders bitimi rahat bir nefes almak için yatakhaneye kendimizi atıyorduk. Ama bu sefer Erzurumlu hocamız devreye giriyordu: “Haydi, hocam vakit yaklaşıyor. Abdestlerimizi alalım.” Hocam daha bir saat var. Acelemiz ne dedim. “Hocam Ulu Camiye ancak varırız. Biraz da önünde otururuz” derdi. Yine onun dediği olur, bir saat öncesinden abdestimizi alarak caminin yolunu tutardık. Hocam, sanki sen kursa değil de bizi erkenden camiye götürmek için görevli gelmişsin derdim. Sağ olsun namazlarımızı sayesinde camide cemaatle kılıyorduk." (https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2019/02/manisada-19-gun-2.html

*

"İzmir’den döndük. Bir namaz vakti için mescide yöneldiğimizde, grubumuzun içinde “Seferi miyiz, değil miyiz tartışması başladı. Sonunda yetkili makama soralım dendi. Manisa Müftülüğü arandı. ‘Biliyorsunuz biz 19 gün kalacağımız için Manisa’ya geldikten sonra namazlarımızı mukim olarak kılmaya başlamıştık. Bir hafta sonu, dolaşıp geldiğimiz İzmir ve havalisi 90 km.den fazla  olduğundan dolayı bizim mukimlik bozulmuş, seferiliğe dönmüştük tekrar. Geriye kalan 12 günümüzü seferi kılmamız gerektiği bilgisi verildi müftülük tarafından.  Olmaz, ben farzları tam kılacağım dedimse de Erzurumlu hocamızın “Ramazan Hocam, Hanefi mezhebine göre  farzları iki kılmamız gerekir” dedi ve nokta konmuş oldu. Gelin hocam bu seferilik konusunda Şafii, Maliki ve Hanbeli’nin görüşünü benimseyip 4 kılalım dedimse de taraftar bulamadım. İçime sinmese de geriye kalan 12 gün boyunca farzları seferi kıldık." (https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2019/02/manisada-19-gun-6.html

*

"Namazı dosdoğru kılan, cemaatsiz namaz kılmamıza engel olan ve bizi cemaate hep teşvik eden namaz aşığı, Erzurumlu hocamızı 2008 yılında Erzurum’da ziyaret ettim. Sağ olsun çağ kebabı ve tatlılarını ikram etti. Evinde misafir etti. Güler yüzünden, samimiyetinden ve takvasından bir şey kaybetmemişti. Beni sabah namazına kaldırdı. Abdesti aldıktan sonra ev ahalisiyle birlikte salona geçerek cemaatle sabah namazı kıldık. Allah sayılarını çoğaltsın." (https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2019/02/manisada-19-gun-2.html

Haftada bir oturduğumuz akşamlarda oturma sırası evimde olduğu zaman evde küp şeker bulundururdum. Çünkü Ali Hocam, çayı çok sever aynı zamanda çayı gırtlama içerdi. Onun için en büyük eziyet çayı gırtlamasız içmekti. Evlerimizde gırtlama şeker olmayınca o da küp şekerle idare ederdi. Kazara unutmuşsam, oldu mu ya şimdi Ramazan Hocam, alacağın olsun, bu çay böyle içilir mi derdi.

Yazımı uzattım, bunun farkındayım ama mevzubahis olan Ali Hocam olunca sayfalar kifayet etmez. Son olarak hayatını dopdolu yaşayan, binlerce öğrenci yetiştiren, yaşantısıyla çevresine örnek olan, araştırma ve bilgisinin yanında bin bir emek sarf ederek her bir satırında samimiyet ve içtenliği kokan Hocamın dört eserinin ismine yer vermek istiyorum:

1.      Tüm Yönleriyle Kuşburnu Diyarı TİPİLİ KÖYÜ (Ansiklopedik Boy, 624 sayfa. Eser Ofset Matbaacılık, Erzurum 2011)

2.      Müderris Ahmet Feyzi Efendi (Atatürk Üniversitesi yayınları No: 1141, “Erzurum’un yüzleri” serisi, Zafer Medya, Erzurum 2016)

3.      Hacı Feyzullah Efendi ve Mehmet Necati Efendi (Atatürk Üniversitesi Yayınları No: 1145, “Erzurum’un Yüzleri” serisi, Zafer Medya, Erzurum 2016)

4.      Tortum’un Manevi Mimarları (Zafer Medya, Erzurum 2018)

Tanışmaktan ve birlikte çalışmaktan bahtiyarlık duyduğum Ali Akbulut Hocama; sağlık, afiyet, huzur ve mutluluklar, hayırlı ve bereketli ömür ve çalışmalarında muvaffakiyetler diliyorum. 

2 Mayıs 2022 Pazartesi

64 Yaşı Yabana Atmamak Lazım

Trabzon İl Milli Eğitim Müdür Yardımcılığını yürütürken 64 yaşında Hayat Boyu Öğretim Genel Müdürlüğüne Daire Başkanı olarak atanan Zekeriya Taştan'ın şansı, görevden alınmadan, 1 yıl sonrasında yaş haddinden emekli olacak olması. Yine de belli olmaz. Zira burası Türkiye. Hele bu Bakan'ın hiç şakası yok. Yalnız bu atamada inkar edilemeyen tek gerçek var: Yerlerde sürünen eğitim ve öğretimin soluk alacak olması.

Kıssadan hisse çıkarırsak, Karaman Rektörü de 64'ünde atandığına göre 64 yaşta bir hikmet aramak gerek. Halihazırda 60'ında olduğuma göre buralar için bir dört yılım daha var. Bu da benim için bir umuttur. Şurada 64'e ne kaldı...

64'ü beklerken bir umudum daha var. Bunu da kullanmak isterim. Tanıdığım bir nüfus müdürü var. Bugüne kadar mevzuatın dışında bir inisiyatif kullanmamış ama şansımı deneyeceğim. Müdürüm, Trabzon nüfusuna geçmek istiyorum diyeceğim. Hoş, böyle bir şey yapsa, kim ne diyebilir. Şekil ve şemailimi gören, Trabzonlu musun diyor. Benimkisi fiiliyatı resmiyete dökmek olacaktır.

Son Vuruşa, Öldürücü Vuruşum

Kelli felli, ciddi mi ciddi görünümlü, hayata hep ciddiyetle yaklaşan, espri nedir bilmeyen, mesai konusunda hassas mı hassas olan, hiç inisiyatif kullanmadan mevzuat neyi gerektiriyorsa onu yerine getiren, kılık kıyafetine özen gösteren, demirbaş bir müdürün birimindeki ve diğer dairelerdeki tanıdıklarına günlük ve her karşılaştığında bıkmadan usanmadan uyguladığı taktikten bahsetmek istiyorum size. Taktiğinde samimi olup olmadığını bilemiyorum ama bezdirir cinsten. 

Yıllara ve yollara meydan okuyan müdürün rutin uygulaması hal hatır sorma eylemidir.  Seni eline bir alır. Savaştan çıkmış, bitmiş ve tükenmiş, anandan doğduğuna pişman eder. Yeter ki yanına gelsin, yeter ki koridorda veya herhangi bir mahfilde seninle karşılaşsın. İsterseniz fazla eveleyip gevelemeden müdürün uygulamasına geçelim. 

Uzun koridorda karşılaştınız. Ellerini açar, sağa sola oynatır ve aranızda şu diyalog geçer. 

Ne yapıyon ya? 

Hiç, uğraşıyorum işte. 

İyisin değil mi? 

İyiyim. 

Yaramazlık yok değil mi? 

Yok, şükür. 

Fasıl buraya kadar gelir. İnşallah bu hal hatır sorma faslı biter diyorsunuz ama müdür bitti demeden bitmez. Çünkü daha son vuruşu yapmadı:

Son durumun nasıl? 

Şükür, iyi. 

İyi değil mi? 

İyi müdürüm. 

Aman iyi olsun. 

Sağ olasın müdürüm. 

Bu şekil hal hatır faslına müdür bey bıkmadan usanmadan ve hiç sektirmeden günlerce, aylarca devam ettirdi. Bir gün yine yakaladı. Yine halimi hatırımı soruyor. O ne sorduysa cevap vermedim. Ben cevap vermedikçe, niye konuşman dedi durdu. Sonunda dedim ki: Müdürüm, nasıl olduğumu sorman konusunda ciddi misin? 

Ciddiyim tabi. Ne sandın? 

O zaman bana yardımcı olmaya çalışıyorsun. 

Öyle tabi. 

Benim zaman zaman sıkıntılarım olur. Bu sıkıntıları gidermeye var mısın? 

Niye olmasın. 

O zaman ben borçla yaşayan biriyim. Ne zaman sıkıntıya girsem, dostlarımdan borç alır. Borcumu da ödemem. Sizden para istesem verir misiniz? 

Sessiz kaldı. Devam ettim:

Zaman zaman uyku tutmaz. Dertleşecek birini ararım. Ararken gece 12.00, 1.00 demem. Ararım. Telefonuma cevap verir misin? Bazen cevap da yeterli gelmez, haydi falan yere gel, oturalım derim. Böyle günlerimde yanımda olur musun? 

Her zaman olmaz. Uyurum ben. 

O zaman gördüğüm kadarıyla borç vermede ve benimle dertleşmede yoksun, dedim. Pek eme yarar cevap vermedi. 

Sonuç olarak bu tecrübeli müdürle her gün yine defalarca görüşürüm. Belki dönüşü olmayan borç para vermeye yanaşmadı. Gece zırt pırt aramama da sıcak bakmadı ama bu konuşmanın bir iyiliği oldu. Müdürüm artık uzun uzadıya hal hatırımı ve öldürücü vuruşu olan son durumumu sormuyor. İyi ki sormuyor. Çünkü bu ateşkes durumu benim için borç para vermesinden ve derdimi dinlemesinden daha iyi. Oh be, dünya varmış diyorum. 

Hasılı, müdürün son vuruşuna benim öldürücü vuruşumu nasıl buldunuz? Böyle biriyle karşılaşırsanız, benim yolumu izleyebilirsiniz. Çünkü kesin sonuç veriyor.

1 Mayıs 2022 Pazar

Zamlar Frenlenebilir mi?

Özal zamanında bir ara Tekel ürünlerinin üzerine malın satış fiyatı yazılmaya başlanmıştı. Şimdiki gibi günbegün zam gelmese de ürünlere belirli aralıklarla fiyat ayarlaması yapılırdı. 

Yine bir zam beklentisi arifesinde esnaf, zam gelecek diye Tekel ürünlerinden sigaraya yatırım yaptı. Bazıları fırsat bu fırsat deyip neyi varsa tüm sermayesini sigaraya yatırdı. Kimi sermaye olsun diye arabasını satarak sigara aldı. Gelecek kar için araba feda olsundu. Zira kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez. Bir koyup üç alacaklardı.

Beklendiği gibi başta sigara olmak üzere Tekel ürünlerine zam, pardon fiyat ayarlaması geldi. Ama bu zam tüm servetini sigaraya yatıranları bitirdi. Çünkü hükümetin açıklaması, ürünün üzerindeki fiyat geçerli olacak şeklindeydi. Tekel'den yeni ürün alanlar ürünü yeni fiyattan, eskiden alanlar ise eski fiyatından satacaklar. Bu ise tüm yatırımını sigaraya gelecek zamma bağlayanları ve bunun için arabasını satanları bitirdi. Çünkü daha fazla kazanacağım, vurgun vurgundur diyen esnafı can evinden vurdu. Otura kaldılar. Pirince giderken eldeki bulgurdan oldular. Zira evdeki hesapları tutmadı. Özal bu oyunu bozdu.

İşe yarar mı bilmiyorum ama günaşırı ürünlere gelen katmerli zamların önüne geçebilmek için bu yöntem uygulanabilir. Her üründe olmasa da fabrikasyon ürünlerin üzerine satış fiyatı yazılabilir. Esnafın tereğinde aynı ürünün iki farklı fiyatı yer alır. Böylece bir markanın ürünü tüm marketlerde aynı olur. Tüketici, bulursa önceki fiyattan, bulamazsa zamlı fiyatından ürünü alır. Böylece piyasaya kendiliğinden denetim gelmiş olur. Zammın ateşi bir nebze söner. Vatandaş rahat bir nefes alır. Kimse kimseyi kandırmamış olur. Kimse esnafa ve  sektörlere kızmamış olur. Hükümet tüm piyasayı kontrol yerine ürünün çıkış yerini yani fiyatlandırıldığı yeri denetlemiş olur. Bu yol, stokçuluğun önüne de geçer. Bence denemeye değer.

Bu uygulama serbest piyasaya aykırı, rekabet ortamını ortadan kaldırır denirse, esnafın üzeri fiyatın altında satış yapmasında bir engel yoktur. Kim tutar onları.

Rus Taktiği

Üstat, sevdiğin biri savunamayacağın bir yanlış yaptığı zaman ne yaparsın?

Bu en kolayı. Sevmediğin kişilerin fi tarihinde yaptığı yanlışı gündeme getirerek sevdiğinin yanlışını perdelemeye çalışırsın. 

Bu ne demektir şimdi?

Biz yanlış yapmışsak, bunu daha önce siz de yaptınız demektir.

Yani?

Bir bir beraberlik var burada. Aslında bu bir savunma refleksidir.

İyi bir şey mi?

Değil aslında. Böyle bir kıyas, bu konuda siz bizim hocamızsınız. Ayıplasak da hocamızın yolunu takip ediyoruz demektir.

Burada bir çelişki yok mu? Daha önce ayıpladığını yapıyorsun.

Öyle de. Savunma refleksi böyle bir şey.

Sonuç?

Sen de ayıplanacaksın ki ölümlü bir fani olduğun ortaya çıksın.

*

                    Rus Taktiği

Sevdiklerim bir yanlışa imza attıkları zaman ne yapmalıyım?

Ne gibi?

Mesela bir şeyi düşük göstermek gerektiğinde?

Bundan kolayı ne var. Hemen Çavuşesku Termometresini devreye sokarsın.

Ya dün ayıpladığını bugün yaparsa?

O zaman da Sovyet taktiğini uygulayacaksın.

Çavuşesku Termometresini biliyorum. Zira çok uygulanıyor. Sovyet taktiği ne?

Aslında bu da çok meşhur ama anlatayım.

Lütfen!

ABD'li üst düzey görevliler bir dizi görüşme için SSCB zamanında Moskova'ya gelirler. Rus yetkililer gelişmişlik düzeylerini göstermek için bazı yerleri gezdirirler. Gösterecekleri bir yer de yeni yaptıkları metrodur. Efendim, bir metro yaptık. Belirlenen saatte gelir. Gecikse gecikse üç saniye gecikir derler ve metronun gelmesini ABD'li yetkililerle birlikte beklemeye koyulurlar. 

Aksilik bu ya. Beş saniye geçtiği halde metro hala gelmez. 

ABD'liler, efendim, 5 saniye oldu. Metro hala gelmedi deyince, Rus yetkililer lafın altında kalır mı? 

Ama efendim, siz de Kızılderilileri öldürdünüz diyerek lafı yapıştırır.

Metrodan Kızıldereli'ye. Ne alaka?

Ne alaka olur mu?

Yanlışını, başkasının yanlışını hatırlatarak rakibini yumuşak karnından vuracaksın. Bundan sonrasını ABD'liler düşünsün.