7 Kasım 2019 Perşembe

Yapamadım Yapamadım!


Geçtiğimiz cumartesi günü Kayalı Park'ta kendi aracına kurduğu düzenek ile gelip geçene çorba-ekmek ikramı yapan, yaptığı bu ikramdan dolayı bir ücret almayan, tek istediği "Allah razı olsun deyin" olan aynı amcayı, kadın doğum hastanesinin önünde yine çorba dağıtırken gördüm.

Teşkilat yine aynı şekilde. Yanına varıp selam verdim. Selamımı aldıktan sonra çorba doldurmaya davrandı. Allah razı olsun içmeyeceğim. Sizi cumartesi günü Kayalıpark'ta görmüştüm. Şimdi buradasın. Sanırım bu işi rutin yapıyorsun. Kaç yıldır yapıyorsun dedim. Üç yıldır dedi. Nereden aklına geldi böyle bir şey? Biri mi söyledi dedim. Allah dedi, ben de yapıyorum dedi. Daha önce ne iş yapıyordun soruma esnaf emeklisiyim  dedi. Kolay gelsin deyip vedalaştım.

Hastaneye girdim, başhekim yardımcıları ile görüştüm. Bir tanesine amcadan bahsettim. "Eşi çorba pişirip amca bu şekil ikram ediyor, bazen eşi de olur yanında dedi. Helal olsun, ahiret için çalışan tek kişi değilmiş meğer. Eşi de bu yolun yolcusu. Allah eşinden de razı olsun dedim, ayrıldım.

Ayrıldıktan sonra yolda giderken bir gün ben de bu amca gibi çorba dağıtsam nasıl olur dedim. Gözümün önüne getirdim. Sonra vazgeçtim. Neden mi? Ben çorba pişirmeyi bilmem. Pişirmeye kalksam da çorbamdan yiyen ilk kişi "Amca! Sen ne olursun, Allah rızası için çorba pişirme" diyecek. Çünkü elimle pişirdiğim çorbayı kör eşek yemez. 

Haydi diyelim ki eşim yardım etti. Pişirdi, ben dağıttım. Bir gün, iki gün, üç gün...nereye kadar? Bir akşam çorba ikramını yaptıktan sonra eve geleceğim. Kapıyı açan yok. Hemen telefona sarılıp eşimi arayacağım. Açmayacak. Bir daha bir daha arayacağım. Sonunda açacak ve beni dinlemeden "Ben anamın evindeyim. Daha bir süre burada kalacağım. Belki de daha uzun süre. Zira belki aklın başına gelir" diyecek ya da sevap olur diye pişirmeye devam edecek. Çorba servisinden sonra eve gelip mutfağa geçeceğim. Zira karnım açlıktan zil çalıyor. Masa hazır değil, evde yemek yok. Hanım, ben açıktım. Yiyecek bir şey yok mu diyeceğim. Allah Allah! Ne yemeği? Pişirdiğim koca tencere yemekten sonra ne yemeği pişireceğim? Pişirdiğimden bir kase de sen içseydin, olmaz mıydı? Ben bu dünyaya yemek yapmak için mi geldim, ömrüm mutfakta mı geçecek" derse...bir yere kadar anlarım ama ya "Aklından zorun mu var be herif” derse, işte bu, çok zoruma gider. Anlayacağınız, gidişat aile saadetimin bozulmasına kadar gider.

Haydi, eşim günlük yemek yaptı, iş dönüşü bana yine sofra hazırladı. Tüm bunları kaderiiim kaderiiim demeden zevkle yaptı. O zaman geriye ne kaldı? Kollarını sıva demeyin. Aklıma neler geldi neler...

El emeği, göz nuru ev ve el yapımı çorbayı alıp Allah rızası için dağıtmaya çıktım. Çorba ve ekmek verdiğim kişi "Amca! Limon yok muydu? Madem bir iyilik yaptın.  İşini tam yap. Zira çorba limonsuz olur mu" dedi. (Ne anlarlarsa çorbaya veya herhangi bir şeye limon sıkmaktan. Şimdiden dişlerim uyuştu.) Diyelim ki isteyenler için limon da bulundurdum. Çorbamı içtikten sonra “Amca! Baharatı az olmuş…tuzu eksik, çorba biraz koyu veya sulu olmuş…” diyen çıkar mı çıkar ya da ekmeğin ambalajını çöp kutusuna değil de yere atan olmaz mı? Olur. Ekmekten bir parça koparıp yarım bırakan çıkar mı? Çıkar. Ne yapayım, yapsınlar da diyemem. Belki birkaç defa mıntıka temizliği yapacağım. Sonra? Evliya değilim ki…çatacağım birine. Çünkü karışmadan edemem ben. Sonuç, kafayı, gözü kırdırıp evin yolunu tutacağım. Düşündüm de bu iş bana göre değil. Anlayacağınız bu işe başlamadan havlu attım şimdiden.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder