Ana içeriğe atla

Fahri Olarak Çalışmak ***

"Fahri olarak çalışıyorum" cümlesi bugünlerde pek duyulmaz oldu. Eskiden bu cümleyi sıkça duyardık. Şimdilerde duysal duysak fahri trafik müfettişini duyarız. Özellikle fahri müfettişten bir trafik cezası yersek fahri müfettişi kolay kolay unutmayız. Ben burada "Fahri olarak çalışmak" üzerinde duracağım.

Nedir fahri çalışmak? Bir karşılık beklemeksizin gönüllü olarak kabul edilen iş veya görev. Onur ve iftihar vesilesi olarak görülen bu işten ücret ya da maaş alınmaz.  Bu kişiler fahri olarak görev yaptığı yerin imkanlarından faydalanmaz, kendisi oraya katkıda bulunur. Fahri işi genelde kamu ya da özelden emekli olmuş, ununu elemiş eleğini duvara asmış, paraya-pula ihtiyacı olmayan kişiler yapar. Bundan amaç tecrübelerinden faydalanmaktır. Hizmeti önceleyen bu işte Allah rızası için görev yapılır.

Günümüze gelirsek fahri iş yapmayı ara ki bulasın. Karşılık beklemeksizin vermek Allah'a mahsus görüşü daha geçer akçe. Ömrünü devlette çalışarak geçiren, devletin üst kurumlarında görev yapmış, siyasette defalarca vekillik, bakanlık, başbakan yardımcılığı, meclis başkanlığı gibi makamları üstlenmiş, kaç yerden ne kadar emekli maaşı aldığını bilmediğimiz kişiler ya bankaların yönetim ya da değişik istişare kurullarında görev almakta veya kendilerine görev tevdi edilmektedir. Olabilir. Çünkü tecrübe parayla alınıp satılmaz. Bunların bilgi, birikim ve donanımlarından faydalanılmalıdır. Burada benim garibime giden değişik kurul ve komisyonlarda görev alan bu kişilere yeni bir maaşın belirlenmesi. Takdir edilen maaş da sembolik bir rakam değil. En düşüklerinin aldığı maaş 15 bin liradan başlıyor.

Kamuoyundan maaşlarıyla ilgili gelen tepkiler üzerine bu tür kurullarda görev yapan bazı üyeler "Buradan aldıkları maaşın bir kısmını bazı öğrencilere burs vereceklerini, geri kalanı da ihtiyaç sahiplerine dağıtacaklarını" açıkladılar. Böyle bir açıklama güzel. Ama daha güzeli bu işin fahri olarak yapılması, kendilerine maaş takdir edilse bile "Biz bu maaşı almıyoruz. Bizim geçinecek kadar bir gelir ve maaşımız var. Biz bu parayı geri iade ediyoruz" demeleriydi. 

Acizane ben devletten geçinecekleri kadar emekli maaşı alanların ikinci bir maaşla yine devlette taltif edilmelerini şık bulmuyorum. İşsizliğin had safhada olduğu günümüzde insanımız iş ararken, evine maaş girmezken bazı kişilerin birden fazla maaş almasını lüks görüyorum. Burada kurul ve komisyonlara işsizler atansın demiyorum. Ki kurullar işsizlere iş verilen yerler değil. Demek istediğim kurul ve komisyonlarda görev yapanlara verilecek maaşın işsizlere iş vermek suretiyle harcanmasıdır. Üstelik bir kurul üyesine verilen maaşla kaç işsize iş verilmiş olur.

***30/07/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde