Ana içeriğe atla

Parmağa Bakmak

Hepimiz okurken öğretmenlerimiz bir okuma parçası okutur, ardından "Bu parçanın ana fikri nedir" sorusunu sorardı. Sınavlara girmişseniz Türkçe sorularından bazıları parçadaki temel düşünceyi veya kastedilen fikri bizden ister. Bunun için parçayı bir güzel okur, ana fikrini bulmaya çalışırız. En kolay sorulardan biridir metindeki verilmek istenen mesajı bulmak. 

Günlük hayatta da boşa konuşmuyorsak her konuşmanın bir anlamı vardır. Yeter ki ister okurken kendimizi vererek okuyalım, dinlerken muhatabımızı can kulağıyla dinleyelim. Zaten yazmadaki, okumadaki ve dinlemedeki amaç da bu değil mi? 

Hikaye, roman, deneme vb. anlatımlarda yazanın, anlatanın ve paylaşanın olayları hikayeleştirirken mutlaka bir ana fikri vardır. Okuyan kıssadan hisse alsın diye parmağını gizlice gösterir. Olayları anlayan maksadı anlar. Çünkü parmağın işaret ettiği yöne bakmıştır. Verilmek istenen mesajı anlamayanlar da olur mu? Oluyor maalesef. Bunlar parmakla gösterilen yere değil, parmağa bakarlar. Doğaldır ki parmağa bakanlar anlayamazlar. Çünkü gördüğü sadece parmaktır. Halbuki öteye baksa meseleyi anlayacak. 

Bazıları niçin parmağın gösterdiği yere değil de parmağa bakar? Çünkü maksadı üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir. Bağcıyla derdi nedir böylelerinin? Kim yapar bunu? Yani parmağa kim bakar? Ancak ön yargılı ve peşin hükümlü olanlar böyle yapar. Dinlerken ve okurken nasıl hata bulabilir, bunu kullanabilirim şeklinde dinler ve okur. İçerikte bir şey bulamazsa kullandığın kelimelerden bir şeyler çıkarmaya çalışır. Kazara bir yerde birden fazla manaya gelebilecek, başka taraflara çekilebilecek bir kelime, bir ifade veya bir cümle buldu mu? Dünya onundur artık. Kedi olalı bir fare tutmuştur. Değerlendirecek elbet bunu.

Gündelik hayatta sözün özüne değil de şekline takılıp kalan ve gürültü koparan insanlara bakınca sayılarının azımsanamayacak kadar çok olduklarını görüyorum. Kocaman bir ordular. Aynı anda harekete geçerler. Bu tipleri ben parmağın gösterdiği yere değil, parmağa bakanlar olarak değerlendiriyorum.

Sahi, parmağa kimler bakar? Haydi onu da siz bulun...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde