4 Mayıs 2022 Çarşamba

Bir Ayaklı Kütüphane


Bir gün telefonum çaldı. Uzun yıllardır görüşmediğim bir arkadaşım, bir büyüğümdü arayan. Sosyal medyada yazdığım bir yazımı okumuş. Ona binaen aradı. Hal hatırdan sonra ne yapıp ettiğimiz faslına geçtik. Emekli olduğunu, yazı-çizi işiyle meşgul olduğunu, dört kitap yazdığını, son çıkan kitabını göndermek istediğini söyleyerek adresimi aldı. Sağdan soldan, eski günlerden derken telefonda uzun bir hasbıhal yaptık. Bu vesileyle bol bol duasını aldım. Sağ olsun, bayram seyran ne zaman aramışsam, duasını eksik etmedi hiç. 

65 yıllık ömrünü boşa geçirmeden, hayatını dopdolu yaşayan, etrafına pozitif enerji veren, ilim deryası bilgisini yaşantısına uygulayan, haksızlık karşısında susmayan; derdini, meramını en açık ve fasih bir şekilde ifade eden, kalp kırmadığı gibi kalpleri ve gönülleri tamir eden, büyükle büyük, küçükle küçük, herkese değer veren, konuşması ve duruşuyla samimiyet timsali Ali Akbulut Hocamla, Kahta İmam Hatip Lisesinde birlikte çalışma imkanı bulmuştum. Evlerimize gidip geldik, sohbetlere katıldık. Sohbetini ve muhabbetini dinledik. Tecrübe ve anekdotlarıyla meselenin künhüne inmeyi ondan öğrendik. Ciddi ve mütevazı olduğu kadar espri yapan ve espriden anlayan beyefendi bir kişilikti. Kendisine, isim ve bilgisinden mütevellit Zenbilli Ali Efendi, bazen de ayaklı kütüphane derdim. Çünkü altı dolu ve kitabi konuşurdu. Ben böyle dedikçe hafifçe tebessüm eder, estağfurullah Ramazan Hocam derdi. Anlattığı her konuyu akılda kalacak anekdot, fıkra ve kıssa ile de süslerdi. 

Burada Ali Hocamı anlatamayacağım. Zira o bir derya. Anlat anlat bitmez. Bu yazımda onun anlattığı ve aramızda geçen anılara yer vereyim demiştim ki bloğumu tarayınca Ali Hocamın sayfalarımı süslediğini gördüm. Bu da beni fazlasıyla mesrur etmiştir. Sizler için kopyala- yapıştır yapacağım. Hazıra konacağım anlayacağınız.

"Kahta'da birlikte çalıştığım Erzurumlu bir hocamız vardı, esnafın yanına gittiği zaman çaylarını içmezdi. Hele bir de esnafın çocuğu okulumuzda okuyorsa hiç içmezdi. "Hocam bu kadar hassasiyet ne? Tamam, yemeklerini yemiyorsun. Bugün çayı düşmanımıza bile ikram ediyoruz karşılıksız" dedim. "Ah hocam ah! Benim dilim yandı, o yüzden yoğurdu üfleyerek yiyorum. Kırıkhan'da çalışırken çocuğunu okuttuğum bir esnafın dükkanına ara sıra gider, hem laflar hem de çayını içerdim. Yılsonu geldi, veli hışımla geldi. Hocam benim çocuğu bırakmışsın dersten. Sana hakkımı helal etmiyorum dedi. Ne hakkın var dediğimde: "O kadar çay içirdim ben sana, dedi. Oymuş, prensibimdir. Çocuğu bende öğrenci olan esnaftan çay içmiyorum." dedi. (https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2017/02/her-ikramn-bir-karslgbedeli-vardr-i.html

*

"Manisa'ya gitmek için biletlerimizi aldık. Otobüse binmek için davrandım. Müttakiliği yüzüne vurmuş Erzurumlu hocam: “Dur hocam. Böyle binemezsin” dedi. Niye dedim. “Önce yolculuk duası yapacağız” dedi. Hangi dua dedim.  Sübhânellezî sehhara lenâ hâzâ vemâ künnâ lehû mukrinîn ve innâ ilâ Rabbinâ lemünkalibûn. (zuhruf 13) “...Bunları bizim emrimize veren Allah, her türlü eksiklikten uzaktır. Aksi takdirde biz bunları emrimizin altına alamazdık.”  duamızı yaptık ve yola koyulduk." (https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2019/02/manisada-19-gun-1.html

*

"Mola yerlerinde ilk işimiz namaz için mescitlere geçtik. Seferi kılıp çıkacağım. Önüme yine hocam çıktı: “Hocam önce sünneti kılalım” dedi. Ardından 2 rekat farzımızı kılıp çıktık. Hocam sünnetleri niye kıldık dedim. “Kılmamız lazım hocam” dedi. Peki, farzları niçin iki rekat olarak kısaltıyoruz da sünnetleri tam kılıyoruz dedim. “Ramazan hocam sen yok musun” dedi. Gülüp geçti. Yolculuk boyunca Manisa’ya varıncaya kadar da peşimi bırakmadı. Bütün sünnetleri tam ve eksiksiz kıldık. Hocam sünnetleri tam kılacaksak farzları da tam kılalım dedim. “Olmaz hocam” dedi. Farzlardan kısaltma yapıyoruz da sünnetlerden niye yapmıyoruz deyince  yine güldü ve yürüdük. Hocam, yolculuğun kıymetini bilelim, gel sünnetleri kılmayalım, süre de kısıtlı, otobüsü kaçırırız dedimse de yine aldırmadı. Yolda giderken önceki yolculuklarında namazdan dolayı kaçırdığı otobüslerin olduğunu anlattı. “Gerekirse yine kaçırırız” dedi." (https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2019/02/manisada-19-gun-1.html

*

"Ders bitimi rahat bir nefes almak için yatakhaneye kendimizi atıyorduk. Ama bu sefer Erzurumlu hocamız devreye giriyordu: “Haydi, hocam vakit yaklaşıyor. Abdestlerimizi alalım.” Hocam daha bir saat var. Acelemiz ne dedim. “Hocam Ulu Camiye ancak varırız. Biraz da önünde otururuz” derdi. Yine onun dediği olur, bir saat öncesinden abdestimizi alarak caminin yolunu tutardık. Hocam, sanki sen kursa değil de bizi erkenden camiye götürmek için görevli gelmişsin derdim. Sağ olsun namazlarımızı sayesinde camide cemaatle kılıyorduk." (https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2019/02/manisada-19-gun-2.html

*

"İzmir’den döndük. Bir namaz vakti için mescide yöneldiğimizde, grubumuzun içinde “Seferi miyiz, değil miyiz tartışması başladı. Sonunda yetkili makama soralım dendi. Manisa Müftülüğü arandı. ‘Biliyorsunuz biz 19 gün kalacağımız için Manisa’ya geldikten sonra namazlarımızı mukim olarak kılmaya başlamıştık. Bir hafta sonu, dolaşıp geldiğimiz İzmir ve havalisi 90 km.den fazla  olduğundan dolayı bizim mukimlik bozulmuş, seferiliğe dönmüştük tekrar. Geriye kalan 12 günümüzü seferi kılmamız gerektiği bilgisi verildi müftülük tarafından.  Olmaz, ben farzları tam kılacağım dedimse de Erzurumlu hocamızın “Ramazan Hocam, Hanefi mezhebine göre  farzları iki kılmamız gerekir” dedi ve nokta konmuş oldu. Gelin hocam bu seferilik konusunda Şafii, Maliki ve Hanbeli’nin görüşünü benimseyip 4 kılalım dedimse de taraftar bulamadım. İçime sinmese de geriye kalan 12 gün boyunca farzları seferi kıldık." (https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2019/02/manisada-19-gun-6.html

*

"Namazı dosdoğru kılan, cemaatsiz namaz kılmamıza engel olan ve bizi cemaate hep teşvik eden namaz aşığı, Erzurumlu hocamızı 2008 yılında Erzurum’da ziyaret ettim. Sağ olsun çağ kebabı ve tatlılarını ikram etti. Evinde misafir etti. Güler yüzünden, samimiyetinden ve takvasından bir şey kaybetmemişti. Beni sabah namazına kaldırdı. Abdesti aldıktan sonra ev ahalisiyle birlikte salona geçerek cemaatle sabah namazı kıldık. Allah sayılarını çoğaltsın." (https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2019/02/manisada-19-gun-2.html

Haftada bir oturduğumuz akşamlarda oturma sırası evimde olduğu zaman evde küp şeker bulundururdum. Çünkü Ali Hocam, çayı çok sever aynı zamanda çayı gırtlama içerdi. Onun için en büyük eziyet çayı gırtlamasız içmekti. Evlerimizde gırtlama şeker olmayınca o da küp şekerle idare ederdi. Kazara unutmuşsam, oldu mu ya şimdi Ramazan Hocam, alacağın olsun, bu çay böyle içilir mi derdi.

Yazımı uzattım, bunun farkındayım ama mevzubahis olan Ali Hocam olunca sayfalar kifayet etmez. Son olarak hayatını dopdolu yaşayan, binlerce öğrenci yetiştiren, yaşantısıyla çevresine örnek olan, araştırma ve bilgisinin yanında bin bir emek sarf ederek her bir satırında samimiyet ve içtenliği kokan Hocamın dört eserinin ismine yer vermek istiyorum:

1.      Tüm Yönleriyle Kuşburnu Diyarı TİPİLİ KÖYÜ (Ansiklopedik Boy, 624 sayfa. Eser Ofset Matbaacılık, Erzurum 2011)

2.      Müderris Ahmet Feyzi Efendi (Atatürk Üniversitesi yayınları No: 1141, “Erzurum’un yüzleri” serisi, Zafer Medya, Erzurum 2016)

3.      Hacı Feyzullah Efendi ve Mehmet Necati Efendi (Atatürk Üniversitesi Yayınları No: 1145, “Erzurum’un Yüzleri” serisi, Zafer Medya, Erzurum 2016)

4.      Tortum’un Manevi Mimarları (Zafer Medya, Erzurum 2018)

Tanışmaktan ve birlikte çalışmaktan bahtiyarlık duyduğum Ali Akbulut Hocama; sağlık, afiyet, huzur ve mutluluklar, hayırlı ve bereketli ömür ve çalışmalarında muvaffakiyetler diliyorum. 

2 Mayıs 2022 Pazartesi

64 Yaşı Yabana Atmamak Lazım

Trabzon İl Milli Eğitim Müdür Yardımcılığını yürütürken 64 yaşında Hayat Boyu Öğretim Genel Müdürlüğüne Daire Başkanı olarak atanan Zekeriya Taştan'ın şansı, görevden alınmadan, 1 yıl sonrasında yaş haddinden emekli olacak olması. Yine de belli olmaz. Zira burası Türkiye. Hele bu Bakan'ın hiç şakası yok. Yalnız bu atamada inkar edilemeyen tek gerçek var: Yerlerde sürünen eğitim ve öğretimin soluk alacak olması.

Kıssadan hisse çıkarırsak, Karaman Rektörü de 64'ünde atandığına göre 64 yaşta bir hikmet aramak gerek. Halihazırda 60'ında olduğuma göre buralar için bir dört yılım daha var. Bu da benim için bir umuttur. Şurada 64'e ne kaldı...

64'ü beklerken bir umudum daha var. Bunu da kullanmak isterim. Tanıdığım bir nüfus müdürü var. Bugüne kadar mevzuatın dışında bir inisiyatif kullanmamış ama şansımı deneyeceğim. Müdürüm, Trabzon nüfusuna geçmek istiyorum diyeceğim. Hoş, böyle bir şey yapsa, kim ne diyebilir. Şekil ve şemailimi gören, Trabzonlu musun diyor. Benimkisi fiiliyatı resmiyete dökmek olacaktır.

Son Vuruşa, Öldürücü Vuruşum

Kelli felli, ciddi mi ciddi görünümlü, hayata hep ciddiyetle yaklaşan, espri nedir bilmeyen, mesai konusunda hassas mı hassas olan, hiç inisiyatif kullanmadan mevzuat neyi gerektiriyorsa onu yerine getiren, kılık kıyafetine özen gösteren, demirbaş bir müdürün birimindeki ve diğer dairelerdeki tanıdıklarına günlük ve her karşılaştığında bıkmadan usanmadan uyguladığı taktikten bahsetmek istiyorum size. Taktiğinde samimi olup olmadığını bilemiyorum ama bezdirir cinsten. 

Yıllara ve yollara meydan okuyan müdürün rutin uygulaması hal hatır sorma eylemidir.  Seni eline bir alır. Savaştan çıkmış, bitmiş ve tükenmiş, anandan doğduğuna pişman eder. Yeter ki yanına gelsin, yeter ki koridorda veya herhangi bir mahfilde seninle karşılaşsın. İsterseniz fazla eveleyip gevelemeden müdürün uygulamasına geçelim. 

Uzun koridorda karşılaştınız. Ellerini açar, sağa sola oynatır ve aranızda şu diyalog geçer. 

Ne yapıyon ya? 

Hiç, uğraşıyorum işte. 

İyisin değil mi? 

İyiyim. 

Yaramazlık yok değil mi? 

Yok, şükür. 

Fasıl buraya kadar gelir. İnşallah bu hal hatır sorma faslı biter diyorsunuz ama müdür bitti demeden bitmez. Çünkü daha son vuruşu yapmadı:

Son durumun nasıl? 

Şükür, iyi. 

İyi değil mi? 

İyi müdürüm. 

Aman iyi olsun. 

Sağ olasın müdürüm. 

Bu şekil hal hatır faslına müdür bey bıkmadan usanmadan ve hiç sektirmeden günlerce, aylarca devam ettirdi. Bir gün yine yakaladı. Yine halimi hatırımı soruyor. O ne sorduysa cevap vermedim. Ben cevap vermedikçe, niye konuşman dedi durdu. Sonunda dedim ki: Müdürüm, nasıl olduğumu sorman konusunda ciddi misin? 

Ciddiyim tabi. Ne sandın? 

O zaman bana yardımcı olmaya çalışıyorsun. 

Öyle tabi. 

Benim zaman zaman sıkıntılarım olur. Bu sıkıntıları gidermeye var mısın? 

Niye olmasın. 

O zaman ben borçla yaşayan biriyim. Ne zaman sıkıntıya girsem, dostlarımdan borç alır. Borcumu da ödemem. Sizden para istesem verir misiniz? 

Sessiz kaldı. Devam ettim:

Zaman zaman uyku tutmaz. Dertleşecek birini ararım. Ararken gece 12.00, 1.00 demem. Ararım. Telefonuma cevap verir misin? Bazen cevap da yeterli gelmez, haydi falan yere gel, oturalım derim. Böyle günlerimde yanımda olur musun? 

Her zaman olmaz. Uyurum ben. 

O zaman gördüğüm kadarıyla borç vermede ve benimle dertleşmede yoksun, dedim. Pek eme yarar cevap vermedi. 

Sonuç olarak bu tecrübeli müdürle her gün yine defalarca görüşürüm. Belki dönüşü olmayan borç para vermeye yanaşmadı. Gece zırt pırt aramama da sıcak bakmadı ama bu konuşmanın bir iyiliği oldu. Müdürüm artık uzun uzadıya hal hatırımı ve öldürücü vuruşu olan son durumumu sormuyor. İyi ki sormuyor. Çünkü bu ateşkes durumu benim için borç para vermesinden ve derdimi dinlemesinden daha iyi. Oh be, dünya varmış diyorum. 

Hasılı, müdürün son vuruşuna benim öldürücü vuruşumu nasıl buldunuz? Böyle biriyle karşılaşırsanız, benim yolumu izleyebilirsiniz. Çünkü kesin sonuç veriyor.

1 Mayıs 2022 Pazar

Zamlar Frenlenebilir mi?

Özal zamanında bir ara Tekel ürünlerinin üzerine malın satış fiyatı yazılmaya başlanmıştı. Şimdiki gibi günbegün zam gelmese de ürünlere belirli aralıklarla fiyat ayarlaması yapılırdı. 

Yine bir zam beklentisi arifesinde esnaf, zam gelecek diye Tekel ürünlerinden sigaraya yatırım yaptı. Bazıları fırsat bu fırsat deyip neyi varsa tüm sermayesini sigaraya yatırdı. Kimi sermaye olsun diye arabasını satarak sigara aldı. Gelecek kar için araba feda olsundu. Zira kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez. Bir koyup üç alacaklardı.

Beklendiği gibi başta sigara olmak üzere Tekel ürünlerine zam, pardon fiyat ayarlaması geldi. Ama bu zam tüm servetini sigaraya yatıranları bitirdi. Çünkü hükümetin açıklaması, ürünün üzerindeki fiyat geçerli olacak şeklindeydi. Tekel'den yeni ürün alanlar ürünü yeni fiyattan, eskiden alanlar ise eski fiyatından satacaklar. Bu ise tüm yatırımını sigaraya gelecek zamma bağlayanları ve bunun için arabasını satanları bitirdi. Çünkü daha fazla kazanacağım, vurgun vurgundur diyen esnafı can evinden vurdu. Otura kaldılar. Pirince giderken eldeki bulgurdan oldular. Zira evdeki hesapları tutmadı. Özal bu oyunu bozdu.

İşe yarar mı bilmiyorum ama günaşırı ürünlere gelen katmerli zamların önüne geçebilmek için bu yöntem uygulanabilir. Her üründe olmasa da fabrikasyon ürünlerin üzerine satış fiyatı yazılabilir. Esnafın tereğinde aynı ürünün iki farklı fiyatı yer alır. Böylece bir markanın ürünü tüm marketlerde aynı olur. Tüketici, bulursa önceki fiyattan, bulamazsa zamlı fiyatından ürünü alır. Böylece piyasaya kendiliğinden denetim gelmiş olur. Zammın ateşi bir nebze söner. Vatandaş rahat bir nefes alır. Kimse kimseyi kandırmamış olur. Kimse esnafa ve  sektörlere kızmamış olur. Hükümet tüm piyasayı kontrol yerine ürünün çıkış yerini yani fiyatlandırıldığı yeri denetlemiş olur. Bu yol, stokçuluğun önüne de geçer. Bence denemeye değer.

Bu uygulama serbest piyasaya aykırı, rekabet ortamını ortadan kaldırır denirse, esnafın üzeri fiyatın altında satış yapmasında bir engel yoktur. Kim tutar onları.

Rus Taktiği

Üstat, sevdiğin biri savunamayacağın bir yanlış yaptığı zaman ne yaparsın?

Bu en kolayı. Sevmediğin kişilerin fi tarihinde yaptığı yanlışı gündeme getirerek sevdiğinin yanlışını perdelemeye çalışırsın. 

Bu ne demektir şimdi?

Biz yanlış yapmışsak, bunu daha önce siz de yaptınız demektir.

Yani?

Bir bir beraberlik var burada. Aslında bu bir savunma refleksidir.

İyi bir şey mi?

Değil aslında. Böyle bir kıyas, bu konuda siz bizim hocamızsınız. Ayıplasak da hocamızın yolunu takip ediyoruz demektir.

Burada bir çelişki yok mu? Daha önce ayıpladığını yapıyorsun.

Öyle de. Savunma refleksi böyle bir şey.

Sonuç?

Sen de ayıplanacaksın ki ölümlü bir fani olduğun ortaya çıksın.

*

                    Rus Taktiği

Sevdiklerim bir yanlışa imza attıkları zaman ne yapmalıyım?

Ne gibi?

Mesela bir şeyi düşük göstermek gerektiğinde?

Bundan kolayı ne var. Hemen Çavuşesku Termometresini devreye sokarsın.

Ya dün ayıpladığını bugün yaparsa?

O zaman da Sovyet taktiğini uygulayacaksın.

Çavuşesku Termometresini biliyorum. Zira çok uygulanıyor. Sovyet taktiği ne?

Aslında bu da çok meşhur ama anlatayım.

Lütfen!

ABD'li üst düzey görevliler bir dizi görüşme için SSCB zamanında Moskova'ya gelirler. Rus yetkililer gelişmişlik düzeylerini göstermek için bazı yerleri gezdirirler. Gösterecekleri bir yer de yeni yaptıkları metrodur. Efendim, bir metro yaptık. Belirlenen saatte gelir. Gecikse gecikse üç saniye gecikir derler ve metronun gelmesini ABD'li yetkililerle birlikte beklemeye koyulurlar. 

Aksilik bu ya. Beş saniye geçtiği halde metro hala gelmez. 

ABD'liler, efendim, 5 saniye oldu. Metro hala gelmedi deyince, Rus yetkililer lafın altında kalır mı? 

Ama efendim, siz de Kızılderilileri öldürdünüz diyerek lafı yapıştırır.

Metrodan Kızıldereli'ye. Ne alaka?

Ne alaka olur mu?

Yanlışını, başkasının yanlışını hatırlatarak rakibini yumuşak karnından vuracaksın. Bundan sonrasını ABD'liler düşünsün.

Bant mı, Mantı mı?

Bayram öncesi marketler dolu. Ödeme için insanlar kuyruğa giriyor. Alan gidiyor. Alışverişini yapıp marketten çıkan gemisini kurtaran kaptan.

Sabahtan akşama markette çalışan görevliler ne yapsın bu durumda? 

Durmadan müşterinin istediğini yerine getirmeye çalışıyorlar. Oturmaya zamanları yok. Kafa, beyin kalmamış koşuşturmaktan. Bu gece yattıkları yeri beğeniler. 

İşte onlardan biri. Marketin mandıra reyonunda çalışan bir kız çocuğundan yoğurt istedim. Ne istiyorsun amca dedi. Tekrarladım. Yoğurt alacağımı anladı. Üç kilo istediğim yoğurdu bir buçuk kilo değil mi dedi. Hayır, üç kilo dedim. Üç kiloyu nasıl bir buçuk anladı, anlamış değilim. 

Benim yoğurdu doldururken biri geldi mantı yok mu dedi. Ne dedi. Adam mantı dedi. Kızımız bir kez daha ne dedi. Adam tekrarladı. Kızımız, bant mı, ne bantı, koli bantı mı dedi. Adam isteğini yineledi. Nihayet kızımız bant değil de mantı istendiğini anladı ve ilerideki bir yeri göstererek yardımcı oldu.

Kız benim yoğurdu tartarken bir taraftan da bugün bana ne oldu abla. Bant ne alaka diyerek yanındaki büyüğüne hayretini ifade etti ve eli iş yaparken gülme krizine girdi. 

Kız mahcubiyet içerisinde gülerken kızım, bir bant da ben isteyeyim mi dedim. Yo amca, isteme dedi. 

Allah yardımcıları olsun.

Bayram Ziyaretiniz Bir Şeker Tadında Olsun!

Dostlarım, bir bayrama daha kavuştuk. Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim.

Bayramlamaya gelmezsiniz biliyorum. Kazara döner şaşar gelirseniz, kapımız açık. Buyurun gelin.

Evime beni bayramlamaya gelecekler için de şu hatırlatmada bulunmak isterim.

Biliyorsunuz, yakıtlar el ve cep yakıyor. Bayramda beni ziyarete gelip el ve cebinizi yakacağınıza, sevinç ve mutluluk gününde Karadeniz'de gemileriniz batmış gibi olacağınıza, bana gelmeyerek bayramı evinizde yapmış ve üzüntüye gark olmamış olursunuz. Böylece ne eliniz yanar ne cebiniz ne de üzülürsünüz.

El ve cebi yakmaya ve üzülmeye karar verdiniz. Senin için çiğ tavuğu yer, gidecek yakıt sana feda olsun dediniz ve beni de yakmaya karar verdiniz. Bu durumda kendi düşen ağlamaz diyeceğim ve bu yaptığınızdan memnun olacağımı bilmenizi istiyorum. Yalnız bayram ziyaretinde sizden istediğim bir şey var. Bunu da söylemeden geçemeyeceğim. 

Malumunuz bayram şekerleri cep yakıyor. Yanlarına varılmıyor. İndirimli fiyatları gören bir daha bakıyor. Çünkü alınacak gibi değil. Uçuk kaçık fiyatlar. Bu arada marketler de müşterinin hangisinden alayım diye bir ondan bir bundan tatma ameliyesine tedbir almışlar. Ekmeği elinle değil, gözünle seç hesabı, müşterinin ulaşamayacağı şekilde şekerlere tedbir almışlar. Şeker reyonunun çevresini müşteri gözüyle görecek ve seçecek şekilde şeffaf bir engelle kapatmışlar. Yani tadımlık yok. Hasılı, her bayramda almayacağım ve alamayacağım şekerleri bu bayram tadamadım. 

En ucuzu indirimli fiyatı 99 küsur olan şekerden aldım.

Kusura bakmayın ama market sahibinin düşündüğünü ben de düşünmek zorundayım. Koskoca market sahibi tadımlık şekeri benden kıskanıyorsa, dar gelirli biri olarak ben de ikramda gerekeni yapacağım. 

Nereye gelmek istiyorum. Ne yapacağımı şimdiden kestiremiyorum ama bilin ki şekerliğin içinde envaiçeşit şeker göremeyeceksiniz. Ya tutmakla çekmem bir olacak. Bu durumda bir tane alabileceksiniz. Bu da sizin el çabukluğunuza bağlı. Şundan mı, bundan mı alayım derken gözünüze ilk çarpan bulgurdan da olabilirsiniz. Ya da sayınızca şekeri mutfaktan getirip avucunuzun içine birer tane bırakacağım. Ben almayayım derseniz, canınız bilir. Hiç zorlamam. Teklif var, ısrar yok. Götürür mutfağa koyarım. Yani beni bu duruma mecbur etmeyin. Siz siz olun, efendi olun, şundan alayım, bir de bundan deyip tüm çeşitlerden almaya kalkmayın. Sonra bir tanesi neyinize yetmez. Öyle şekerliği ortaya koyup haydi buyurun cömertliğini benden beklemeyin. 

Daha tam karar vermedim ama şayet alasınız diye şekerliği önünüze tutarsam, lütfen yol arkadaşımın yaptığı gibi yapmayın. O ne yaptı derseniz? Anlatayım. Zira başka türlü anlayacağınız yok. 

1976 yılı olsa gerek. Ankara'ya gidiyorum. Yanımda da otobüste tanıştığım, benim gibi sınava girecek bir adaşım var. Otobüs hareket ettikten ve biraz yol aldıktan sonra otobüsün muavini ağzımız tatlansın, içerinin havası değişsin diye şeker ve kolanyağı tuttu. Şeker tek çeşitten ibaret, jelatinli sütlü cam şeker. Ben bunun jelatinsizini, dokunduğum zaman elime bulaşan, adına da sorma şeker dediğim şekerden yedim o zamana kadar. Bakkaldan alır, bakkal çimento kağıdının içine birkaç tane koyar uzatırdı. Sora sora yerdim. İyice ufaldığı zaman kırardım. Muavinin tuttuğu şeker, benim bakkalın verdiğinin biraz medenicesi idi. 

Muavin ilk sıradan sırayla herkese tuttu. Sıra bize geldi. Koridor tarafında oturan ben bir tane aldım. Sıra geldi yol arkadaşıma. Arkadaşım elini şekere uzattı. Avucunu iyice açtı. Tüm gücüyle şekerliğin içindeki şekerlerden avuçladı. Bereket avucu hepsini almaya yetmedi. Ramazanın bu yaptığını ayıpladım içimden. Ne olacak gökgörmedik. Ayıp ayıp, ikramlık avuçlanır mı dedim.

Yola devam ediyoruz. Az sonra tatlansın diye şekerlerimizi ağzımıza attık. Sütlüsü de pek güzelmiş. Ağzımın her bir tarafı bu şekerden faydalansın diye şekeri sağımdan soluma, solumdan sağıma dolaştırdım durdum. Bitivermesin diye birden kırıvermedim. Hazıra ne dayanır. Nihayet şekerim bitti. Bizim yolculuk hala bitmedi. Şekeri bitmeyen biri vardı. O da yol ve oturak arkadaşım Ramazan'ın şekeri. Nasıl bitsin ki. Avuçladı ne de olsa. Sorup bitirdikçe avucunun içinden bir tane daha attı ağzına. Ramazan soruyor, ben de ona yan gözle bakıyorum. Ah bir tanesini de bana verse dedim durdum içimden. Baktım olmayacak. Bir yüzümü karartma uğruna, arkadaşım, bir tane şeker versen dedim. Dedim ama beynimden kaynar sular döküldü. İstemek zormuş meğer. Mahcubiyetim daha da arttı. Çünkü yol arkadaşım, vermeye pek istekli olmadı. Önce duymazdan geldi. Sonra ne, dercesine yüzüme baktı ve memnuniyetsizliğini göstermek için suratını astı. Sonra sağına soluna ve nihayet şekere baktı. Vereyim mi, vermeyeyim mi diye nefsiyle epey mücadele etti. Sonunda merhamete geldi. Vermeden önce tehdit edercesine bana öğüt verdi: Bak, şimdi bir tane vereceğim ama dönüşte sen de avuçlayacaksın. Ya değilse, vermem dedi. Tamam dedim. Nihayet gönülsüzce bir tanesini verdi. İsteyip isteyeceğime pişman oldum ama çocukluk işte. İçimdeki çocuğa söz geçiremedim. Yediğim bu ikinci şeker birinci kadar tatlı gelmedi ama şeker şekerdi ne de olsa.

Dönüş yolculuğunda, adaşımla birlikte dönemedim. İşim bittikten sonra başka bir firmadan bilet aldım. Bekledim ki şeker tutsunlar. Şeker tutan olmadı. Sanırım bu firmanın böyle bir ikram adeti yoktu. Hasılı adaşıma verdiğim sözü yerine getiremedim. Tutsalardı, avuçlayabilir miydim? Sanırım yapamazdım. Hasılı, amorti bile çıkmadı. 

Arkadaşın ne yaptı dönüşte derseniz? İşte burasını bilmiyorum. Herhalde şeker ikramı yapan bir firmadan bilet almıştır ve yine avuçlamıştır. Konya'ya gelinceye kadar birini yemiş, diğerini atmıştır ağzına.

Uzattım gördüğünüz gibi. Bilirim uzun yazılar pek okunmaz. Okunsa da meramım unutulabilir. Bu yüzden tekrar hatırlatayım. Lütfen bayram ziyaretinde tek şeker alınız. Bu adam yine şaka yapıyor diye avuçlamaya kalkmayınız. Bilin ki hiç olmadığı kadar ciddiyim.

Sıkıntıların bol olduğu günümüzde sizleri bir nebze de olsa gülümsetebilmişsem ne mutlu bana. İyi bayramlar...