11 Ağustos 2019 Pazar

Yönetim ve Dedikodu *

Özel bir hastanede çalışan doktorların oluşturduğu whatsapp grubunda "Maaş ve ücretlerini zamanında yatırmadıklarından dolayı hastanenin sahibini eleştiri konusu yaptığı için iş akdi feshedilen göz doktoru, haksız yere işine son verildiği iddiasıyla idari mahkemeye başvurur. Mahkeme ‘davacının kapalı grup içerisinde yapmış olduğu paylaşımlar kişisel verilerin korunması kapsamında olup gizli kalması gereken bilgiler olduğunu, doktorun haksız yere işten çıkarıldığına ve işine dönmesi gerektiğine’ karar verir." 

Bu haberde üzerinde durmak istediğim husus hastane sahibinin bulunmadığı whatsapp grubundaki yazışmalardan hastane sahibinin nasıl haberdar olduğudur? Demek ki grupta olanlardan biri veya birileri doktorun hastane sahibine yönelik yaptığı eleştirileri noktasına, virgülüne patronuna taşımış. Hoş bir durum mu bu? Değil elbet. Bunun adı düpedüz laf taşımadır. Bir laf taşıma, kişinin işinden olmasına sebep olmuştur. Her ne kadar mahkeme, kişinin görevine iadesi şeklinde bir karar verse de o doktorun o hastanede bu aşamadan sonra çalışabilmesi zordur. Hastane sahibi zorunlu olarak geri işe alsa bile kısa bir süre sonra tazminatını vererek doktorla yollarını ayırır.

Doktorların arasında cereyan eden bu laf taşıma işi, maalesef diğer kurum ve kuruluşlarda da var. Merak ettiğim hem ahlak hem de dinimizde yeri olmayan laf taşımayı insanlar niçin yapar? Gerçekten insanlar niçin laf taşır? Sanırım laf taşımak suretiyle patronun veya amirin gözüne girme düşünceleri olsa gerek. Ahlaki olmayan bu durumun bir ucunda laf taşıyan var, diğer ucunda laf getireni dinleyen var. Laf getiren razı bu durumdan, lafı dinleyen de. Allah muhabbetlerini artırsın böylelerinin. Haydi biri meslek edindi, amirine yalakalık yapacak. Amir niçin dinler böylelerini? Amirler şunu bilmeli ki laf getiren iki taraflı çalışır. Sana laf getiren, senden de bir başkasına laf götürür. Çünkü mesleği budur. Kişisel bir tercih olan bu laf getirip götürme ve dinleme işi, tamamen bir karakter ve kişilik bozukluğudur. Tedavisi var mı? Sanmıyorum. Bu tipleri ancak teneşir tahtası paklar.

Şunu kimse unutmasın ki amme hizmeti yapılan yerlerde eleştirilere açık olmayan yönetimler, çalışanlar tarafından zaman zaman eleştirilir. Bu da doğaldır. Çünkü yönetenle yönetilen arasında mağduriyet veya memnuniyetsizlik olabilir. Bu durum çalışanlar tarafından değişik platform ve ortamlarda dile getirilebilir. Burada doğal olmayan, bir sohbet ortamında dile getirilen bu tür eleştirilerin yukarıya taşınmasıdır. Her yerde olan bu tipler senden gibi görünüp başkasına çalışan kişilerdir. Bunlara pirincin içindeki beyaz taş da denebilir.

Patron veya işçi, amir ya da memur şunu unutmasın ki dedikodu çalışma ortamını bozar. Amaçları bu ise bunu en güzel şekilde yerine getirmektedirler. Burada garip olan, yönettiği kurumda huzurun bozulacağını bile bile patron veya amirlerin bu kovucuları dinlemesi. Laf getirip götürenle kurumunu yönetmeye kalkanlar şunu bilsinler ki bir kurum dedikodu kültürü ile yönetilmez. Yöneticilik bu değildir bir defa. Bu tipler gerçekten iyi bir yönetici ise kurumundan kimse kendisine laf getirip götüremez. Kazara biri şirin görünmek için böyle bir yola girmeye kalkarsa yöneticiye düşen, laf getiren kimsenin ağzına lafını tıkamasıdır.

*26/10/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yemin Törenleri *

Son yıllarda törenlere katılım daha bir arttı. Bunların başında okul mezuniyet törenleri ile askerlik yemin törenleri gelmektedir. Okul mezuniyet törenlerinin yapıldığı tarihler okuldan okula, fakülteden fakülteye göre değişmektedir. Ya hafta içi gündüz ya hafta sonu ya da akşam saatlerinde yapılmaktadır. 

Günü değişmeyen törenler, askeriyelerde yapılan yemin törenleridir. Bu törenlerin hepsi bila kaydu şartın cuma günü öğleden önce yapılmaktadır. Niçin cuma günü? Çok anlamış değilim. Biliyorum askerlik demek tertip, düzen ve kural demektir. Bu, değiştirilemez bir askeri kural mıdır ki hep cuma günleri olmaktadır. Burada tek akla gelen yemin töreninden sonra izne çıkacak veya yeni yerine gidecek askerin ya bulunduğu yerde ya da memleketinde hafta sonunu ailesiyle birlikte geçirme düşüncesi olabilir.

Oğlunun/yeğeninin/kardeşinin/kayınının yemin törenine katılmak için Türkiye'nin her bir yerinden aileler törenin yapılacağı ile akın ediyor. Evlattır, yeğendir, kardeştir, kayındır; gidilecek. Hele evlat bekliyorsa, arkadaşlarının ailesi de gelecekse gitmezlik olmaz. Yemin törenine katılacak ailenin bu durumda ne zaman yola çıkması gerekiyor? Uzaklığa göre değişse de perşembeden yola çıkanlar var, yakın mesafedekiler akşamdan yola çıkarak geceyi yolda geçiriyor, kimi de cuma sabahı erkenden yollara düşüyor.

O zaman mesele nedir derseniz? Ben bu yemin törenlerinin gününe taktım. Bu törenler niçin cumartesi veya pazar günü yapılmaz? Ne fark eder? Ha cuma ha ertesi ya da pazar demeyin. Her ailenin eli boş değil ki istediği zaman törene katılsın. Memuru var, esnafı var, işçisi var. Memur ve işçi cuma günleri yapılan bu yemin törenleri için her halükarda en az bir veya iki gün izin alması gerekiyor. İşini tek başına yürüten küçük esnaf ise ya yerine dükkanı açacak birini koyacak ya da kapatıp gidecek. Burada iş, zaman ve mesai kaybı söz konusu…Büyüklerin yemin törenine katılmasından geçtim. Aile boyu gidenler var. Çocuğu okuyorsa izin alınıyor. Çocuğun sınavı varsa çocuk sınava girmiyor. Yani bu mesele çok ciddi. Düğünlerimiz bile eş-dost, herkes katılabilsin diye cumartesi ve ağırlıklı olarak pazar günleri yapılırken aynı durumu yemin törenleri için de düşünmek lazım.

Aslında bana kalırsa yemin törenlerinin bir anlamı yok. Çünkü izlemek için gittiği törende çoğu aileler çocuklarını tören bitinceye kadar göremiyor. Çünkü aynı elbise giymiş eratın içinde çocuklarını bulmak ve görmek mesele. Bir sektör oldu gidilecek. Herkesin ailesi, çocuğum orada kendini garip hissetmesin deyip katılıyor.

Umarım bu önerim dikkate alınır. Ki bu önerim dikkate alınırsa birçok aile rahatlayacaktır. Kimsenin işi-gücü aksamayacaktır.

*27/09/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Nasıl Aramazsın Hırsızı?

Her zaman açılan balkon kapısı bir sabah açılmadı. Anahtarla bir sağa, bir sola denedim durdum. İçeriden ve öbür balkon kapısından geçerek tornavida ile ittim. Yine olmadı. Takım taklavadı getirdim. Kapının içinden ve dışından kapı kollarını söktüm. Nafile. Anahtarı yağladım. Olmadı. Sonunda kilidi daha iyi çevirsin diye anahtarın arkasından pense ile tutup açmak için zorladım. Bu sefer anahtar kırıldı. Bu kadar iş kaç saatimi aldı bilmiyorum. Olmayacak yarın bir anahtarcı alıp geleyim, sabah ola, hayır ola dedim.

Akşamında hırdavat işi ile uğraşan bir arkadaşı aradım, bu kapı nasıl açılacak diye. Benim uyguladığım her yolu söyledi. Denedim hepsini dedim. Bir anahtarcı al gel, açıversin, kilidini de değiştiriversin dedi.

Ertesi sabah arkadaşın tavsiye ettiği anahtarcıya gitmeden son çırpınış, bir kere daha deneyeyim dedim. Elime tornavidayı alıp dilin geçtiği yeri tahmin ederek ittim ve kapı açıldı. Bir sevinç bir sevinç. Zafer kazanmış bir komutan gibiydim. Ne anahtarcıya gidecektim ne de masraf edecektim. 

Kilidi söktüm, eskiden kalma bir kilit buldum evde. Benim eski kilidi yorulan yere girdirdim. Yeni kilidimin anahtar deliği ile kapı kolunun gireceği delik uyum sağlamadı. Elime bıçağı alıp biraz yonttum. Kilidi takıp vidalarını iyice sıktım. Kapının açılıp kapanmasını ve kilitlenip açılmasını test ettim. Oldu bu iş. Bir sevinç bir sevinç daha. Anahtarcıya ve marongoza ihtiyaç hissetmeden kapıyı açma, kilidi değiştirme işini halletmiştim. Eskisinden de iyi oldu üstelik. Ama ne kadar uğraştığımı söylemeyeceğim.

Yapılan iş basit bir iş olsa da işe yaradığını hissetmek ayrı bir mutluluk veriyor insana. Oturdum, kalktım, eserime baktım. Vay be! Ben neymişim böyle dedim. Anlatılmaz, ancak yaşanır. Bunun duygusu bir başka.

Ama sevincim fazla uzun sürmedi. İçimi bir hüzün kapladı. Neydi bunun sebebi derken sonunda buldum. İçimden bir ses "Senin saatlerce süren bu kapı açma işini hırsız birkaç saniye içinde yapardı" dedi. Tüh be! Nasıl Aramazsın böyle zamanlarda hırsızı dedim içimden. Gerçekten ne zaman gelip kapıyı açtıkları ve evi soyup gitmeleri fazla bir zamanlarını almıyor. Elleri ve akılları hayra çalışmasa da elleri pratik. Kendi kendime "Oğlum Ramazan! İyi ki bir mesleğin var, o işi yapıyorsun. Hırsız olsan kapıyı açmak için uğraşırken kaç defa ev sahiplerine yakalanır, evi soyamadığın gibi bir araba sopa yerdin. Ardından polise teslim ederlerdi seni. Sen iyisi mi mesleğine iyi sahip çık, bu durumda hırsızlık neyine senin" dedim. 

Her şey gelirdi aklıma. Ama açılmayan kapımı açmak için bir hırsızı arayacağım hiç aklıma gelmezdi. Şakası bile kötü! Allah evlerden ırak eylesin. Soy sopları kesilsin.

10 Ağustos 2019 Cumartesi

Parmağa Bakmak

Hepimiz okurken öğretmenlerimiz bir okuma parçası okutur, ardından "Bu parçanın ana fikri nedir" sorusunu sorardı. Sınavlara girmişseniz Türkçe sorularından bazıları parçadaki temel düşünceyi veya kastedilen fikri bizden ister. Bunun için parçayı bir güzel okur, ana fikrini bulmaya çalışırız. En kolay sorulardan biridir metindeki verilmek istenen mesajı bulmak. 

Günlük hayatta da boşa konuşmuyorsak her konuşmanın bir anlamı vardır. Yeter ki ister okurken kendimizi vererek okuyalım, dinlerken muhatabımızı can kulağıyla dinleyelim. Zaten yazmadaki, okumadaki ve dinlemedeki amaç da bu değil mi? 

Hikaye, roman, deneme vb. anlatımlarda yazanın, anlatanın ve paylaşanın olayları hikayeleştirirken mutlaka bir ana fikri vardır. Okuyan kıssadan hisse alsın diye parmağını gizlice gösterir. Olayları anlayan maksadı anlar. Çünkü parmağın işaret ettiği yöne bakmıştır. Verilmek istenen mesajı anlamayanlar da olur mu? Oluyor maalesef. Bunlar parmakla gösterilen yere değil, parmağa bakarlar. Doğaldır ki parmağa bakanlar anlayamazlar. Çünkü gördüğü sadece parmaktır. Halbuki öteye baksa meseleyi anlayacak. 

Bazıları niçin parmağın gösterdiği yere değil de parmağa bakar? Çünkü maksadı üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir. Bağcıyla derdi nedir böylelerinin? Kim yapar bunu? Yani parmağa kim bakar? Ancak ön yargılı ve peşin hükümlü olanlar böyle yapar. Dinlerken ve okurken nasıl hata bulabilir, bunu kullanabilirim şeklinde dinler ve okur. İçerikte bir şey bulamazsa kullandığın kelimelerden bir şeyler çıkarmaya çalışır. Kazara bir yerde birden fazla manaya gelebilecek, başka taraflara çekilebilecek bir kelime, bir ifade veya bir cümle buldu mu? Dünya onundur artık. Kedi olalı bir fare tutmuştur. Değerlendirecek elbet bunu.

Gündelik hayatta sözün özüne değil de şekline takılıp kalan ve gürültü koparan insanlara bakınca sayılarının azımsanamayacak kadar çok olduklarını görüyorum. Kocaman bir ordular. Aynı anda harekete geçerler. Bu tipleri ben parmağın gösterdiği yere değil, parmağa bakanlar olarak değerlendiriyorum.

Sahi, parmağa kimler bakar? Haydi onu da siz bulun...

9 Ağustos 2019 Cuma

Kadir-Kıymet Bilmezlik Böyle Bir Şey!

Kendi halinde okullarda formatörlük, müdür yardımcılığı, geçici okul ve şube müdürlüğü yapıp evinin ekmeğini kazanırken siz alın onu, getirin yüksek bir mevkiye. Daha önceden hazırmış gibi ertesi günü selefi ayrılmadan sabah 08.00'da koltuğuna oturup işine yoğunlaşmak istesin. Selefinin ricası üzerine koltuğuna birkaç saat gecikmeli otursun.

İşe başladığının birkaç ayında ilçesinde ne kadar müdür ve yardımcısı varsa kahir ekseriyetinin kellesini, önüne gelen listeye göre bir güzel alsın. Herkesin düşmanlığını üzerine çeksin. Bunların hiçbirine aldırmasın. Kelle koltukta herkesle mücadele etsin.

Ardından yeni müdür ve yardımcılarıyla eğitim ve öğretimi düzeltmeye koyulsun, ilçesini, ilini ve Türkiye'yi hale yola koyduktan sonra yeter dinleneyim biraz demeden, ilçesini Afrika'ya açsın. O kadar işinin gücünün arasında herkes Avrupa'ya giderken o Afrika'ya gitsin, buradan götürdüklerini yetimlere dağıtsın, onların başını okşasın. 

Bugüne kadar bir dediğinizi iki etmesin. Size hiç saygıda kusur etmesin. Böyle birini daha yukarılarda değerlendireceğinize, siz onu beş yıl sonra "Yeter bu kadar" deyip alın bir kenara koyun. Bu olmaz işte. Nedir suçu? Ne yaptı size?  Kadir kıymet bilmezliktir bu yaptığınız. Bunu hak etmedi bir defa. O bir değer olmuştu halbuki. Daha ilk geldiğinde nice kelleleri alacağım demişti. Kimsenin gözünün yaşına bakmadı, aldı. İlçemi dünyaya açacağım demişti, açtı. Neyi eksik yaptı söyler misiniz? Bu haliyle de size yaranamadıysa pes doğrusu! Sizin bu yaptığınız tam bir nankörlük. 

Adam ne yapsın şimdi? Neyi araştırsın bir başına? Sonra ondaki donanım yüz de yüz. Daha neyi araştırsın? Tek başına evde ne yapsın? Çocukları sormayacak mı "Baba sen ne yaptın, niye evdesin, seni niye aldılar" diye. Hangi birine ne desin? Evde otur otur sıkılmayacak mı? Dışarıya çıksa nere gitsin, kim ona bir bardak çay söyler, kim yüzüne bakar? Az mı cesedi var arkasında? Çünkü nereye baksa kendi katil izini görür. 

Of, çekilir mi daha bu yaşta bu? Allah kimseyi bu duruma düşürmesin. Nasıl geldiyse öyle gider elbet. Dün kendisi koltuk uğruna her şeyi yapmış ve koltuğuna pislemiş biri olarak yapacağı tek şey var: Eşekten düşenlerin yanına gitmek ve onlarla dertleşmek. Aralarındaki tek fark, bazılarının geçmişinde tertemiz bir sayfa varken bununki kirli. Nasıl temizlenir bilmem? Bir dost nasihati, bir hacca gitse iyi olur. Belki oradan temizlenir gelir. Ama bunun bir şartı var, kalemiyle kanını damlattığı herkesten hacca gitmeden önce helallik almak. Değilse bin hac bile paklamaz onu.

Biraz Kendimize Ayar Versek...

Ah! Nerede o eski nesil? Nesil değişti, çocuklar yaramazlaştı, söz dinlemiyorlar, büyüklere saygı kalmadı diyerek yeni yetişen nesle kızarız. Bu nesil niçin böyle oldu? Bunda biz büyüklerin payı nedir? Bunları nasıl kazanabilir, iyiye kanalize edebiliriz diye düşünmüyoruz.

Nesil elden gidiyor, değerlerimize yabancılaşıyor, çoğu deist oluyor diyoruz. Niçin deist olduklarına kafa yormuyor, bunda bizim sorumluluğumuz var mı demiyor, çözüm yolu üretmiyoruz.

Hadisler inkar ediliyor. Bunu yapanlar oryantalistlerin yerli uşaklarıdır diyor. Ardından hadisle, sünneti karıştırarak işi sünnete getiriyor, sünneti inkar edenin dinde yerinin olmadığını söylüyoruz. Ya hep ya hiç, diyoruz. Bazı insanlar hadislere niçin bu şekil bakıyor? Sorun bu bakış açısında mı yoksa bizim bakış açımızda bir sorun mu var demiyor. Bunun nedenleri üzerinde durmuyor. Temel kaynaklar konusunda niçin anlaşamıyoruz diyerekten kendimizi bir sorgulamaya tabi tutmuyoruz.

Sorun olarak gördüğümüz, dert edinmekten ve tartışmaktan öte bir şey yapamadığımız konular çok olmakla beraber biz verdiğimiz bu üç örnekle yetinelim ve verdiğimiz bu üç örnek üzerine beyin jimnastiği yapalım.

Yeni nesil bizden farklı. Nesil bizim yetiştiğimiz ortama göre değişmiş olmasına rağmen biz hala onları kendi yetiştiğimiz döneme göre yetiştirmeye kalkıyoruz. Başarısızlığımızın temelinde bu var. Yeni nesli ve gelmekte olan nesli kazanmak ve bizim gibi olmalarını istiyorsak öncelikle onların dilini anlamamız gerekiyor. Bu dili anlamadan başarının gelmesi mümkün değil. Teknoloji çağında bizden önce her türlü bilgiye ulaşan gençliğe bizim eski usül ve yöntemlerimiz sığ ve basit gelir. Bunun için çağı okuyarak işe başlamamız gerekiyor. Çünkü çocuk yaşadığımız çağa göre yetiştirilir.

Gençlerin deist ve ateist olmasına gelince bunun sırrı da gençliğin yetişmesiyle orantılı. Sorgulayan bir nesil varken verdiğimiz örnekleri bile yenilemiyoruz. Bir firma bile sürekli sattığı ürünün tadı aynı olmasına rağmen zaman zaman jelatinini yeniler. Biz ise eski bilgileri günümüze getirirken aynı şekilde koruyoruz. Günümüz vardır bundan bir hikmetten ziyade gördüğü ve duyduğunda mantık arıyor. Bizim açıkladıklarımıza yeni bir mantık ve bakış açısı getirmemiz lazım.

Temel kaynaklarla ilgili tartışmamız toplumun gözü önünde yanlış minval üzere yürüyor. Bu da insanımızın kafasını karıştırıyor. Kapalı ortamlarda tartışılarak pişirilip piyasaya sürülmesi gereken görüşler sosyal medya ve ekranlarda gırla gidiyor. Her iki görüşün sahipleri de taraftar toplama derdinde. Halkı kutuplaştırarak bir kesimi etrafımızda toplamanın karşıt kesimi sapıklık, şirk ve tekfir ile suçlamanın Müslümanlara faydası olmaz. Sadece taraflar birbirlerini itham ederek egolarını tatmin eder.

Yapmamız gereken güzel bir üslupla geçmiş müktesebatımızı bu asrın idrakine sunmaktır. Bunu yapamazsak gençlik elden gitmeye devam eder, gençlerimiz deist olmaya yönelir, her hadis tartışması bizi bizden uzaklaştırır. İnsanlar temel kaynaklara mesafeli yaklaşmaya başlar. Burada değinmemiz gereken bir diğer husus da hep başkasına ayar vermeye çalışırken iyi örnek olmuyoruz. Biraz da kendimize ayar versek fena olmaz, diyorum.




8 Ağustos 2019 Perşembe

Müslümanca Tavır *

Müslümanca tavra insanca tavır da diyebilirsiniz. Nasıl olmalıdır sorusuna cevap aramaya çalışacağım:

*Etrafına güven vermelidir her şeyden önce.

*Hangi işi yaparsa yapsın işinin hakkını vermelidir. İşinde en iyi olmalıdır.

*Hal ve hareketiyle, konuşmasıyla çevresine örnek olmalıdır.

*Davranış ve konuşmasında nazik ve kibar olmalıdır.

*Kimsenin sözünü kesmemelidir. Karşı tarafı ön yargısız dinlemelidir. Söz sırası kendine geldiğinde konuşmalıdır.

*Olur olmaz her konuda fikrini söylememelidir. Bilmediği bir konuda bilmiyorum diyebilmelidir.

*Konuşurken emir verici, tepeden bakan bir tavır sergilememelidir.

*Farklı fikirlere tahammül etmelidir. Önce onları dinleyip anlamalıdır. Farklı fikir sergileyenlerin fikirleri yanlış ise onları doyurucu bilgi, güzel ve yumuşak bir üslupla ikna etmeye çalışmalıdır. Onlara hakaret etme yolunu seçmemelidir, kızıp bağırmamalı, hedef göstermemeli, dışlama yoluna gitmemelidir. Onları tekfir etmemelidir. Onlara sapık dememelidir. Onları müsteşriklerin yerli işbirlikçisi şeklinde itham yoluna gitmemelidir. İkna edemese bile onlarla iletişimi kesmemelidir. "Müslüman kardeşim bu konuda farklı düşünüyor" diyerekten kendimiz saygı beklediğimiz gibi onlara da saygı gösterilmelidir.

*Gündeme, sürekli anlaşamadığımız konuları getirip ayrışmayı körüklemektense, asgari müştereklerde anlaşabildiğimiz konularda bir araya gelmenin yolları aranmalıdır.

*Gizli ajandamız olmamalı. Kapalı kapılar ardında yaptığımız konuşma ile toplum nezdinde yaptığımız konuşma çelişmemelidir.

*Hata yapan, dili sürçen kişileri ayıplamamalı, tefe koymamalı. Beşerdir, şaşar. Bugün bu duruma o düşmüştür, yarın da ben düşebilirim demelidir. Yapılan açıklamayı yeterli bulmalı, öküz altında buzağı aramamalıdır. Niyet okuyuculuğu yapmamalıdır.

*Bir zaman birlikte çalıştıklarımızla yollarımız ayrıldığında, onların aleyhinde konuşmamalı, onlara yaptığımız iyilikler başa kakılmamalı. Kapı daima açık tutulmalı, onlardan hayırla bahsedilmeli.
*Hiçbir fikrin, görüşün fanatiği olmamalı. Daima orta yolu tutmalı.
*Görüşü, düşüncesi ne olursa olsun, mağdurun elinden tutmalı, mağrur ve zalime karşı koymalı.
*Irkçılık yapmamalı. Kendi ırkını aşırı yüceltip başka ırkları hor görmemeli.
*Aman dileyene, özür dileyene el kaldırmamalı. Suçlu ile mücadelede orantısız güç kullanmamalı. İnsanlara toptancı yaklaşmamalı. Amaç gözden çıkarma değil, kazanma olmalı.
*Gıybet yapmamalı, iftira atmamalı, laf taşımamalı.
*Gördüğü kötülüğü; eliyle, gücü yetmiyorsa diliyle edebince düzeltmeli. Buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle buğzetmeli.
*Yardım yaparken en yakınlarından uzağa doğru bir yol izlemeli.
*Okumalı, düşünmeli, sorgulamalı, aklını kullanmalı. Aklını kişiye veya zümreye kiraya vermemeli. Kendini sürekli geliştirmeli.
*İşe yerleştirmede kendinden olanı değil, en ehil olanı seçmeli.
*Az konuşmalı, çok iş yapmalı, üreten olmalı.
*Her Allah, peygamber, vatan, millet, Sakarya diyene hemen güvenip teslim olmamalı. Allah ile aldatanı tespit etmeli. Güzel duyguları emellerine alet eden bu tiplere prim vermemeli.
*Her yönüyle kişiliği oturmuş bir birey olmalı, prensipleri olmalı. Makam, şöhretin değiştirdiği olmamalı.
*Kişileri görüşlerinden veya yaptıklarından dolayı eleştirirken, olayı kişiselleştirmeden, geçmiş defterleri açmadan onların onurlarını koruyarak yapmalı...

* 23 Aralık 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.