Ana içeriğe atla

Yapamadım Yapamadım!


Geçtiğimiz cumartesi günü Kayalı Park'ta kendi aracına kurduğu düzenek ile gelip geçene çorba-ekmek ikramı yapan, yaptığı bu ikramdan dolayı bir ücret almayan, tek istediği "Allah razı olsun deyin" olan aynı amcayı, kadın doğum hastanesinin önünde yine çorba dağıtırken gördüm.

Teşkilat yine aynı şekilde. Yanına varıp selam verdim. Selamımı aldıktan sonra çorba doldurmaya davrandı. Allah razı olsun içmeyeceğim. Sizi cumartesi günü Kayalıpark'ta görmüştüm. Şimdi buradasın. Sanırım bu işi rutin yapıyorsun. Kaç yıldır yapıyorsun dedim. Üç yıldır dedi. Nereden aklına geldi böyle bir şey? Biri mi söyledi dedim. Allah dedi, ben de yapıyorum dedi. Daha önce ne iş yapıyordun soruma esnaf emeklisiyim  dedi. Kolay gelsin deyip vedalaştım.

Hastaneye girdim, başhekim yardımcıları ile görüştüm. Bir tanesine amcadan bahsettim. "Eşi çorba pişirip amca bu şekil ikram ediyor, bazen eşi de olur yanında dedi. Helal olsun, ahiret için çalışan tek kişi değilmiş meğer. Eşi de bu yolun yolcusu. Allah eşinden de razı olsun dedim, ayrıldım.

Ayrıldıktan sonra yolda giderken bir gün ben de bu amca gibi çorba dağıtsam nasıl olur dedim. Gözümün önüne getirdim. Sonra vazgeçtim. Neden mi? Ben çorba pişirmeyi bilmem. Pişirmeye kalksam da çorbamdan yiyen ilk kişi "Amca! Sen ne olursun, Allah rızası için çorba pişirme" diyecek. Çünkü elimle pişirdiğim çorbayı kör eşek yemez. 

Haydi diyelim ki eşim yardım etti. Pişirdi, ben dağıttım. Bir gün, iki gün, üç gün...nereye kadar? Bir akşam çorba ikramını yaptıktan sonra eve geleceğim. Kapıyı açan yok. Hemen telefona sarılıp eşimi arayacağım. Açmayacak. Bir daha bir daha arayacağım. Sonunda açacak ve beni dinlemeden "Ben anamın evindeyim. Daha bir süre burada kalacağım. Belki de daha uzun süre. Zira belki aklın başına gelir" diyecek ya da sevap olur diye pişirmeye devam edecek. Çorba servisinden sonra eve gelip mutfağa geçeceğim. Zira karnım açlıktan zil çalıyor. Masa hazır değil, evde yemek yok. Hanım, ben açıktım. Yiyecek bir şey yok mu diyeceğim. Allah Allah! Ne yemeği? Pişirdiğim koca tencere yemekten sonra ne yemeği pişireceğim? Pişirdiğimden bir kase de sen içseydin, olmaz mıydı? Ben bu dünyaya yemek yapmak için mi geldim, ömrüm mutfakta mı geçecek" derse...bir yere kadar anlarım ama ya "Aklından zorun mu var be herif” derse, işte bu, çok zoruma gider. Anlayacağınız, gidişat aile saadetimin bozulmasına kadar gider.

Haydi, eşim günlük yemek yaptı, iş dönüşü bana yine sofra hazırladı. Tüm bunları kaderiiim kaderiiim demeden zevkle yaptı. O zaman geriye ne kaldı? Kollarını sıva demeyin. Aklıma neler geldi neler...

El emeği, göz nuru ev ve el yapımı çorbayı alıp Allah rızası için dağıtmaya çıktım. Çorba ve ekmek verdiğim kişi "Amca! Limon yok muydu? Madem bir iyilik yaptın.  İşini tam yap. Zira çorba limonsuz olur mu" dedi. (Ne anlarlarsa çorbaya veya herhangi bir şeye limon sıkmaktan. Şimdiden dişlerim uyuştu.) Diyelim ki isteyenler için limon da bulundurdum. Çorbamı içtikten sonra “Amca! Baharatı az olmuş…tuzu eksik, çorba biraz koyu veya sulu olmuş…” diyen çıkar mı çıkar ya da ekmeğin ambalajını çöp kutusuna değil de yere atan olmaz mı? Olur. Ekmekten bir parça koparıp yarım bırakan çıkar mı? Çıkar. Ne yapayım, yapsınlar da diyemem. Belki birkaç defa mıntıka temizliği yapacağım. Sonra? Evliya değilim ki…çatacağım birine. Çünkü karışmadan edemem ben. Sonuç, kafayı, gözü kırdırıp evin yolunu tutacağım. Düşündüm de bu iş bana göre değil. Anlayacağınız bu işe başlamadan havlu attım şimdiden.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde