1 Şubat 2019 Cuma

Bugünlerde Yolunuz MTF’ye Düştü mü? *

Hastalıkların gittikçe arttığı günümüzde hastaneler çoğumuzun uğrak yerleridir, olmazsa olmazımızdır. Allah ne hastalık verip hastaneye düşürsün, ne de hastaneleri eksik etsin. Yolu hastaneye düşenlere Allah şifa versin. 

Benim duama bakarak hastalık bana uğramaz demeyin, benim merhemim olsa başıma sürerdim. Zira bugün yolum NEÜ Meram Tıp Fakültesi Hastanesine düştü. Ama hastaneye girmek ne mümkün! Çünkü hastaneye giden yol kapalı. Vatandaşın özel mülküymüş. Asfaltı kazmış, molozlarını da araç ve yaya geçmesin diye bölünmüş yolun hem giriş, hem de çıkışına dökmüş. Etrafını da tel ile çevirmiş. Gören, burada ne oluyor demesin diye mülk sahibi bir beze "ÖZEL MÜLK GİRİLMEZ" yazdırarak herkesin göreceği şekilde afişi asmış. Gördüğünüz gibi hizmette sınır yok.

Hastaneye giriş ve çıkış yolunun kapalılık durumu üç-beş günlük değil, bir aydır bu şekildeymiş. Yetkililer bakarlar ki bu iş böyle olmayacak, adam ciddi mi ciddi! Yan taraftan dar bir servis yolu açmış. Bu servis yolundan girebilmek için sadece çarşı tarafından gelmen gerekiyor, diğer yönlerden girmen mümkün değil. Çünkü ters yola girmiş oluyorsun. Girip çıkanlar birbirlerine centilmenlik yapıp yol vermese servis yolu tıkanır, hiç işlemez.


7/24 hastanın giriş-çıkış yaptığı ve çevre illere de hizmet veren bu hastaneye giden yolun, bu şekil nahoş görüntüsüyle ne kadar daha kapalı kalacağı belli değil. Mülk sahibi, yolun trafiğe açılmaması için elinden gelen her şeyi yaptığına göre bu sorun kısa sürede bitecek gibi görünmüyor. Yolun kapatılacak kadar orta yerde ne sorunu var derseniz, mülk sahibinin iddiasına göre "Daha önce yaptıkları protokole Belediye uymamış." Zaten yolun kapatılmasına bugüne kadar polis bir şey denemişse demek ki mülk sahibinin elinde haklı gerekçeler var görünüyor. 

Vatandaş olarak niyetimiz özel mülkün sahibi veya Belediye'yi haklı-haksız bulmak değil. Çünkü mesele haklı-haksız durumunu çoktan geçmiş. İş cebelleşmeye varmış. İstediğimiz, aradaki bu sorunun kısa zamanda çözülerek yolun trafiğe açılmasıdır. Ayakta tedavi gören hastalar için servis yolundan girip çıkmak aksamalara sebebiyet verse de çok önemli görülmeyebilir. Ama günde kaç defa ambulansın acil hasta girişi yaptığı bu yolda meydana gelebilecek birkaç dakikalık aksama, acil hastalar için önem arz eder diye düşünüyorum. Mesele insan sağlığı olunca protokolün ayrıntısı çok da önemli değildir. Üstelik bu görüntü çok hoş görünmüyor.

Yetkililere duyurulur!

Not: Güya şifa bulmak için hastaneye gitmiştim. Ama girişte bu garipliği görünce bu durum benim hastalığımdan daha önemli dedim, bu yolu konu edindim. Bu arada muayenemi de oldum. Meraklıları, "Madem muayene oldun! Nerede muayene olurken çekindiğin foto ve sargılı yerinin fotoğrafı, niçin sosyal medyada paylaşmadın, nereden belli hastaneye gittiğin?" derlerse haklılar elbet! Ama malum yol, aklımı başımdan aldı. Haydi yol beni etkiledi, doktorlar da "Dur amca! Bir fotoğrafını çekelim, malum yerde kullanırsın"  diye niye söylemediler? Alacakları olsun! Bilmiyorlar tabi! Bu işi, hastaya iyi davranıp ilgi-alaka göstermek ve muayene etmekten ibaret sanıyor bu doktorlar! Birileri, özellikle sosyal medyada sargılı fotoğraflarını "üzgün hissediyor" şeklinde paylaşım yapan sosyal medya fenomenleri, bu işin vahametini doktorlara hatırlatmalı. Lütfen bu uyarıyı doktorlar "Bizim görevimiz insan sağlığı" deyip küçümsemesinler. 

*04/02/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


31 Ocak 2019 Perşembe

Bir Toplum Kendini Değiştirmezse *


Kur'an'ı Kerim'de Rad Süresi 11.ayette Allah "Bir toplum kendini değiştirmediği müddetçe Allah hiçbir topluluğu değiştirmez" buyurmaktadır. Başka ne diyor Allah? Bir de Enfal 53.ayete bakalım: "Çünkü bir topluluk kendisini değiştirmedikçe Allah onlara verdiği nimeti değiştirecek değildir." Şimdi bu ayetler ne demek istiyor?

Bu ayetler Allah'ın değişmez dediği sünnetullah adını verdiği toplumsal yasalarıdır. Ne demek bu yasa? “Bizim âlimlerimizin sık sık tekrar ettikleri sünnetullah (Allah’ın yasası) -konumuz bağlamında- şudur: İyi eğitilmiş, uzmanlığa saygısı olan; dürüst, düzenli ve disiplinli çalışan; yöneticisiyle halkıyla israf etmemeyi, ürettiğinden fazla tüketmemeyi, sade yaşamayı kültür haline getirmiş, hukuk ve ahlak kurallarında istisna oluşturmamayı ahlak yasası olarak içleştirmiş toplumlar başarılı olurlar. Böyle toplumlar, savaş gibi büyük felaketler dışında, mesela şu günlerde bizim yaşadığımız ekonomik sıkıntıları, dolayısıyla buradan kaynaklanan, toplumsal ve siyasal sorunları yaşamazlar. Çünkü o toplumlarda ahlak ve hukuk bakımından bir iş yanlışsa her zaman ve herkes için yanlıştır. Bu sebeple öyle toplumlarda çoğunlukla sürprizler azdır; devletiyle halkıyla herkes işini objektif kurallara ve ilkelere göre yaptığı için geleceği öngörmek kolaydır ve projeler, planlar genellikle tutar. Bu da o topluma ve o ülkeye içeride ve dışarıda güven oluşturur.

Umumiyetle ilkeli ve kurallı toplumlar daha az sorun yaşarlar. Çünkü bu toplumlarda kurallar toplum yararı gözetilerek belirlenir ve işletilir; ilkelere ve kurallara göre yaşama alışkanlığı okullarda verilir. Bu sayede kurallar ne kişiler ne kesimler ne de devlet adına, özellikle de din adı kullanılarak ihlal edilmez, istisnalar yapılmaz.” (Mustafa Çağrıcı)

Şimdi bu değişmez yasalar çerçevesinde İslam dünyasının durumuna bir bakalım. Hangi İslam dünyasına bakarsak bakalım, bu dünyanın durumunun içler acısı içerisinde olduğu konusunda hepimiz hemfikiriz. Bu durum, Allah'ın İslam dünyasına verdiği bir kaderi değildir. İslam dünyası bu durumu kendisi kader haline getirmiş ve mevcut durumunu değiştirmemek üzere direniyor. Yani muhafazakarlık yapıyor. Kimse bu durumdan memnun değil, fakat mevcudu korumayı marifet sayıyor. Değişip gelişelim diyen az sayıdaki insanlar da tu kaka yapılıp dışlanıyor. Sonuç; ekonomide, siyasette, teknolojide, ticarette dökülüyoruz.

Başta yazdığım sünnetullah yasalarına tekrar dönersek nimetlere kavuşmak istiyorsak her alanda topyekûn mücadele etmemiz gerekiyor. Bu mücadelede işin kolayına kaçma yerine taşın altına elimizi uzatmalıyız. Hele İslam dünyası öncelikle kurtarıcılardan kurtulması lazım. Çünkü bizde biri gelecek, bizi kurtaracak kolaycılığı var. Öyle ben çalışmayacağım, işin kolayına kaçacağım, biri gelip beni kurtaracak olmaz. Bu anlayıştan kurtulmadıkça İslam dünyası mevcut durumunu da koruyamaz. Gittikçe daha kötüye gider.

Bir kişi veya toplum mevcut durumunu korumak ister; açılım, değişim ve gelişmeye karşı çıkarsa Allah bu toplum veya kişiyi değiştirmez, aynı hal üzere devam etmelerine onay verir. Yine bir toplum veya kişi çalışıp çabalar, mevcut durumundan kurtulmaya çalışırsa Allah o toplum veya kişinin önünü açar, gelişme ve değişmelerinin önünü açar.

*08/02/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Var mı Bu Veliyi Eğitecek Olan? (2)


2006-2007 öğretim yılı olsa gerek. Okul müdürü olarak görev yapıyorum. Çocuğu 9.sınıfta okuyan öğretmen emeklisi bir velim vardı.

Karne haftası yanıma geldi. Okulun Biyoloji öğretmeninden dertli idi. Çocuğunun dersi 41 ortalama ile karneye zayıf düşüyormuş. Benden öğretmenle görüşüp bu zayıfı düzelttirmemi istedi. Kendisine ortalaması 41 olan bir çocuğu kendi dersim olsa geçirebileceğimi, bugüne kadar bu şekil kritik puanları 45'e tamamladığımı, fakat öğretmenin verdiği nota müdahale edemeyeceğimi; çocuğunuzun yazılı ortalaması 36 düşüyor iken öğretmen, kullandığı sözlülerle 41'e yükselttiğini, isterse kendisinin öğretmenle görüşmesinin uygun olacağını söyledim. Bana ders öğretmeninin kendisinin liseden öğrencisi olduğunu, bu konuda kendisiyle görüşmek istemediğini, çocuğunun ortaokulda iken bütün notlarının beş olduğunu, bu okula geldikten sonra bu öğretmenler yüzünden çocuğunun başarısının düştüğünü, sene sonunda  teşekkür-takdirle gelmediği takdirde okuldan alacağına dair yemin ettiğini, kendi çocuğunu aldıktan sonra diğer velileri de organize edip çocuklarını bu okuldan aldıracağını, çünkü halkın kendisini çok sevdiğini, sözünün dinlendiğini söyledi. 

Emekli öğretmenimiz tehdit ve şantajlarına devam ettikçe saygıda kusur etmedim, alttan almaya ve kendisini ikna etmeye çalıştım. Kendisine, hocam! Sen şair adamsın, şairler duygusal olur, aynı zamanda anlayışlı olur. Burası lise. Lise, ortaokula göre daha zordur, çocuğunuz bu okulda uyum sorunu yaşıyor olabilir, önümüzdeki sene kendisini toparlayıp beklediğiniz başarıyı göstereceğine inanıyorum. Bu süreçte çocuğuna not yüzünden bu şekilde baskı uygulaman yanlıştır. Bırak çocuğun belge almasın, Biyoloji dersinin zayıf olması dünyanın sonu değil, yazın ortalama yükseltme(OYS) sınavına girip kurtarır dedim. Bana OYS'de dersi kurtarırsa çocuğunun teşekkür alıp almayacağını sordu. Hocam, sen Edebiyat öğretmenisin. İyi biliyor olmalısın ki OYS'ye kalan öğrenci belge alamaz dedim. Başka neler dedim neler! Ama Nuh dedi, peygamber demedi. Ayrılırken bu işi burada bırakmayacağını, ilçe milli eğitime şikayet edeceğini, çözüm olmazsa il milli eğitime gidip şikayetçi olacağını, ardından televizyona çıkıp okulu yerle bir edeceğini, kendisini yok saymamın bedelini bana ödeteceğini söyleyip çıktı, gitti.

Birkaç gün sonra ilçe milli eğitim müdürü kendisinde okulumuzla ilgili bir şikayet dilekçesi olduğunu söyledi. Milli Eğitim Müdürünü okula davet ettim. Hocam, sizin branşınız Fen Bilgisi ama Biyolojiden de anlarsınız, öğretmenin yazılı kağıtlarını inceler misiniz dedim. Olur dedi. Öğretmenin cevap anahtarıyla birlikte güzelce istiflediği yazılı tomarlarını Milli Eğitim Müdürünün önüne koydum. Adı geçen öğrencinin kağıtlarını inceledi. “Öğretmen bol bol not vermiş, yapılacak bir şey yok” dedi. Müsaade alıp gitti. (Devam edecek)




Var mı Bu Veliyi Eğitecek Olan? (1)


Günümüzde öğretmenlerin yaptığı yazılıların ve verdikleri ders içi etkinlik puanlarının öğrenci, veli ve merkezi sınavlar nezdinde pek bir değeri yok. Daha doğrusu notun/puanın bir önemi yok. Bunda sınıfta kalmamanın ve verilen notların, merkezi sınavlarda katkı yapmamasının etkisi büyüktür. Verilen notlar sadece öğrencinin teşekkür ve takdir almasında önemli. Başka da bir anlam ifade etmiyor. 

Öğretmenlerin verdiği bu notların, çocuğun geleceğinde bir etkisi olmamasına rağmen bazı velilerin okul ortamına gelip çocukları adına not istediklerini görünce “Çocuğundan önce bu veliyi eğitmek lazım” diyesi geliyor insanın. Not dilenirken edebini takınıp haddini bilse eh diyeceğim.

27 yıllık öğretmenlik hayatımda sayıları az olmakla beraber öyle veliler gördüm ki “Bu veliye göre bu çocuk, çok çok iyi” dediğim oldu çoğu zaman. Öğretmenleri en fazla uğraştıranlar da maalesef öğretmen velilerdir. Güya öğretmenleri en iyi anlamaları gereken kesim! İnsanı üzen de meslektaşının bile kendisini anlamaması. İşin garibi çocuklarını koruma adına bu tip velilerin  bu yaptıkları, meslektaşlarını üzse de en büyük zararı kendi çocuklarına vermektedirler. Tecrübeyle sabittir bu.

Size bir meslektaşımın karne haftası bir öğretmen veli ile aralarında geçen diyalogdan kısaca bahsetmek istiyorum: 6.sınıflara giren öğretmen, sene başında öğrencilerine, sınıf içi etkinlik puanını ne şekilde vereceğini açıklar: “Üç tane sınıf içi etkinlik puanı vereceğim. İki tanesini sizin sınıf içi performansınıza göre diğer bir tanesini de performansınızı ölçmek için test usulü iki tane daha sınav yapacağım. Bu iki sınavın ortalaması ne ise onu, diğer sınıf içi etkinlik puanı olarak vereceğim” der. Amacı hem öğrencileri çalışmaya sevk etmek, hem yüksek puan almalarını sağlamak, hem de yaptığı bu sınavlar vereceği sınıf içi etkinlik puanı için birer dayanak olsun. 

Girdiği dört sınıfın toplam öğrenci sayısı 170 civarındadır. Her birine sene başında koyduğu bu karar gereği puanlarını verir. Hiçbir veli ve öğrenciden itiraz yok.

Karne haftası, kendisi de öğretmen olan bir öğrencisinin velisi çıkagelir. Veli isyanlarda. Durdurabilene, sakinleştirebilene aşk olsun! Çünkü veli, öğretmenin verdiği bir sınıf içi etkinlik puanından şikâyetçidir. Önce sınıf öğretmenine gider. Sınıf öğretmeninin yönlendirmesiyle veli, ders öğretmeniyle görüşür. Öğrenci sınavlardan 100 ve 95 almış, sınıf içi etkinlik puanı olarak öğretmen 100, 100 vermiş, üçüncüsüne ise öğrencinin ilave sınavlardan aldığı 90 ve 95'in ortalamasını aldıktan sonra öğretmen, tek puan olarak girmiş sisteme. Öğretmen, bu puanları ne şekilde verdiğini bir de veliye anlatmış. Ama veli ikna olmadığı gibi öğretmenden sınıf içi etkinlik puanını yüze çıkarmasını ister. Öğretmen, böyle bir şey yapmasının diğer öğrencilere haksızlık olacağını söylemesine rağmen veli, "Çocuğunun başarılı bir çocuk olduğunu, bu ayrıcalığı hak ettiğini, şayet bu puanı 100'e tamamlamazsa müdüre çıkıp oradan düzelttireceğini, bu işlerin böyle yapıldığını, düzeltmezse okuldan çocuğunu alacağını, çünkü çocuğunun okuldan nefret eder hale geldiğini..." bir bir  sıralar. Daha başka şeyler de söyler. Çünkü densizliğin sınırı yoktur. Bunu ancak edep ve haya engeller. O da eksikse söyler, karşısında genç bir bayan olduğuna aldırmadan...

Çalıştığı okula bu sene il dışından gelen idealist öğretmen, terbiye sınırlarını aşan bu velinin konuşmasına çok üzülür. Çünkü böyle bir olayla daha önce  hiç karşılaşmamıştır. Kendisinden bu olayı yazı konusu edineceğim, bana olayı kısaca aktarabilir misin, dediğimde olayın üzerinden üç hafta geçmesine rağmen hala olayın etkisinden kurtulamadığını sezdim. Ne edersiniz ki sapı bizden. Sapı bizden olan böyle yaparsa varın siz öbür velileri düşünün diyeceğim ama diğer veliler bu tiplerden çok ehven.

İyi ki verdiğimiz notların merkezi sınavlarda bir etkisi yok. Şayet etkisi olsaydı belki de bu veli, yedi puan için kavga bile ederdi. 

Bence, öğrenciden önce bu tür velileri eğitmek lazım. Var mı bu veliyi eğitecek olan? Kendisine güvenen çıksın ortaya! 




30 Ocak 2019 Çarşamba

Siyasilerimiz Bu Ülkeyi Vatandaş Kadar Düşünmüyor ***


—Şu siyasilerin çalışmalarına bak! Gece gündüz demeyip durmadan koşturuyorlar. Herkes bunlar gibi çalışsa bu ülkenin çözülmedik sorunu kalmaz. 
—Ne yapıyorlar da?
—Baksana! Belediye Başkan adaylarını belirlemek için toplantı üzerine toplantı yapıyorlar. Bir şehre hizmet edecek en iyi belediye başkanını tespit için kılı kırk yarıyorlar. Bir belediye daha fazla kazanmak için gerekirse ittifak içinde yer alıyorlar. Memleket için yanıp tutuşuyorlar.
—Evet!
—Bu kadar açıklamama tek kelimeyle evet dedin. Gününde mi değilsin, yoksa açıklamamdan hoşnut mu olmadın?
—Aynı görüşte değilim. Keşke açıkladığınız gibi olsaydı.
—Sebep?
—Açıkçası siyasilerin çok memleketi düşündüklerini sanmıyorum. Hepsi demeyeyim ama çoğu kendi ikballeri peşinde. Tüm çabaları da bundan ibaret. Yani memlekete hizmet, öncelikleri değil.
—Katılmıyorum bu görüşünüze. Bana bir örnek verebilir misin memleketi düşünmediklerine dair?
—Örnek çok. Ben sana en yakın bir örnek vereyim. Biz en son seçimi ne zaman yapmıştık? 
—24 Haziran 2018'de.
—Süresinden önce erken genel seçim yaptık değil mi?
—Evet…
—Şimdi yeni bir seçime daha gidiyoruz, değil mi? Bu sefer mahalli idareler seçimi. Erkene alınan genel seçimle şimdi yapacağımız seçim arasında ne kadar süre var?
—9 ay var  iki seçim arasında.
—Bu iki seçim birleştirilemez miydi?
—Olurdu ama böyle düşündü Meclisimiz. Nereye varmak istiyorsun?
—Seçim demek sınıf başkanı seçmek değil, bir maliyet ister. Hem de büyük maliyet. 
—Ama seçimler demokrasinin bir gereği. Masraf olacak diye seçim yapmayacak mıyız?
—Elbette yapılacak. Seçimsiz olmaz. Benim demek istediğim siyasilerimiz kendi çıkarları kadar ülkeyi düşünselerdi, bu iki seçimi birleştirirler ve memleket dokuz ay arayla iki seçim masrafı yapmaz ve bu işten en az masrafla kurtulurdu.
—Ama ikisi ayrı seçim!
—Olsun, fark etmez. Muhtarlık ve belediye başkanları için iki sandık daha fazla konurdu. İki seçimi yaptıktan sonra ülke önüne bakar, ülkenin çözüm bekleyen sorunlarına neşter vurulurdu. Seçim dediğin sandık gününden ibaret değil ki! Bunun için bir süreç lazım. Biz geçen Nisan ayından bu Mart sonuna kadar seçimle uğraşıyoruz. 
—Doğru söylüyorsun. Fakat partilerin kendi parası değil mi seçimde harcadıkları?
—Değil maalesef. Yüzde üç ve üzeri oy alan siyasi partiler, aldıkları oy oranlarına göre her seçimde hazineden seçim yardımı alırlar. Yani seçim atmosferinde harcanan para senin, benim, bu milletin öp öz parasıdır. İnan seçimde harcadıkları kendi paraları olsa masraftan kaçınmak için iki seçimi birleştirirlerdi.
—Haklısın.
—Başka örnek ister misin?
—Hayır, sadece bu örnek bile siyasilerin kendi çıkarlarının, memleketin çıkarından daha önce geldiğini göstermektedir.

***21/02/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


Öğretmenim! Niye Ders İşliyorsun?

—Çocuğum! Bak ders anlatıyorum, lütfen dersi dinler misin? Sonra nerede senin defter, kitabın?
—Evde kaldı, getirmedim.
—O zaman arkadaşının kitabından takip et. Anlatılanları da bir kağıda not al, eve varınca geçersin.
—Dersi dinlemek istemiyorum.
—Niçin?
—Sıkılıyorum. Dışarı çıkıp top oynasak olmaz mı? Ya da film izlesek.
—Ders ne olacak? Sonra sen bu okula niçin geliyorsun?
—Hep ders ders ders...
—Başka ne yapacaktık?
—Ben ders işlemek istemiyorum.
—Dersi dinlemezsen merkezi sınavlarda başarılı olamazsın.
—Niye başarılı olmayayım ki? Ben kendime güveniyorum.
—Dersi dinlemeden, çalışmadan bir de kendine güveniyorsun. Evladım! Bu işler çalışmadan olur mu? Milyonlarca insan çalıştığı halde başaramıyor. Sen nasıl başaracaksın?
—Ben başaracağım. Öğrenciler boşuna ders dinleyip sınava hazırlanıyorlar.
—Başka ne yapacaklardı?
—Anlamıyorum sizi ve ders çalışan öğrencileri. Sınav sistemi değişti. Bundan sonra ders çalışmaya gerek yok bence.
—Oğlum! Biz de seni anlamıyoruz. Bu ülkede nice sınav sistemleri değişti ama değişmeyen tek şey öğrencilerin çalışması. Değişirse değişsin. Bu işler çalışmadan olur mu?
—Bu sınav sisteminin diğerlerinden bir farkı var: Sorunun içinde cevabı olacak. Formül mü lazım? O da olacak. Bilgi mi lazım? Soruda o da olacak. Yani o soruyu cevaplamam için ne gerekiyorsa o sorunun içinde hepsi olacak. Bakan böyle dedi. Duymadınız mı? Bu durumda sınavlara önceden hazırlığa gerek yok.
—Tamam söyledi, duyduk. Ama?
—Öğretmenim! Hala ama diyorsunuz.  Soruda her şey varsa çalışmaya, dersi dinlemeye hatta okullara gerek var mı? Bırakın çocukluğumuzu yaşayalım.
—Oğlum! Kafanda hiçbir bilgi olmayacak mı?
—Ne gerek var? Hepsi var orada zaten.
—Allah'ım bana sabır ver, aklıma mukayyet ol.
—Öğretmenim! Hiç boşuna sinirlenme! Durum aynen böyle ve ben doğru yoldayım.
—Oğlum! İyi de okula niye geliyorsun o zaman?
—Ailem zorlamasa gelmem aslında. Ama annem babam çalışıyor. Evde gün boyu bir başıma oturamam ya. Sıkılırım. Anlatabildim mi?
—Gayet iyi anlaşıldı evlat! Sen bu düşüncede olmaya devam et. Ben de dört gözle senin sınava gitmeni ve sonuçların açıklanmasını bekliyorum.
—Öğretmenim, bir şey sorabilir miyim? Madem beni anladınız. Bu durumda benim defter, kitap getirmeme gerek var mı?
—Biz ne dersek boş nasılsa. Sen istediğin şekilde derse gelmeye devam et. Senden tek istediğim, biz diğer arkadaşlarınla ders işlerken gürültü yapmaman.

Bu Suçluları Ne Yapalım?

—Efendim! Suç yönünden ne bitek ülkeymişiz böyle! Maden bulmuş gibi deşeledikçe suçlu çıkıyor. Biz bu suçluları ne yapalım?
—Sallandırın gitsin!
—Ah keşke! Ama idam yasak! Öldüremiyoruz ki! Aslında çözüm o.
—Hapse atın, Güneş yüzü görmesin.
—Olurdu da hapishanelerimiz tıka basa dolu. Yüzde yüzün üzerinde bir kapasiteyle çalışıyoruz.
—O zaman ölmekten ve içeriye girmekten beter yapın, yani sürüm sürüm süründürün.
—Nasıl?
—Suçlu, kamuda çalışıyorsa görevine son verin, özel sektörde çalışmasına izin vermeyin, çalıştıranı yakın takibe alın, yurt dışına gitmesine izin vermeyin. Suçluya telefon açanı dinlemeye alın, yardım edenin ensesinde pişin.
—Faydası olur mu?
—Olmaz olur mu? Bu yöntem ölmekten beter yapar onu. Bu durum onun için ha ölmüş, ha yaşamış. Hatta ölmek isterse ölmesine de izin vermemek lazım. Yaşamalı ki her gün ölmeli.
—Bu çok insafsızca bir muamele olmaz mı? Bunları kazanmaya çalışsak.
—Suç işlemeselerdi efendim! Bunlara merhamet etsek merhamet maraz doğurur. Bırak bunları kazanmaya çalışmayı; düşüyorum, ölüyorum,  imdat deseler bile bırak kurtarmayı, tutunduğu yerden elini bırakması için bir de tekme vurmak lazım.
—Yani yaşamasınlar...
—Evet yaşamasınlar. Bugün nefes alıyorlarsa hallerine şükretsinler, bir de idamın kalktığına. Aslında dinlemeden kellesini almak lazım.
—Pişman olsalar da mı?
—Onu zamanında suç işlemezken düşüneceklerdi. İşledikten sonra pişmanlık neye yarar? Sonra ne belli pişman oldukları?
—Pişmanlığa sıcak bakmıyorsun?
—Evet.
—Ama Hz Adem de hata yaptı. Duyduğu pişmanlık sonucu Allah onu affetmekle kalmadı, ardından onu peygamber tayin etti.
—O ayrı. Sonra herkes Adem gibi olsa sorun olmaz zaten.
—Yanlış düşünüyorsun. Hadiste peygamber "Günahından tevbe eden hiç günah işlememiş gibidir" der. Allah Fatır süresinde "Her suç işleyeni Allah yok etmiş olsaydı yeryüzünde hiçbir canlı kalmazdı" buyurur. Dinin bu konuda görüşü bu iken bize ne oluyor da bu kadar acımasız olabiliyoruz...