7 Kasım 2019 Perşembe

Yapamadım Yapamadım!

Geçtiğimiz cumartesi günü Kayalı Park'ta kendi aracına kurduğu düzenek ile gelip geçene çorba-ekmek ikramı yapan, yaptığı bu ikramdan dolayı bir ücret almayan, tek istediği "Allah razı olsun deyin" olan aynı amcayı, kadın doğum hastanesinin önünde yine çorba dağıtırken gördüm.

Teşkilat yine aynı şekilde. Yanına varıp selam verdim. Selamımı aldıktan sonra çorba doldurmaya davrandı. Allah razı olsun içmeyeceğim. Sizi cumartesi günü Kayalıpark'ta görmüştüm. Şimdi buradasın. Sanırım bu işi rutin yapıyorsun. Kaç yıldır yapıyorsun dedim. Üç yıldır dedi. Nereden aklına geldi böyle bir şey? Biri mi söyledi dedim. Allah dedi, ben de yapıyorum dedi. Daha önce ne iş yapıyordun soruma esnaf emeklisiyim  dedi. Kolay gelsin deyip vedalaştım.

Hastaneye girdim, başhekim yardımcıları ile görüştüm. Bir tanesine amcadan bahsettim. "Eşi çorba pişirip amca bu şekil ikram ediyor, bazen eşi de olur yanında dedi. Helal olsun, ahiret için çalışan tek kişi değilmiş meğer. Eşi de bu yolun yolcusu. Allah eşinden de razı olsun dedim, ayrıldım.

Ayrıldıktan sonra yolda giderken bir gün ben de bu amca gibi çorba dağıtsam nasıl olur dedim. Gözümün önüne getirdim. Sonra vazgeçtim. Neden mi? Ben çorba pişirmeyi bilmem. Pişirmeye kalksam da çorbamdan yiyen ilk kişi "Amca! Sen ne olursun, Allah rızası için çorba pişirme" diyecek. Çünkü elimle pişirdiğim çorbayı kör eşek yemez. 

Haydi diyelim ki eşim yardım etti. Pişirdi, ben dağıttım. Bir gün, iki gün, üç gün...nereye kadar? Bir akşam çorba ikramını yaptıktan sonra eve geleceğim. Kapıyı açan yok. Hemen telefona sarılıp eşimi arayacağım. Açmayacak. Bir daha bir daha arayacağım. Sonunda açacak ve beni dinlemeden "Ben anamın evindeyim. Daha bir süre burada kalacağım. Belki de daha uzun süre. Zira belki aklın başına gelir" diyecek ya da sevap olur diye pişirmeye devam edecek. Çorba servisinden sonra eve gelip mutfağa geçeceğim. Zira karnım açlıktan zil çalıyor. Masa hazır değil, evde yemek yok. Hanım, ben açıktım. Yiyecek bir şey yok mu diyeceğim. Allah Allah! Ne yemeği? Pişirdiğim koca tencere yemekten sonra ne yemeği pişireceğim? Pişirdiğimden bir kase de sen içseydin, olmaz mıydı? Ben bu dünyaya yemek yapmak için mi geldim, ömrüm mutfakta mı geçecek" derse...bir yere kadar anlarım ama ya "Aklından zorun mu var be herif” derse, işte bu, çok zoruma gider. Anlayacağınız, gidişat aile saadetimin bozulmasına kadar gider.

Haydi, eşim günlük yemek yaptı, iş dönüşü bana yine sofra hazırladı. Tüm bunları kaderiiim kaderiiim demeden zevkle yaptı. O zaman geriye ne kaldı? Kollarını sıva demeyin. Aklıma neler geldi neler...

El emeği, göz nuru ev ve el yapımı çorbayı alıp Allah rızası için dağıtmaya çıktım. Çorba ve ekmek verdiğim kişi "Amca! Limon yok muydu? Madem bir iyilik yaptın.  İşini tam yap. Zira çorba limonsuz olur mu" dedi. (Ne anlarlarsa çorbaya veya herhangi bir şeye limon sıkmaktan. Şimdiden dişlerim uyuştu.) Diyelim ki isteyenler için limon da bulundurdum. Çorbamı içtikten sonra “Amca! Baharatı az olmuş…tuzu eksik, çorba biraz koyu veya sulu olmuş…” diyen çıkar mı çıkar ya da ekmeğin ambalajını çöp kutusuna değil de yere atan olmaz mı? Olur. Ekmekten bir parça koparıp yarım bırakan çıkar mı? Çıkar. Ne yapayım, yapsınlar da diyemem. Belki birkaç defa mıntıka temizliği yapacağım. Sonra? Evliya değilim ki…çatacağım birine. Çünkü karışmadan edemem ben. Sonuç, kafayı, gözü kırdırıp evin yolunu tutacağım. Düşündüm de bu iş bana göre değil. Anlayacağınız bu işe başlamadan havlu attım şimdiden.

4 Kasım 2019 Pazartesi

Gelin Şu Sorulara Birlikte Cevap Arayalım *

Bugün sorularla bir sorgulama yapmak istiyorum.
*Mükemmel bir dine inanmamıza rağmen İslam dünyası her yönüyle dünyanın niçin gerisindedir?
*Tüm savaşlar niçin İslam dünyasının topraklarında olur veya yapılır?
*Terör eylemleri, canlı bombalar niçin İslam topraklarında olur? Teröristler ve terör örgütleri niçin Müslümanlar arasından çıkar? Müslümanlar niçin birbirlerini boğazlarlar?
*Batı, İslam dünyasını niçin sevmez?
*Başımıza ne gelirse niçin İsrail, ABD ve Batı'yı suçlarız? Bunda bizim hiç payımız yok mu?
*İslam dünyası niçin üretmiyor, hep tüketiyor?
*Son yüzyıllarda ürettiğimiz, patenti bize ait olan, dünyaya pazarladığımız bir ürünümüz var mı?
*İslam dünyası dünyaya ne kadar katma değer verebiliyor?
*Dünyanın herhangi bir ülkesinde İslam dünyasında olduğu kadar bir kutuplaşma var mı?
*İslam dünyasının çoğunda niçin demokrasi yok? Niçin yönetimleri krallıktır?
*İslam dünyası Batı, ABD ve Rusya gibi ülkelerin elinde niçin birer piyondur?
*İslam dünyasındaki kural tanımazlık dünyanın kaç ülkede var?
*Ahlaki yozlaşmanın her türü İslam dünyasında niçin daha fazla?
*İslam dünyası, dünyaya karşı önemli konularda niçin bir ve beraber değildir? Niçin birbirlerinin kuyusunu kazmaya çalışırlar? Niçin düşmanla iş tutarlar?
*Geri kalmışlığı, kokuşmuşluğu dert edinen kaç Müslüman ülke vardır?
*Eleştiri kültürü ve hoşgörü ortamı bu topraklarda niçin yoktur?
*İslam dünyasının durumuna ve yaşantısına bakarak kaç kişi Müslüman olmuştur?
*Bizim bizden başka düşmanımız var mı? Başka düşmana ihtiyacımız var mı?
*Dünyada İslam dünyasının niçin bir ağırlığı ve değeri yok?
*İslam dünyasından bilime hizmet eden kaç bilim adamı çıkmıştır?
*İlk beş yüze giren kaç üniversitesi vardır?
*İsraf, adam kayırmacılık başka ülkelerde bizdeki kadar var mı?
*Mezhep, cemaat kavgaları bizdeki kadar başka ülkelerde var mı?
*İşimizi düzgün yapma konusunda dünya sıralamasında kaçıncı geliriz?
*İslam dünyasında dilenenler kadar başka ülkelerde dilenen insan var mıdır?
*Dünyada bizim kadar konuşan ama icraatı olmayan başka ülke insanı var mıdır?
*Dünyanın hangi ülkesinde bizdeki kadar kahvehane ve çay ocağı kültürü yaygındır?
*İnsan hakları, adalet, ehliyet ve liyakat gibi konularda ilk elliye giren İslam ülkesi var mıdır?
*Dünyada itibarımız olmamasına rağmen kendimizi devamlı övmekten ne anlarız? Bunun bize ne faydası vardır?
*Başka ülkelerin pazarı ve sömürgesi olmaktan memnun olmayan kaç İslam ülkesi var?
*Niçin kanan, kandırılan ve başkasının dümen suyuna giren insanlar hep İslam dünyasından çıkar?
*İslam dünyası kadar rahatına düşkün başka ülke var mı?

Soruları uzatabiliriz. Sizlerin de soracağı sorular vardır. Bu kadar yeterli sanırım. Niyetim İslam dünyasının bir fotoğrafını çekmektir, başka ülke ve kültürleri şirin göstermek değil. Hepimizin bildiği bu fotoğrafı hiç savunmaya geçmeden, hiç gerekçe üretmeden, bir mazeretin arkasına sığınmadan cevaplamaya çalışalım. Bir öz eleştiri yapalım. Bakalım ne çıkacak? Benim bu konuda söyleyeceğim tek şey, inandığı değerlere uygun yaşamayanları Allah’ın bu şekil rezil ve rüsva ettiğidir.

21/12/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

3 Kasım 2019 Pazar

Nimete mi Konmak İstersin Yoksa Külfete mi? ***

Türkiye ve İslam dünyasında yaşıyorsanız yazılmamış yerleşik düzeni de biliyor olmalısınız. Yoksa haliniz haraptır. Asla nimetlere konamazsınız. Eğer siz külfet neyime, ben en iyisi nimete konayım, şu üç günlük dünyada ağzımın tadını bozmayayım diyorsanız, o zaman dediklerimi yapacaksınız. Bu dediklerim siyaset, cemaat, yönetim başta olmak üzere hayatın her alanında geçerlidir. Bu arada bu kıyağımı da unutmayın.

Sürü psikolojisini bilecek ve sürüye tabi olacaksın, güdülen olmayı kabulleneceksin. Asla öne geçmeyecek, hep arkada olacak ve sadakat bağı ile bağlanacaksın. Doğruya doğru, yanlışa yanlış demeyeceksin. Kendi görüşün diye bir şey olmayacak. Bir sürüden ne isteniyorsa onu gönülden destekleyecek ve yapacaksın. Liderini ve liderinin kurduğu hareketi asla eleştirmeyeceksin. Zaten haddin değil. Lider kim, sen kim! Zira lider olmadan sen bir hiçsin. Konuşma ve düşüncede sivrilmeyecek ve doğrucu davut olmayacaksın. Bunu ekran ve meydanlarda dile getirmeyeceksin. Yerini ve haddini bileceksin. Senin görevin daima liderini övmek ve savunmaktır. Onu ölümüne savunacaksın.

Sanırım çok uzatmaya gerek yok. Nimete konmanın yolunu öğrendiniz sanırım. Böyle olursanız sizi kim tutar. Mukarrabunden olur, daima başköşede oturur, el üstünde tutulur ve sizin için yükselmenin bir sınırı yoktur. 

Yok, ben bunları yapamam, ben özgür bir bireyim, asla görüşlerimden ve doğru bildiklerimden ödün vermem; doğruya doğru, eğriye eğri derim, bunu uygun ve sair ortamlarda da dile getiririm diyorsan, kusura bakma ama senden bir cacık olmaz. Nimetlere konamazsın. Ancak külfete talip olmuş olursun. Çünkü nankörlük senin yaptığın. Bu durumda bu seçimine ancak hayırlı olsun denir. Hiç ağlamaya, sızlamaya gerek yok. Kendi düşen ağlamaz. Zira bu, senin tercihindir. Sonra sen kim, görüş bildirmek kim. İçine sinmeyenleri söylemek ne haddine! Laftan, sözden anlamayan o içine tüküreyim senin. 

Senin misyonun itiraz etmek, öne çıkmak, akıl vermek değil, öndekini takip etmektir. Yani yükselebileceğin en iyi yer ikinci adam olmaktır. Bu da taklitte kötü bir mertebe sayılmaz. 

Bak etrafına! Senin gibi bir düşünceye sahip olanların akıbetini gözlerinle gör. Dün mukarrabun idiler, bugün neredeler? Unutma! İnsanın bu dünyada başına gelenler kendi elleriyle yapıp ettikleridir.

Şimdi tüm bu dediklerimden sonra tercihini yap. Nimete mi talipsin yoksa külfete mi? Nimete talip isen uyumlu ol,  vicdanının sesine kulak verme, sesini çıkarma, su akarken testini doldurmaya devam et. Asla sorgulama! Sadece denileni ve isteneni yap. Külfete talip isen sürüden ayrıl da seni kurt kapsın diyeceğim ama kurdun seni kapması ancak senin kurtuluşun olur. Daha ölümlerden ölüm beğeneceksin.

***23/12/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Haz Almadığım Tipler *

Hem iş hayatımda hem sosyal hayatta ister camiam içinde ister camiam dışında diğer kesim insanı olsun; benden haz almayan, benim de kendilerinden haz almadığım kişiler vardır. Bunların ortak noktalarını şöyle sıralayabilirim:
*İşini düzgün yapmayan, işini savsaklayan, işten kaçan, işini başkasının üzerine yıkan ve sorumluluğunu üstlenmeyen kişiler,
*Yapmadığı işinden dolayı bir mazeret ve gerekçenin arkasına sığınanlar, 
*İşini ve görevini düzgün yapmadığı halde kendisine hiç toz kondurmayanlar,
*Menfaati ve çıkarı için kırk takla atanlar,
*İşi bitinceye kadar dost ve arkadaş olan ve görünenler,
*İletişim ve eleştiriye açık olmayanlar,
*Paratoner gibi her şeyi üzerine alınıp kırılıp küsenler,
*Hata ve eksikliğini görmesini beklediğim ama görmeyen veya görmek istemeyenler,
*Konuşması ve yaptığıyla çelişen ve herkesi balık hafızalı sanan ve yutturdum deyip akıllı geçinenler,
*Hata, eksiklik ve çelişkisini söyleyince suratını asıp tavır alanlar,
*Espriden anlamayan düz kontaklar,
*Hep savunma pozisyonunda duranlar,
*Beni ön yargılı dinleyenler,
*Olaylar arasında bağlantı kuramayanlar,
*Doğru ile çıkarı çeliştiği zaman çıkarı doğru kabul edenler,
*Kafası basmadığı halde anlamış görünen ve ayıplayanlar,
*Olayın iç yüzünü, tarafları dinlemeden tek taraflı dinleyip tavır alanlar ve yargısız infaz yaparak selamı sabahı kesenler,
*Bir görüşün, fikrin aşırı fanatiği olanlar,
*Doğruyu kendisinden ibaret zannedenler ve bu zanlarıyla yaşayanlar,
*Başkasının yönlendirmesiyle hareket edenler,
*Haksızlık karşısında güçlünün yanında yer alanlar, en hafifiyle sesini çıkarmayanlar,
*Kendisi ve hatalarıyla yüzleşmeyenler,
*Senden duyduğu bir sözü gidip bir başkasına aktaranlar ve güçlü adına çalışanlar,
*Olması gereken doğruyu söylediğinden dolayı bu doğrudan rahatsız olanlar,
*Gördüğü ve dinlediği bir yanlışa yanlış demeyenler,
*Herhangi bir tehlike anında renk vermeyip rüzgâra göre yön değiştirenler…
Bir kısım özelliklerini saydığım bu kişiler benden, ben de onlardan haz almadım. Aynı ortamda bulunmamaya dikkat ederim. Çünkü ne benim onlara ne de onların bana verebilecekleri bir şeyleri vardır. Bu tiplerle birlikte olmadığım için bugüne kadar hiç eksiklik hissetmedim. Benim kalbim onlara, onların da kalbi bana kapalı oldu hep.

*04/07/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Övgü ve Yergi ***


Kişileri eleştirmekten hatta onlara hakaret etmekten fırsat bulup bir türlü öze gelemedik. Aynı şekilde kişileri gece gündüz öve öve bitiremedik. Birini öven varsa aynı zamanda onu yerenler var ya da birini yeren varsa onu zemmeden kişiler de var. Yani varımız yoğumuz kişilerdir. Kişilerle yaşar, kişilerle kendimizi bir yere ait hisseder, kişiler adına kavgamızı yürütür ve kişilerle ölürüz. Bu ülkede yaşıyorsan tutunmak için bu iki zıt grup arasında yer almalısın: Birini ya öveceksin ya da yereceksin. Rakibinin kötülediğini övecek, senin övdüğünü de rakibin kötüleyecek. Ortası yok bu işin. 

İşimizi, fikrimizi, zikrimizi, dava ve idealimizi kişileri övme ve yerme üzerine bağladığımız bu dünyada, dünyaya dair söyleyecek bir şeyimiz olamaz. Zira bu yaptığımızın zarardan başka bir faydası yok. Belki de hep yerinde sayışımızın hatta gerileyişimizin nedenini burada aramak gerekiyor. Maalesef övgü ve yergi aynı amaca hizmet eden ikiz kardeştir. İkisi birbirinden beslenir durur.

Seveni çok, sevmeyeni de bir o kadar çok olan Atatürk'ü ve II. Abdülhamit'i ele alalım. Millet olarak hatta dünyaya kabul ettirerek Atatürk'ü herkese sevdirsek, herkes Atatürk'ü dört dörtlük kabul edip sevse bunun bize faydası var mı? Ya da tersini düşünelim. Herkes Atatürk'ü kötülese bunun bize faydası var mı? II.Abdülhamit'i herkes övse veya kötülese bir kazanımımız olur mu? Biri yıkılmakta olan bir devletin yıkılmaması için uğraşmış, diğeri yıkılan bir devletin üzerine yeni bir devlet kurmuş. Yaptıkları ve yapmadıklarıyla, hataları ve sevaplarıyla her ikisi de tarihe geçmiş ve tarihe mal olmuş kişilerdir. Örnek verdiğim bu iki şahsiyeti veya diğer kişileri sürekli övüp yersek ne kazanırız? Önemli olan bugün biz ne yapıyor, ne üretiyoruz? Yarına ne bırakıyoruz? Övme ve yerme karın doyursaydı veya ilerlememize fayda sağlasaydı bugün dünyada her yönüyle biz bir numara olurduk. Bırakalım herkes istediği kişiyi örnek alsın. Ama kim, kimi örnek alıyorsa örnek aldığı kişiden aldığı ufukla yeni bir şeyler üretsin, söylesin ve sevdiği kişiyi geçsin. Ki öyle olmalıdır. Bugüne dair yeni şeyler söylenmelidir.

Sürekli ve övgü hali yaşamayı ben sağlıklı bir psikoloji olarak görmüyorum. Bu durum aynı zamanda geri kalmışlığımızın bir göstergesidir. Ben üretimde yokum demektir. Geçmişle yaşayıp günümüze gelememektir. Her türlü iyiliği ve kötülüğü geçmişte aramak demektir. Bugün bir kötülük varsa suçu geçmiş şahsiyetlere yüklemektir. Bugüne dair güzel bir husus varsa geçmiş şahsiyetlere borçlu olduğunu bilmek, başka da bir şey yapmamaktır, hazıra konmaktır. Benden bir şey beklemeyin. Zira benim günümüze dair verebileceğim bir şey yoktur. Ben sadece bir taşıyıcıyım, taklitçiyim. Geçmişe dair enkaz edebiyatı ya da övgü dolu sözler söyleyebilirim demektir. Bu arada bir şeyi sahiplenme, tüm kötülükleri birinin üzerine yıkma ya da bir kişiye mal etme gibi bir huydur bu. Egolar da böyle tatmin edilir: Ya över ya da yerer.

Birbirimizi bu övgü ve yergi ile yiyip bitirmeyi artık bırakmamız lazım. Tarihi şahsiyetleri kendi haline bırakalım. Onların leh ve aleyhinde konuşmamızın bugün bir anlamı yok. Onlar yaptıklarının ödül ve cezasını öbür dünyada kat be kat alacaklardır. Biz kendimize bakalım. Günümüze ve geleceğe dair insanımızın faydasına ne yaptık, bunu düşünelim.

***07/11/2019 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.


“Geleceğe Nefes” Kampanyası*

Tarım ve Orman Bakanlığı, ülkemizde vatandaşlara ağaç ve orman sevgisini aşılamak, çevre duyarlılığına katkı sağlamak ve tüm dünyada ortaya çıkan orman yangınları ile zarar gören doğa için yeniden ağaçlandırma çalışması yapmak amacıyla “Geleceğe Nefes” adını verdiği bir proje başlattı. Başlatılan bu kampanya ile 81 ilin 2023 noktasında, 11 Kasım günü saat 11.11’de üç saati bulacak bir çalışma ile Bakanlık, 11 milyon fidanı toprakla buluşturmayı hedefliyor.  

“Geleceğe Nefes” Fidan Dikme Kampanyası için başvurular, projeye özel olarak açılan “gelecegenefes.com” internet sitesinden “Fidan sahiplen” veya “Fidan bağışla” şeklinde iki tür yapılabiliyor. Bir fidan bağışı 10 TL’dir. Fidan sahiplenmede ise ücret yok. Adınıza beş adet fidan, istediğiniz ilde ücretsiz dikiliyor. Bu durumda katılımcıdan istenen adı, soyadı ve e-posta adresidir. Fidan bağışında bulunanlar ödeme yaptıktan sonra adlarına e-sertifika düzenlenip gönderiliyor. Fidan dikme seferberliğine, 11 Kasım günü yediden yetmişe tüm vatandaşlar davetli.

Tarım ve Orman Bakanlığı’nın başlattığı bu kampanya, büyük bir projedir. Başlatılan kampanyada seçilen sloganlar yerinde. Fidan dikilecek tarih ve saati, fidan dikilecek nokta sayısı, üzerinde düşünülmüş rakamlar. Dikilecek fidan sayısı da az değil. Düşünün ki bu fidanların hepsi toprağa kök salsın ve yeşersin. Karşımızda rahat nefes alabileceğimiz yemyeşil bir Türkiye görmüş oluruz. Çünkü her bir fidan geleceğe yatırımdır.

Ses getirecek bu kampanya ile ilgili kısa bir bilgilendirme ve olumlu kanaatlerimi belirttikten sonra fidan dikme kampanyası ile ilgili bir endişemi ve çözüm önerilerimi de dile getirmek istiyorum. Ülkemizde ağaç dikmede sorun yok. Her yıl kasım-aralık veya mart aylarında belediyeler öncülüğünde şehrin belli noktalarına ağaçlar dikilir, bunun için programlar yapılır, öğrenciler fidan dikimine götürülür. Fidan dikilen alana da bilmem kimin hatıra ormanı adı yazılır ve tören biter. Sonra, bir daha o hatıra ormanının yüzüne bakmayız. Bundandır ki o dikilen güzelim fidanların çoğu tutmaz. Bugün şehir dışına çıkarken bazı yerlerde gördüğümüz hatıra ormanlarının bakımsızlığına her birimiz üzülürüz.

Bakanlığın 81 il ve 2023 noktada dikeceği fidanların bakımsızlık ve korumasızlıktan aynı akıbete uğrasın istemiyorum. Bunun için ne yapılmalı? Üzerinde fazla düşünmeye gerek yok. Çünkü önümüzde, yol kenarlarına diktiği fidanları büyüten bir Torku örneği var. Torku, ağaç dikim alanının önce etrafını tel ile çeviriyor, fidanları diktikten sonra damlama sistemini kuruyor, görevlileri vasıtasıyla belli periyotlarla ağaçlandırma mıntıkasının bakımı yapılıyor. Konya ve havalisinde şehir çıkışlarında gördüğümüz yeşil ağaçların hemen hemen hepsinde Torku’nun imzası var. Konya’nın iyi ki Torku adında bir firması var.

Tarım ve Orman Bakanlığı, “Geleceğe Nefes” adını verdiği bu büyük kampanyadan verim almak istiyorsa Torku’yu örnek almalı. Başka söze gerek yok sanırım. Kampanyanın başarılı olmasını diliyorum.

*04/11/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

2 Kasım 2019 Cumartesi

Allah Senden Razı Olsun Amca! ***

Genelde hep olumsuz şeyleri görür, bir durum tespiti yapar, eleştirir, onlara dair çözüm önerileri sunarım. Yazdığımız çoğu şeyler içimizi karartır. Bugün niyetim olumsuz şeyler yazmak değil. Gördüğüm güzel bir hareketi aktarmaya çalışacağım size.


Bir mazeretim olmaz ise cumartesi günleri öğleden sonra rutin çarşıya çıkarım.

Kayalı Park’a vardığımda birinin “Çorba-ekmek ikram edeyim” diye seslendiğini duydum. Kafamı kaldırıp baktığımda ikram edilen çorba ve ekmeği alıp banklara oturarak çorbasını içenleri gördüm.  Çorba ikram eden, gelip geçene sesini duyurmaya, bir an evvel ikramını yapmaya çalışıyordu. Önce geçip gittim. Sonra geri gelerek çorba aracını inceledim.

Daha önce görmediğim bir amca Kayalı Park'a postu atmış. Güneş olsa da üşüten bir havada gelen geçene ücretsiz çorba ve ekmek ikramı yapıyor. Kendinde dolmuşunun içine bir düzenek kurmuş. 

Kimdir, necidir; arkasında bir vakıf veya dernek var mı diye aracının sağına soluna baktım. Tek başına kendi için çalışan, reklam kokmayan ve reklamını yapmayan bir olan Allah'ın bir kulundan başkası değildi. 

Bakındığımı görünce "Çorba vereyim mi" dedi. Hayır. Allah razı olsun. Buranın fotoğrafını çeksem olur mu dedim. Olur demedi. Ama olmaz da demedi. Dediyse de ben duymadım. Çektiğimden pek hoşnut olmayıp başını sağa çevirse de "Sükût ikrardandır" deyip üç kare fotoğrafını çektim. 

Allah rızası için yaptığı bu hizmeti, sürekli yapıyor olmalı ki aracının iki camına “Yiyin, için. Allah razı olsun deyin, yeter” yazısını bile yazdırmış. Demek ki çorba-ekmek ikramını bir ihtiyaç görmüş. Bu talihli niye ben olmayayım demiş. Belki de geçmişte yokluğunu çekti, Kayalı Park'ta gezinirken bir param olsa da bir tas çorba içsem özlemini duydu. Bugün elinde imkan var veya imkan oluşturmuş olmalı ki kendisi gibi çorba özlemi duyanlara hizmet ediyor, hem de Allah rızası için. İhtiyaç sahiplerinin ihtiyacını çam sakızı, çoban armağanı misali gidermeye çalışan bu amca, hepimizden daha kazançlı. Rabbinin gönlünü kazanmak için geleceğine/ahiretine yatırım yapıyor. Allah razı olsun kendisinden ebeden.

Birkaç saat sonra aynı yerden geriye dönerken çorba dağıtan amca yoktu. Sanırım ikramlığını bitirdi ve ayrıldı oradan. Etraf da tertemizdi. Sanırım, işini bitirdikten sonra sağa-sola atılan çöp varsa mıntıka temizliğini de yapıp ayrılıyor oradan. Daha önce çarşıya çıktığımda görmediğim bu amca öyle zannediyorum, Konya’nın değişik yerlerini mesken edinmiş. Nerede bir kalabalık var, oraya gidiyor ve gelip geçene çorba-ekmek ikramını yapıyor. Sosyal medyada paylaştığım bu olaya yorum yazan bir arkadaşın “Ben bu amcayı hastanelerin orada da gördüm, orada da çorba dağıtıyordu” demesinden bu amca, kendisine bu işi kendisine meslek edinmiş. Karnını doyurduğu insanlardan tek istediği de “Bir ‘Allah razı olsun’ deyin, yeter.’ sözüdür.


Ne diyelim, Allah soğuk, sıcak demeden insanların karnını meccanen doyurmayı vazife edinen bu tip amcalardan razı olsun, sayılarını çoğaltsın.

Geçmişte ihtiyaç hissedip ama imkansızlıktan dolayı yerine getiremediğimiz bir şeyi, imkana kavuştuktan sonra bugün gidermeye kalksak öyle zannediyorum, çevremizde ne aç kalır ne de susuz. Allah hepimize  duyarlı olmayı nasip etsin.

***05/11/2019 tarihinde  Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.