Geçtiğimiz cumartesi günü Kayalı Park'ta kendi aracına
kurduğu düzenek ile gelip geçene çorba-ekmek ikramı yapan, yaptığı bu ikramdan
dolayı bir ücret almayan, tek istediği "Allah razı olsun deyin" olan
aynı amcayı, kadın doğum hastanesinin önünde yine çorba dağıtırken gördüm.
Teşkilat
yine aynı şekilde. Yanına varıp selam verdim. Selamımı aldıktan sonra çorba
doldurmaya davrandı. Allah razı olsun içmeyeceğim. Sizi cumartesi günü
Kayalıpark'ta görmüştüm. Şimdi buradasın. Sanırım bu işi rutin yapıyorsun. Kaç
yıldır yapıyorsun dedim. Üç yıldır dedi. Nereden aklına geldi böyle bir şey?
Biri mi söyledi dedim. Allah dedi, ben de yapıyorum dedi. Daha önce ne iş
yapıyordun soruma esnaf emeklisiyim dedi. Kolay gelsin deyip vedalaştım.
Hastaneye
girdim, başhekim yardımcıları ile görüştüm. Bir tanesine amcadan bahsettim.
"Eşi çorba pişirip amca bu şekil ikram ediyor, bazen eşi de olur yanında
dedi. Helal olsun, ahiret için çalışan tek kişi değilmiş meğer. Eşi de bu yolun
yolcusu. Allah eşinden de razı olsun dedim, ayrıldım.
Ayrıldıktan
sonra yolda giderken bir gün ben de bu amca gibi çorba dağıtsam nasıl olur
dedim. Gözümün önüne getirdim. Sonra vazgeçtim. Neden mi? Ben çorba pişirmeyi
bilmem. Pişirmeye kalksam da çorbamdan yiyen ilk kişi "Amca! Sen ne
olursun, Allah rızası için çorba pişirme" diyecek. Çünkü elimle pişirdiğim
çorbayı kör eşek yemez.
Haydi
diyelim ki eşim yardım etti. Pişirdi, ben dağıttım. Bir gün, iki gün, üç
gün...nereye kadar? Bir akşam çorba ikramını yaptıktan sonra eve geleceğim.
Kapıyı açan yok. Hemen telefona sarılıp eşimi arayacağım. Açmayacak. Bir daha
bir daha arayacağım. Sonunda açacak ve beni dinlemeden "Ben anamın
evindeyim. Daha bir süre burada kalacağım. Belki de daha uzun süre. Zira belki
aklın başına gelir" diyecek ya da sevap olur diye pişirmeye devam edecek.
Çorba servisinden sonra eve gelip mutfağa geçeceğim. Zira karnım açlıktan zil
çalıyor. Masa hazır değil, evde yemek yok. Hanım, ben açıktım. Yiyecek bir şey
yok mu diyeceğim. Allah Allah! Ne yemeği? Pişirdiğim koca tencere yemekten
sonra ne yemeği pişireceğim? Pişirdiğimden bir kase de sen içseydin, olmaz
mıydı? Ben bu dünyaya yemek yapmak için mi geldim, ömrüm mutfakta mı
geçecek" derse...bir yere kadar anlarım ama ya "Aklından zorun mu var
be herif” derse, işte bu, çok zoruma gider. Anlayacağınız, gidişat aile
saadetimin bozulmasına kadar gider.
Haydi,
eşim günlük yemek yaptı, iş dönüşü bana yine sofra hazırladı. Tüm bunları
kaderiiim kaderiiim demeden zevkle yaptı. O zaman geriye ne kaldı? Kollarını
sıva demeyin. Aklıma neler geldi neler...
El
emeği, göz nuru ev ve el yapımı çorbayı alıp Allah rızası için dağıtmaya
çıktım. Çorba ve ekmek verdiğim kişi "Amca! Limon yok muydu? Madem bir
iyilik yaptın. İşini tam yap. Zira çorba limonsuz olur mu" dedi. (Ne
anlarlarsa çorbaya veya herhangi bir şeye limon sıkmaktan. Şimdiden dişlerim
uyuştu.) Diyelim ki isteyenler için limon da bulundurdum. Çorbamı içtikten
sonra “Amca! Baharatı az olmuş…tuzu eksik, çorba biraz koyu veya sulu olmuş…”
diyen çıkar mı çıkar ya da ekmeğin ambalajını çöp kutusuna değil de yere atan
olmaz mı? Olur. Ekmekten bir parça koparıp yarım bırakan çıkar mı? Çıkar. Ne
yapayım, yapsınlar da diyemem. Belki birkaç defa mıntıka temizliği yapacağım.
Sonra? Evliya değilim ki…çatacağım birine. Çünkü karışmadan edemem ben. Sonuç,
kafayı, gözü kırdırıp evin yolunu tutacağım. Düşündüm de bu iş bana göre değil.
Anlayacağınız bu işe başlamadan havlu attım şimdiden.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder