Ana içeriğe atla

Biraz Kendimize Ayar Versek...

Ah! Nerede o eski nesil? Nesil değişti, çocuklar yaramazlaştı, söz dinlemiyorlar, büyüklere saygı kalmadı diyerek yeni yetişen nesle kızarız. Bu nesil niçin böyle oldu? Bunda biz büyüklerin payı nedir? Bunları nasıl kazanabilir, iyiye kanalize edebiliriz diye düşünmüyoruz.

Nesil elden gidiyor, değerlerimize yabancılaşıyor, çoğu deist oluyor diyoruz. Niçin deist olduklarına kafa yormuyor, bunda bizim sorumluluğumuz var mı demiyor, çözüm yolu üretmiyoruz.

Hadisler inkar ediliyor. Bunu yapanlar oryantalistlerin yerli uşaklarıdır diyor. Ardından hadisle, sünneti karıştırarak işi sünnete getiriyor, sünneti inkar edenin dinde yerinin olmadığını söylüyoruz. Ya hep ya hiç, diyoruz. Bazı insanlar hadislere niçin bu şekil bakıyor? Sorun bu bakış açısında mı yoksa bizim bakış açımızda bir sorun mu var demiyor. Bunun nedenleri üzerinde durmuyor. Temel kaynaklar konusunda niçin anlaşamıyoruz diyerekten kendimizi bir sorgulamaya tabi tutmuyoruz.

Sorun olarak gördüğümüz, dert edinmekten ve tartışmaktan öte bir şey yapamadığımız konular çok olmakla beraber biz verdiğimiz bu üç örnekle yetinelim ve verdiğimiz bu üç örnek üzerine beyin jimnastiği yapalım.

Yeni nesil bizden farklı. Nesil bizim yetiştiğimiz ortama göre değişmiş olmasına rağmen biz hala onları kendi yetiştiğimiz döneme göre yetiştirmeye kalkıyoruz. Başarısızlığımızın temelinde bu var. Yeni nesli ve gelmekte olan nesli kazanmak ve bizim gibi olmalarını istiyorsak öncelikle onların dilini anlamamız gerekiyor. Bu dili anlamadan başarının gelmesi mümkün değil. Teknoloji çağında bizden önce her türlü bilgiye ulaşan gençliğe bizim eski usül ve yöntemlerimiz sığ ve basit gelir. Bunun için çağı okuyarak işe başlamamız gerekiyor. Çünkü çocuk yaşadığımız çağa göre yetiştirilir.

Gençlerin deist ve ateist olmasına gelince bunun sırrı da gençliğin yetişmesiyle orantılı. Sorgulayan bir nesil varken verdiğimiz örnekleri bile yenilemiyoruz. Bir firma bile sürekli sattığı ürünün tadı aynı olmasına rağmen zaman zaman jelatinini yeniler. Biz ise eski bilgileri günümüze getirirken aynı şekilde koruyoruz. Günümüz vardır bundan bir hikmetten ziyade gördüğü ve duyduğunda mantık arıyor. Bizim açıkladıklarımıza yeni bir mantık ve bakış açısı getirmemiz lazım.

Temel kaynaklarla ilgili tartışmamız toplumun gözü önünde yanlış minval üzere yürüyor. Bu da insanımızın kafasını karıştırıyor. Kapalı ortamlarda tartışılarak pişirilip piyasaya sürülmesi gereken görüşler sosyal medya ve ekranlarda gırla gidiyor. Her iki görüşün sahipleri de taraftar toplama derdinde. Halkı kutuplaştırarak bir kesimi etrafımızda toplamanın karşıt kesimi sapıklık, şirk ve tekfir ile suçlamanın Müslümanlara faydası olmaz. Sadece taraflar birbirlerini itham ederek egolarını tatmin eder.

Yapmamız gereken güzel bir üslupla geçmiş müktesebatımızı bu asrın idrakine sunmaktır. Bunu yapamazsak gençlik elden gitmeye devam eder, gençlerimiz deist olmaya yönelir, her hadis tartışması bizi bizden uzaklaştırır. İnsanlar temel kaynaklara mesafeli yaklaşmaya başlar. Burada değinmemiz gereken bir diğer husus da hep başkasına ayar vermeye çalışırken iyi örnek olmuyoruz. Biraz da kendimize ayar versek fena olmaz, diyorum.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde