20 Ağustos 2018 Pazartesi

Eşime Şiddet Uyguladım

Kadına şiddet haberleri televizyonlarımızda eksik olmaz. Çünkü kadına şiddet var bu toplumda.  Aslında ifade yanlış. Güçlünün güçsüze uyguladığı şiddet söz konusu. Bünye itibariyle erkeğe göre kadın daha zayıf olduğu için kadınların şiddet görmesi daha fazladır. 

Erkeğe şiddet yok mu? Çok ön plana çıkmasa da var. Geçen gün bir erkek hanımından şiddet görmüş, ardından hastaneye giderek darp raporu almış. Sayısı az olsa da erkekler de eşinden dayak yiyebiliyor. 

Bizde dayak kimin gücü kime yetiyorsa zayıf olan nasibini alır. Erkek güçlüdür hanımını, hanımı güçlüdür erkeğini, kadın çocuğunu, öğretmen öğrencisini, öğrenci öğretmenini döver. 

Şiddet uygulayanlar kervanına ben de katıldım. Eşim bana göre zayıf ne de olsa. Diz kapağındaki sıvı azalmasından dolayı ağrı ve acıdan güç bela yürüyor, merdivenleri zorla çıkıyor. İlaç kullanması da eksik değil. Kaçırır mıyım bu fırsatı? Vurdum diz kapağına! Can havliyle bağırdı. Açısından ağlayacağı yerde az sonra sesi kesildi. Bana kızıp bağıracağı, "Eşim bana şiddet uyguladı" diye şikayet edeceği yerde "Diz kapağımın ağrısı geçti" demez mi? Boşuna denemişler "Dayak cennetten çıkma" diye.

Ertesi gün doktor raporuna paralel olarak  eşimin rutin kullandığı ilacı oğlan eczaneden alıp gelmiş. Bir gün sonra ailecek bir parkta çay içiyoruz. Oğlan annesine "Anne, ilaçların faydası oldu mu" diye sordu. Doktor ayağıma gelecek, soru soracak da annesi geçmesi der mi? "Geçti oğlum" dedi. Kaçırır mıyım bu fırsatı. Oğlum ilaca gerek yoktu, boşu boşuna para verdin, anneyin diz kapağına bir vurdum, geçti ağrısı" dedim. Merak etti oğlan doğal olarak. "Ne vurması" dedi. Hiç bozuntuya vermedim. Ama oğlan meraklandı iyice. Tekrar tekrar annesine dönüp sordu. Annesi yani eşim "Babanın ayağı görmeden diz kapağıma dokundu. Önce acıdı, ardından iyileşti" dedi. Hep beraber gülüştük. Her şerde bir iyilik vardır denilen  bu olsa gerek.

Ayak ve diz kapağı ağrısı çoğunuzda eksik değildir. Çağımızın hastalığı ne de olsa. "Doktor doktor dolaştım, ilaçlar kullandım, hatta ameliyat bile oldum. Ama hala geçmedi, çekiyorum" diyorsanız size bir telefon kadar yakınım. Masrafsız ayağınızı, diz kapağınızı iyileştiririm. Sizden tek istediğim vurduğun zaman acıya katlanmanız.


Dağ Fare Doğurdu

Bir partinin genel başkan yardımcılığı görevine getirilen birinden beklenen sorumlu davranmasıdır. Parti disiplinine bağlı hareket etmesidir. Parti kendisine ne görevi vermişse onu layıkıyla yerine getirmesidir. Eline mikrofonu alınca söylediğini kulağı duymasıdır. Çünkü konuşması partisini bağlar.

Parti genel başkanlığına getirilen bir kişi ne zaman, nerede, kimin hakkında ne konuşacağını bilen tecrübeli biri olmalı ki kendisine sorumlu bir makam verilmiştir. Ama o ne yapıyor? Partilileriyle bayramdan iki gün önce yaptığı bayramlaşma programında halihazırda görev yaptığı partisinde kurucu üye olmuş; milletvekilliği, bakanlık, başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapmış biri 24 Haziran seçimlerinde muhalefetin ortak cumhurbaşkanı olarak seçimlere girmek isteme tercihini/düşüncesini ihanet olarak değerlendiriyor ve ona hain damgasını vuruyor. "O, bir haindir" açıklamasını yapıyor.

Adı geçen kişinin eski dava arkadaşının karşısına karşı bloğun adayı olmak istemesini asla doğru bulmuyorum. Pekala Sayın Genel Başkan "Adaylık süreci şık olmamıştır" şeklinde izah edebilirdi. Bu durumu ihanetle açıklaması ve bu kişiyi hain olarak suçlaması hiç doğru olmamış ve boyundan büyük laf etmiştir. Bulunduğu makam itibariyle sorumlu davranmamıştır.  Birleştiricilikten uzaktır. Tabir yerindeyse dağ fare doğurmuştur. 

Bir insanı hainlikle itham etmenin kime ne faydası var? Partisi bundan karlı mı çıkar? Kaç kişi aferin der buna? Sonra sana bu yetkiyi kim verdi? Bizde modadır bu. İşin kolaycılığına kaçmaktır. Bir nevi tekfirdir bu söylem. Bizim ülkemizde birine "kafir, sapık, hain..." damgası vurmak çok ucuz ne de olsa. Adam inancını mı değiştirdi, düşüncesi mi farklılaştı? Seninle beraber olmamayı tercih etti. Bugün başkasına hain damgası vuran kişinin yarın savrulmayacağına, başka bir kulvarda yer almayacağına dair bir garantisi mi var? Bu kişi ayıpladığı, eleştirdiği, itham ettiği durumla karşılaşamaz mı? Benim bildiğim tasvip etmem ama ayıpladığı er veya geç kendisinin başına gelir. Ayıptır ayıp ve de günahtır günah! 


19 Ağustos 2018 Pazar

Herkes Payına Düşeni Alsın! *

Bugün size yazarının kim olduğunu bilmediğim sosyal medyada paylaşılan cuma mesajlarıyla ilgili bir yazıyı paylaşmak istiyorum:

"Çalışanının hakkını yiyip, vergi kaçıran ama cumayı kaçırmayan işveren, hayırlı cumalar!

Apartman girişine “Mülk Allah'ındır” yazıp kira iki ay gecikince kiracıyı sokağa atan sakallı hacı, sana da hayırlı cumalar!

Torpili patlatıp başkasının yerine  işe giren, beş vakit namazını kılıp internette paylaştığı cuma mesajları ile yediği kul hakkını ödeyeceğini zanneden din kardeşim, sana da hayırlı cumalar!

Dolmuşa dört çocukla binip, bir kişi parası veren ama üç kişilik yerde oturup kendisini kimsenin görmediğini düşünen hanım abla, sana da hayırlı cumalar!

Faiz haramdır deyip, bankadan çektiği kredi İle evladına araba alan hacı baba, sana da hayırlı cumalar!

Her cuma hayırlı cumalar mesajı paylaşan cuma namazının kaç rekat olduğunu bilmeyen, cumartesi gecesi meyhane meyhane gezen muhterem, sana da hayırlı cumalar! 

Profil resminde film yıldızı gibi resmi olup cuma tweeti atan ehli namus bacım, sana da hayırlı cumalar!

Dini sadece oruç tutmak, namaz kılmak ve kendine kestiği kurban zannedip haksızlığa, adaletsizliğe, hırsızlığa ses çıkarmayan dini bütün kardeşim, sana da hayırlı cumalar!

Elinden Kuran, ağzından yalan, boğazından haram eksik olmayan sözde Müslüman kardeşim, sana da hayırlı cumalar!

Ölçüde, tartıda, sayımda hile yapıp, yediği kul hakkını hiçbir para ile ödeyemeyeceğini bildiği halde suçu başkalarına yüklemeye çalışan din kardeşim, sana da hayırlı cumalar!

Fatura kesmeyip vergiden çalan, dini günlerde bayramlarda erzak paketi dağıtan, kapı komşusunun açlığından haberi olmayan sözde yardım eden hayırsever işadamı, sana da hayırlı cumalar!

Yüzüne güldüğü kişinin arkasından rahatça konuşup kötüleyen, atıp tutan ama internette dinî ve ahlâkî paylaşımlar konusunda mangalda kül bırakmayan iki yüzlü riyakar din kardeşim, sana da hayırlı cumalar!

Allah'ın "Kul hakkı İle huzuruma gelme dediğini bilmezmiş gibi kul hakkını omuzlayıp camide İlk safta yer alan Müslüman, sana da hayırlı cumalar!

Sucuğun etiketine yüzde 100 dana eti yazıp, bağırsağı baharatlı mekanik kıyma ile dolduran, vatandaşın sağlığını düşünmeyen, para hırsına kapılmış sözde Müslüman, sana da hayırlı cumalar!

Bulunduğu koltuk, mevkii ve makamı sorumsuzca ve menfaati doğrultusunda kullandığı halde her şeyi hak,  devlet ve millet için yaptığını söyleyip bizi ikna edince ilahi adaletin tecelli etmeyeceğini zanneden din kardeşim, sana da hayırlı cumalar!

Helali, haram’ı çok iyi bildiği halde yaptığı işi ve kazancını sorgulamayıp, beş fazla olsun, nasıl olursa olsun deyip dünya malına tamah edip hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan din kardeşim, sana da hayırlı cumalar!

Kula kulluk yapmayan, yalnız Yaratan’a kul olmaya çalışan, haktan ve adaletten ayrılmayan, doğru ve dürüst kalmaya çabalayan güzel insanlar, size de hayırlı cumalar!"

Fazla söze ne hacet! Hepimiz payımıza düşeni alalım!

*07.09.2018 tarihinde anadoludabugun.com.tr adresinde yayınlanmıştır.

"Öksüzlere Bakıyorum" *


Bayram öncesi sıcağın altında alışveriş yaptım, eşyaları alıp eve geçeceğim. Yüz metre ilerimde caddeye çıkan kapımızın önünde iki bayandan biri "gelir misin" diye seslendi. Herhalde bir adres soracaklar diye yanlarına doğru yaklaştım. "Buradan geçerken sizi gördüm, biz şu yan tarafta oturuyoruz, öksüzlere bakıyorum, çorbada tuzunuz olsun" dedi. Tanımadığım komşuma cebinden çıkarıp bir katkıda bulundum, geri dönüp aldıklarımı evime çektim.

Komşum olduğunu söyleyen bu iki kadını tanımıyorum. Bugüne kadar da bir göz aşinalığımız oluşmadı. Giyim-kuşamları ve konuşmalarından dilenci izlenimi edinmedim. Doğru mu söylüyorlar yoksa yalan mı emin değilim. Ama garipsedim bu durumu. Eğer bu iki kadın komşum ise iki sene oldu ben bu evime taşınalı. Daha bugüne kadar evime gelip kimsin, necisin, hoş geldin komşu demediler. Yolda karşılaşıp selamlaşmadık, bir alışverişte karşılaşıp iki kelam etmedik. Cadde üzerinde durmuşlar ve beni çağırıyorlar, baktıkları öksüzler için yardım istiyorlar. Haydi diyelim ki burası Konya. Yerleşmiş kuralları var. Kişi özellikle kadın tanımadığı erkekle konuşmaz, hatta selamlaşmaz, yanında erkeği olmadan hoş geldine gelmez. Bu düşünce ve bakış açısına eyvallah diyelim. Tamam konuşmasın, yüzüme bakmasın. O zaman benden para istemeyecek ve yanına da çağırmayacak. Demek ki işine geldiğinde benimle konuşacak, işine gelmediğinde yüzüme bakmayacak. Gülünç duruma düşüyor ve çelişiyoruz böyle yapınca.

Yeni bir dilencilik şekli mi bu acaba? Çünkü dilencileri bugün çok mesafe katetmiş görüyoruz. Çarşıda bir şey soracakmış gibi yanına yaklaşıyor bazıları: "Bir şey söyleyebilir miyim? Af edersiniz dilenci değilim..." diyor. Dilenci değilim deyince maksat anlaşılıyor. Böylelerine alıştık da mahalle arasında yanına çağırıp da "...çorbada tuzun bulunsun" diyeni ilk defa gördüm. Daha ne tür isteme şekilleriyle karşılaşacağız Allah uzun ömür verirse.

Komşum olduğunu söyleyen kadın yalan söylüyor iddiasında falan değilim. Gerçekten de öksüzleri vardır, onlara bakıyordur. Allah kimseyi başkasından isteyecek duruma düşürmesin. Kimi, kimseye muhtaç etmesin. Allah öksüzlerin yüzüne baksın. Ama öksüzlere bu şekil bakma nereye kadar? İstersin kimi verir, kimi vermez. Ayrıca elden gelen öğün olmaz, o da zamanında gelmez. Bu tip öksüzler ve gerçek muhtaçların ihtiyaçlarını giderecek bir yol bulmak lazım. Öyle bir yol olmalı ki muhtacın durumunu üstlenen istemek durumunda kalmayacak, istenen de doğru mu söylüyor diye şüphe etmeyecek bir yol bulunmalı. Böyle bir yöntem bulunursa istemek durumunda kalanın onuru da korunmuş olacaktır.

İlk aklıma gelen sayısız yardım kuruluşu var. Çoğu da yurtdışındaki ihtiyaç sahipleri üzerine yoğunlaşmış durumda. Bazı yardım kuruluşları ülkemiz içindeki ihtiyaç sahiplerine yönlendirilemez mi? Bu konuda bir arazi çalışması yapılamaz mı? Unutmayalım ki İslam'da yardım yakından uzağadır. Buradaki aç ve susuzlara kol kanat germeden ülke dışını düşünmek  -teşbihte hata olmasın- camiye lazım olan mescide haram gibi bir şey…

* 28/11/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Sılayı Rahim Dilde Kalmamalı!



İslam dini toplumsal bir dindir. Bireysellikten öte sosyal ilişkilere önem verir. Kişinin etrafına ışık tutmasını ister. Sılayı rahim de bunlardan biridir. Nitekim cuma hutbelerinin sonunda okuna okuna kulağımızın aşina olduğu, çoğumuzun ezberlediği ayet meali bize adaletli olmamızı, iyilik yapmamızı ve akrabayı görüp gözetmemizi emrederken fuhşuyattan, kötülüklerden ve aşırılıktan kaçınmamızı sakındırır. Görüldüğü üzere ayette üç iyi ahlaki değeri yerine getirmemiz istenirken üç kötü hasletten kaçınmamız istenmektedir. 

Nahl 90.ayette belirtilen hasletlerin her biri ayrı bir yazı konusu. Burada akrabayı görüp gözetme üzerinde durmak istiyorum. Akraba dendiği zaman soy ve nesebe dayanan akrabalık var. Bir de evlilik vb. nedenlerle sonradan oluşan akrabalık var. Birinci tür akrabalık kişinin kendi seçimi değildir, ikincisi ise sonradan isteğe bağlı oluşan bir akrabalıktır.  Her ikisi de sılayı rahimdir. 

Ayette geçen zil kurba ifadesi genel bir ifade. Kısaca akraba ilişkileri diyebiliriz buna. Bu ilişkiler; görüp gözetme, ziyaret etme, hal-hatır sorma, maddi ve manevi destek olma, selam verme/alma, elinden tutma, derdini dinleme, derdine ortak olma, iyi ve kötü gününde yanında yer alma, hediyeleşme, zekat ve sadakada ihtiyaç sahibi akrabaya öncelik verme, düğün ve cenazesinde yer alma, her kayıt ve şartta ilişkiyi kesmeme, gönül alma, tebessüm ve güler yüz, akrabayı olduğu gibi kabul etme, hata yaptığı zaman kırmadan düzeltme ...vs içine girer. Bu sayılanlar akrabanın akraba üzerindeki olmazsa olmaz haklarıdır, toplumsal bir gerçekliktir; dinin  namaz, oruç gibi bir emridir. 

Namaz ve oruç gibi ibadetlerde bireysellik yani kişinin kendini terbiye etmesi ön plana çıkarken zil kurbada toplumsal yön öne çıkmaktadır. Namaz ve oruç kişinin Allah ile bireysel ilişkisi ise, zil kurba kişinin toplumla ilişkisidir. Yani anne-baba, amca-dayı, teyze-hala, kuzen-kardeş; kayın valide-kayın peder, kayın, bacanak, baldız, elti, görümce vs arasında ilişkiyi sürdürmektir. Zira bir kişiye kimin, kimsen yok mu dendiğinde ilk akla gelen bunlardır.

Akrabalar arasında  zaman zaman istenmeyen anlaşmazlıklar çıkar. Bu da doğaldır. Çünkü insanın olduğu yerde sorun çıkar ve insan sorun çözmek için vardır. Yeter ki insanoğlu istesin. Bazı sorunların çözümü, zaman her şeyin ilacı denerek zamana bırakılırken bazısı sıcağı sıcağına halledilmesi gerekir. Küstüm, kırıldım, o bana şunu söyledi, o bana şunu yaptı, bunu yapmadı demek suretiyle çekip gitmek, mesafe koymak, aradaki sorunu deve yapmak, sorunu kayaya yazmak, çözmek için adım atmamak, sorunu temcit pilavı gibi sürekli dillendirmek, akrabalık ilişkilerini önce zayıflatır, sonra bitirir. Sorundan kaçmaktır bu. Akrabalık ilişkilerini düzeltmek istememektir. Suçluluk psikolojisidir, kinciliktir, geçmişle yaşamaktır, Öz güven eksikliğidir. Halbuki Allah dilimizi aranızdaki sorunları çözesiniz diye verdi. Problemin çözümü için çaba sarf etmemek, kendi kabuğuna çekilmek sorundan kaçmaktır, akrabalık ilişkilerine önem vermemektir. Ayette geçen "ve îtâi- zi'l kurba" emrine muhalefet etmektir. Rabbin bu emrine kulak tıkamaktır. Ha namaz kılmamışsın, ha oruç tutmamışsın, ha akrabayı görüp gözetmemişsin. Bu emirler arasında fark yoktur. Hepsi önemlidir. Ama bir önem sırası denirse akrabayı tallukat sonuçları itibariyle öne çıkar.

Eşle-dostla sevinç ve üzüntülerin paylaşılması denen bayramlar kırgınlıkları gideren, küsleri barıştıran, geçmişe sünger çeken, yeni tertemiz bir sayfa açan günlerimizdir. Allah'a yakınlaşmak demek olan kurban; bizi akrabalarımıza, akrabalarımızı da bize yaklaştırmayı nasip etsin. Kurban bayramınız mübarek olsun!


18 Ağustos 2018 Cumartesi

Köpekler Bazı İnsanlardan Daha Anlayışlı Olabiliyor

Birçok öğrencinin kazanmak ve okumak için can attığı bir bölümü bitirerek özel çalışmaya başlamış. İşi iyi olmalı ki yüksek kirasından dolayı kimsenin tutmaya yanaşmadığı, kıştan beri boş duran tripleks bir evi kiraladı. Daha doğru dürüst yerleşmeden küçücük bakımsız bahçeyi temizlettirerek çim ektirdi. Ardından bir köpek getirdi. Yerine alışıncaya kadar köpek biraz havladı, özellikle ilk geldiği gün. Şimdi ara ara havlıyor.  Köpek bu, ne zaman, kime havlayacağı belli olmaz, bizi uyutmaz diye düşündüğüm köpek beni mahcup etti. Özellikle geceleri bir güzel uyku çekiyor olmalı. Çünkü sesi çıkmıyor.

Köpeğin sesi çıkmıyor ama başka sesler eksik değil. Bizim okumuş münevverimiz taksi kullanmak yerine java türü iki tekerleğine biniyor. Zevk meselesi. Olabilir. Ama uykuya daldığın gecenin bir saatinde bir bakmışsın ki har sesi. Bizimki bir yere gidiyor, ya da bir yerden geliyor. Bereket bu ses sayesinde komşunun ne zaman gittiğini, ne vakit döndüğünü bilebiliyoruz. 

Gece terasta otururken ha ha ha, he he he gülüşme sesine kulak verdim. Yeni komşumuz, geldiğinde hemen çim ektirdiği bahçede gece sefası yapıyor. Kıskandım. Zira kadınlı erkekli muhabbetleri saat ikiyi geçmesine rağmen devam ediyor. Birbirine karışan yüksek ses ve atılan kahkahaların haddi hesabı yok. Bitişiğimdeki ve karşı binadaki komşular rahatsız olur diye bir dertleri şükürler olsun olmadı. Ne muhabbetleri bitti, ne de kahkahaları. Saat 2.50 olmuş hala oturduklarına göre sabahında işe gidecek yok sanırım. Bizimki yüksek tahsilli olduğuna göre misafirleri de okumuş olmalı. Menülerinde içki var mı bilmiyorum ama eksik olan sanırım bir davul, bir de zurna. Bunlar da olsaydı kare tamamlanmış olurdu. Pardon bir de anlayış. Davul-zurna bir gece olabilir ama anlayış hiç olmaz. Çünkü yeni geldikleri, mahalleyi ve sakinleri tanımadan yıllardır burada oturuyormuş gibi acemilik çekmemeleri nasıl bir kafaya sahip olduklarını gösteriyor. Edep ve görgünün maalesef mektebi olmuyor. Okuyunca da adam olunmuyor. Çünkü okullarda adamlık da öğretilmiyor. 

İmkan ve şöhret şımartmış bunları. Görünüşlerine göre "Allah'tan korkmuyorsan, bari kuldan utan" dedikleri tam bunları anlatıyor. Çünkü utanma duyguları da yok. Herhalde ar damarları çatlamış olmalı. Çünkü sürdükleri safa, sakinlere cefa veriyor. Bahçede gece sefası yapanların en anlayışlı olanı sanırım köpek. Çünkü sesi çıkmıyor, mışıl mışıl uyuyor. Keşke dört ayaklı köpekteki anlayış biraz da iki ayaklı zavallılarda olsaydı. Keşke köpek iki, bu iki ayaklılar dört ayaklı olsaydı.

Saatim 2.49'u gösteriyor. Ben yazıyı bitirdim, onların sesleri bitmedi. Sanırım sabah namazını bekleyecekler...18.08.2018

17 Ağustos 2018 Cuma

Küçüklüğümüzdeki Amerikan Korkusunu Hala İçimizden Atamamışız


Fakülte 3. veya 4.sınıf öğrencisiyim. Türk Dili ve Edebiyatı dersimize giren hocamız, "Arkadaşlar! Takva konusunu çok severim. Siz bu işin ilmini görüyorsunuz. İçinizden biri bu konuya hazırlansa da bir öğle arasında isteyen gönüllülere anlatsa ne güzel olur, ben de katılırım dinleyici olarak" dedi. Nedrettin isminde bir arkadaşımız ben hazırlanırım dedi.

Kararlaştırılan gün ve saatte hocamız ve 10-15 kadar arkadaş takva konusunu dinlemek için amfide toplandık. Aklımda kaldığı kadarıyla Nedrettin arkadaşımız, "Bildiğiniz gibi takva Allah'tan hakkıyla korkmaktır, sadece ondan korkmaktır. Bugün biz Amerika'dan Allah'tan korkar gibi hatta daha fazla korkuyoruz." der demez hocamız yüzü kıpkırmızı olmuş bir vaziyette ayağa kalktı: "Geç geç yerine! Biz senden takvayı istedik. Sen işi Amerika'ya getirdin. Burası onun yeri değil, takva bu değil" dedi. Beklemediğimiz bu tepki karşısında sadece kürsüden indirilen arkadaş değil, sınıftaki herkes donduk kaldık. Çünkü nazik ve kibarlığı ile tanıdığımız insancıl hocamızın böyle bir tepki vereceğini hiç beklemiyorduk. Hocamızın kırmızıçizgisinin ABD olduğu böylece anlaşılmıştı. Yüzünün niçin kırmızılaştığı belli oldu. Belli ki Amerika'dan korkuyordu. Bazı arkadaşlar, "Gönlümüzde ayrı bir yeriniz vardı, sildik" deyince "Demek öyle mi? Gönlünüzde yer tutmuşsam silseniz de izi kalmıştır, bu da yeter bana" dedi sonraki dersinde. Adı üzerinde edebiyatçı idi ne de olsa!

Hocamız Amerika'dan korkmakta haklıydı. Çünkü öyle yetiştirildik. Küçüklüğümde bir büyüğüm bizi etrafına toplar, bize "ABD'de bir düğme varmış, o düğmeye bir basarsa dünya havaya uçarmış, teknolojide o kadar ileriler" diye anlatmıştı da ağzımız açık dinlemiştik onu. ABD eleştirisine hocamızın tahammülsüzlüğünü görünce bize Amerika'yı anlatan büyüğüm aklıma geldi. Bir an için acaba büyüğüm ABD'yi anlattığında yanımızda bu hocamız da var mıydı diye düşünmeden edemedim. Hocamız yoktu yanımızda. Ama bir köyde bile ilkokulu bitiren biri bu Amerikan efsanesini anlatıyorsa hocamız da mutlaka bir başkasından duymuştur. Bu tip şehir efsaneleri kulaktan kulağa anlatıla anlatıla korku dağları oluşmuş çoğumuzda. 

Bu vb. safsatalar bu toplumda kulaktan kulağa dolaşa dolaşa ABD'yi gözümüzde öyle büyütmüşüz ki büyüdük hala atlatamadık içimizden. Bir ABD fobisi içimize işlemiş. Bu konuda paranoyak olmuşuz ki günümüzde birçok okumuş büyüğümüzde Amerikan korkusu var. 1 Mart tezkeresi Meclisten geçmeyince genelkurmay başkanlığı yapmış bir komutan, "Amerika bunun bedelini ödetir bize" demişti.

ABD her yönüyle büyük ve güçlü bir devlet. Dünyaya istediği ayarı veriyor. Bu devlet Amerika'dan dünyayı yönetiyor. Bu, dünden bugüne dünyanın bir gerçekliğidir. Çıkarının olmadığı yere adım atmaz, çıkarının olduğu yeri elde etmek için gerekirse dünyayı ateşe verir. ABD'nin büyük ve küçüklüğü bu kadarla sınırlı değil. Onu esas büyüten içimizde olduğu gibi dünyaya saldığı korku imparatorluğudur. Gözümüzde büyüttüğümüz bu devlet sırtımızdan inmiyor şimdi. Hala da pompalanıyor bu. Son yıllarda Türk-Amerikan ilişkilerindeki gerginlik birçoğumuzun ödünü patlattı: "Sen kim, ABD kim? Amerika ile boy ölçüşülür mü? Amerika koskoca güçlü bir devlet, ite dalaşmaktansa çalıyı dolanmak gerekir, biz böyle yaparsak batarız, yok oluruz" türünden eleştiri getirenler içimizde az değil. Bu korkuyu içimize salanların çoğu ya ABD'ye karşı olduğunu söyleyenler ve de "Bir Türk dünyaya bedel" diyenlerdir.

Küçüklüğümüzde ödümüzü koparan birçok korkularımızdan biraz büyüyünce korkulacak kadar değilmiş, gözümüzde büyütmüşüz" der, güle güle anlatırız. Nedense her türlü korkuyu yendik de ta küçüklüğümüzde içimize işleyen/işletilen ABD korkusunu bir türlü atamadık. Zira hala korkuyoruz. Kim bu ya? Allah mı? (Tövbe estağfurullah!) Bizi Amerika değil de devam ederse işte bu korku bitirir.