13 Şubat 2019 Çarşamba

Haftalık Ders Programları (4)

2001 yılında Adana merkezde bir Anadolu Lisesine nakil geldim. Okuldaki ders yüküm toplam 11 saat. Verilen ders programını elime bir aldım. Salı günü 7 saat, diğer günlerde birer saat ders verilmiş. Cuma günü biteceğim tek ders de cuma namazı saatine denk gelmiş.

Okul müdüründen imza karşılığı teslim aldığım ders programına göre derslerime girmeye başladım. Bir ara yolum programı yapan müdür başyardımcısının odasına düştü. Sayın hocam benim programım nasıl, istersen bir göz at, beğenecek misiniz bakalım dedim. Baktı. "Fıstık gibi program!" dedi. Anlaşılan sizin fıstık anlayışınızla benim fıstık anlayışım farklı dedim. Valla hocam kastım yok, program böyle çıkmış, seni severim dedi. Sayın hocam biliyorum kastınızın olmadığını. Ben de sizi sever sayarım. Kastınız olsa müdür başyardımcısı ile aram iyi değil, o yüzden programımı bozuk verdi derim. Üstelik bu programı diğer müdür yardımcısına gösterdim, ne dersin dedim. "Kasıt var" derim, dedi. Sonra program böyle yapmış olur mu? Nasıl komut verirseniz program ders programını öyle dağıtır. Haydi her şeyden geçtim. Ben cumaya nasıl gideceğim, dedim. Hocam, cumaya git dedi. İyi hocam cumaya gideyim ama zaten bir sınıfa haftada bir saat dersim var. Bu ders saatinde de cumaya gidersem bu dersi nasıl telafi edeceğim, dedim. Hocam en kısa zamanda değişiklik olursa cuma saatine ders vermeyeceğim dedi. Ders saatim az zaten. Ha cuma günümü boş bıraksan ne olur dedim. Boş gün verme prensibimiz yok dedi. Sma prensiplerinin arasında okulun Din Kültürü öğretmenine ders verme prensibin var dedim. Gülüştük.

Birkaç ay boyunca değişmeyen bu ders programına göre cuma namazına gittim. Nasıl mı? Bir önceki dersin teneffüs zili çalar çalmaz sınıfa giderek teneffüsü de alarak dersi işledim. Saat 12.00'ye kadar ders işledim. Ezanla beraber öğrencileri sınıfta bırakarak cumaya gittim. 45 dakikalık dersin en azından 30 dakikasını bu şekilde işledim.

Normal şartlarda kendi programım dışında bir başkasının ders programına bakmam. Ne moralim bozulsun ne de beni ilgilendiriyor. Ama ben öğretmenler odasında bomboş otururken bazı diğer öğretmenler geliyor okula. 4-5 saat dersine ardı arkası girip çekip gidiyor. Tüm suçum ders yükümün az olmasıydı. Ama dersi az ve okulun prensibi diye bir öğretmen de bir saatlik için okula getirtilmez. En azından salı günü yedi saat vereceğine her güne 2, bir gün de üç saat ders gelecek şekilde bir program yapılabilirdi.

Salı dışında diğer günlerde birer saat derse girdim. Bana hiçbir şey olmadı. Girip dersime, dersimi anlattım. Ne rapor ne sevk alma yoluna gittim. Kimseye ne kırıldım ne de üzüldüm. Bu benim ayıbım değildi. Gördüğünüz gibi bana bir şey olmadı, hala yaşamaktayım.

Haftalık Ders Programları (3)

27 yıllık meslek hayatımın 11 yılı dışında geriye kalan kısmında asli görevim öğretmenlik yaptım. Öğretmen olarak Gaziantep, Adıyaman, Adana ve Konyada görev yaptım. Öğretmen olarak görev yaptığım yıllarda ders programım şu şekilde oldun diye pek bir talebim olmadı. Talep ettiysem de mümkünse dedim. İstemeyene emme vermezler misali ben ciddi olarak bir istekte bulunmayınca çoğu zaman çok iyi bir programla karşılaşmadım. Çünkü bana gelinceye kadar mazeret beyan edenler atı alıp Üsküdar'ı geçtiler. Programımın bozuk olmasını çok sorun etmedim. Çünkü benim önceliğim okul. İşlerimi ders programına göre ayarladım. 

Ders programıyla ilgili ilk talebimi Adıyaman Kahta'da çalışırken talep ettim. Müdür yardımcısına "Hocam kaç yıldır buradayım. Ders programıyla ilgili bugüne kadar hiç talebim olmadı. Nasıl bir program verdiyseniz eyvallah dedim. Bu sene çocuğum ilkokula başlayacak. Çocuk derse 07.00'de girecek. Bizim okulda ise 06.30'da ders başlıyor. Şayet ilk dersim boş olursa sabah çocuğu okuluna bırakıp derse öyle gireceğim" dedim. "Olur hocam" dedi. Peşinen program istediğim gibi olacak, okey de dediler diyerek bir sevindim bir sevindim, anlatamam. 

Program yapıldı, imza karşılığı teslim aldım. O da ne! Ben söylemeden önce haftada iki üç gün ilk saat boş olurdu. Talebimden sonra haftanın her gününün ilk saatleri doldurulmuş. Keşke söylemeseydim. En azından bazı günler istediğim gibi oluyordu dedim. Hocam niye böyle oldu. Benim talebimi hiç dikkate almamışsınız, unuttunuz mu yoksa dedim. "Unutmadık hocam. Eşi çalışanlara öncelik verdik" dedi. Kendisine benim suçum eşimin çalışmaması mı? O zaman seneye ders programı hazırlanmadan önce hanıma bir iş bulacağım. Ders programı yapıldıktan sonra hanıma işi bıraktıracağım dedim. Müdür başyardımcısı ne yaptı biliyor musunuz? Açıklanan hoşuna gitmiş olmalı ki katıla katıla güldü. Onun gülmesine ben de güldüm. İyi çalışmalar diyerek ayrıldım odasından.

Verdiğim cevap çok hoşuna gitmiş olmalı ki yardımcımız odasına uğrayan herkese Ramazan Hoca böyle dedi diyerek hem anlatmış hem de gülmeye devam etmiş. Çünkü yanıma gelen Ali Hoca'ya ne dedin dedi gülerek. Öğretmenler odasında muhabbet gırla bu şekil giderken eşi çalışan biri geldi. " Ali hocaya böyle demişsin" dedi. Evet o şekil söyledim dedim. Böyle bir şeyi hoş karşılamadığını söyledi. Ben söylerim sayın hocam. Senin ister hoşuna gider, ister gitmez. Bu benim görüşüm dedim.

Hoşuma gitmeyen bir ders programını sulandırarak muhabbet ortamına böyle döndürdüm. Bakmayın düz kontak bir kişinin tasvip etmediğine.

Haftalık Ders Programları (2)

Tüm öğretmenleri ders programında memnun etmek mümkün mü? Çok zor ama imkansız değil. 

Ders programını yapan idarecinin çok yönlü düşünmesi, iyi bir plan yapması, programın yapılması tıkandığı zaman alternatifler düşünecek bir kapasiteye sahip olması, aynı zamanda en iyi programı yapacak bir duyarlılığı içinde hissetmesi gerekir. Daha doğrusu müdür yardımcısı programı yaparken "Bu yaptığım program kendimin olsaydı ben bu programdan memnun olur muydum" diye düşünüp programı kendisine verilecek bir program olarak görmesi lazım. Yaptığı programı kendisine verilecek bir program olarak gören biri en güzel programı ortaya koyar.

Programı yaptıktan sonra her bir öğretmenin programına tek tek göz atıp kontrol etmesi, bir kişinin bile programı bozuksa başka alternatifleri göz önünde bulundurarak programı bozmalıdır. En güzel programın ortaya çıkması için gerekirse defalarca programı bozup yenilemelidir.


Yapılan ders programlarında en fazla mağduriyeti ders yükü az olan öğretmenler yaşar. Girdiği ders yükü fazla olanların programları ise çok güzel olur. Mağduriyetleri en aza indirgemek için burada yapılması gereken dersi az veya çok olan öğretmenlerin boş pencerelerini azaltmakla mümkün olur. Mesela bir okulda öğrencilerin girmekle yükümlü olduğu ders saati sayısı 35, öğretmenlerin azami girmekle yükümlü olduğu ders saati sayısı 30 diyelim. 30 saat derse girecek öğretmene 5 ders saati boşluk bırakılıyorsa ders yükü az olana da o kadar boş pencere bırakılmalıdır. Aralarda çok sayıda boş pencere var ise programı bozuk olan öğretmenin boş penceresini azaltmalıdır. Adalet bunu gerektirir.

Çoğu kimsenin programının bozuk olmasının bir sebebi de bir okulda şartı olan öğretmenlerin çoğunlukta olmasıdır. Sadece şartı ve özel isteği olanların istekleri göz önünde bulundurulur, diğerleri hiç gözetilmez ise bir şart ileri sürmeyenlerin programları bozuk olur. Bu durum teşekkür, takdir alacağım diye öğretmenlerin kapısını aşındırarak not isteyen öğretmenlerin durumuna benzer. İsteyene not verilir, aynı durumda olup not istemeyen öğrenci gözetilmez ise bu durum hakkaniyete sığmaz. Burada yapılması gereken şartlı öğretmenin makul istekleri yerine getirilir iken bir şart ileri sürmeyen öğretmen de gözetilmelidir. Aynı ders hatta  daha fazla ders yüküne sahip bir zümreye boş gün verilirken diğerlerini göz ardı etmenin hiç izahı olamaz. Özel mazeret olur, bu ayrı. Buna kimsenin bir diyeceği olmaz.

İdareci ders programı yaparken birilerini koruma, onlara torpil geçme yolunu izlememeli. Hatta bunu aklının ucundan bile geçirmemelidir. Şayet böyle bir şeye yeltenirse ortaya çıkan program belli bir kesimi memnun eden yandaş bir program olur. 

Görüldüğü gibi ders programı yapmak bir sanattır, bu işi anlamakla beraber empati yapmayı da gerektirir. Eğer bir okulun öğretmenler odasında nöbetçi öğretmenler dışında arada boş bekleyen onlarca öğretmen varsa bu idareci ders programı yapmayı ya bilmiyordur; yapa yapa, kırıp dökerek öğrenecektir, ya yaptığı programa özen göstermeyen, işini iyi yapmayan biridir, ya da kincidir; öğretmenlere veya bazı öğretmenlere kinini ders programı üzerinden göstermektedir. Niyeti ne olursa olsun bu kişi müdür yardımcılığını yapmaya devam edecekse bunu bilenin yanına giderek en kısa zamanda öğrenecektir. Öğrenmeye yanaşmıyor ise bu görevi ya bir bilene devretmeli ya da müdür yardımcılığını bırakmalıdır.

Hasılı müdür yardımcısı ders programını yaparken verdiği komutlardan dolayı program kendini zorlamalıdır. Düğmeye basarak birden yapılan program bir işe yaramaz. Ders programını en güzel şekilde yapmak için saatlerce uğraştıktan sonra birkaç kişinin programı istediği şekilde olmaz ise yardımcıya düşen "Öğretmenim, senin programı ben hoşlanmadım. Ama ne kadar uğraştı isem beceremedim, bir başka programda size öncelik verip telafi edeceğim" diyerek mağdur olan veya mağdur ettiklerinin gönlünü almalıdır.

Hasılı ders programı oyun değil, hiç şakaya ve savsaklamaya gelmez. Buna önem vermek ve dert edinmek gerekir. Okuldaki adalet duygusunu yok eder. Öğretmenlerin idareciye güveni kalmaz. Yapılan ders programını okulun müdürü de katlamadan önce tek tek incelemeli. Gerekirse geri iade edip programın yenilenmesini sağlamalı. Bu görevi ben falan yardımcıya verdim diyerek işin içinden sıyrılamaz. Programdan birinci derece müdür sorumludur. Çünkü onayı verecek olan odur.

Haftalık Ders Programları (1)

Ortaokul ve liselerde görev yapan branş öğretmenlerini ve okul yönetimlerini ilgilendiren ve uğraştıran, çoğu zaman öğretmen ile idareyi karşı karşıya getiren, zaman zaman kırgınlıklara sebebiyet veren en önemli konulardan biri, öğretmenlere yapılan haftalık ders programlarıdır.

Öğretmenler ders programları yapılmadan önce "Acaba ders yüküm ne kadar olacak, bana hangi sınıflar verilecek, en önemlisi ders programım nasıl olacak, ders programını hangi idareci yapacak" sorularını kendi kendine sorar ya da öğretmenler arasında konuşulur. 

Programlar yapılmadan önce programdan sorumlu müdür yardımcısının ya kapısı aşındırılır, ya telefon açılır ya da mesaj gönderilir: "Aman hocam! Benim program şöyle olsun. İlk saatlerde ve son saatlerde dersim olmasın. Arada boşluklar olmasın. Mümkünse şu günüm boş olsun. Çünkü çocuğuma bakacak kimse yok. Çocuğu kreşe/okula bırakmam lazım. Geçen program herkesin programı iyiyken benimki çok kötüydü. Sesimi çıkarmadım. Bu sefer benim program kutu gibi olsun. Size güveniyorum" şeklinde istekler birbiri ardına sıralanır. Öğretmenlerin büyük çoğunluğu benzer şekilde taleplerini iletir ve herkes dört gözle programın yapılmasını beklemeye koyulur.

Okul açılmadan önce programlar yapılır ve öğretmenlere gönderilir. Haberi alan öğretmenler önce kendi programlarına ardından diğer öğretmenlerin programına bakar. İstediği olmuş ve diğer öğretmenlere göre programı iyiyse sevincine diyecek yoktur. İçi içine sığmaz artık. Ardından telefona sarılarak ders programını yapan müdür yardımcısına "Ders programı istediğim şekilde olmuş, çok teşekkür ediyorum" dönütü verir. Programı iyi olmayan ise "Yine mi? Şunun yaptığı programa bak. Bu adam bu işi bilmiyor. Torpil geçmiş. Falan falana ne güzel program yapmış. Benimki ise berbat mı berbat. Haksızlık bu yapılan. Bu okulda adalet yok" şeklinde serzenişlerini kendi kendine dile getirir. Kimi gider tepkisini yardımcıya iletir, kimi öğretmenler odasında eleştirisine devam eder, kimi de müdür yardımcısını görünce suratını asar, selam vermeden geçer gider. Yani tavır alır. Kimi bu şekilde program muhabbeti yaparken kiminin hiç gıkı çıkmaz, sessizliğini korur. Çünkü programından memnundur. Kimi de rapor alarak birkaç gün okula gelmez, tepkisini bu şekilde dile getirir. 

Hasılı öğretmenlerin bir kısmı okula moral ile başlarken kimi de demoralize olmuş bir şekilde başlar. Çünkü ders programı branş öğretmeninin mesaisidir. 

Ders programını yapan müdür yardımcısı hafta sonu mesaisi yaparak uğraşıp didindiği ders programının çok beğenilmediğini gelen tepkilerden görünce o da moralmen çöker. Çünkü yaptığı programla ne İsa'ya yaranmış ne de Musa'ya yaranmıştır. Böylece okulda soğuk rüzgarlar esmeye başlar, okulun barış iklimi bozulur.

Tüm öğretmenlerin ders programından memnun olması mümkün mü? Çok zor ama imkansız değil. Bunu da diğer yazımızda ele alalım.


Mülakatta Göstereceksin Maharetini!


—Seni tanıyabilir miyim?
—İsmim önemli değil, beni hakkı yenmiş bir mağdur olarak bilsen yeterli.
—Ne mağduriyeti? Seni kim mağdur etti yoksa mağdur edebiyatı yapanlardan mısın?
—Mağdur edebiyatı falan yapmıyorum. Ben gerçek mağdurum. Öğretmenlik mülakatında elendim.
—Demek ki puanın yeterli gelmedi. Mağduriyeti de nereden çıkardın? 
—Efendim ben KPSS Fizik öğretmenliği sınavında 88 puanla Türkiye birincisiyim. Ama mülakattan 54 puan alarak elendim.
—Birinci gelebilirsin. Çünkü o yazılı sınav. Test usulü yapılıyor biliyorsun. Belki de atıp tutturdun, belki de kopya çektin.
—Ne atması ne tutması. Bilmeden hepsini tutturmak ne mümkün. Sonra nasıl kopya çekeceğim? Sınavı biliyorsun ÖSYM yaptı. Sınava girerken neredeyse üzerimi soyacaklardı. Bir kopya aletiyle girmem mümkün mü?
—Diyelim ki bileğinin hakkıyla sınavda birinci oldun. Girdiğin mülakatta sorulan soruları bilememiş olmalısın ki düşük puan vermişler. Bunun neresinde haksızlık var?
—Beyefendi! Mülakatta da sorulan tüm sorulara doğru cevap verdim. Ama sonuç başarısız. Tercih bile yapamadım.
—Bak delikanlı! Başarının sırrı yazılıda birinci olmak değil. Asıl olan sözlü mülakatta başarı. Diyelim ki sözlüde de tüm soruları bildin. Başarı için bu yeterli bir kıstas mı? Biz çocuklarımızı emanet edeceğiz size. 
—Çocuklarınıza en güzel şekilde Fizik öğretirdim. Ama olmadı.
—Delikanlı, tek başına Fizik bilmem yeterli değil, gerekirse allameyi cihan ol. Komisyon seni yeterli görmedi demek ki...
—Efendim daha ne yapmalıyım ki?
—Komisyon bilgiyle beraber senin tipine, boyuna postuna, diksiyonuna, kendini ifade etme yeteneğine, giyim-kuşamına ve inandırıcı olup olmadığına bakıyor. Demek ki seni pek inandırıcı bulmamış olmalılar.
—İnandırıcı olmanın kriteri ne? Kalbimi yarıp baktılar mı?
—Senin kalbini yarıp bakmalarına gerek yok. Çünkü onlar seni görür görmez ne olduğunu şıp demeden anlarlar.
—Nasıl anlayacaklar?
—Öyle deme! Sözlü mülakatında sana puan verenler o kadar yetenekli olmalılar ki kendilerine komisyon üyeliği payesi verilmiştir. Beni niye seçmezler o komisyona? Bir düşün. Adamlar tırnaklarıyla kazıyarak o görevi hak etmiş olmalılar.
—Benim mağduriyetimi savunacağını sanıyordum. Halbuki sen bu görüntünle haksızlık yapanları savunuyorsun.
—Seni savunmak isterdim delikanlı. Komisyon sana fazla puan vermediğine göre seni yeterli görmedi. Demek ki bir bildikleri vardır. Vardır bunun bir hikmeti.
—Bunun ne hikmeti olacak?
—Mesela sen ağzınla kuş tutabilir misin?
—Hayır, nasıl tutayım?
—Bak itiraf ediyorsun. Demek ki eksiksin. Sonra maharet yazılıda birinci olmak değil. Esas önemli olan mülakattır. Esas maharetini orada gösterecektin.
—Alt tarafı bir öğretmenlik! Sanki ülkeye cumhurbaşkanı mı seçiyorlar?
—Öğretmenlik deyip de geçip gitme. Bu ülkede her şey olabilirsin. Hatta tüm bunlarda mülakata da gerek yok. Ama sen öğretmen olacaksın. Geleceğimizin teminatı çocuklarımızı size emanet edeceğiz. Güven vermemişsin. Adamlar sana çocuklarını nasıl emanet edecekler? Bir defa sen hatayı öğretmen olmaya karar vermekle yapmışsın. Başka meslek bulamadın mı? Şöyle mülakat şartı olmayan bir meslek mesela…
—İşte sizden duyduğum en doğru cümle bu. Doğru. Ben hatayı öğretmenlik okumak ve öğretmen olmaya karar vermekle yaptım. 
—Bak anlaşıyoruz seninle. Hatanı itiraf etmeye başladın. Demek ki orta yerde mağduriyet falan yok.
—Git amca işine! Benim derdim kendime yeter. Sabah sabah moral vereceğine şu söylediklerine bak. Zaten senin gibiler yüzünden bu mülakatlar bu derece prim yaptı.
—Ben ne yaptım delikanlı? Benimki bir durum tespiti idi. Sana da iyilik yaramaz. Zaten doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış.


Fazla Kıyas Bezdirir


—Babacığım! Verdiğin harçlık yetmiyor, harçlığımı artır. Çünkü kantin ateş pahası. Odama sığamıyorum. Geniş bir oda istiyorum. 
—Neyine yetmiyor verdiklerim? Sen beni eleştiriyorsun. Ben bunu hak etmedim. 
—Estağfurullah baba! Benimki bir durum tespiti.
—Ama ben senin için çok şey yaptım. Hiçbir baba benim sana yaptığımı yapmamıştır. Nankörlük yapıyorsun. Babamın bana vermediği imkanları ben sana verdim halbuki. Deden bana hiç harçlık vermezdi. Sen şimdi tek başına kaldığın odanı küçük diye beğenmiyorsun. Halbuki deden bana bir oda bile vermediği gibi bir odayı amca ve halalarınla beraber paylaştık. Birbirimizin elbiselerini giydik. Televizyon yoktu, internet yoktu, cep telefonu yoktu. Çoğu zaman tek çeşit yemek yerdik.
—İyi de bunları bana niye anlatıyorsun baba? Dedemle kendini niye kıyaslıyorsun? Dedemin elinde o kadar imkan varmış, olanı vermiş. Siz ise dedemin bıraktığının üzerine ilaveler yapmış ve bize konforlu bir hayat sunmuşsunuz. Biz de çocuklarımıza sizin bıraktığınız yerden daha fazla imkanlar sunacağız. Zamanın ruhu budur.
—Geçmişi anlattım ki benim değerimi  daha iyi anlayasın. Nereden nereye getirdim sizi.
—Bence kendini dedemle kıyaslayacağına bugün başka babalar ne yapıyor, evlatlarına ne gibi imkanlar sunuyorlar? Hatta bu ülkedeki babaların dün ve bugün yaptıklarını bırakıp başka ülkelerdeki babalar evlatları için neler yapıyor, onlara bakmak gerekmez mi? Sonra dedemin ömrü ne kadardı ki bir şeyler sunsun. Maşallah sen dedeme göre daha dirayetli ve uzun ömürlüsün. Allah dedeme rahmet, sana da uzun ömürler versin, ailemize daha fazla imkanlar sunmayı nasip etsin. Bence kendini dedemin yapamadıklarıyla kıyaslama. Bu durumda dedemin kemikleri sızlar.
—Kıyaslamazsam görmüyorsun ama...
—Görüyorum babacığım, görmez olur muyum? Bugün nasıl daha iyi olabiliriz diye çalışmak lazım. Çünkü dün, dünde kaldı. Geçmişten günümüze gelmek ve bugüne dair yeni şeyler söylemek lazım. 
—Sen beni anlamıyorsun evlat!
—Ben seni iyi anlıyorum baba! Ama bıktım dedemle kendini kıyaslamandan. Temcit pilavı gibi deden şunu yapmadı, bunu ben yaptım diyerek yaptıklarını başıma kakmandan bıktım. Bırakıver artık dedemi. Bırak gariban mezarında rahat uyusun. Çünkü o artık bir mevtadır. Hep kıyas yaptığını görünce içimden keşke yapmasaydın diyorum zaman zaman.  Çünkü fazla kıyas insanı bezdirir. Sonra sen, öğretmenlerimiz, anne ve babalar başkasıyla kıyaslamanın iyi olmadığını bize anlatmıyor muydunuz? Birkaç yıldır ne oldu da durmadan kıyas yapıyorsun? Bizim için başka yapacak bir şeyin yoksa çekil köşene, otur, biz yapalım. Senden aldığımız  bayrağı zirveye taşıyalım. Yeter ki bize güven. Ama artık kıyas istemiyorum.
—Son sözün bu mu?
—Bu baba, kusura bakma. Ben seni çok sevdim, hem de hiç kimsenin sevmediği kadar. Hala da sevmeye devam ediyorum. Ama işi tadında bırakalım diyorum. Çünkü yaptığın her şeyi görüyorum. Görmedi sanma. Senden istediğim dünü yaşamayı bırakalım, önümüze bakalım. 

12 Şubat 2019 Salı

Eyvah, Sevgililer Günü!


—Hayırdır?
—Yok bir şey!
—Ne demek yok bir şey? 
—Yok bir şey dedim ya...
—Var bir şey ki "yok bir şey" diyorsun. Ne zaman bu deyimi kullanan birini görsem var bir şeyi. Senin de öyle. Sadece konuşmak istemiyorsun. Ama suratın var bir şey diyor.
—Doğru diyorsun. Aslında var bir şey. Hanımla atıştık.
—Deme ya! Baltayı taşa vurmuşsun. Hanımla bozuşulur mu? Hem de "Sevgililer Günü" ilan edilen bir günde.
—Zaten o günden dolayı tartıştık.
—Niye ki? Bu günü atlatsaydın da sonra kozlarınızı paylaşsaydınız. Aslında uyumlu bir ikiliydiniz siz.
—Yine öyleyiz de. Oldu işte. Kriz sevgililer gününden dolayı çıktı.
—Neyini paylaşamadınız sevgililer gününün?
—Aslında incir çekirdeğini doldurmaz orta yerdeki sorun. Ağrımaz başımı ağrıttım. Boşuna aile saadetimi bozdum. Hepsi dilimin cezası…
—Ne dedin de?
—Hanıma  dedim ki "Hanım! Malum sevgililer günü. Biz birbirimizi severek aldık.  Çünkü ikimiz sevgiliyiz, Bugüne kadar tanıştığımız gün dahil, nişan, nikah, düğün, kadınlar günü, anneler günü, emekçiler günü, doğum günü, sevgililer günü gibi ne kadar gün varsa hepsinde senin gününü kutlayıp hediyeler aldım. Hep taraflı hediye ve gönül alma oldu. Madem ikimiz sevgiliyiz. Tek taraflı sevgi olmasın. Tek taraflı vermek sadece Allah'a aittir.  Bir incelik de sen yap. Bu sevgililer gününde de sen benim gönlümü al, bunca yıllık hayatımda bir de benim günüm kutlansın. Gel bu sefer de sen bana hediye al dedim." Vah sen misin bunu diyen? Beni bir dövmediği kaldı. Sözleriyle dövdü beni. "Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Eski köye yeni âdet getirme. Nerede görülmüş bir kadının kocasına hediye aldığı? Bu, erkeğin işidir, bu ve diğer günleri takip etmek ve gönül almak" dedi. 
—Sen ne dedin?
—Ne diyeceğim? Konuşturmadı beni.  Sakinleşmedi bir türlü. Konuyu açtığıma pişman oldum. Vara bu sefer de hediyesini alsaydım da ağzımın tadını bozmasaydım.
—Şöyle iyisinden bir hediye alırsan eşinin gönlünü alırsın.
—Bu aşamadan sonra çok bir işe yarayacağını sanmıyorum. Ama bu vesileyle görevimi ve bunu savsaklamamın şakasının olmadığını öğrenmiş oldum. Bundan sonra "Alavere, dalavere, Kürt Mehmet nöbete" misali vazifemi biliyorum. Bedeli ne olursa olsun eşimin bütün günlerini takip etmeye ve gereğini gönüllü yapmaya ve hayatımı onun mutluluğuna adadım. O mutlu ise ben de mutluyum. Zira huzurum için bu, gerekli. 
—Sen dertliymişsin arkadaş. Bir de yok bir şey diyordun. Bak! Varmış demek ki... 
—İyi ki var diyerek üstüme üstüme geldin. Açıldım, konuştum ve rahatladım. Bu vesileyle sorunu da çözmüş oldum. Size teşekkür ediyorum.
—Ben teşekkür ediyorum.