30 Temmuz 2019 Salı

Kaplıcada İlk Günüm

Biraz yaşlanınca ağrı ve sızılar artınca yazın gözünüz kaplıcalarda olur. O değilden kaplıcanın faydalarına bir göz atarsanız, mübarek her derde deva. Aman kaçırmayalım diyor ve bir kaplıca arayışına giriyorsun. En azından ben böyle yaptım.

Dört gün öncesinden ne olur ne olmaz diyerekten kaporasını gönderdiğim termale üç saatlik bir yolculuktan sonra yerleştim. İlk günüm bugün. Nasipse beş gün kalacağım burada. Niyetim ağrıyan sızlayan bütün dertlerimi burada bırakıp geri dönmek. Sonrasını benim derdimle uğraşmak üzere termal sahibi düşünsün.

Adına şiirler yazılan, efsanesi bile olan kaplıcanın bir benzeri de Fransa'da imiş. Fransa'dakini görmemişsem de buradakini görerek orayı da görmüş gibi oldum. 

Az dinlendikten sonra odadaki havuzu doldurarak suyun içinde bir yirmi dakika durdum. Suyu, banyo suyu gibi ılık, yakmıyor. Çıktıktan sonra tüm dertlerimden kurtulmuş olabilir miyim diye kendimi bir yokladım. "Nedin lan sen" der gibi hiç oralı olmadı. Sonradan resepsiyonda imzaladığım sözleşme metnini okudum. Faydası için en az 10 ila 20 gün kalınması gerekiyormuş. Anlayacağınız niyetimi bozmayayım ama beş gün kalarak havamı alacak gibiyim.

Dinlenmek için yatağa az uzandım. Gözümden uyku akıyor. Uyu uyuyabilirsen. Misafir eksik olmadı hiç. Uyutmadılar. Dinlenmeye mi geldim, misafir ağırlamaya mı anlayamadım. Misafirler de mankafa çıktı. Ne laftan anladılar ne de sözden. Bu adam buraya tatil yapmak için uzaktan geldi, rahat bırakalım demediler. Ne zaman uyku moduna geçmeye kalksam dın sesiyle uyandırdı beni. Sinekti konan, hem de karasından. Kovaladım. Sağ olsun gitti. İnadı yoktu. Az sonra tekrar uyuya kalacağım, yine dın diyerek bir sinek vızıltısı daha. Aynısı mı, farklı biri mi bilemedim. Hepsi siyahından tek yumurta ikizi, tıpatıp aynı. Baktım o inatsa ben hayli hayli inadım. Uyuyacağım, başka yolu yok dedim. İçeri sıcak demeden üzerime bulduğum nevresimi çektim. Uyudum mu, uyumadım mı bilmiyorum ama yarı uyku hali yaşadığım belli. Geç yatmaya alışkın biri olarak daha 23.00 sularında gözüm kapanıyorsa demek ki bu karasinek/ler beni uyutmadı.

Ben böyle karasinekle kara düzen mücadele ederken aklıma bir büyüğümün başından geçen geldi. Ama midem götürmedi. Büyüğüm ne mi yapmış? Tarlada eski usul çalışırken öğleye kadar güneşin altında didinip durmuş. Öğle yemeğini yedikten ve namazını kıldıktan sonra yorgunluğum gitsin diye römorkun altına uzanmış. Niyeti az kestirmek. Ama ne mümkün! Karasineğin biri uylamış. Tam canı geçecekken gelip konmuş. Eliyle kovalamış ama uzaklaşan sinek tekrar konmuş. Bir türlü uyutmamış. Sonunda kovalamayı bırakmış, sineği yakalamaya karar vermiş. Bir, iki, üç, beş derken sineği avucunun içine yakalamış. Yakalamakla kalmamış. Avucunu iyice sıkmış ve sineği öldürerek hıncını almış. Ama kendisini bir türlü uyutmayan sineğe olan siniri geçmemiş. Sinirinden sineği ağzına katmış, bir güzel çiğnemiş. Ardından yere tükürerek ağzını bir güzel yıkamış. Yerde parçalanmış bir şekilde mevta olmuş sineğe bakmış ve "Haydi bir daha dınıla da göreyim" demiş. Sonrasını bilmiyorum. Uyudu mu büyüğüm yoksa kalkıp işine mi koyuldu? Ama olan sineğe olmuş ve mücadeleyi büyüğüm kazanmış. Benim bu hikaye aklıma geldi ama böyle bir mücadeleye ne midem müsaade eder ne de kabiliyetim. Ayrıca ben mütevazı insanım. Baktım olmadı. Sineği odada bırakarak balkona geçtim.

Balkonda akşam yemeğini yiyorum. Sol kolumda bir kaşıntı bir kaşıntı! Tatlı mı tatlı! Mübarek, ne de zevkli kaşımak. Nihayet ne var bu kolumda diye baktım. Kolumda baloncuk oluşmuş. Hay aksi dedim kendi kendime. Ne münbit bir yermiş burası. Hem karasineği var hem de sivrisineği. Gelen öpmüş beni, giden öpmüş. Karası konduktan sonra benim ben, ben geldim dercesine sesiyle rahatsız ediyor. Sivrisi sinsi mi sinsi! Rengi beyaz ya da renksiz. Geldiğinden bile haberin olmuyor. Kanını emiyor bir güzel. O gittikten nice sonra sen kaşınmaya başlayınca "Ana len sivri de var burada" diyorsun.

Hasılı ilk günkü misafirlerim pencereden giren davetsiz misafirlerimdi. Aklı sıra bana hoş geldin dediler. Umarım bu misafirlik yarına ve ertesi günlere sarkmaz. Çünkü misafir ev sahibine eziyet etmez. Zaten dinimizde de misafirlik bir gündür. Yarın beni bana bırakır, kendileri de yeni gelenleri ziyarete giderler. Ayrıca şakaysa bu yaptıkları, bir tek şakası. Böylesi şakayı hiç sevmem. Ciddilerse tadında bırakmalılar artık. Zira bunun ciddisini de hiç sevmem. Hasılı dinlemeye ve dert bırakmaya gelen ben sanırım dertli gideceğim buradan.

Belediye ne mi yapıyor? Ne bileyim ben kardeşler! Kaldığım yer bir belde. Belediyesi var. Ama koskoca belediye sinek vb. haşerelerle mücadele eder mi? Birçok belediyemiz gibi muhtemel ki bu belediye de aslî görevinin dışında vazifesi olmayan diğer âlî işlere bakıyordur. Sağ olsunlar, var olsunlar...

Not: 
1. Paranızla ısırılmak istiyor; derdiniz yok, dertlenmek istiyor, ağrımaz başınızı ağrıtmak istiyorsanız beklerim buraya sizleri de.
2.Sineği ağzına atan kimseye "Yaptın mı, sineği çiğnedin mi" dedim. "Yaptım" dedi.
3.Sinekle mücadelede oğlumun hakkını teslim etmem gerek. Halihazırda yedi cesedi var. Benim sineksavarım o. Gazetede ile halletti. Bedavaya getirdik şimdilik bu mücadeleyi.


28 Temmuz 2019 Pazar

Hayata Dair *


*Profesyonel siyasetçi değilseniz amatörce siyaset yapmayın. Bırakın bu işi, bu işe soyunanlar yapsın. Siz kendi işinize yoğunlaşın. Siyasetiniz sandıkla sınırlı kalsın. 
*Ömrünüz birini veya birilerini savunarak veya kötüleyerek geçmesin.  Unutmayın ki hiçbir kişi veya kişiler her daim iyi, her daim kötü iş yapmaz. Felsefeniz doğruya doğru, yanlışa yanlış olsun. Sevip saydığınız kişinin yanlışını ilk siz söyleyerek karşı çıkın. 
*Kendinizin bir fikri olsun. Fikirleriniz doğrultusunda yaşayın. Kişiyi değil, fikirlerini benimseyin. Çünkü kişiler bugün var, yarın yok ya da o kişi sizi yarı yolda bırakabilir. 
*Sloganik yaşamayın. Söylediklerinizi pratiğe geçirin. Derinlemesine düşünün. İlla sloganik yaşayacaksanız yaşantınız sloganik olsun.
*Rakiplerinize, rakip bildiklerinize veya sizinle zıt düşünceye sahip olanlara önyargılı yaklaşmayın. Onları önce dinlemeye ve anlamaya çalışın. Niçin benimle aynı düşüncede değiller, niye onları ikna edemiyorum diye kafa yorun. Asla diyalog ortamını kesmeyin. Kendinizden dolayı kimseyi düşüncenize düşman etmeyin.
*Kendi düşüncenizi sık sık gözden geçirerek güncelleyin. Yanlışlarınızı ayıklayın. Zaman zaman acaba yanlış yolda mıyım diye kendinizi sorgulayın. Özeleştiri yapın. Hatanızı tespit edince özür dileyerek hatadan vazgeçin. Çünkü özür dilemek bir erdemliliktir. 
*Sabit fikirli olmayın. Fikrinizi değiştirebileceğinizi hesaba katın. Çünkü fikirler olaylara, zamana, yaşa bağlı olarak değişebilir. Fikrinizde sabit olup zamanın ruhuna uygun olarak kendinizi yenilemezseniz fikrinizin fanatiği olursunuz.
*Doğru, sadece sizin savunduğunuzdan ibaret olmayabilir. Doğruya giden birden fazla yol olabilir. Bu yüzden rakiplerinize empati ile bakın. Rakibinizin fikrine bakışınız, yüzeysel bilgi ve duyumlardan ibaret olmasın. Eleştiriden önce derinlemesine bir araştırma yapmak lazım.
*Hayatınızı başkasını kötülemek ve eleştirmek üzerine kurmaktansa kendi doğrularınızı anlatın. Kimseyi fikrinden ve yaptığından dolayı kınamayın, ayıplamayın ve gülmeyin. Çünkü bugün ayıpladığımız ve güldüğümüz yarın başımıza gelebilir.
*Bir görev ifa ediyorsanız görevinizi tadında bırakın. Kendinizi bulunmaz Hint kumaşı bilmeyin. Unutmayalım ki kimse vazgeçilmez değil.
*Bir koltuk sahibi iseniz koltuğunuza değer katın. İnsanların size saygısı koltuğunuza değil, koltuğunuza verdiğiniz değerden olsun. Gücünüzü koltuktan almayın. Koltuğa güç katın. Koltuğa oturduktan sonra koltuğun değiştirdiği insanlardan olmayın.
*İşinizi düzgün yapın. Kendinizi işinize verin. İşinizi bırakıp dünyayı düzeltmeye kalkmayın. İşinizi düzgün yaparsanız dünya zaten düzelir.
*Hayattan beklentileriniz büyük olmasın. Küçük beklentilerle yetinin. Geleceğe karamsar bakmayın. Hep ümit var olun.
*Kimseyi gittiğiniz yolda bende yapmayın. Onların akıllarını kiralamayın. İnsanları etkilerken akıllarını kullanmalarına imkan verin. Yol göstericiliğimiz okullarda görev yapan psikolojik danışman ve rehber öğretmenler gibi olsun. Malumunuz rehber öğretmenler, öğrencilere yapacağını söylemez. Öğrencinin ne yapacağını kendisinin bulmasına yardımcı olurlar. Bizimki de öyle olmalı.

*04/10/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Kırk Yılı Geride Bırakan Arkadaşlık

Yıllardır geleneksel hale getirdiğimiz sınıf pikniğimizin, sonuncusunu 27 Temmuz 2019 Cumartesi günü Kent Ormanlarında yaptık. 28 arkadaşımız pikniğimize iştirak etti.

Adına piknik deyip bir araya geldiğimiz pikniğimizde yedik içtik. Yeme-içme bahane tabi. Maksat bir araya gelmek, eski günleri yad etmek, kimin durumu nedir, bilgi sahibi olmak.

Geriye dönüp bakıyorum. Çoğu ile birlikteliğimiz 79 yılına kadar gidiyor. Okuma uğruna yola çıktığımız yolculuğumuz orta birinci sınıfta başlamıştı. Şu ya da bu şekilde ayrılanların yerine gelenlerle iyi bir sinerji oluşturduk.

79 yılında başlayan birlikteliğimiz 1986 yılında okulun bitmesiyle son bulsa da birlikteliğimizi sürdürüyoruz. Dile kolay 40 yılı geride bıraktık. 

Bu birlikteliği sürdürmede -okul sıralarında pek farkına varamasak da- İHL'lik duygusunun etkisi büyük olsa gerek. Öyle kopmaz bir bağ oluşmuş ki arada menfaat yok, beklenti yok. Dün sınıfta tutamadığımız, susturmak için uğraştığımız küçükler büyümüşler, namerde muhtaç olmayacak şekilde değişik işkollarında iş güç sahibi olmuşlar: Kimi emekli olmuş, kimi emeklilikten sonra tekrar çalışma yolunu seçmiş, kimi günlerini torun büyütmeye adamış, kimi hala çalışmaya devam demiş. Çoğunun saçları ağarmış, çoğu dede olmuş bu kişilerin kimi pikniğin sponsoru oluyor, kimi ikramlık getiriyor, kimi mangalın başına geçiyor, kimi arada çay, yemek vs servis işini yapıyor. Kendiliğinden oluşan bir işbölümü. Sessiz ve derinden yürüyor. Müdüre, müdür yardımcısına, öğretmene ve sınıf başkanına ihtiyaç yok. Kimin ne kabiliyeti varsa oraya geçiyor. Arkadaşları yiyip içtikçe yorgunlukları gidiyor. Benim gibi oturup sere serpe uzananları gördükçe gönüllülük esasına göre üzerlerine aldıkları işe daha bir dört elle sarılıyorlar. Öyle ya...o armut pişip ağzımıza düşecek. Hele başka bir istediğiniz var mı demeleri yok mu? Midem büyüse de daha fazla yesem, şu ihtiyar delikanlıların isteklerini yerine getirebilsem dedirtti bana.

Aramızdan yakın zamanda ayrılan arkadaşımızı yad ettik, sevabını bağışlamak üzere hatim indik, dualar ettik, birlikte cemaatle namazlarımızı kıldık, ilahiler söyledik, Kur'an'dan bölümler okuduk. Sonunda nasıl ki kırk yıl ne çabuk geçmişse, günün akşamında da vedalaşarak birlikteliğimizi önümüzdeki yıl devam ettirmek üzere nihayete erdirdik. 

İçlerinde yaşça en büyükleri olarak demek isterim: Hepsinin yolu açık olsun, birlikteliğimiz daim olsun, ne dertleri varsa Allah dertlerini gidersin, imtihanın büyükleriyle Allah imtihan etmesin, hepsine sağlıklı, bereketli uzun ömürler versin. Pikniğin organizesini yapan, pikniğe maddi ve manevi katkıda bulunan, uzak-yakın, işim var demeden pikniğe iştirak eden herkese sonsuz teşekkürler!

İşleri sebebiyle katılamayan arkadaşlarımız! Sanmayın ki sizi unuttuk. Gözlerimiz sizleri aradı. İnşallah seneye sizleri de aramızda görürüz.

Piknikte yeme ve içmenin dışında bir şey yapmadım.* Bu da benden olsun. Nice 40'lı yıllara gençler!

*Niçin bir şey yapmadım? Elimden kör eşek yem yemez diye.

27 Temmuz 2019 Cumartesi

İyiliklerin En Kötüsü Başa Kakmadır

Millet olarak iyi ve hoş yönlerimiz çok olmakla beraber bir kötü yanımız var ki problem mi problem. Sevdiklerimizi yanımızdan uzaklaştıran bir yönümüzdür bu. Nedir bu kötü yönümüz derseniz? Başa kakma derim.

Karşılık beklemeksizin yardım yaparız. Herkesin imdadına koşarız. Verdikçe veririz. İyilikte sınır tanımayız. Amma velâkin daha sonraları en ufak bir durumda tüm bu yaptıklarımızı sayar döker, un-ufak eder, başa kakarız. En hafifinden nankör deriz. Bunun adı bir çuval inciri berbat etmektir. Bu yaptığımız, telafisi ve geriye dönüşü olmayan bir yoldur. Bunun ne insaniyette ne ahlakta ne de dinde yeri vardır.

Belleğinizi biraz yoklarsanız başa kakmanın sayısız örnekleri gözünüzün önüne gelir. Mesela hiç düşündük mü Kuzey Kıbrıslı soydaşlarımız bizden niçin haz almaz? Bugün bir referandum yapılsa “Güney Kıbrıs'la birleşmeyi mi istersiniz yoksa Türkiye ile mi” dense bizim soydaşlarımız hangi ülkeyi tercih eder? Herhalde Türkiye'yi değil, Rum Devletini tercih eder. Niçin böyle, hiç sorduk mu kendimize? Ben de bunu merak eder, soy ve dindaşlarımız bizi niye sevmez diye sorardım kendi kendime. Sonunda bu sorumun cevabını bir TV kanalında CHP eski milletvekili Sayın Aytuğ Atıcı'yı dinlerken buldum. Sayın Atıcı, Kıbrıslı soydaşlarımızın bizden nefret etmesini Kıbrıs Harekâtından sonra "Biz sizi Rumlardan kurtardık. Biz olmasaydık Rumlar sizi öldüreceklerdi" sözlerini sık sık hatırlatmamıza bağladı. Katılır veya katılmazsınız, böyle sözler söylendi veya söylenmedi ama bu cevap bana mantıklı geldi. Gerçekten biz bir harekât yapmasaydık Rumlar Kıbrıs'taki Türklerin çoğunu öldürecekti. Bu doğru. Bu bir iyilik mi? İyilik… Peki bizim bunu sık sık tekrarlayıp onların ensesinde boza pişirmemizin bir anlamı var mı? Yok. Bu, düpedüz bir başa kakmadır. Belki de bundandır ki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaşlarının çoğu bize mesafeli ve uzak. Bu yaptığımız Ömer Seyfettin'in Diyet isimli kitabında anlattığı kol kesme hikayesinden başkası değildir. Yine yağmurda ıslanmasın diye Nasrettin Hoca'ya şemsiyesini veren kimsenin daha sonraları sık sık "Benim şemsiye olmasaydı o gün senin halin nice olurdu Hoca" demesine benzer. Diyet'te hikayenin sonu, sürekli başa kakılan kol kesilerek biter, Nasrettin Hoca fıkrasında da hoca kendisini elbisesiyle birlikte havuza atıp ıslanarak kurtarır.

Geçmişten günümüze bu başa kakma sendromumuz hız kesmeden devam ediyor. Yeter ki iyilik yapanla aramız açılsın. Ondan sonra anandan doğduğuna pişman olursun. "Nankör... Olmasaydı sen bir hiçtin... Sayesinde bir yere geldin... Yoksa seni kim tanırdı... Senin ne özelliğin var... Bugünkü bu geldiğin yeri ona borçlusun..." gibi. Allah aşkına bu tür söylemin kime ne faydası var? Maksat uzaklaştırmaksa alası yapılmıştır. Bu sözü söylemekle ha taşı atıp başını yarmışsın ha öldürmüşsün. Hiç farkı yok. Sonra sonra baş yarmanın belki bir izahı olur: kızdım, attım dersin. Fakat başa kakmanın bir izahı olamaz. 

Demem odur ki maksat üzüm yemekse başa kakmayalım. Balık bilmezse Halık bilsin. Çünkü yaptığımız en küçük bir iyilik daha sonra gelir bizi bulur. Eğer bir gün başa kakacaksak hiç iyilik yapmayalım. Çünkü sonucu itibariyle telafisi mümkün olmayan bir yok oluştur başa kakmak.

26 Temmuz 2019 Cuma

Değişik Adlarla Oynanan Kumar İlletine Dikkat!*

Toto, Loto, İddaa, Ganyan gibi değişik adlarla bilinen şans oyunları, sorumluluğunu daha tam üstlenmemiş gençlerimizi, içine çekip yuttuğu kumar türleridir. Değişik isimler altında internet yoluyla oynanan türleri de var sanırım.

Kumar girdabına duçar olan gençlerimizin her birinin ayrı bir hikayesi vardır ama hepsinin ortak yönü, arkadaş kurbanı olarak bu bataklığa saplanmalarıdır. Önceleri merak ve vakit geçirmek, bir maceraya girmek için harçlıklarını harcayarak bu yola giriyorlar. Genelde sonu kaybetmekle biten bu oyunlar kaybettirdikçe, kaybedileni geri almak için gençlerimizi hırslandırıyor. Daha fazla harcamaya başlıyorlar. Elde, avuçta olanı bitirdikten sonra ailenin kötü günde lazım olur diye bir kenara koyduğu altına, paraya ve dövize göz dikerler. Habersizce alıp yine kumar oynamaya veya kumara yatırmaya giderler. Ardından varsa mevduat hesabından avans çekerler, buradaki kredi bitince kredi kartlarından nakit çekmeye başlarlar. Kredi kartı döndürülemez noktaya gelince değişik bankalardan kredi çekme yoluna giderler. Kafa hala dank etmez ise gerekirse tefecinin kucağına düşerler. Tüm bunlar sanki ev ve araba alır gibi hepsi kumarda harcanır.

Ailenin tüm bu olup bitenlerden haberi nice sonra olur. Ama iş işten geçmiştir. Zayiat büyüktür. Evden giden, para, döviz ortaya çıkar, Geriye kredi ve kredi kartı borçları gibi yıllar yılı ödenecek devasa bir borç ve faizi kalır. Ev ve ailede baş gösteren huzursuzluğu bilmem saymaya gerek var mı? En azından güven ve itibar kaybı baş gösterir. Bu durumda aile pek dışa da açılamaz. Anlam veremediği olup biteni içine atar. Hayatı boyunca el sürmediği, el süreni ayıpladığı kumar borcunu naçar ödemeye çalışır.

Olası bir durumdan bahsetmiyorum. Bu kumar illeti çoğu gençleri, heyheylerinin üzerinde olduğu bir dönemde yakalar, kimini teğet geçer, kimini içine çeker, kimi de direkten döner. Özellikle bu çağda yaşayan gençler için hazırlanan tuzaklar çoktur. O yüzden ben günümüz nesline şeytanı bol nesil diyorum. Allah ocakları yıkan ve söndüren böylesi kumar bataklığından gençlerimizi korusun. Bu bataklığa düşenleri de kurtarsın.

Burada garibime giden bir durum var. Kredi çekmenin kolaylığı. Şimdilerde sanırım nüfus cüzdanı gösterilerek kefilsiz kredi çekilebiliyor. Bir kredi bu kadar kolay çekilmemeli diye düşünüyorum. Hiç unutmam, üniversitede okurken çıkan öğrenci kredisi için banka benden iki kefil istemiş, iki esnaf bulup gitmiştim.

Allah'ın haram kıldığı bu kumarı insanımız niçin oynar? Çok anlamış değilim. Merak ediyorum, bugüne kadar kumardan ihya olan var mı? Giden zaman, giden servet ve geriye kalan borç, boğaza giren haram lokma ve sonu, kocaman bir pişmanlık. Bu son pişmanlık neye yarayacaksa? Oynayan oynuyor, oynatan oynatıyor, izin veren veriyor, bilen sesini çıkarmıyor. Hepsi suç ortağı bunların…

Burada anne, baba ve eşlere düşen yaşları büyüse de çocuklarını/eşlerini takip etmeleri. Kiminle oturup kalktığını, nereye gidip geldiğini bilmeleri, ayakta uyumamaları. Bunu bilmenin yolu, kumara yeltenen kişinin normalinden fazla para harcamaya başlaması, parasının hesabını bilmemesidir.

*02/08/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Fahri Olarak Çalışmak ***

"Fahri olarak çalışıyorum" cümlesi bugünlerde pek duyulmaz oldu. Eskiden bu cümleyi sıkça duyardık. Şimdilerde duysal duysak fahri trafik müfettişini duyarız. Özellikle fahri müfettişten bir trafik cezası yersek fahri müfettişi kolay kolay unutmayız. Ben burada "Fahri olarak çalışmak" üzerinde duracağım.

Nedir fahri çalışmak? Bir karşılık beklemeksizin gönüllü olarak kabul edilen iş veya görev. Onur ve iftihar vesilesi olarak görülen bu işten ücret ya da maaş alınmaz.  Bu kişiler fahri olarak görev yaptığı yerin imkanlarından faydalanmaz, kendisi oraya katkıda bulunur. Fahri işi genelde kamu ya da özelden emekli olmuş, ununu elemiş eleğini duvara asmış, paraya-pula ihtiyacı olmayan kişiler yapar. Bundan amaç tecrübelerinden faydalanmaktır. Hizmeti önceleyen bu işte Allah rızası için görev yapılır.

Günümüze gelirsek fahri iş yapmayı ara ki bulasın. Karşılık beklemeksizin vermek Allah'a mahsus görüşü daha geçer akçe. Ömrünü devlette çalışarak geçiren, devletin üst kurumlarında görev yapmış, siyasette defalarca vekillik, bakanlık, başbakan yardımcılığı, meclis başkanlığı gibi makamları üstlenmiş, kaç yerden ne kadar emekli maaşı aldığını bilmediğimiz kişiler ya bankaların yönetim ya da değişik istişare kurullarında görev almakta veya kendilerine görev tevdi edilmektedir. Olabilir. Çünkü tecrübe parayla alınıp satılmaz. Bunların bilgi, birikim ve donanımlarından faydalanılmalıdır. Burada benim garibime giden değişik kurul ve komisyonlarda görev alan bu kişilere yeni bir maaşın belirlenmesi. Takdir edilen maaş da sembolik bir rakam değil. En düşüklerinin aldığı maaş 15 bin liradan başlıyor.

Kamuoyundan maaşlarıyla ilgili gelen tepkiler üzerine bu tür kurullarda görev yapan bazı üyeler "Buradan aldıkları maaşın bir kısmını bazı öğrencilere burs vereceklerini, geri kalanı da ihtiyaç sahiplerine dağıtacaklarını" açıkladılar. Böyle bir açıklama güzel. Ama daha güzeli bu işin fahri olarak yapılması, kendilerine maaş takdir edilse bile "Biz bu maaşı almıyoruz. Bizim geçinecek kadar bir gelir ve maaşımız var. Biz bu parayı geri iade ediyoruz" demeleriydi. 

Acizane ben devletten geçinecekleri kadar emekli maaşı alanların ikinci bir maaşla yine devlette taltif edilmelerini şık bulmuyorum. İşsizliğin had safhada olduğu günümüzde insanımız iş ararken, evine maaş girmezken bazı kişilerin birden fazla maaş almasını lüks görüyorum. Burada kurul ve komisyonlara işsizler atansın demiyorum. Ki kurullar işsizlere iş verilen yerler değil. Demek istediğim kurul ve komisyonlarda görev yapanlara verilecek maaşın işsizlere iş vermek suretiyle harcanmasıdır. Üstelik bir kurul üyesine verilen maaşla kaç işsize iş verilmiş olur.

***30/07/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.

"Sedyede Fotoğrafımı Çek!"

—Baba, hastaneye muayeneye giderken ben de sana eşlik etmek istiyorum.
—Ne işin var evlat hastanede? Elim ayağım tutuyor halihazırda.
—Tahlil, tetkik yaptırırken belki bir faydam dokunur.
—Faydan? Ama gel yine de sanırım bana lazım olacaksın.
—Geleyim gelmeye. Fakat fikrini birden değiştirdin. Ne değişti hemen?
—Sana fotoğrafımı çektirteceğim. 
—Baba! Unuttun galiba... Hastaneye gidiyoruz hastaneye, tarihi ve turistik geziye değil.
—Biliyorum evlat, nereye gideceğimizi. Birkaç fotoğrafımı çekeceksin o kadar.
—Fotoğraf ve hastane...bir bağlantı kuramadım. Ne alaka? Senin için hastanede fotoğraf çektirmek niçin önemli?
—Ânı ölümsüzleştirmek evlat.
—Diyelim ki çektik. Ne yapacaksın fotoğrafı? Madem ânı ölümsüzleştireceksin, ver telefonunu, burada çekivereyim. Ha hastane ha burası.
—Öyle deme evlat! Hastanede sedyeye uzandığımda, koluma serum takıldığında, ultrasyon çekinirken, kolumdan kan alınırken fotoğrafımı çekeceksin. Hele bir de doktor kafamı-gözümü sararsa bir de o zaman fotoğrafımı çekersin.
—İlginç! Haydi çektik. Ne yapacaksın bu fotoğrafları?
—Sosyal medyada paylaşacağım.
—Üstüme iyilik sağlık! Ne işe yarayacak? Hem hastanede çektireceğin fotoğrafları paylaşman seni tedavi etmez ki... Ayrıca ayıp olmaz mı paylaşman?
—Tedavi amaçlı değil bu paylaşım. Sonra niye ayıp olsun! Çoğu kimse yapıyor bunu. Sosyal medyada bu fotoğrafları paylaşınca işin ciddiyeti anlaşılacak. Eş-dost takipçilerim üzgün olduğunu ifade edecek, ardı arkasına geçmiş olsun dileklerinde bulunacaklar. Çoğu, ne oldu dostum sana diyecek. Ben epey cevap vermeyeceğim onlara. Nice sonra "Önemli bir şey yok, rutin kontrol için geldim. Hepinize çok teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız" diyeceğim.
—Baba, sen ciddi misin ya da kendinde misin?
—Hem de hiç olmadığı kadar.
—Şimdi ben senin upuzun uzanmış fotoğrafını çekeceğim. Sen de bunu sosyal medyada paylaşacaksın öyle mi?
—Şükür anladın!
—Bana garip geldi ama mecburen seninle gidip fotoğrafını çekeceğim. Ne işe yarayacaksa?
—Sanal da olsa moral depolayacağım. Bir hasta için önemli...