8 Mart 2018 Perşembe

Bazı Saatlerde Meram Yeni Yol Otobüslerine Binebilmek

Meram Yeni Yol'da Evliya Çelebi parkının karşısında bulunan otobüs durağına geçerek çarşıya geçmek için otobüs beklemeye koyuldum. Gelen otobüs, durağa durmadan hep transit geçti. Çünkü otobüs, özellikle şoför mahalli civarı tıklım tıklım. Ön kapının açılması mümkün değil. 

Körüklü otobüs, önümüzden süzüle süzüle geçerken ister istemez otobüsün arka taraflarına gözüm kaydı. Tek-tük ayakta olanların dışında aşırı bir yoğunluk yoktu. Binen yolcu, arkaya doğru ilerlememiş, ön taraflarda sıkışıp kalmış gayri belli. Ayakta bekleseler de duraktaki kişilere göre şanslı olanlardı bunlar.

Beş-on dakika arayla kaç otobüs geçmişse hepsinde durum aynıydı. Hiçbiri durmadı. Ön taraftaki sıkışıklık arkaya doğru yerini seyrekliğe bırakmıştı. Bugün, bu saatte bu yoğunluk neyin nesi derken eğitim ve ilahiyat fakültesi öğrencilerinin derslerinin bitiş saati olmalı dedim, kendi kendime. Öyle zannediyorum aynı yoğunluk ve durum sabah çarşıdan gelirken de oluyordur. 

27 sene öncesi öğrenciliğim geldi gözümün önüne. Öğrencilik zamanımda ders çıkışı otobüse binebilmek için Sigorta (Konya Eğitim ve Araştırma) Hastanesine doğru, hatta daha ilerisine doğru az yürümemişizdir. Anlaşılan geçen 27 yıla rağmen eğitimin ve ilahiyatın binasının yenilenmesi ve öğrencilerinin değişmesi dışında başka bir şey değişmemiş. Sabah fakülteye gidiş ve akşam dönüş yoğunluğu aynı şekilde devam ediyor. Duraklar, bekleşenlerle dolu.

Nihayet epey bekledikten sonra durağımıza bir otobüs yanaştı. Bekleşen onca kişi arasından üç kişi binebildik. Diğerleri bir sonraki sefere kaldı. Tam kapının ağzında kendime bir yer bulabildim. Bir iyiliği var, ani frenlerde düşme riskin yok. Düşmek istesen de düşemezsin zaten. Çünkü herkes birbirine etten duvar örmüş vaziyette.

Mezun olalı 27 değil, 57 yıl da geçse bu güzergâhtaki yoğunluk değişmeyecek. Zira binlerce öğrencisi olan bir eğitim ve ilahiyat fakültesi var bu muhitte. Hemen bir durak ilerisinde Konya'nın hasta yoğunluğu bakımından en yoğun hastanesi var. Yoğunluk olacak elbette. Fakat bu yoğunluğu en kısa yoldan nasıl çözeriz hesap-kitabı yapılmıyor anlaşılan. Ne Ulaşım Dairesinin, ne de fakülte yönetimlerinin böyle bir derdi var. Bir istikrar oluşmuş. Her geçen yıl kültür ve geleneğimizin yok olduğu günümüzde bu istikrar abidesi geleneği yaşatmaya çalışıyor olmalılar.

Bu sorun öğrencinin sorunu. Sonra bu sorun mu? Beklesin gençler. Eve varınca ne iş yapacaklar denebilir. Haydi diyelim ki büyükler böyle düşünüyor. Bundan dolayı da çözüm bulmuyorlar. Peki, gençlere ne demeli? Güç-bela binen, gemisini kurtaran kaptan muamelesi yapıp ön tarafta sıkışıp kalacağına, arka tarafa doğru ilerlese ne olur? 15-20 kişi daha binmiş olur. Kendisi nasılsa bindi, dışarıda bekleyenin canı çıksın diye düşünüyor olmalılar. Değilse niye ilerlemesinler. Sonra genç dediğin ileriye doğru gider, geriye değil. Kazara biri arkaya ilerleyelim dese, "Arka dolu, nereye gidilecek, üstümüze mi çıkacaklar" demeye başlar. İçeridekiler böyle derken aşağıda binemeyeler de "Şuna bak! Arka bomboş, olur mu ya" diye homurdanır. Başka bir gün aşağıdaki binerse o da geriye doğru ilerlemez. Çünkü kendisine böyle yapılmıştı. Şimdi zaman öç alma zamanı zira. Homurdanma sırası ise daha önce binip de arkaya ilerlemeyen ve şimdi durakta bekleyene geçer. Otobüs kaptanları da tüm bu olup bitenleri özümsemiştir. Ne kadar "İlerleyelim" dese de yolcu kendi bildiğini okur.

Aslında otobüsün ortalarına doğru oturan arkadaşlarıyla muhabbet etmek için iki kişinin ayakta koridoru tıkamasından ibaret tüm durum. Onlar yolu tıkayınca otobüse binenler de arka tarafa geçemiyor. Durum bundan ibaret. Bunlara kendine Müslüman dense yeridir.

Ne yapmak lazım? Bunun için öyle uzun uzadıya düşünerek plan yapmaya gerek yok. Özellikle eğitim fakültesinin ders bitişinde durakta bekleyenleri çarşıya götürecek şekilde otobüsler arka arkaya eğitimin önünde beklese yığılma önlenir. Bunu belediye düşünemiyorsa fakülte yetkilileri belediyeden talep edebilir. Böylece otobüsler tıka-basa dolmadan hareket eder. Şoför, aynaları daha rahat kontrol eder. Duraktaki binemeyenler diğer seferi beklemez. Ara durakta bekleşen yolcular daha fazla durakta beklemezler. Acil işi olan mağdur olmaz. İnsanlar özel arabaya yönelmez. Bir kaza esnasında can pazarı yaşanmaz. Bunun için tek yapılacak olan planlamadır. Bu planlama aynı zamanda insanımıza verilen bir değerin de göstergesidir. Zira balık istifi bu durum, anlayışı hizmet olanlara yakışmıyor. 08.03.2018, Ramazan Yüce, Konya


7 Mart 2018 Çarşamba

Siyasetin Tuzu Kuru **

Hangi TV'yi açsam "Sandık güvenliği, yüzde 10 seçim barajı, seyyar sandık, ittifak, uyum yasaları, 50+1..." tartışmaları gırla gidiyor. 2019 seçimlerine nereden bakılırsa mahalli seçimlere bir, Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlere bir buçuk yıl olmasına rağmen biz daha şimdiden seçim sath-i mailine girdik görünüyor. Yeri geldiği zaman "Siyasette 24 saat uzun bir süredir" denmesine rağmen.

Seçimle ilgili bu hararetli tartışmalar her gün evimize misafir olurken nedense siyasetimiz, Meclis'te yapması gereken tartışmayı stüdyolarda yapıyor. Amaçlarının üzüm yemek olmadığı, vatandaşa mesaj vermeye çalıştıkları aşikar. Özellikle seçim güvenliği konusundaki tartışmalara bakınca seçimi kaybetmeye namzet olanların şimdiden başarısızlıklarına kılıf bulmaya çalıştıklarını anlamak için birazcık mürekkep yalamaya gerek yok bile.

Bir, bir buçuk yıl öncesinde başlayan bu tartışmaların çapının ve seviyesinin seçim döneminde ne şekilde hararetleneceğini ve toplumu iyice gereceğini, günlerimizi zehir edeceklerini yine bugünden anlayabiliriz. İşin garibi vatandaşın derdi yok bu konuşmaların arasında. Millet aç mı susuz mu işi var mı ülkenin terörle mücadelesi nerede? Daha ne kadar bu durum devam edecek? Düşünen yok. Kayıkçı kavgası gibi devam ediyor aralarındaki atışma. Olan da vatandaşa oluyor. Çünkü zat-ı âlilerinin tuzu kuru.

Kim ne konuşursa konuşsun sonunda iş, siyasetin ipini elinde bulundurana dayanıyor. Yani seçim vb. yasalardaki değişiklikte onun dediği olacak. Şimdiden seçime hile vb. şeyler katılacak şeklinde "yerim dar" dercesine felaket tellallığı yapanlar, seçimi veya seçimleri tartışılır noktaya taşımaktan ziyade, seçimde son sözü söyleyecek vatandaşın ayağına gidip olanı ve olması gerekeni anlatsalar ve milleti ikna etseler seçime bir sıfır önde başlamış olurlar. Kimse unutmasın ki bu millet inandığına, ikna olduğuna oy verir. Kendine güvenen, halkın içine karışır; önce halkın derdine ortak olur. Vatandaşı anlayan, onu dinleyen kazanır. Yoksa şimdiden başlayan mazeret üretmeye vatandaşın karnı tok. Siyaset zırlama yeri değil. Her şeye karşı çıkmak hiç değil. Problemi tespit edip çözüm üretme yeridir.

Sonra bu ülke bir seçimden diğer seçime hep siyaset konuşmak, gerginlik siyaseti izlemek zorunda mıdır? Her akşam sayısız TV kanalında canlı yayında onları dinlemek ve seyretmek zorunda mıdır? Her gün bir TV kanalında boy göstermektense ne zaman halkın içerisine girip halkla hemhal olacaklar? İzlediği siyasette samimi olanlar, halkı ve bu ülkeyi düşünenler fildişi kulelerden bakmayı bırakıp tabanın içine girmeliler. Yoksa ekranda kendileri söyler, kendileri dinler, halk bildiğini okur/yapacağını yapar.

Asgari müştereklerde buluşma diyebileceğimiz siyasette anlaşabilecekleri hiç ortak noktaları yok mu? Varsa çıkıp halka bunu anlatsınlar. İllaki halkın arasına bunlar, adaylar belli olduktan sonra mı çıkacaklar? Bu ülkede siyaset yapacaklarsa ilk önce samimiyet testini başarıyla geçmek zorundalar. Yoksa her seçim boyunlarının ölçüsünü alır, oturur kalırlar. Yok, bu işler zor diyorlarsa başta TV kanalı olmak üzere hiçbir yerde gölge etmesinler. Bak o zaman bu halk izlenen siyasete minnettar kalır. 07.03.2018, Ramazan Yüce, Konya

** 11/03/2018 günü Kahta Söz'de yayımlanmıştır.

Kadınlar Gününe Ramak Kala Ben

Bugün ve yarın gündüz, öğle-akşam arası eve girmem yasak. Çünkü gün varmış. Haydi yarın(08.03.2018) "Kadınlar Günü",  kadın kadına günlerini kutlasınlar diyeceğim. Bugün de onların günüymüş ve eve erkek sinek bile girmemeliymiş. Yoksa güne halel gelir. Durum böyle ise oyun bozan olmayayım, diyerek işten sonra yollara kan revan oldum, rüzgar nereye sürüklerse. Dolaşa dolaşa soluğu Evliya Çelebi'de aldım. Dünyayı dolaşmasam da en azından Evliya Çelebi'nin parkında turlayayım.

Açık havadaki bu hapis hayatım, akşama kadar sürecek. Daha bu işin bir de yarını var.  Umarım akşam olunca gün sona erer. İlgi, alaka var deyip günün akşamında da oturmaya devam ederlerse işte o zaman yat ağla, kalk ağla Ramazan! Eğer yatacak yer bulabilirsem.

Merak ettiğim, niçin erkeklerin bir günü yok belirli gün ve haftaların içerisinde. Kadınlara yönelik bu pozitif ayrımcılık ne zamana kadar devam edecek? Ne zaman erkeklerin yüzü gülecek? Biz bu makus talihimizi ne zaman yeneceğiz? Bizim bu çilemiz ne zaman sona erecek? Bu karanlık günlerin sabahı olmayacak mı?

Artık bu aşamadan sonra erkeklere pozitif ayrımcılık istemek lazım. Zaten bütün günler kadınların. Günlerinde ne zaman gün göreceğiz? Ayrıca bir de "Kadınlar Günü"ne ne gerek var? 

Evet, yılda bir kez de olsa "Erkekler Günü" istiyorum. Ayrıca bu yazım, günlerinde gün görmediğimiz tüm kadınların "Kadınlar Günü"ne armağan olsun. 07.03.2018, Ramazan Yüce, Konya 

Nev-i Şahsına Münhasır Bir Site Sakini

Bazı insanlar vardır ki, nev-i şahsına münhasırdır. Çevrenizde vardır mutlaka böyleleri. Değerini, çevresi takdir edeceği yerde bu tipler kendilerine olduğundan fazla bir değer biçer. Hal böyle olunca kimse yanına kolay kolay uğramaz, kendileri de başkasına  müdane etmez. Ne başkası kendilerini anlar, ne de kendileri başkasını. Toplum içinde yaşar gider. 

Evinden işine, işinden evine gider durur. İlim adamı olması hasebiyle zaman zaman sempozyum vb. nedenlerle yurt dışına gider gelir. Mahallede ve sitede ne bir kimseye gider, ne de kimse gelir evine. Evinin sırtına yeni bir komşu gelmişse "Kimsin, necisin, hırlı mısın, hırsız mısın, hoş geldin" demez. Keyfi çatarsa sitenin içinde, herkesin gelip geçtiği yerde, rüzgarlı bir havada mangal da yakar. Başkası dumanından, kokusundan rahatsız olurmuş, çocukların canı çekermiş, kime ne? Ev kendisinin değil mi? Dilediğini yapar? Kimden izin alacak, kimden çekinecekti? Kiracıdan mı? Güldürmeyin adamı!
*
Yeni aldığı evine taşınırken kimseyle vedalaşmadı. Zaten hoşgeldin de dememişti. Çünkü gelenler hep kiracıydı, ev sahibi olsa o zaman değişir, belki hoş geldin derdi. Emsali yok dediği eski evini satmaya kalktı. "Değerini vermiyorlar" diyerek satmaktan vazgeçti. Sonunda yüksek bir meblağla iş yeri olarak evini kiraya verdi.

Yeni kiracısı, komşunun düğünü mü var, rahatsız olur mu demedi. Bir ay boyunca takur-tukur evin içinde çalıştı durdu, matkap çalıştırdı. Merdivenlere ait sergiyi herkesin gelip geçtiği yere attı, aylarca durdu orada. Gidip çöpe atmadı. Meğersem ev sahibi, "Bunu atma, ben alacağım" demiş. Üzerinden kış geçtikten sonra gelip geçen biri, "atıver" dediğinden nihayet çöpe atılmış. Halbuki adam ne emeklerle almıştı zamanında onu. Yazık olmuş!
*
Evini iş yeri olarak verse de zaman zaman görünür. İşte o günlerden biri. Kimse girmesin diye tel ile çevirdiği bahçesindeki ağaçları budamaya gelmişti. (Sahi, mangalı niçin bu çevirdiği yerde yakmamıştı da sitenin içinde yakmıştı? Caddeye bakan bu yerde yakmış olsaydı işlek caddede arabasıyla gelip geçen ne kokusunu alır, ne de görürdü. İçeride yakmalıydı ki başta sırtındaki kiracı komşusu ve dolup gelen yine kiracı olan Suriyeliler kokusunu almalıydı. Bu fikri de İsraillilerin hapisteki Filistinliler, kokusunu alsın diye cezaevi penceresinin önünde mangal yaktıklarından esinlenerek almıştı. Ama güzel fikir! Belki de İsrailliler bunu örnek almıştı. Ama zamanında patentini almadığı için hak iddia edemiyordu.) Budadığını gelip geçenlerin yolu üzerine attı. Başkasının ayağı takılır düşer demedi. Çünkü o, ev sahibiydi. Sitede her türlü tasarrufu yapma hakkına sahipti. Rahatsız olan ya oradan geçmeyecekti, ya da alıp çöpün yanına atacaktı. Onu da mı beyefendi atacaktı? Ziraatçı olması hasebiyle budamanın piriydi, ama çöpe atmak onun görevi değildi. Sonra bulunduğu öğretim görevliliği ünvanına yakışmazdı. Bir defa o, site için bir şans idi. Ama muhit değerini bilmiyordu.
*
Akşam çarşıya çıkarken baktım, budanan dallar çöpe atılmamış, gelip geçilen yere paralel bir şekilde istiflenmişti. O mu yaptı, başkası mı bilinmez, ama en azından görüntü kirliliği duvarın kenarına itilmişti. Bunu neden yaptı? Bizim gibi aklı kıtlar onu anlamazdı. Belki de o odunları bir ihtiyaç sahibi götürüp doğalgaz kombisinde yaksın diye düşündü. Belki de kurumaya bıraktı. İleride bir gün gelir, yine eskisi gibi sitenin içinde mangal yakarım diye düşündü.
*
Sitemizin kadir kıymet bilmeyen insanları kıymetini bilemedi bu ilim adamı mangalcımızın. Umarım gittiği yeni sitede değerini bilen insanlar çıkar. Şayet bu eski komşumu çok beğendiyseniz, onunla komşu olma şansınız var. Zira yeni dairesinde bol miktarda satılık daire var. Elinizi çabuk tutsanız iyi olur. Çünkü ne demişti atalarımız, "Ev alma, komşu al."
Ben mi? Kendisiyle az da olsa konuşmuşluğum ve komşuluğum var. İtibarsa yeter bu kadar. Biraz da siz faydalanın... 07.03.2018, Ramazan Yüce, Konya

5 Mart 2018 Pazartesi

Konyaspor'da İşler İyi Gitmiyor


Bir zamanlar yönetici bulmakta zorlanan Konyaspor, bir ekibin yönetimi üstlenmesiyle birlikte önce Super Lig, lig üçüncülüğü, ardından Ziraat Türkiye Kupası ve Super kupa ile kurulduğu andan bugüne en büyük başarıyı gösterdi. Birkaç yılda arka arkaya gelen bu başarılar Konyalıları fazlasıyla memnun etti. Takım Avrupa maçlarında bir varlık gösteremese de çıta yükseltmişti.

2017-2018 sezonuna gelince takıma nazara mı geldi, bilinmez. Takım teklemeye başladı. Neredeyse maç kazanamaz oldu. Hatta ligin altlarına demir attı. Taraftarın sabrı taşmaya başladı. Kötü gidişe son vermek için teknik direktöre yol verildi, bir başkasıyla yola devam kararı alındı. Ara dönemde transfer yapıldı, kiralık futbolcu alındı. Bu hafta, öbür hafta derken istenilen başarı bir türlü gelmedi. Dengimiz takımlara bile sahamızda oyunumuzu sergileyemedik. Derken ikinci teknik direktörle de yollar ayrıldı. Ardından Konyaspor daha sezonun ortasında üçüncü hocasıyla sözleşme imzaladı.

Her bir hoca yeni bir umuttur. Umarım yeni hoca, takıma moral motive olur da takım bir çıkış yakalar. Bu sezon üst sıralarda tutunur diye umutlanılan takım küme düşmez. Şu anda seyircisi ve yönetimiyle herkes, takım küme düşmesin diye çabalıyor. Daha her şey bitmiş değil, takımların arasında makas iyice açılmadı. Ardı arkasına kazanılacak iki maç, takımı yine eski havasına getirecektir.  Yeni bir hoca değişiminde felaket tellallığı yapmak istemem ama takımın başına getirilen kişi, bildiğim kadarıyla hangi takımı almışsa sonunu getirmedi. Birkaç hafta çalıştırdıktan sonra çekti gitti. Geçmiş örneklerine bakınca aynı tavrı burada da gösterir diye düşünüyorum. Keşke hoca seçiminde biraz acele karar verilmeseydi. Umarım yanılmış olurum.

Değinmek istediğim bir başka husus da takımda işler kötü gidince bütün oklar Konyaspor Yönetim Kuruluna döndü. Yönetimden biri, alınan bir futbolcu veya gönderilen bir hoca ve yerine getirilen bir teknik direktörle ilgili taraftarı bilgilendirme yoluna gidince taraftar, “Siz ne zaman gideceksiniz, daha ne duruyorsunuz, sonunda takımı düşüreceksiniz” benzeri acımasız yorumlar yapıyor. Tamam, işin başında yönetim var. Takımda iyi şeyler olmayınca eleştiriden yönetim de payını alacaktır ve almalıdır. Fakat eleştiri seviyesini korumak gerekiyor diye düşünüyorum. Bu yönetim değil miydi kimsenin sahip çıkmadığı bir dönemde takımın başına gelip ve takımı birkaç yıldır başarıdan başarıya götüren. Haydi diyelim ki yönetim istifa etsin. Yerine kim gelecek, takım bu vaziyette iken kim üstlenir bu görevi. Sonra olağanüstü kurula gitmek şu durumda zaman kaybından başka bir şey değil. Çünkü nereden bakarsanız olağanüstü bir kurul için en az iki aya ihtiyaç var. Yeni yönetim geldiği zaman neredeyse lig sezonu biter, düşecek ve çıkacak takımlar belli olur.

Bence şu anda taraftarı, futbolcusu, yönetimi ve teknik heyetiyle birlikte kenetlenip bu badireden nasıl çıkabiliriz diye düşünelim. Temenni etmem, ama farz edelim ki takımın ligden düşmesi kesinleşti. İşte o zaman önümüzdeki sezona takımı hazırlayacak yeni bir yönetime ihtiyaç olur, takım bir taraftan formalite maçlarını yaparken diğer taraftan da yeni yönetim seçilir. Şu durumda bundan başka yapılabilecek bir şey yok görünüyor. Yine yönetimi eleştirelim ama insaf sınırlarını aşmadan. 05/03/2018, Ramazan Yüce, Konya


4 Mart 2018 Pazar

Spor Kulüpleri ve MEB

Skor ve puan durumu dışında sporla daha doğrusu futbol ile çok ilgilenmem. Dışardan gördüğüm kadarıyla kulübün başına seçimle gelenler, takımlarını başarıya götürmek için takımı baştan aşağıya yenileme yoluna gider. İlk iş olarak teknik direktörü değiştirir, teknik heyetin raporu çerçevesinde bazı futbolcularıyla yollarını ayırır, yerine yenisini alır. Hiçbir şey yapmayan kulüp yönetimi takımına takviye yapar. 

Lig başlamadan önce kulüp hazırlık çalışmasına başlar, lige hazır hale gelir. Lig başladıktan sonra takım istenilen ve hedeflenen başarıyı yakalarsa kulüpte her şey yolunda gider. Takım arka arkaya yenilir, hedeflenen başarıdan uzaklaşmaya başlarsa teknik heyetten hesap sorulur. Gerekirse bazı futbolcuların kulağı çekilir, olmazsa süresiz kadro dışı bırakılır. Beklenen başarı gelmezse kulübün taraftarları her maçta "Yönetim istifa!" protestosu yapar. Gelen tepkilere kulüp daha fazla direnemez ve sonunda teknik direktörün görevine son verilir. Yerine yeni bir teknik heyet getirilir. Takımdaki kötü gidiş devam ederse kulüp, olağanüstü kongreye giderek mevcut yönetim ya güven tazeler, ya da yerlerine yeni bir yönetim gelir. Anlayacağımız kulüpteki futbolcudan, teknik heyete ve kulüp başkanına varıncaya kadar herkes hesap verir ve bedelini öder.

Hep merak etmisimdir, kulüplerimizdeki bu hesap verme, hesap sorma, niçin diğer kurumlarımızda yoktur? Örnek mi istersiniz? Mesela MEB başarılı bir kurum mudur? Hepimizin malumu olduğu üzere bu ülkede eğitim ve öğretimden kimse memnun değil. Herkes dertli. Hatta sürekli "Ne olacak bu eğitimin hali" diye serzenişte bulunur, hatta isyan ederiz. 

Her türlü tedbir alınmasına, sürekli sistem ve sınav değişikliğine, okul yönetimlerinin yenilenmesine, müfredatların değiştirilmesine, haftalık ders yükünün artırılmasına, Bakanlığın okulları fiziki ve alt yapı ile donatmasına, okulların maddi ihtiyaçlarının büyük çoğunluğunun karşılanmasına, okullarda yetiştirme ve destekleme kursları açılmasına rağmen istenilen başarı bir türlü gelmiyor.

Başarının gelmemesine değişik gerekçeler bulunabilir. Başta Bakanlık olmak üzere veli, öğrenci ve vatandaşına kadar hemen hemen herkes başarısızlığın nedeninin öğretmen olduğu konusunda hemfikir. Bu yüzden Bakanlık, öğretmeni dört yılda bir sınava tabi tutma ve her yıl veli ve öğrenci vb. kişilere puanlatma gibi yeni kriterleri devreye sokmaya çalışıyor. Sonuç ne mi olur? Şimdiden bir şey söylemek mümkün değil. Ama benim gördüğüm, kimsenin bedel ödemediğidir. Haydi öğretmeni sorumlu tuttuk, suçu onun üzerine yıktık. Eğitim ve öğretim belini doğrultabilecek mi? Ya doğrultamazsa birileri özellikle karar verici veya uygulayıcılardan bedel ödeyen olacak mı? Yoksa işin sonunda "Bu öğretmenlerle bir yere varılmaz, çünkü elimizdeki malzeme bu" deyip suçu yine öğretmene yıkarak aynı üst düzey yetkililerle yola devam mı edeceğiz? Yani üst kademeden "Başarısız oldum" deyip istifa eden olacak mı veya onlardan istifaları istenecek mi?

Bence MEB'e, futbol kulüplerindeki başarı ve başarısızlık kriterini getirmekte fayda var. Bedel ödeneceği zaman öğrencisinden, velisine; öğretmeninden, okul yöneticisine; ilçe şube müdüründen, ilçe milli eğitim müdürüne; il milli eğitim müdüründen, daire başkanına; genel müdüründen, müsteşar yardımcısına; müsteşardan, bakanına varıncaya kadar bedel ödemelidir. Bedel derken herkesi asıp keselim demiyorum. Etik olan, üst düzey yöneticilerin istifa etmesidir. İstifalarından geçtim, öz eleştiri yapıp "Yürürlüğe koyduğumuz sistemin eksiklikleri ortaya çıktı, biz bu modeli uygulamamalıydık. Bu modeli ben önermiştim. Bütün suç bende" diye mütevazı davranan ve suçu üstleneni görmedim. Halbuki futbol kulüplerinde takımın başındaki teknik direktörler, maç sonrası düzenlenen basın toplantısında  çoğu zaman "Takımın mağlup olmasında tüm sorumluluk bende, taraftarlarımızdan özür diliyorum" diyerek mağlubiyetin faturasını kendisine kestiklerine şahit oluyoruz. Neden bizim MEB'de faturayı kendine kesene rastlanmaz, niçin kimse burnundan kıl aldırmaz? Niye üzerilerine alsınlar ki? Nasıl ki bizde suçlu belli: Öğretmenler. Suçlu belli iken suçlu aranmaz bizde.

Kimse kusura bakmasın, hep öğretmeni suçlu gören bu kafa yapısıyla eğitim ve öğretimimiz bir yere varmaz.  Yine unutulmasın ki at sahibine göre kişner... 04.03.2018

"Performans Notumu Nasıl Yükseltebilirim" Diyorsan Düş Peşime!


MEB, yürürlüğe koyduğu Öğretmen Strateji Belgesiyle dönülmez bir yola girdi. Gelen tepkiler üzerine bir yıl ertelese de kamuoyunda  veli ve öğrencilerin öğretmenlerine not vermesi şeklinde anlaşılan bu belgenin başarılı olacağına ve öğretmenlerin performansının yükseleceğine Bakanlık, o kadar inanmış olmalı ki yürürlüğe koymak için can atıyor.

Büyüklerimdir, ne yapsa yeridir, bize laf düşmez. Bize gereken ağlayıp sızlamak değil; veli ve öğrenciden nasıl yüksek puan almanın yollarını bulmaktır. Siz, bu iş nasıl olacak diye bekleye durun. Erken kalkan yol alır misali, ben kendim için bir yol haritası belirledim bile.

Hedef kitlemin birinci sırasında öğrencilerim var. Şayet onları ikna ve memnun edersem velilerini de çantada keklik bileceğim. Çünkü çocukları için saçını süpürge eden velilerimiz, çocuklarının memnuniyetinden bigâne kalmayacaktır. Bu bana yol, su, elektrik olarak geri dönecektir. Önce müşteri, pardon öğrenci memnuniyeti önemlidir. Bunun için:
1. Başarılı olsun veya olmasın -ki başarısız öğrenci yoktur, olsa olsa başarısız öğretmen vardır- tüm öğrencilerimin yazılı, performans ve proje puanlarının aritmetik ortalaması, şu andan itibaren yüz üzerinden yüzdür. Bunun için gerekirse sınavdan önce cevaplarıyla birlikte soruları vereceğim. Buna rağmen öğrencim soruyu eksik yaparsa -ki heyecandandır- kendisi ile özel bir görüşme yaparak kağıdını gözümün önünde düzeltmesini isteyeceğim. Öğrencim, "Benim zamanım yok, buna vakit ayıramam, düzelteceksen sen düzelt, şayet düzeltmezsen sene sonu görüşürüz" derse yazılı kağıdındaki yanlışları hiç üşenmeden bizzat kendim seve seve düzelteceğim.
2. Öğrencim derse benden sonra gelirse ona niçin geciktin demeyeceğim. "Hoş geldin yiğidim! Zahmet edip lütfetmişsin, iste dersimi tümden senin için feda edeyim" diyeceğim.
3. Öğrencim ders dinlemek istemiyor mu? Ayağa kalkıp dolaşmak mı istiyor. Yavrum, maşallah, ne güzel kalkıp dolaşıyorsun diyeceğim.
4. Ders esnasında veya bahçede öğrencimi sakin bir şekilde görünce "Yavrum! Neyin var, bir derdin varsa lütfen söyle. Senin için elimden geleni yaparım, biliyorsun. Hatta saçımı süpürge bile ederim. “Müdüre kızdım” derse gerekirse müdürü de karşıma alırım.
5. Öğrencinin kıyafeti okul kıyafeti değilse "Yavrum bu kıyafet sana ne güzel uymuş, uzun saç sana ne güzel yakışmış, okul idaresi seni uyarırsa lütfen benim yanıma gel. Şayet o anda beni göremezsen şu benim telefon numaram. Lütfen 7/24 beni arayabilirsin, diyeceğim.
6. Öğrencim bana ne eleştiri getirirse getirsin müşteri daima haklıdır, bilhassa haksız olduğu anlarda düşüncesiyle ona,  “Ben demokrat bir insanım, istediğini söyleyebilirsin” diyeceğim.
Öğrenciyi kafa kola aldıktan sonra sırada velilerle görüşmem olacaktır:
1.      Velilerime her cuma olmak üzere bayram vb günlerde kutlama mesajı göndereceğim.
2.      Tüm velilerime en kısa zamanda ev ziyaretleri yapacağım. “Çocuğunuz benim hakkımda olumsuz ne söylerse yerden göğe kadar haklı” diyeceğim. Ayrıca, “Efendim! Siz ve çocuğunuz not kaygısı çekmesin. İbrahim peygamberin misafirperverlikte gösterdiği sahaveti ben de not vermede göstereceğim.
3.      Ziyaretim esnasında velim bir gaflette bulunup da çocuğu hakkında “çalışmıyor” şeklinde bir eleştiri getirirse “Beyefendi! Çocuğunuza haksızlık etmeyin, Aslında çocuğunuz çok zeki. Çocuğunuz, ergenliği biraz zor atlatıyor, ayrıca arkadaş kurbanı. Naçizane ben rehberlikte biraz eksiğim. Çocuğunuzun en kısa zamanda bu badireden kurtulacağına inanıyorum” diyeceğim.
İçinizden iş performansa dayanınca adamın veli ziyareti yapacağı geldi şeklinde bir eleştiri getiren olursa iftira atıyorsunuz, derim. Veya ziyaretim esnasında veli, “Sayın hocam, hangi dağda kurt öldü?” derse “Tek amacım, hizmettir. Kimseden bir beklentim yoktur. Kendim için bir şey istiyorsam namerdim. Tek derdim sizi ziyaret edesim geldi” olacaktır.

Veli ziyareti yaptıkça bir evde yaptığım hatayı diğer evde yapmayacak şekilde nabza göre şerbet misali kendimi yenileyeceğim. Hâsılı velim ve öğrencim, yüzüme tükürse bile temel felsefem “Ya Rabbi, şükür!” olacaktır. 04/03/2018, ramazan Yüce, Konya