25 Temmuz 2019 Perşembe

İsraf Karnemiz ***


Türkiye İsraf Önleme Vakfının(TİSVA) 2018 yılına ait hazırladığı rapora göre ülkemizde israfın boyutları  555 milyar liraya ulaşmış durumda. Bu miktar, milli gelirin yüzde 15'ine tekabül etmektedir. Rapor hazırlanırken ana israf kaynakları, gıda, enerji, su gibi israf kaynakları esas alınmış.

Raporda,
-gıda alanında israf edilen miktarın 26 ton(125 milyar) olduğu,
-yetişen 49 milyon ton sebze ve meyvenin yüzde 25-40 arası(25 milyar) kaybolduğu veya israf edildiği,
-300 gram üzerinden günde çıkarılan yaklaşık 85 milyon ekmeğin 79 milyonunun tüketildiği, geriye kalan yüzde 7’lik bir oran olan 6 milyon ekmeğin çöpe gittiği,
-kişi başı 70 gram olan kağıt-karton tüketiminin yaklaşık 6 milyon ton olduğu, bunun kişi başı 7 ağaca tekabül ettiği,
-damlayarak akan suyun yılda 3 metreküplük bir su kaybına sebep olduğu, bunun her konuta maliyetinin 6 bin lira olduğu, (Bir kişinin günde iki kez 1 dakika boyunca musluk suyunu kapatmadan diş fırçalaması yılda 8 ton su israfına neden olmaktadır.)
-her 100 liralık elektrik faturasının 35 lirasını tasarruf etme imkanı varken bu oranın yüzde 25’ler civarında kaldığı, yüzde 10’lu bir israfın olduğu belirtilmektedir.

TİSVA bu raporu kayıplardan hareketle mi yoksa elindeki bilimsel verilere dayanarak mı hazırladı bilmiyorum. Birkaç kalem üzerinden yapılan israfın boyutu hayatın diğer alanındaki ihtiyaçlarımıza da vurulduğu zaman israfın boyutlarının korkunç olduğu görülecektir.

Raporda ihtiyaçtan fazla aldığımız diğer eşyalar veya kamu kaynaklarının kamu eliyle israf edildiği de var mı, merak ediyorum. Mesela israf raporunun içinde,
-Belki giyerim, nasılsa indirim varmış diye alıp bir defa giydikten sonra gardıroba kaldırıp koyduğum envaiçeşit elbiseler…
-Belediyelerimizin yaptığı fütursuz harcamalar, ihtiyaçları gidermek için çekilen kredilere ödenen faizler…
-Gerekli gereksiz yapılan makam aracı tahsisleri…
-Şehir içi ulaşımda tek kişinin seyahat ettiği araçların yakıt tüketimi… (Bunda ne var? Adam işine gidecek demeyin. Raporda, musluktan damlayan suyun maliyeti israf olarak değerlendiriliyor, bu durum su israfına yol açıyor deniyorsa pekala caddelerimizde seyreden tek kişiden ibaret araçlar da israf boyutuyla değerlendirilebilir.)
-Düğünlerdeki tek giyimlik elbiseler…
-Tam pansiyonlu otellerdeki yeme ve içmeler…
-Cep telefonu vs harcamalarımız…
-Lüks ve rahat yaşama dair aldığımız konutlar, araçlar vs var mı?

Neyin israf, neyin değil bakış açılarımızın farklılaştığı, gereksiz harcama yapmayanların cimri olarak görüldüğü ve ayıplandığı, israfın kişilerin yetişme ortamına göre değiştiği ve vicdanlara hapsedildiği günümüzde, TİSVA’nın raporu ve benim sorduğum sorular israfın belki de devede kulak kısmıdır. Varın ötesini siz düşünün. Bunca israfa rağmen bu ülke iyi ayakta kalıyor, Allah rızkımızı kesmiyor ve vermeye devam ediyor.

***03/08/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.





24 Temmuz 2019 Çarşamba

İHL'leri Doğal Akışına Bırakmalı! ***


Milli Eğitim Bakanlığına bağlı, milli ve manevi değerleri önceleyen bir okul türü olmasına rağmen kuruluşundan bu yana tartışmalardan uzak kalamamış bir okul türümüz var. Diğer okul türleri gibi her türlü denetime sahip olmasına rağmen siyasi iktidarların eli ve gözü hep bu okullarda olmuştur. İmam Hatip Liselerinden bahsediyorum.

Kuruluşundan son 8-10 yıla gelinceye kadar siyasi iktidarlar tarafından genellikle ötekileştirilmiş, dışlanmış, sakıncalı olarak görülmüş, başarılı olması pek istenmemiş, hatta katsayı kararıyla mezunlarının önü kesilmeye çalışılmış bu okullar, en hafifinden görmezden gelinmiş, üvey evlat muamelesi görmüştür.

Son yıllarda bu okullara bakış açısı önceki yıllara oranla değişmiş, üvey evlatlıktan öz evlatlığa yükselmiş, çok sayıda okullar açılmak suretiyle öğrencilerin bu okulları tercih etmesi teşvik edilmiş, bu okulların başarılı olması için bazı okullar proje okul kapsamına alınarak bünyesinde Fen ve Sosyal Bilimler bölümleri uygulamaya konmuş durumda.

Bu okulları tercih edip etmeme durumuna gelince, bir kesim var ki servet vaat etsen çocuğunu bu okullara göndermez. Diğer bir kesime göre çocuklar mutlaka bu okullarda okumalı; dinini, diyanetini bu okullarda öğrenmeli. Bir kesim daha var ki sosyal medyada çok etkin. Çocuğunu bu okullara yazdırmayanları ve başarılı çocuklarını bu okullara göndermeyenleri neredeyse yerden yere vuruyor, mahalle baskısı uyguluyor. İster İHL sevdalısı ister İHL karşıtı olsun hiç kimse çocuğun meyil, yetenek ve hedefinin hangi yönde olduğuna bakmıyor.

Yukarıda kısaca anlatmaya çalıştığım İHL okullarının durumu aynen bu şekil. Birçok konuda olduğumuz gibi bu konuda da toplum olarak ifrat ve tefrit durumunu yaşıyoruz.

İHL'lere aşırı nefret beslemeyi ve aşırı sevgi göstermeyi birbirinden beslenen aşırılık olarak görüyorum. Bu tavrın bu toplumun bir ihtiyacı olan İHL'lere zarar verdiğini düşünüyorum. Bu iki zihniyetin çarpışması İHL'leri hep tartışılır durumda tutacaktır. Bu da ister istemez bu okulları siyasi iktidarların etki alanına sokacaktır. Biri göklere çıkarırken diğeri tırpanlama yoluna gidecektir. Bu okullar siyasi iktidarların ne arka bahçesi olmalı ne de düşman gördüğü bir yer olmalı. Bu okullar ne öz okul ne de üvey okul muamelesine tabi tutulsun. Çünkü özlük ve üveylik her daim etki ve tepki meselesini doğurmaktadır. Kimin ne emeli varsa bu okulların üzerinden elini çekmelidir. Birbirimizle kavga edeceksek bunu İHL’ler üzerinden yapmayalım. Unutmayalım ki aşırı nefret ve aşırı sevgi, aynı yerden beslenen ikiz kardeşler gibidir. İkisi de -istemeyerek- aynı amaca hizmet eder.

Bu okullara iyilik yapmak istiyorsak en iyisi bu okulları tıpkı diğer okullar gibi kendi doğal akışına bırakmaktır. Başarı çıtasını yükseltmek için bu okullar hem kendi içinde hem de diğer okullar arasında yarışma yoluna gitmelidir. Başarı çıtasını yükselten okullara -hiç reklama ihtiyaçları olmadan- kendiliğinden öğrenci akışı gelecektir. Bizim bu durumda yapacağımız en iyi şey, çocuklarımıza rehberlik yapmaktır.

***01/08/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.


Kıstasımız Bireysel Başarı mı Yoksa Kolektif Başarı mı?*

Önce LGS, ardından YKS sonuçları açıklandı. Gözler ve kulaklar birinci nereden/kim üzerine yoğunlaşıyor. Okullar ilk yüzde kaç öğrencimiz var, buna bakıyor. Kurs ya da etüt merkezleri, derece yapan bir veya iki öğrencileri varsa afiş bastırıp reklamını yapıyor. Sosyal medya ise herkesin başarı hikayesinin ve derecesinin sergilendiği yer.

Okul, etüt, kurs neresi olursa her birinin önceliği birinci çıkarmak; olmuyorsa ilk yüz, olmuyorsa ilk bin, olmuyorsa ilk on bin hedefleri arasında. 

Derece yapanların ve derece çıkaranların sevinmek hakları. Elbette sevinecekler. Zira bunun sevinç ve mutluluğu başka. Verilen emeklerin karşılığının alınması ayrı bir duygu olsa gerek. Hele YKS'de ilk yüze girmenin devlet nezdinde de ayrı bir yeri var. Devlet öğrencinin maddi durumuna bakmaksızın bu başarıyı üç katı burs ile ödüllendiriyor. Haklarıdır. Analarının ak sütü gibi helaldir. Güle güle harcasınlar.

Buraya kadar bireysel başarıdan ve sonuçlarından bahsettim. Bundan sonra biraz da kolektif başarıdan bahsetmek istiyorum. Birinci çıkartan veya derece yaptıran okullar, etüt ve kurs merkezleri kolektif başarıda neredeler? Toplam sınava giren öğrencilerin puan ortalaması nasıl? Bireysel başarıyı takdir etmekle beraber bence esas başarı takım oyunu, yani puan ortalamasıdır. Kurumların başarısı bireysel başarıdan ziyade kolektif başarı ile ölçülmelidir. Ki olması gereken de budur. Her birimizin kıstas olarak toplu başarıyı önemsememiz gerekiyor. Çünkü böylesi başarıda mutlu olanların sayısı çok kişidir. Böyle kurumlarda kurum kültürü de çabuk yerleşir. Başarı çıtasını yükseltmek için böylesi yerlerde öğrenciler kendi aralarında tatlı bir rekabete bile girebilirler.

Kurumlar sadece derece yapan öğrencilerin başarısını paylaşmak yerine aynı zamanda puan ortalamalarını da paylaşmalıdır. Kurumların reklamı böyle yapılmalıdır. Veli ve öğrenci, kayıt olmak için bir okula/etüt veya kurs merkezine gittikleri zaman o kurumun kaç tıp, kaç mühendisliği kazandığı sorusunu sormaktansa okulunuzun puan ortalaması kaç diye de sormalıdırlar. Derece yapmada öğrencinin bireysel yönü etkili iken kolektif başarıda kurum etkilidir. Yine bir kurum, bir yıl birinci veya derece yapan çocuk çıkartabiliyorken aynı başarı diğer yıllarda tekrarlanmayabiliyor. Ama puan ortalamasının yüksekliği her yıl tekrarlanabilir. Bu da okulu marka değer yapar.

Sahi siz çocuğunuzu bireysel başarılara imza atan okullara mı yazdırmak istersiniz yoksa kolektif başarıyı yakalayan okullara mı? Bence toplu başarı tercih nedeni olmalıdır.

*27/07/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yine Konya Düğünleri ***

Yazdığım bir konuda kolay kolay yazmamaya özen gösteririm. Ama bazı konular vardır ki sezonu geldiğinde yazmak zorunda hissederim kendimi. Bunlardan biri de Konya düğünleri. Çok defa yazdım bu konuda. Temcit pilavı gibi farklı cümlelerle tekrarlarım yine de. Benim bu durumum, senede iki defa olduğundan unutulmuştur diye bayram namazlarını kılmadan önce imamların namazın kılınışını anlatması gibidir. Ömrüm kifayet edip yazmaya devam ettikçe, Konya inadım inat dedikçe Konya düğünlerine değinmeye devam edeceğim. Ne zamana kadar? Ne zaman Konyalılar pes der, o zamana kadar… ya da beni el üstünde musallaya taşıyıncaya kadar.

Ne varmış Konya düğünlerinde demeyin. Adı tatlı telaşe olan düğünlerimizin sorunu çok. Yemeği sorun, konvoyu sorun, hediyesi sorun… Düğün sahiplerinin her şey olacak diye gırtlağına kadar borçlandıklarını saymıyorum. Bu yazımda düğün yemeği âdetimiz ile çoğumuzun götürdüğü hediyelere değineceğim.

Yoğurt çorbası, etli pilav, bamya, zerde, helvadan ibaret Konya düğün yemeğimiz tadı damakta kalacak kadar enfes yemeklerdir. Çoğu ilimiz bu kadar çeşit yemek ve lezzetten mahrumdur. Yiyenin bir daha yiyesi gelir. Sofrada pilav ve bamyanın tekraren istenmesinin ve göz doyuncaya kadar yenmesinin bir nedeni de bu olsa gerek. Amma velakin bir kötü huyumuz var. Bugünden yarına terk edeceğe benzemiyoruz. Tüm bu yemekleri en az on kişinin oturduğu bir sofrada aynı kaptan yemek. Yani aynı kaba ortak kaşık sallamak. Biz bize yiyorsak problem değil de Konya dışından gelenler kazara yanımıza oturmuşsa "Aman Allah'ım! Bunlar ne yapıyorlar böyle? Günlerce aç kalmış gibi saldırıyorlar" diye bize baka kalıyorlar. Biz yiyoruz, onlar bakıyor ya da pilavın ucundan ucundan alarak yer gibi yapıyorlar. Arkamızda sırada bekleyenler de işin cabası. Bir yönümüz daha var. Midemize düşmanmışız gibi tıka basa yedikten sonra, başına "Yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz" ayetini okuyarak yemek duası yapıyoruz. Bereket israf yapmıyoruz. Çözüm, kapları ayırmaktır. Ya alakart usulü yemeğe geçeceğiz ya da tabldot usulü yemeğe. Bunun başka yolu yok. Efendim, alakart pahalıya gelirmiş, o kadar misafire alakart olmazmış. Bütçemizin el verdiği, salonun masa sayısı kadar 200-300 kadar bir davetliye yemek versek ne olur? Amacımız, eş-dostu bu vesileyle ağırlayıp sünnet olan velime yemeği ikram ederek düğünümüze şahit kılmak mı ya da bu vesileyle dığdığının dığdığının dığdığını doyurmak mı? Kalabalık düğün yemeklerinde yemeğini yiyenin çekip gittiği düğünler pek düğüne de benzemiyor. Az sayıda kişiye alakart usulü verilen yemeklerde konuklar masalarda oturduğu ve ayakta bekleyen kimse olmadığı için düğün, düğüne benziyor. Davetliler hem servisi bekliyor, hem sindire sindire yiyor, hem müzik dinliyor, hem yanındakilerle sohbet ediyor. Menüsü genel de yoğurt ya da bamya çorbası, bir dilim börek, etli pilav, tatlı. Üzerine soda içmeyecek kadar doyulmaktadır.

Çevrem kalabalık, herkesi gönülleyeyim diye davet edilen dıdısının dıdısı ne hediye getiriyor? Bunlar düğün sahibini gönüllüyor mu? Getire getire zücaciye yani mutfak eşyası getiriyor. Düğün sahibinin derdini çözmekten uzak bu âdetimize pes diyorum. Adam zaten başta mutfak eşyası olmak üzere her türlü ihtiyacını iğneden ipliğe düğünden önce almış. Ne yapacak bu gelen mutfak eşyasını? Ancak zücaciye dükkanı açabilir. 

Düğünlerde gelen bu tür gelen hediyeyi küçümsemiyorum, bu tür hediye getirenleri ayıplamıyorum. Nasıl kökleşmiş ve vazgeçemediğimiz bir âdet ki sadra şifa olmayan bir âdet. Halbuki adamın tek derdi var: para para para...  İnanın birbirimize yaptığımız bu kötülüğü Çorumlu yapmaz. Allah biz Konyalıların hayrını versin. 

Not: Yakın ve orta uzaklıkta evlendireceğim çocuğum yoktur. Derdim Konyalı'nın derdini dillendirmek. Başka bir amacım yok. Maksadımı aşmış ve sürçü lisan etmiş isem affola!

***27/07/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.

ÖSYM, Yerleştirmede MEB'in Yolunu İzlemeli *

Ortaokulu bitiren öğrencilerin lise tercihlerine göre yerleşmesini MEB yaptı. Tercih edilmeyip boş kalan veya bir okula yerleştiği halde özel okula geçiş yapan öğrencilerin boşalttığı kontenjanları doldurmak amacıyla MEB, okullar açılmadan önce, nakil yoluyla yeni başvurular alarak boş kalan kontenjanları doldurmayı hedeflemektedir.  

1.nakil tercihleri 29 Temmuz-2 Ağustos, 2.nakil tercihleri ise 5-8 Ağustos tarihleri arasında yapılacak. Nakil tercihine, bir okula yerleşen ama daha iyi bir okula geçiş yapmayı hedefleyen veya herhangi bir okula yerleşemeyen tüm öğrenciler başvurabiliyor. Nakil tercihlerinde istediği okula yerleşemeyen öğrenci, önceki yerleştiği okulda okumaya hak kazanıyor. İki nakil döneminde de herhangi bir liseye yerleşemeyen öğrenciler, ilçe milli eğitim bünyesinde oluşturulan komisyonlara müracaat ederek komisyon marifetiyle kayıt alanına uygun bir okula yerleştirilecekler.

MEB'in, sınav puanına veya kayıt alanına göre lise yerleştirmesi yaptıktan sonra yapacağı iki nakil süreci, ortaokul yöneticilerine külfet oluşturmakla birlikte güzel bir uygulama. Çünkü kazandığı okuldan ziyade bir başka okulda okumak isteyenler veya yerleştirme tercihi yaptıktan sonra tercihinden pişmanlık duyanlar veya tercihlerinden herhangi bir yeri kazanamayan öğrenciler için nakil süreci bir umut kapısıdır. Ayrıca boş kalan kontenjanlar da bu vesileyle doldurulmuş olacaktır.

Şimdi bir de ÖSYM'nin üniversite ve bölüm yerleştirmesine bakalım. ÖSYM, liseyi bitiren veya daha önce mezun olduğu halde YKS sınavına girip 150 ve üzeri puan alan adayların yerleşme tercihlerini 23-29 Temmuz arasında alacak, sonuçları da 5-9 Ağustos tarihleri arasında açıklayacak. Adaylar kazandıkları yerlere kayıtlarını yaptırdıktan sonra boş kalan bölümler için ÖSYM, ek yerleştirme yapacak. Ek yerleştirmeye, bir bölümü kazanan öğrenciler başvuramıyor. Ancak merkezi yerleştirmede herhangi bir yükseköğretim programına yerleşememiş adaylar ek yerleştirme tercihinde bulunabiliyor. Yani ÖSYM'nin yerleştirmesi bir defa olmakta ve birçok bölüm kontenjanını dolduramamaktadır. Bir bölüme yerleşen ne nakil başvurusunda bulunabiliyor ne de ek yerleştirmeye girebiliyor. Öğrenci yerleştiği bölümden memnun olmayıp pişmanlık duysa da geriye dönüş yok. Mecburen ya o bölümde okuyacak ya da kayıt dondurup bir yıl sonraki sınava hazırlanıp istediği bölüme girmek için tekrar şansını deneyecek. 

Anlatmak istediğim, üniversiteler gençlerin meslek seçimi yaptığı son kapıdır. Öğrenciler şurayı mı yazsam, burayı mı yazsam ikilemi yaşar tercih etmeden önce. Çoğu da başvuru süresi dolmadan sürekli tercihini değiştirip onaylamaktadır. Hal böyle iken ÖSYM, yerleştirme işinde niçin MEB'in yerleştirme ve nakil yolunu örnek almaz? Bence ÖSYM “ben yerleştirdim, son pişmanlık fayda etmez” diye düşünmemeli. Tercih döneminde gel-git yaşayan, geleceğimizin teminatı gençlere tıpkı MEB'in verdiği nakil imkanını vermelidir. Bunu yapmak ÖSYM’ye zor olmasa gerek.

*26/07/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

22 Temmuz 2019 Pazartesi

Hayır Gelmez!

Bir ülkede;
*Eleştiri kültürü gelişmez, en ufak bir eleştiriye tahammül edilmez, eleştiri yapan kimse düşman ilan edilirse,
*Üretime dayalı bir ekonomik model geliştirilmez, stratejik öneme sahip şeylerde dahi dışa bağımlı yaşanmaya devam edilir ve tedbir alınmazsa,
*Kaç seçim kaybetmesine rağmen bir genel başkan  istifa etmeyi düşünmez, delegeleri sesini çıkarmaz ve yerinde kalmaya devam ederse,
*Her türlü başarısızlıkta başarısızlık nedenlerinin üzerine gidilmez, mazeret ve bahanelerin arkasına sığınılır, suç başkasına atılırsa,
*Siyasette bir ortak kültür, diyalog ortamı geliştirilmez, istişare geri plana atılır, milli meseleleri çözmek için birlikte hareket edilmez ise,
*Bir makama gelenler makamdan aldığı gücü halka hizmet etmek olarak kullanacağı yerde makamını kendisine hizmet edecek şekilde kullanırsa,
*Siyasete girenler yapacağını yapar, tadında bırakıp köşesine çekilmez, ölümü siyasetle olur ise,
*Sorumlu bir makamda oturanlar yaptıkları icraatların yanlış olduğu, halkta mağduriyet oluşturduğu, devleti zarara uğrattığı ortaya çıkmasına rağmen bir bedel ödemez, hesap vermez ve kendisine bir hesap sorulmaz, yapanın yaptığı yanına kar kalır ise,
*Suçlularımız ortak olmaz, bir kesimin suçladığını diğer kesim korumaya devam eder, bugün suçlu görülenler yarın suçsuz, suçsuz görülenler yarın suçlu olur ise,
*Yargılamalar adil yapılmaz veya adil olmadığına dair algılar devam ederise,
*Her türlü alımlarda ehliyet ve liyakat göz ardı edilir, atamalar ahbap çavuş ilişkisine göre yürür, torpil ve kayırmacılık alır başını gider ise,
*Kimse birbirine güvenmez, herkes birbirine suçlu piyade gibi görür, her kesim ülkeyi birbirinden kurtarmaya kalkar ise,
*Kamu malı yetim malı bilinmez, har vurur, harman savrulur ise,
*Her türlü denetimler kriterine uygun sıkı ve ciddi bir şekilde denetlenmez, hesap verebilirlilik ve hesap sorabilirlilik yerleşmez ise,
*Haksızlık kime karşı yapılırsa yapılsın, haksızlıkla topyekûn mücadele edilmez ve sessiz kalınır ise,
*Merkezi sınavlarda çocuklarımız tel tel döküldüğü halde eğitime neşter vurulmaz, pansuman tedbirlerle yola devam edilir ise,
*İnsanımız iş bulamaz, işe giremez, iş beğenmez ve geleceğe güvenle bakamaz ve yeni istihdam alanları yaratılmaz ise,
*Halkın ekserisi ekonomik darboğaz içerisinde sıkıntı çeker iken mutlu azınlık Lale Devri yaşamaya devam eder ise,
*Suçluyla mücadele etmek için suç ortaya çıkmadan mücadele edilmez, suç ortaya çıktıktan sonra mücadeleye kalkılır ve bu işte toptancı davranılır, benzer suçların ortaya çıkmasına karşın tedbir alınmaz ise,
*Okullara rağmen ilave ders alınan yerler mantar gibi bitmeye devam eder ise...

Böyle bir ülke gelişmez, ilerlemez, gelecek nesillere yaşanabilir bir ülke bırakılmaz ve böyle bir ülkeden hayır gelmez.

21 Temmuz 2019 Pazar

Maarifte Hali Pürmelâlimiz*


2019 YKS istatistikleri yayımlandı. Rakamlara boğmadan kısaca bilgi vereyim: Temel Yeterlilik Testi (TYT) ile sayısal, sözel ve eşit ağırlık puan türlerinden birer, yabancı dilden ise 5 aday 500 tam puan alarak birinci oldu.
2 milyon 390 bin 491 kişinin girdiği TYT (Temel Yeterlilik Sınavı) sınavında adaylardan yüzde 74,16’ı barajı geçerek 150 ve üzeri puan aldı. Kadın adayların yüzde 77,21'i 150 ve üzerinde puan alırken, erkeklerin yüzde 71,24'ü barajı geçti.
TYT'de sınavı geçerli olan 2 milyon 390 bin 188 adayın testlerdeki ortalama net sayıları şöyle: (Küsuratlar yuvarlanmıştır.)
"Türkçe 40 soruda 15 ortalama,
Sosyal bilimler 20 soruda 7 ortalama,
Temel matematik 40 soruda 6 ortalama,
Fen bilimleri 20 soruda 2 ortalama."
AYT'ye (Alan Yeterlilik Testi) girip sınavı geçerli kabul edilen 1 milyon 880 bin 711 adayın ortalama net sayıları ise şu şekilde: (Küsuratlar yuvarlanmıştır.)
"Türk dili ve edebiyatı 24 soruda 5 ortalama,
Tarih-1 10 soruda 2 ortalama,
Coğrafya-1 6 soruda 2 ortalama,
Tarih-2 11 soruda 2 ortalama,
Coğrafya-2 11 soruda 2 ortalama,
Felsefe grubu testinde 12 soruda 2 ortalama,
Din kültürü ve ahlak bilgisi veya ek felsefe grubu testinde 6 soruda ortalama 1,
Matematik 40 soruda ortalama 5,
Fizik 14 soruda 1 ortalama,
Kimya 13 soruda 0,963 ortalama, (yuvarlanmamıştır)
Biyoloji 13 soruda 1 ortalama."
Yukarıdaki tablo sadece bu yıla ait bir tablo değil, önceki yıllarda yapılan sınavlara da baktığımız zaman tablo üç aşağı, beş yukarı böyledir. Bu tablo; düzelsin, çocuklarımız en iyi eğitimi alsın diye ömrümüzü verdiğimiz maarifimizin bir üst sınıfa geçemeyecek şekilde hep sınıf tekrarına kaldığının bir resmidir. Hiç kendimizi kandırmayalım, bu tablo eğitip öğreteceğiz diye saçımızı süpürge ettiğimiz çocuklarımızı maarif yolunda heba ettiğimizin resmidir.
Sınava giren bu çocukların ekseriyeti okul dışında okullarda ücretsiz açılan DYK’ya, (Destekleme ve Yetiştirme Kursları) özel kurs ve etüt merkezlerine giderek ekstra efor sarf etmişlerdir. Bir kısmı da özel ders almıştır. Tablo ortada.
Öyle zannediyorum okuryazar olmanın dışında hiç okula gitmeyen kişileri bu sınavlara alsak tablodaki durumdan daha aşağı ortalama almazlar. Sıfır çekelim diye uğraşsalar bile beceremezler. Hatta daha yüksek bir ortalama bile tutturabilirler. Bu uğurda her yolu denedik, her bir sınav sistemini uygulamaya koyduk. Sonuç ortada. Bir de okulsuz sınav sistemini deneyelim. Bu deneme tahtasında nasılsa kaybedeceğimiz bir şey yok.
O zaman bu okullar niçin var? Merak ediyorum, bu sonuçları almak için çocuklarımızın 12 yıl okumasına gerek var mı? MEB diye bir Bakanlığımız niçin var? Anne babalar çocuklarını niçin okullara gönderiyorlar? Devlet niçin herkesi okutacağım diye bunca masrafı yapıyor? Nerede yanlış yapıyoruz? Bu durumdan eğitimin iç ve dış paydaşlarının her biri kendilerine pay çıkarmalıdır.

*24/07/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.