Ana içeriğe atla

Bayram Ziyaretiniz Bir Şeker Tadında Olsun!

Dostlarım, bir bayrama daha kavuştuk. Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim.

Bayramlamaya gelmezsiniz biliyorum. Kazara döner şaşar gelirseniz, kapımız açık. Buyurun gelin.

Evime beni bayramlamaya gelecekler için de şu hatırlatmada bulunmak isterim.

Biliyorsunuz, yakıtlar el ve cep yakıyor. Bayramda beni ziyarete gelip el ve cebinizi yakacağınıza, sevinç ve mutluluk gününde Karadeniz'de gemileriniz batmış gibi olacağınıza, bana gelmeyerek bayramı evinizde yapmış ve üzüntüye gark olmamış olursunuz. Böylece ne eliniz yanar ne cebiniz ne de üzülürsünüz.

El ve cebi yakmaya ve üzülmeye karar verdiniz. Senin için çiğ tavuğu yer, gidecek yakıt sana feda olsun dediniz ve beni de yakmaya karar verdiniz. Bu durumda kendi düşen ağlamaz diyeceğim ve bu yaptığınızdan memnun olacağımı bilmenizi istiyorum. Yalnız bayram ziyaretinde sizden istediğim bir şey var. Bunu da söylemeden geçemeyeceğim. 

Malumunuz bayram şekerleri cep yakıyor. Yanlarına varılmıyor. İndirimli fiyatları gören bir daha bakıyor. Çünkü alınacak gibi değil. Uçuk kaçık fiyatlar. Bu arada marketler de müşterinin hangisinden alayım diye bir ondan bir bundan tatma ameliyesine tedbir almışlar. Ekmeği elinle değil, gözünle seç hesabı, müşterinin ulaşamayacağı şekilde şekerlere tedbir almışlar. Şeker reyonunun çevresini müşteri gözüyle görecek ve seçecek şekilde şeffaf bir engelle kapatmışlar. Yani tadımlık yok. Hasılı, her bayramda almayacağım ve alamayacağım şekerleri bu bayram tadamadım. 

En ucuzu indirimli fiyatı 99 küsur olan şekerden aldım.

Kusura bakmayın ama market sahibinin düşündüğünü ben de düşünmek zorundayım. Koskoca market sahibi tadımlık şekeri benden kıskanıyorsa, dar gelirli biri olarak ben de ikramda gerekeni yapacağım. 

Nereye gelmek istiyorum. Ne yapacağımı şimdiden kestiremiyorum ama bilin ki şekerliğin içinde envaiçeşit şeker göremeyeceksiniz. Ya tutmakla çekmem bir olacak. Bu durumda bir tane alabileceksiniz. Bu da sizin el çabukluğunuza bağlı. Şundan mı, bundan mı alayım derken gözünüze ilk çarpan bulgurdan da olabilirsiniz. Ya da sayınızca şekeri mutfaktan getirip avucunuzun içine birer tane bırakacağım. Ben almayayım derseniz, canınız bilir. Hiç zorlamam. Teklif var, ısrar yok. Götürür mutfağa koyarım. Yani beni bu duruma mecbur etmeyin. Siz siz olun, efendi olun, şundan alayım, bir de bundan deyip tüm çeşitlerden almaya kalkmayın. Sonra bir tanesi neyinize yetmez. Öyle şekerliği ortaya koyup haydi buyurun cömertliğini benden beklemeyin. 

Daha tam karar vermedim ama şayet alasınız diye şekerliği önünüze tutarsam, lütfen yol arkadaşımın yaptığı gibi yapmayın. O ne yaptı derseniz? Anlatayım. Zira başka türlü anlayacağınız yok. 

1976 yılı olsa gerek. Ankara'ya gidiyorum. Yanımda da otobüste tanıştığım, benim gibi sınava girecek bir adaşım var. Otobüs hareket ettikten ve biraz yol aldıktan sonra otobüsün muavini ağzımız tatlansın, içerinin havası değişsin diye şeker ve kolanyağı tuttu. Şeker tek çeşitten ibaret, jelatinli sütlü cam şeker. Ben bunun jelatinsizini, dokunduğum zaman elime bulaşan, adına da sorma şeker dediğim şekerden yedim o zamana kadar. Bakkaldan alır, bakkal çimento kağıdının içine birkaç tane koyar uzatırdı. Sora sora yerdim. İyice ufaldığı zaman kırardım. Muavinin tuttuğu şeker, benim bakkalın verdiğinin biraz medenicesi idi. 

Muavin ilk sıradan sırayla herkese tuttu. Sıra bize geldi. Koridor tarafında oturan ben bir tane aldım. Sıra geldi yol arkadaşıma. Arkadaşım elini şekere uzattı. Avucunu iyice açtı. Tüm gücüyle şekerliğin içindeki şekerlerden avuçladı. Bereket avucu hepsini almaya yetmedi. Ramazanın bu yaptığını ayıpladım içimden. Ne olacak gökgörmedik. Ayıp ayıp, ikramlık avuçlanır mı dedim.

Yola devam ediyoruz. Az sonra tatlansın diye şekerlerimizi ağzımıza attık. Sütlüsü de pek güzelmiş. Ağzımın her bir tarafı bu şekerden faydalansın diye şekeri sağımdan soluma, solumdan sağıma dolaştırdım durdum. Bitivermesin diye birden kırıvermedim. Hazıra ne dayanır. Nihayet şekerim bitti. Bizim yolculuk hala bitmedi. Şekeri bitmeyen biri vardı. O da yol ve oturak arkadaşım Ramazan'ın şekeri. Nasıl bitsin ki. Avuçladı ne de olsa. Sorup bitirdikçe avucunun içinden bir tane daha attı ağzına. Ramazan soruyor, ben de ona yan gözle bakıyorum. Ah bir tanesini de bana verse dedim durdum içimden. Baktım olmayacak. Bir yüzümü karartma uğruna, arkadaşım, bir tane şeker versen dedim. Dedim ama beynimden kaynar sular döküldü. İstemek zormuş meğer. Mahcubiyetim daha da arttı. Çünkü yol arkadaşım, vermeye pek istekli olmadı. Önce duymazdan geldi. Sonra ne, dercesine yüzüme baktı ve memnuniyetsizliğini göstermek için suratını astı. Sonra sağına soluna ve nihayet şekere baktı. Vereyim mi, vermeyeyim mi diye nefsiyle epey mücadele etti. Sonunda merhamete geldi. Vermeden önce tehdit edercesine bana öğüt verdi: Bak, şimdi bir tane vereceğim ama dönüşte sen de avuçlayacaksın. Ya değilse, vermem dedi. Tamam dedim. Nihayet gönülsüzce bir tanesini verdi. İsteyip isteyeceğime pişman oldum ama çocukluk işte. İçimdeki çocuğa söz geçiremedim. Yediğim bu ikinci şeker birinci kadar tatlı gelmedi ama şeker şekerdi ne de olsa.

Dönüş yolculuğunda, adaşımla birlikte dönemedim. İşim bittikten sonra başka bir firmadan bilet aldım. Bekledim ki şeker tutsunlar. Şeker tutan olmadı. Sanırım bu firmanın böyle bir ikram adeti yoktu. Hasılı adaşıma verdiğim sözü yerine getiremedim. Tutsalardı, avuçlayabilir miydim? Sanırım yapamazdım. Hasılı, amorti bile çıkmadı. 

Arkadaşın ne yaptı dönüşte derseniz? İşte burasını bilmiyorum. Herhalde şeker ikramı yapan bir firmadan bilet almıştır ve yine avuçlamıştır. Konya'ya gelinceye kadar birini yemiş, diğerini atmıştır ağzına.

Uzattım gördüğünüz gibi. Bilirim uzun yazılar pek okunmaz. Okunsa da meramım unutulabilir. Bu yüzden tekrar hatırlatayım. Lütfen bayram ziyaretinde tek şeker alınız. Bu adam yine şaka yapıyor diye avuçlamaya kalkmayınız. Bilin ki hiç olmadığı kadar ciddiyim.

Sıkıntıların bol olduğu günümüzde sizleri bir nebze de olsa gülümsetebilmişsem ne mutlu bana. İyi bayramlar... 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde