11 Ekim 2019 Cuma

Kim Kendi Toprakları İçin Savaşıyor? ***


Barış Pınarı Harekâtının ilk gününde Türkiye’nin operasyon düzenlediği Fırat’ın doğusundan Şanlıurfa’nın ilçeleri Viranşehir ve Ceylanpınar’a, yine Mardin’in Nusaybin ilçesine havan ve roketatarlı mermilerle yapılan saldırılarda 10 sivil şehit olurken yetmişten fazla da yaralımız var. Ölenler arasında biri 9 aylık bebek, üçü de 10’lu yaşlarda olmak üzere 4 tanesi çocuk. Yaralılara acil şifalar dilerken ölenlere Allah’tan rahmet ve geride kalanlara sabırlar diliyorum.

Operasyonun ilk gününde sivillerin üzerine saldırıda bulunması ve sivillerin içerisinde çocukların da bulunması PKK/PYD denilen eli kanlı örgütün gerçek yüzünü göstermesi bakımından önemlidir.
Biz terörist diyoruz çoluk-çocuk, sivil-asker ayrımı yapmadan terör eylemi gerçekleştiren bu örgüte. Bizi 80 yılından beri kalleşçe uğraştıran PKK’nın bebek katili olduğunu biliyoruz. Bunu dünyaya anlatma sorunumuz var. Daha doğrusu dünyanın anlama sorunu var. Hasılı anlama özürlü kişilere kendimizi anlatma gibi bir misyonumuz da var. Anlamak istemeyene bu durumu anlat da göreyim ve elini öpeyim. Çünkü anlama özürlülerine laf anlatmak, deveye hendek atlatmaktan zordur.

Merak ettiğim; asker, mesken edindikleri bölgeye operasyon düzenliyor, üzerlerine gidiyor. Bunlar kendilerine operasyon yapan askeri muhatap alacaklarına; savaşa gitmemiş, işinde-gücündeki sivillere ve oyun oynayan çocuklara saldırı düzenliyorlar. Kalleşlik de burada zaten. Hani sempatizanları ve örgüt, kendilerini gerilla olarak görüyordu. Eline silah almamış masumları öldürmenin neresinde gerillalık var? Üstelik havan topu ve roketatarlı mermilerin atıldığı ilçeler Kürt nüfusun yaşadığı ilçeler. Güya Kürtlerin haklarını koruyordu bunlar! Bunun neresinde koruma var? Olmaz olsun böyle koruma! Bereket PKK veya PYD’nin kendilerini koruma gibi bir niyetlerinin olmadığını bu ülkede bizden daha iyi bilen milyonlarca Kürt kardeşimiz var.

PKK/PYD’nin Kürtlerin hamisi olmadığını anlamayan veya kabul etmek istemeyen ve bu örgüte destek veren veya sempati duyan az sayıdaki insanımız da bu durumu anlayacak ama bu anlama bu ülkeye pahalıya patlayacaktır. Ben PKK örgütüne mensup inanmış veya kandırılmış bir militan olsam kendi insanımın üzerine saldırı düzenlemem, ateş açmam. Çünkü bu, “Kürtlerin hakkını koruyorum” tezime ters bir hareket olur. Umarım örgüte mensup kişiler veya sempatizanları bu tür saldırılardan “Ne oluyoruz, biz neyi savunuyoruz, kimi vuruyoruz” diyeceklerdir. Şayet bu saldırı yeterli gelmiyor ve bundan önceki sivillere ateş açılmasını unutmuşlar ise bu “Barış Pınarı Harekâtı” devam ettiği müddetçe PKK/PYD tarafından sivil meskun mahallere -temenni etmiyorum ama- yeni saldırılar yapılacaktır. Umarım geç de olsa gerçeği görürler.

ABD adına bir vekalet savaşı veren PKK için Trump “Kendi toprakları için savaşıyorlar” herzesini yumurtlamış. Diyelim ki PKK kendi toprakları için savaşıyor ve amacı bir devlet kurmak diyelim. Merak ediyorum, Suriye’den, Irak’tan ve Türkiye’den kopardıkları topraklarla nasıl bir devlet olacaklar? Bu devlet bu üçgen arasında yaşar mı? Haydi toprak kopardılar ve bir devlet kurdular diyelim. Bu devlet kime hizmet edecek? Kürtlere mi, İsrail’e mi yoksa ABD’ye mi? Herhalde cevabınız kendi insanının üzerine bomba yağdıran Kürtlere değildir. Hizmet etse etse kendisini silah ve teçhizat ile destekleyip ara ara da ağzına bal çalan ABD’ye ve onun kankası İsrail’e hizmet eder değil mi? Çünkü “Gâvurun ekmeğini yiyen, gâvurun kılıcını sallar” atasözümüz böyleleri için söylenmiştir. Yoksa Okyanus ötesinden gelip PKK’yı niye beslesin?

***12/10/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Diplomasi ve Bilgilendirme *


Barış Pınarı Harekâtı adını verdiğimiz Fırat’ın doğusuna yaptığımız operasyon, bugünden yarına sona erecek gibi görünmüyor. Bölge terör unsurlarından temizleninceye kadar uzun süre devam edecek görünüyor. Operasyonun ilk gününde dünyadan gelen açıklamalara bakınca tepkilerin “Endişe duyuyoruz” şeklinde cılız kaldığını söyleyebiliriz. BM’den bir kınama kararının bile çıkmaması da bunu göstermektedir. Bu, Türkiye’nin lehine bir durum ve elini güçlendirmektedir.

Yaptığımız bu operasyon noktası, virgülüne doğru ve yerinde bir tasarruftur. Bu operasyon uzun sürse de -herhangi bir aksilik olmazsa- sonunda Türkiye bu temizlik harekâtında başarılı olacaktır. Operasyonun doğru ve haklı bir gerekçeye dayanması ve başarılı olunması tek başına yeterli değildir. Bu işin bir de propaganda boyutu vardır. Sahada kazandığını masada ve kamuoyunda kaybetmemek için değişik yollarla hem haklı gerekçemiz anlatılarak Türkiye ve dünya kamuoyunu ikna etmek de gerekiyor. Çünkü ne kadar doğru yolda olsak da doğrumuz karşı tarafın anladığı kadardır.

Operasyonun uzun süreceği ve bu cılız tepkilerin artarak Türkiye’yi kıskaca alacağı ve zor durumda bırakabileceği hesaba katılarak bir taraftan operasyon hız kesmeden devam ederken diğer taraftan da hükümetin iyi bir diplomasi yürütmesinde, dünya ve Türkiye kamuoyunu belirli periyotlarla bilgilendirmesinde yarar görüyorum. Çünkü bu süreçte Türkiye’nin yaptığı bu operasyonun haklı bir gerekçesinin olmadığını yaymak, sivillerin üzerine ateş açıldığını göstermek ve dünya kamuoyunu yanlarına çekmek için bazıları boş durmayacaktır. Bol miktarda yalan-yanlış bilgi ve fotoğrafları, sosyal medya aracılığıyla servis ederek dünya kamuoyunu etkilemeye çalışacaklardır. Çünkü operasyonla köşeye sıkışan terör örgütü, dünyayı etkilemek amacıyla her yolu deneyecektir. Zaten bu tür örgütlerin meşrebinde bundan önce olduğu gibi bundan sonra da her yol mubahtır.  Bu da bir nevi savaştır, psikolojik bir harp taktiğidir. Savaş veya operasyon, illaki cephede çarpışmak ve mevzi kazanmak değildir. Dezenformasyon bilgi yayarak, başka fotoğrafları kırpıp montaj yaparak kamuoyunu yanlış yönlendirme yolunu seçeceklerdir. Operasyonun ilk gününde yapılmaya çalışılan da budur. Yayılmaya çalışılan yanlış bilgi ve fotoğraflara, anında doğrusu ile cevap verilmesi yerindedir. Operasyonla beraber ülkenin bu tür yanlış fotoğraflara karşı da hazırlıklı olduğu anlaşılmaktadır. Bu da bizim için sevindiricidir. Her yönüyle düşünülmüş ve üzerinde çalışılmış bu operasyonun aleyhimize dönmemesi için hükümetin operasyondan önce başarılı bir şekilde uyguladığı diplomasiyi devam ettirmesi ve belirli periyotlarla kamuoyunu bilgilendirmesi iyi olacaktır. Çünkü öküz altında buzağı arayan çoktur.

Operasyonun ilk gününde terör örgütü tarafından Şanlıurfa’nın Akçakale ve Ceylanpınar ilçeleriyle Mardin’in Nusaybin ilçesine havan ve roketatarlı mermilerle yapılan saldırılarda 10 sivilin şehit olduğu yetmişten fazla yaralının olduğu göz önüne alınırsa bu operasyonda da asker ve sivil kayıplarımız olacaktır. Umarım bu tür kayıpların arkası gelmez. Sivillerin üzerine rastgele yapılan bu saldırılar bile eli kanlı terör örgütünün yüzünü göstermektedir. Saldırı yapılan bu yerlerin Kürtlerin ağırlıklı olarak yaşadığı yer olması, PKK/PYD’nin derdinin Kürtleri korumak olmadığı, aksine başlarının belası olduğunu göstermektedir.   

*12/10/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

9 Ekim 2019 Çarşamba

Türkiye Doludizgin Gidiyor *


Suriye iç savaşı çıkıncaya kadar Türkiye zaman zaman Yunanistan ile sorun yaşasa da 80'den beri kah Beka Vadisinde, kah Kandil'de yuvalanmış PKK terörüyle hem içeride hem sınır ötesi operasyonlarla uğraştı durdu. Suriye'deki iç karışıklık dolayısıyla Türkiye hem içeride hem de dışarıda terör örgütleriyle daha geniş bir alanda mücadele etmek zorunda kaldı.

Türkiye, PKK terörü yetmezmiş gibi tıpkı PKK örgütü gibi dış destekli daha sinsi FETÖ örgütü ile de mücadele ediyor. DAEŞ hakeza. Ülkenin içi ve sınır ötemiz ne kadar bitek topraklarmış ki durmadan terör üretiyor. Öldür öldür bitmiyor. Bu terör örgütleri doğru yanlış, iradeleri kendilerinde olan örgütler olsa eh, sonları beyhude bir çaba deyip yine de anlamaya çalışacağım. Fakat hem PKK hem YPG hem DAEŞ hem de FETÖ, kökleri dışarıda elleri kanlı birer maşa örgütlerdir. Malumunuz maşa, elini ateş yakmasın diye işi hep ateşle olan bir tutma aletidir. Maşa, efendisine hizmet için her daim kendini ateşe atar. Ama asla efendi olamaz. Kendisine maşa olma payesi verilen PKK terör örgütü, maşalıktan çok memnun olmalı ki 80 yılından beri kendisine biçilen rolü bıkmadan usanmadan oynamaya devam ediyor. Bu maşa örgütün zerre beyni olsa okyanus ötesindekini memnun edinceye kadar bir ve beraber yaşadığı insanlarla iyi geçinir. Demek ki başkaları adına iş tutmaya çalışmak, maşa olmak genlerinde var bunların.

Türkiye şimdi onca sıkıntısına rağmen Suriye sınırı boyunca yuvalanan ismi değişik olsa da özünde PKK olan örgüte karşı bir operasyon başlattı, doludizgin gidiyor. Kimseye de aldırmıyor. Önceki operasyonlar gibi bu operasyonun da mutlaka ağır bir ekonomik maliyeti olacak. Belki de can kaybı yaşanacak. Ama başka çare de görünmüyor. Umarım Türkiye operasyonu hedeflediği gibi bitirir. Bu operasyon kalıcı çözümler getirir.

Benim endişem kırılgan ekonomimizin  bu operasyondan çok büyük etkilenecek olması. Çünkü Türkiye 2015'den beri, belirli aralıklarla operasyon yapıyor. Mesele vatan olunca başta ekonomi olmak üzere herhangi bir şey düşünülmez ama acaba birileri, Türkiye ile savaşını, Türkiye'yi Suriye'nin içine çekerek mi yürütüyor? Savaşın bir başka türü olan kur savaşından sonra, operasyonla Türkiye'nin ekonomisini dibe vurmasını mı arzuluyor? Çünkü bizimle kur üzerinden savaş yapan ABD, koruyup desteklediği, eğittiği ve her türlü savaş teçhizatıyla donattığı YPG'yi  bizimle karşı karşıya getirerek geriye çekildi ve bizi seyredecek. Kendisinin burnu kanamayacak. Türkiye'ye ben seninleyim, bak operasyona izim verdim diyecek. YPG'ye ise sana silah verdim, seni eğittim. Haydi maharetini göster, Türkiye’yi oyala. Ben arkanda seninleyim, diyecek ve arkada izleyecek.

Unutmayalım ki SSCB, işgal etmek için girdiği Afganistan'dan çıkamayarak ekonomik yönden çöktü ve sonunda Sovyetler Birliği dağılmak zorunda kaldı. Umarım bu operasyon uzun sürmez. Türkiye bir bataklığa çekilmez. Ekonomimiz iyice dibe vurmaz. Yapacağımız bu operasyonun maliyeti olsa da gerekirse dibe vursa da bizi yıllardır uğraştıran PKK terörünün kökünü bu operasyon kurutacak ise en azından belini kıracaksa her bedeli ödemeye değer. Çünkü terör ve terör tehlikesi biterse bu ülkeyi kimse tutamaz. Allah askerimize yardım etsin, ayağına taş değdirmesin.

*11/10/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

"Barış Pınarı Harekâtı" Başladı ***


Suriye iç savaşında ne Rusya ne İran ne Türkiye ne de ABD rahat. Öyle zannediyorum en rahatı İran ve Rusya’yı arkasına almış etkisiz eleman oğul Esed. Ülkesi yolgeçen hanı olmuş, ona vız gelir. Tarafların anlaşamaması onun en büyük avantajı. Binlerce vatandaşı ölmüş, başka ülkelere sığınmacı olmuş, işini-gücünü, evini barkını kaybetmiş…hiç umurunda değil. Ülkesi parçalanmış önemli değil onun için. Ülkesinin bütünlüğünü başta Türkiye olmak üzere taraf ülkeler düşünüveriyor. O da Şam bölgesine sıkışmış bir şekilde güya ülkesinin devlet başkanı olduğunu sanıyor.

İç savaşın çıktığı 2011 yılından beri Suriye savaşından en büyük zararı Türkiye çekmiştir. Hala da çekmeye devam etmektedir. Çünkü Suriye’de daha doğrusu sınırımızda oluşan terör yuvaları Türkiye’nin geleceğini tehdit ediyor. Türkiye bu tehditlerin sonu nereye varır diye beklemiyor, inisiyatif üstüne inisiyatif alıyor: 2015’te Şah Fırat Operasyonunu, 2016’da Fırat Kalkanı Harekâtını, 2018’de Zeytin Dalı Harekâtını yaptı. Hepsinden de yüzünün akıyla çıktı. Ama sorun bitmedi. Çünkü Türkiye-Suriye sınırı yani Fırat’ın doğusu ABD destekli YPG tarafından kontrol ediliyor. Güya YPG, ABD’ye göre DAEŞ ile mücadele ediyor. Orta yerde neredeyse DAEŞ diye bir örgüt kalmamış, ABD silah ve teçhizat yönünden YPG’yi yani PKK’yı desteklemeye devam ediyor.

Burnumuzun dibinde PKK, YPG adı altında sınır boyu yerleşmeye çalışırken Türkiye değişik mahfillerde bu terör örgütünün, ülkesinin güvenliğini tehdit ettiğini çok defa dillendirdi. Dillendirmekle de kalmadı; İran, Rusya ve ABD ile de bir diplomasi yürüttü. Her defasında kararlılığını gösterdi. Türkiye’nin bu kararlılığını gören ABD, kendi askerini geriye çekerek Türkiye’nin yeni bir operasyon yapmasına yeşil ışık yakmış oldu ve Türkiye akşam sabah yeni bir operasyonun startını verdi verecek derken verdi ve operasyon başladı. Zaten nice zamandır sınırın sıfır noktasına gerekli yığınağını yapmıştı. Bu operasyon önceki operasyonlardan daha büyük bir operasyon olacaktır. ABD, bir taraftan Fırat’ın doğusuna bir operasyona yeşil ışık yakarken diğer taraftan ekonomimizi batırmakla tehdit ederek her zamanki çifte standardını göstermiş oldu.  Tehditlere aldırmayan Türkiye, yapacağı operasyonun adını “Barış Pınarı Harekâtı” koydu.

Türkiye, daha büyük kapsamlı yapacağı bu operasyon ile belki tepki çekecek, Trump’ın tweetinde belirttiği gibi belki ekonomik yaptırımlara maruz kalacak, yapacağımız bu operasyondan kırılgan ekonomimiz belki daha fazla etkilenecek. Ama yapılacak bir şey yok. Sonucuna katlanıp sınırımızda yuvalanan terörü daha içlere doğru göndermeyi hedeflemektedir. Boşalttığı alana da sığınmacıları yerleştirerek ülke güvenliğini garantiye almak istemektedir.

Hasılı geri dönüşü olmayan bir yola girmiş olduk. YPG de Türkiye’nin bu kararlılığını görmeli artık. Ben bu işe karışmam diyerek geri plana çekilen ABD’nin niyetini anlamalı. Çünkü ABD, ne haliniz varsa görün diyerek Türkiye ile YPG’yi kırdırmayı hedeflemektedir. Umarım operasyon uzun sürmez, askeri kaybımız olmaz, ekonomimiz çok etkilenmez. Yapacağımız bu operasyon Türkiye’nin hedeflerine hizmet eder, bölgede kalıcı güvenli bir ortamın oluşmasına sebebiyet verir. Tüm kalbimizle ordumuzun yanındayız. Bu seferin akıbeti hayır olur inşallah!

***10/10/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

8 Ekim 2019 Salı

Bankamatik Memurları *

Bugünkü yazıma anlatılan bir hikâyeyle başlamak istiyorum. Adamın biri cemaatle namaz kılmak için bir camiye gelir. Namazın bitiminde kendi kendine "Acaba bu camide Allah'ın kaç veli kulu vardır" diye sorar. Az sonra yanına biri gelir, omzuna dokunur ve "Seninle iki kişiyiz" der.

Hikayenin aslı yoktur ama anlatmış oldum. Şimdi bu hikayeden hareketle, bir soru da ben sorayım. Acaba hâlihazırda Türkiye'de kaç bankamatik memuru vardır? Bu soruya cevap verebilecek var mı? Bu soruya geçmeden önce bankamatik memuru kime denir? Umarım biliyorsunuzdur. Bilmeyenler için söyleyeyim. Bir işi olduğu halde işe gitmeyerek maaşını almaya devam edenlere denir. 90'lı yıllarda yaygındı bankamatik memuru. Bu konu hükümetlerin canını sıkan ve başını ağrıtan konulardan biri olmuştur hep. 

Son yıllarda bu bankamatik memurlarında epey bir artış oldu. 2014 yılında çıkarılan kanunla birçok müdürler, müdür yardımcıları özlük haklarına dokunulmadan el çektirildi. Çoğu mesaisini evinde yapıyor. Yani işe gitmiyor. Çünkü gidecek yeri yok ve devletin bunlara ihtiyacı yok. Bugün sayısı ne kadardır bilme imkanımız yok. Bu işi bilse bilse ilgili bakanlıklar bilir. Türkiye'nin kanayan yarası olan bu konu hakkında vekillere görev düşüyor. Pekala yazılı soru önergesi vererek halihazırda işe gitmediği halde maaş almaya devam edenlerin sayısı sorulabilir. Ancak doğru bilgiyi bu şekilde alabiliriz.

Kanunla oluşan bankamatik memurları konusunda halen bankamatik memuru olanlara kızacak değilim. Bu kişilerle çalışmak istemeyen devlete de bir şey diyecek durumum yok. (Kazanılmış hak gereği özlük haklarından yararlanmaya devam eden bankamatik memurları da bu durumlarından memnun değil.) Orta yerde bir yanlışlık var, emek sarf edilmeden ödenen maaşlar var. Bu meseleyi bir çözelim diyen de yok. İşime yaramaz deyip kenara koyup bankamatik memuru görevi yapan kişilerin yerine, bu işi daha iyi yapacaklar diye getirdiğimiz kişileri de tekrar bankamatik memuru yapıyoruz. Garip olan bu. Demek ki işleyişte bir sıkıntı var ve bu yol, yol değil. Bu işi çözecek olan devlettir. Çünkü bu durumu oluşturan kendisidir. Ya bu kişiler arasında emekliliğini hak edenleri ne yapıp ne edip emekli edecek ya “kazanılmış hak yoktur” deyip bu kişilere fiili olarak yapabilecekleri bir iş verecek ya da onları emsal bir göreve atayacaktır.

Orta yerdeki bu cenaze en kısa zaman diliminde kaldırılmalıdır. Çünkü bu durumdan ne bankamatik memuru ne devlet ne de vatandaş memnundur. Devlet ne yapıp ne edip bu durumla ilgili ve bundan sonra bankamatik memuru oluşturmamak için bir yol bulmalıdır. Kapasitelerine göre herkesten azami ölçüde faydalanma yoluna gitmelidir. Çünkü ödenen para milli servettir ve insan iş gücünden yeterince faydalanamıyoruz. Bu da bir nevi israftır.

* 20/11/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

7 Ekim 2019 Pazartesi

Peygamberlerin Misyonu*

Kur'an-ı Kerim'de gönderilen peygamber sayısı 25’dir. Fakat Hz Adem'den Hz Muhammed'e kadar gönderilen peygamber sayısı daha fazladır. Sayısını bilmiyoruz. Allah tarafından gönderilen peygamberlerin görevleri, melek vasıtasıyla Allah'tan aldığı vahyi insanlara duyurmak, izah gerekiyorsa açıklamak, vahyi kendi hayatlarına tatbik etmek ve ahlakıyla insanlara güzel örnek olmaktır.

Her bir peygamber, aldığı vahyi insanlara aktarırken Allah'ın bir ve tek olduğunu, ondan başka ilah olmadığını, yegâne kulluk edilecek tek varlık olduğunu, Allah'a başka şeyleri eş koşmamaları gerektiğini vs anlatıp durmuştur. Yani yeryüzünde fitne kalmaması ve dini sadece Allah'a has kılmak için uğraşmışlardır. Mücadelelerinin adı tevhit-şirk/hak-batıl mücadelesidir. Zulüm ve haksızlıklara karşı koymuşlardır. Ahlaki ilkeleri yerleştirmeye çalışmışlardır. 

Bana tek kelimeyle peygamberlerin mücadelesi nedir derseniz, şirke bulaşmış tevhidi asıl mecrasına koymak derim. Çünkü tarih boyunca insanlar Allah'ı biliyorlar: Evreni o yaratmıştır, doğa olaylarını yapan odur. İnsanlar Allah'a inandıktan sonra inandıkları tek Allah inancına başka şeyleri ilave etmişlerdir. İnançlarına bidat ve hurafeleri sokmuşlardır. Daha sonradan kattıkları bu şeyleri din kabul etmeye başlamışlardır. Toplumda bidat ve hurafenin hakim olduğu bir gelenek oluşturmuşlardır. Peygamberler bir nevi tevhidi şirkten temizlemek ve yerleşik düzenle mücadele yolunu seçmişlerdir. O yüzden Allah şirki en büyük zulüm olarak isimlendirir.

Hz Muhammed'in peygamber olarak görevlendirildiği toplum Allah'ı biliyordu. Hatta kendilerini İbrahim'in dininden olduklarını söylüyorlardı. Vallahi, billahi şeklinde yemin ediyorlardı. Kâbe onlar için kutsaldı. Aynı zamanda putlara tapıyorlardı. Niçin putlara tapıyorsunuz dendiğinde "Bizi Allah'a yaklaştırsın diye aracı kabul ediyoruz" diyorlardı. Peygamberimiz az uğraşmadı bu gelenek ve dine sonradan katılan bidat ve hurafelerle.

Bugün bidat ve hurafe yok mu? Var hem de fazlasıyla. Öyle zannediyorum peygamberlik kapısı kapanmasaydı, Hz Muhammed son nebi olmasaydı Allah gelenek, bidat ve hurafelerle mücadele edecek yeni nebiler gönderirdi. Çünkü günümüzde dini sadece Allah'a has kılma diyebileceğimiz tevhit inancı başka aracılarla şirke bulanmış durumda. Toplumda bidat ve hurafe gırla gidiyor. Bu geleneği savunanlar ve bunlara dini kılıf giydirenler de toplumda çok güçlü. 

Günümüzde peygamberlik müessesesi olmadığına göre şirk, gelenek, bidat ve hurafe ile kimler mücadele edecek? Hadiste geçtiği şekliyle bu işi âlimler yapacaktır. Ama işleri zor görünüyor. Rabbim şirkten, bidatten, hurafeden ve körü körüne geleneği takip etmekten bizleri korusun!

*01/11/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Hırsızlık Şüphesiyle Takip Edilmek *

Bir arkadaşım bir çay markasını tavsiye etti. Her yerde bulunmayan bu çayı bir markette bulabileceğimi söyledi. Sair zamanlarda alışveriş için gitmediğim bu markete bu vesileyle uğradım. Küçük bir market. İçi ağırlıklı olarak süt ürünleriyle dolu bu markette alışveriş yapmak bir mesele. Çünkü aralarda dolaşmak için biriyle karşılaşınca geçmesi için yan dönmen gerekiyor.

Alışveriş arabası almaya gereksinim duymadım. Nasılsa alacağım sadece çay idi. Çay reyonu nerededir diye bulduğum bir boşlukta yürümeye başladım. Bir kız çocuğu "Beyefendi! Zeytin indirimde. Rengi de kahverengi, çekirdeği de aynı. Normal fiyatı 17.00 lira. Bugüne mahsus 12 küsur. İster misin" dedi. Aldığım zeytin türü. Hele bir de indirimli ise kaçırır mıyım? Bizde indirimler normal fiyatının üzerine yeni bir fiyat yazıyorsun. Sonra yeni fiyata çarpı atıp "şok indirim" diyerek ürünü normal fiyatına satıyorsun. Sonra gelsin müşteriler! İşte ben de o müşterilerden biriyim. Ver kızım oradan 1,5 kilo dedim. Tartıp poşetin içine koydu, elime tutuşturdu.

Zeytin poşeti bir elimde, diğer elimde de başka bir yerden aldığım poşet olduğu halde çayların teşhir edildiği bölüme geldim. Giriş kapısının yanındaymış. Aradığım çay yoktu. Tekrar tekrar baktım. Sonra tüm markaları tek tek okuyarak aradığım çayı bulmaya çalıştım. Nafile. Başka bir yerde sergilenmiş olabilir mi diye göz attım. Yoktu. En iyisi aradığım çayı bir görevliye sormak deyip sağıma soluma baktım. Bana bir metre uzaklıkta kenarda kazık gibi duran benden daha yaşlı sivil giyimliden başkası yoktu. Ben yüzüne bakınca başını önüne eğiyordu. Bir görevli bulabilir miyim diye sağa sola bakarken gözüm tekrar ihtiyar amcaya ilişti. Elinde ne poşet ne önünde alışveriş arabası vardı. Tek yaptığı vardı: Dikilmek. Sonunda siz burada mı çalışıyorsunuz dedim. "Evet, buyurun" dedi. "...marka çaya bakmıştım, göremiyorum" dedim. "Elimizde kalmadı ama sipariş ettik, gelecek" dedi. Ne zaman dedim. "Bilemiyorum" dedi. Teşekkür edip hesapta olmayan ama almış bulunduğum zeytinin ödemesini yapmak için kasaya geçtim. Sonra evimin yolunu tuttum.

Yolda bir düşüncedir aldı beni. Marketteki yaşlı amcayı düşünmeye başladım. Bana yakın bir yerde hiçbir şey yapmadan dimdik niye bekliyordu? Tabi ya! Adam beni hırsız sanmıştı. Nasıl düşünemedim bunu... Bana o kadar yakında duruyor ki elimde zeytin poşeti ile kapıdan çıkmaya kalkışınca yakalayacaktı. Başka da bir izah gelmedi aklıma. Hoş, kaçsam beni yakalayamazdı. Beni yakalamaya kalksa da itekler kaçardım. Sadece biraz tecrübeye ihtiyacım var, o kadar. Sahibi miydi yoksa çalışan mıydı? Hırsızları yakalamak için o yaşta birine kimse iş veremezdi. Olsa olsa sahibi idi.

Bulunduğu muhit itibariyle bu markete hırlı-hırsız her türden kişinin gelmesi beklenir. Demek ki aldığını ödemeden giriş kapısından çıkıp giden çok oluyor ki her girene alıp kaçıracak gözüyle bakılıyor ve böyle bir tedbir almış olmalılar. Günde ne tip insanlarla karşılaşıyorlar ve tereklerden neler kaçırılıyor, kim bilir? Bunu ancak market ve mağaza sahipleri bilir. Aklımdan geçmeyen bir şey şüphesi ile takip edilmek zoruma gitti. Bulamadığım çay için hırsızlık damgası yemek de vardı. Ucuz atlattım. Ne günlere kaldık! Üzüldüm bu duruma…

*09/10/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.