Ana içeriğe atla

Son Vuruşa, Öldürücü Vuruşum

Kelli felli, ciddi mi ciddi görünümlü, hayata hep ciddiyetle yaklaşan, espri nedir bilmeyen, mesai konusunda hassas mı hassas olan, hiç inisiyatif kullanmadan mevzuat neyi gerektiriyorsa onu yerine getiren, kılık kıyafetine özen gösteren, demirbaş bir müdürün birimindeki ve diğer dairelerdeki tanıdıklarına günlük ve her karşılaştığında bıkmadan usanmadan uyguladığı taktikten bahsetmek istiyorum size. Taktiğinde samimi olup olmadığını bilemiyorum ama bezdirir cinsten. 

Yıllara ve yollara meydan okuyan müdürün rutin uygulaması hal hatır sorma eylemidir.  Seni eline bir alır. Savaştan çıkmış, bitmiş ve tükenmiş, anandan doğduğuna pişman eder. Yeter ki yanına gelsin, yeter ki koridorda veya herhangi bir mahfilde seninle karşılaşsın. İsterseniz fazla eveleyip gevelemeden müdürün uygulamasına geçelim. 

Uzun koridorda karşılaştınız. Ellerini açar, sağa sola oynatır ve aranızda şu diyalog geçer. 

Ne yapıyon ya? 

Hiç, uğraşıyorum işte. 

İyisin değil mi? 

İyiyim. 

Yaramazlık yok değil mi? 

Yok, şükür. 

Fasıl buraya kadar gelir. İnşallah bu hal hatır sorma faslı biter diyorsunuz ama müdür bitti demeden bitmez. Çünkü daha son vuruşu yapmadı:

Son durumun nasıl? 

Şükür, iyi. 

İyi değil mi? 

İyi müdürüm. 

Aman iyi olsun. 

Sağ olasın müdürüm. 

Bu şekil hal hatır faslına müdür bey bıkmadan usanmadan ve hiç sektirmeden günlerce, aylarca devam ettirdi. Bir gün yine yakaladı. Yine halimi hatırımı soruyor. O ne sorduysa cevap vermedim. Ben cevap vermedikçe, niye konuşman dedi durdu. Sonunda dedim ki: Müdürüm, nasıl olduğumu sorman konusunda ciddi misin? 

Ciddiyim tabi. Ne sandın? 

O zaman bana yardımcı olmaya çalışıyorsun. 

Öyle tabi. 

Benim zaman zaman sıkıntılarım olur. Bu sıkıntıları gidermeye var mısın? 

Niye olmasın. 

O zaman ben borçla yaşayan biriyim. Ne zaman sıkıntıya girsem, dostlarımdan borç alır. Borcumu da ödemem. Sizden para istesem verir misiniz? 

Sessiz kaldı. Devam ettim:

Zaman zaman uyku tutmaz. Dertleşecek birini ararım. Ararken gece 12.00, 1.00 demem. Ararım. Telefonuma cevap verir misin? Bazen cevap da yeterli gelmez, haydi falan yere gel, oturalım derim. Böyle günlerimde yanımda olur musun? 

Her zaman olmaz. Uyurum ben. 

O zaman gördüğüm kadarıyla borç vermede ve benimle dertleşmede yoksun, dedim. Pek eme yarar cevap vermedi. 

Sonuç olarak bu tecrübeli müdürle her gün yine defalarca görüşürüm. Belki dönüşü olmayan borç para vermeye yanaşmadı. Gece zırt pırt aramama da sıcak bakmadı ama bu konuşmanın bir iyiliği oldu. Müdürüm artık uzun uzadıya hal hatırımı ve öldürücü vuruşu olan son durumumu sormuyor. İyi ki sormuyor. Çünkü bu ateşkes durumu benim için borç para vermesinden ve derdimi dinlemesinden daha iyi. Oh be, dünya varmış diyorum. 

Hasılı, müdürün son vuruşuna benim öldürücü vuruşumu nasıl buldunuz? Böyle biriyle karşılaşırsanız, benim yolumu izleyebilirsiniz. Çünkü kesin sonuç veriyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde