30 Ağustos 2017 Çarşamba

Vatanla Yatıp Vatan'la Kalkıyoruz Bugünlerde

Vatan ŞAŞMAZ bir otel odasında görüştüğü manken tarafından öldürüldü. Ardından kadın kendine de sıkarak hayatına son verdi. Vatan ŞAŞMAZ'ın cenazesi bugün yakın akrabası ve sevenleri tarafından gözyaşlarıyla defnedildi. Ölen ve öldürülen kim olursa olsun mutlaka herkesi üzer. Hiçbir haklı neden adam öldürmeyi gerektirmez ama burası Türkiye. Alıştık artık böylesi haber ve havadislere. Beterini korusun diyoruz sadece.

Ölen ve öldüren her ikisi de gitti, üzüntüsü tarafların ailesine kaldı. Üçüncü şahıs olarak bizler ölüm ve öldürme üzerine günlerce basın ve medyayı meşgul edecek şekilde yorumlar yapıyor, boy boy fotoğraflarını yayımlıyor, geçmişte hangisi ne demiş, ne paylaşmış onları çıkarıp geliyoruz. Kah sevgiliydi, kah platonik aşkla seviyordu, kah borcu vardı, ödemedi, eşinden ayrılıp benimle evlenecek dedi gibi senaryoları yazıp çiziyoruz. Gazete köşelerinde konu ele alınıyor. Herkes olay yeri polisi gibi cinayeti çözmeye çalışıyor.

Türkiye'de günde mutlaka bir cinayet vakası olur, bu kadar yer kaplamaz haberlerde. Çünkü adı-sanı belli olmayan birileridir ölen ve öldüren. Mevzubahis olan sanatçı ise, ünlü biriyse artık günlerce onlarla yatar, onlarla kalkarız. Çünkü sanatçıdır bunlar, podyumlarda mankenlik yapmıştır, sunuculuk yapmıştır ve dizilerde oynamıştır. Nedense sanatçıların yaşantıları da hep gündemimizde, gördüğünüz gibi ölümleri de. Bu da bizim bilinçaltımızı, neye önem ve değer verdiğimizi göstermektedir.

Konu enine boyuna konuşulsun, iyice irdelensin, haklı-haksız tespit edilsin. Kimsenin buna bir itirazı yoktur. Bu olay hakkında enine boyuna yorumlar yapılırken nedense kimsenin aklına "Evli barklı adamın kendi başına kalan bir bayanın oteldeki odasında ne işi var? Onun oraya gitmesi doğru mudur? Bu aile yapımıza uygun mudur?" gelmiyor. Sanatçı olması her şeyi mübah mı kılıyor? Onlar sanatçıdır, ne yapsa yeridir mi diyoruz. Eğer böyle diyorsak tarafların aileleri bunu makul görüyorsa gelin o zaman aile yapımızı, değerlerimizi, örf ve adetlerimizi yeniden gözden geçirelim. İslam hukukunda  “halvet” denen konuyu nereye koyacağız?

Sanatçılarımızın çoğu maalesef giyim-kuşamlarıyla, aile yapılarıyla bize örnek olmuyor. Kimi soyunuyor, kimi yeğeni ile ensest ilişkiye giriyor, kimi nikahsız aynı evi paylaşıyor yıllarca. Adına da biz sadece arkadaşız diyor. Akşam bulduğu sevgilisini sabahleyin bir başkasıyla değiştiriyor. Harcadıkları paranın zaten haddi hesabı yok. Yedikleri önlerinde, yemedikleri arkasında. Modernliği de kimseye bırakmıyorlar, konuştukları zaman vatanı sevmede üstlerine yoktur. Birbirleriyle evlenip boşanmaları bir oluyor, evli iken eşini aldatıyor, kimi eşine şiddet uyguluyor ve hepsi sayısız kanalımızda kimi şarkı söyleyerek, kimi podyumlarda boy göstererek, kimi denizde bikinili fotoğrafını paylaşarak televizyon ve magazin vasıtasıyla evimize misafir oluyor. 

Günümüz yeni yetme sanatçılarını görünce eski sinema ve ses sanatçılarımızı mumla arıyorum. Onlar sadece rollerinde kendilerini gösterir, özel hayatlarını kimse bilmezdi. Onların da bizim aile yapımıza uygun bir aile ortamları vardı. Gerçek sanatçılarımız onlarmış meğer. Bu yenilerin çoğu hormonlu sanatçı dense yeridir. Nasılsa nereden, ne kazandın, nereye harcadın, bu giyimin kuşamın ne? Boy boy fotoğraflarınızı sanat adına teşhir ederken aslında siz vücudunuzu teşhir ediyorsunuz, bu ne iş? Sanat bunun neresinde? Aile yapınızla bu millete kötü örnek oluyorsunuz, diyen ne devlet var, ne Aile Bakanlığı var, ne de millet sesini çıkarıyor. Zaten kazara söyleyen çıkarsa özgürlüğümüze karışıyorlar, bu ülkede sanatımı icra etmemize izin vermiyorlar diyerek kıyameti koparırlar.

Hasılı bizim ülkemizde, bize benzemeden, bize ait olmayan, bize yabancı icraatlarıyla bizden kazandıkları paralarla günlerini gün ediyorlar. Biz de hayret ve ibretle ağzımızı açıp onları dinliyor, izliyor ve seyrediyoruz.

Büyükler! Biz geçtik de bu tipler aile yapımıza dinamit koyuyor, gençlerimiz bunları örnek alıyor. Gelin ölen öldü, kalan sağlar bizimdir. Yeni cenaze ve cinayetlerimiz olmadan nasıl bir tedbir alacaksak el birliğiyle buna yönelelim. Yoksa biz böyle sessizlere oynarsak daha çok ensest ilişkilerle, cinayetlerle, aldatmalarla karşı karşıya kalırız. Tedbir alalım ki su testisi su yolunda kırılmasın! 30/08/2017


İyi Gün Dostlarına Gelsin!

Hayatta her insanın az veya çok dostları vardır. Hepsinin adı dosttur ama her bir dostun ayarı farklıdır. Kimi 24 ayar altındır, kimi 22, kimi 18, kimi 14, kimi içinde diğer madenleri fazlasıyla barındırır, kimi de altın görünümündedir. İçine girip incelediğin zaman altından başka her şeye benzer.

Dostların ne kadar ayar olduğu iyi günde ortaya çıkmaz; kötü günde, darda kaldığın zaman selam sabah vermemesiyle yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlar. Başın belada olduğu zaman sıvışır gider. Ne olduğunu anlayamazsın bile diyeceğim ama aslında anlarsın anlamaya da gerçeklerle yüzleşmemek için anlamazdan gelirsin. Bu tipleri görünce "İyi ki başıma bir felaket geldi de akla-karayı gördüm, parmağa işeyenle, işemeyeni test etmiş oldum. Az olsun ama benim dostum öz olsun. Özellikle kötü günümde yanımda olsun. Benim iyi gün dostuna değil, kötü gün dostuna ihtiyacım var, bana altın görünümlü içi teneke dolu dost değil, saf altına, adam gibi adama ihtiyacım varmış" dersin.

İnsan başına gelen felakete değil, yanında dostlarını görmemesine üzülür, hatta kahrolur. Onların sessizliği yıkar bitirir onu. Aslında dostlarının kaç ayar olduğunu öğrenmek için insanın başına çok büyük gailelerin gelmesine bile gerek yok günümüzde. Çok basit bir sıkıntında bile onları test edebilirsin. Mesela bugün sıkça kullandığımız sosyal medya, sanal da olsa hayatın bir kopyasıdır. Bir konuda bir iftiraya uğradığını, hakkında algı operasyonu yapıldığını ifade eden bir paylaşım yap. Orada bile dostlarından çoğunun yüzünü görürsün. Senin suçsuz ve masum olduğunu bilmesine rağmen ne senin paylaşımına destek verir, ne beğenir, ne kızgın ve üzgünlüğünü ifade eder, ne de yorum yazar. Senin paylaşımını görür, izler, kimin ne yazdığını okur, hiç iz bırakmadan oradan sessizce sıvışır. İşin nereye varacağını bekler. Çünkü iz bırakırsa olur ya oradaki görüşünden dolayı başına bir şey gelir. Yoğurdu üfleyerek yemek güzel de tedbirin bu kadarı paranoyadır. İnanın gölgesinden korkan böyleleri yoğurdu bile üfleyerek yiyemezler. Sadece kaportana hayrandır böyleleri.

İyi gün dostudur bunlar. Kimsenin olmadığı yerde seni görürlerse ayıp olmasın diye ağzının içiyle 'geçmiş olsun' der. Halbuki sosyal medyayı kullanıyorsan bu tür durumlarda mağdurun paylaşımına iz bırakmak o kişiye verilecek manevi bir destektir. Zaten dosttan beklenen de manevi destek değil midir? Kime ne kadar destek verirsek verelim ateş düştüğü yeri yakar, mağdur olan çeker çilesini. Bir de yeri geldiği zaman “İnsan arkadaşı için çiğ tavuk bile yer” deriz. Ne çiğ tavuğu! Bu tiplerle pişmiş aş bile yenmez. Yenirse de içine su katılmış olan yemek olur ki tadı ve tuzu olmaz.

Bu tipler başkasının yanında, vitrinde hep sessizlere oynar. Yalnız kaldığın zaman da aslan kesilir. Sadece mutlu gününde vitrinlik olarak kalabalık eder. Kendisine yük olacağını hissettiği an başlar seni eleştirmeye. İnanın başa gelen çekilir ve zaman her şeyin ilacıdır, bir müddet sonra geçer gider. Ama her imtihanında kör ver sağırlara oynayan bu ince sızıların sessizliği insana bir ok gibi saplanır.

Hiç gölge etmesin böyleleri! Bunlarla ne yola çıkılır, ne yenir, ne içilir. En iyisi hiç belli etmeden koy mesafeni. Onlar arasında yalnızlara oynayacağına tek kal, yalnız ol, daha iyidir. Sakın benim böyle dostum yok deme. Çok büyük laf etmiş olursun. Başına bir şey gelince görürsün Hanya'yı, Konya'yı! Yeter ki görmesini bil, izlemesini bil, test etmesini bil. Bunun için çok şey yapmana gerek yok. İnsan sarrafı ol yeter!  30/08/2017

29 Ağustos 2017 Salı

İyi ki Doğdun Evlat!

Evlat! Bugün itibariyle 15.yılını doldurdun. Sana nice sağlıklı, uzun ve hayırlı ömürler dilerim.

Yeni doğum yılın münasebetiyle sana yazmak istedim. Zira gençliğin baharındasın, bıyıkların yeni yeni terlemeye başladı. Her yaş, insanı bir yaş daha yaşlandırırken geride bıraktığımız yılların da bir sorgulaması demektir. Çocukluğunu doya doya yaşamışsan ne mutlu! Çünkü hayatın en güzel çağı, çocukluk çağıdır. Biz seninle neşelendik, seninle mutlu olduk. Zira sen bizim mutluluk kaynağımız oldun. Sen her ne kadar evimizin en küçüğü olsan da büyüyorsun artık. Büyümek demek sorumluluk demektir, hayata atılmak demektir, hayatla yüz yüze gelmek demektir. Yürümende, oturmanda, işinde, aşında hayatın yükü üzerine binmek demektir.

Hepimiz "Bir büyüsem" hayali kurduk çocukken. Belki sen de kurmuşsundur. Zaten istesek de istemesek de büyüdük, büyüyoruz, büyüyeceğiz. Bu da doğaldır zaten. Büyüyüp sorumluluklarımız arttıkça "Keşke büyümeyip çocuk kalsaydık" diyen bizler gibi sen de pişmanlığını duyacaksın. Ne edersin ki bundan kaçış olmadığı gibi geriye dönüş de yok. Hayatın vilvesi bu. Çünkü sorumluluk zor iştir, hayatın bir imtihanıdır. Ben geldim gidiyorum, ardından sen de gelip gideceksin. Bu hayatta önemli olan hayat imtihanını yüzünün akıyla verip sınıfı geçebilmek, basamakları bir bir çıkabilmektir.

Hayat zordur derken amacım gözünü korkutmak, sana felaket tellallığı yapmak değildir, sorumluluğunu hatırlatmaktır. Kendine, çevrene, ailene, topluma karşı sorumlulukların olacağı gibi Allah'a karşı da yapman gereken sorumlulukların olacaktır. Zor dedimse imkansız değildir bu hayat. Sorumluluktan kaçarsan başkasının sırtında hep bir yük olursun, bu şekil yaşaya yaşaya utanma duygunu da yok eder, toplum içinde yaşayan asalak biri olursun. Herkese illallah dedirtirsin. Bil ki sorumluluğunun gereğini yaparsan hayatın boyunca başkasına yük olmadığın gibi yaptığın işte başarılı oldukça ondan zevk de alırsın, sorumluluğun hazzı bambaşkadır.

Senden çok şey istemiyorum, şu mesleği seç demiyorum. Hangi işi ve mesleği seçersen kapasitenin en iyisi ol. Halihazırda öğrencisin. Öğrenciliğin en iyisini yap. "Şu dersten anlamıyorum, bu ders zor, öğretmen de anlatamıyor" deme. Zira bu, başarısızlığa bir kılıftır. Korktuğun dersin üstüne üstüne git anlamak için. En korktuğun ders köpeğe benzer. Köpek korktuğunu hisseder ve sen kaçarsan seni önüne alır kovalar. Kaçmazsan köpek üzerine gelmez. Ders de böyledir. Üzerine üzerine gidersen pes eder. Kaçarsan ders değil, sen kaybedersin. Derse olan kafandaki ön yargıyı üzerine giderek yıkacaksın. Düzgün, düzenli ve planlı çalışacaksın, sınav geceleri sabahlama yoluna gitme. Zeka, zekat gibidir; kullandıkça gelişir.

Sosyal medyadan, dijital ortamdan uzak dur. Cep telefonunu ihtiyacın kadar kullan. Ahlak ve edebinle göz doldur. İbadetlerinde sürekli ol. İçkin-kumarın, sigaran olmasın. Sana güzel hasletleriyle örnek olacak kişilerle arkadaş ol.

Meslek seçerken yapabileceğin ve sevdiğini seç. Öyle bir meslek seç ki, alanında doyuma ulaşmamış olsun. Mesleğini en ince ayrıntısına kadar öğren. Okulu bitirdikten sonra sen işi değil, iş seni arasın. Çalışırken de ibadet aşkıyla çalış, işe gönlünü ver, kaytarma yoluna gitme. Çoluğuna-çocuğuna haram lokma yedirme.

Büyüdükçe "Keşke geçmişte şunu yapsaydım, bunu yapmasaydım" diyeceğin pişmanlıkların olmasın. Hasılı yapabileceğinin en iyisini, olabileceğinin en iyisini olmak için çabala. Hep kendin ol, başkası olma. Başkasını taklit etme, kimseye aklını kiraya verme. Kendinin ve ailenin yüzünü kara çıkartacak iş ve eylemlerden uzak dur.

Yaptığın iyi ve güzel şeylerde beni hep destekçin olarak göreceksin. Kötü eylem ve fiillerinde karşında hep ilk beni bulacaksın. Sana elimden gelen her türlü desteği vermeye hazırım. Sakın ola ki bu tavrım seni her şeyi başkasından bekleyen hazır yiyici yapmasın. Ayakların yere basıp her işini kendin yapacaksın. Böylece hayatı tanıyacaksın, iyice pişeceksin bu alemde. Seni korurum ama koruyucu baba değilim. Çünkü bu millet ne çektiyse evladını aşırı korumacılıktan çekmiş ve çekecektir. Bu daha iyi günlerimiz.

Ben bu hayat sorumluluğunu taşıyabileceğine inanıyorum. Zaten şu anda yaşının üstünde bir olgunluk görüyorum sende. Senden istediğin halihazırdaki işine odaklan. Gerisi kolay.

Amacım nasihat değil bilesin. Tüm çabam bu doğum gününü masrafa girmeden en ucuza getirmek. Bu seneki doğum günü hediyem de bu yazı olsun. Haydi bir de dondurma. Yine paraya kıydım senin için.
Bu yıldan sonra sen benim için paraya kıyacaksın. Antrparantez  benim bugüne kadar GSM operatörümden, bankalardan başka hiç doğum günümü kutlayan olmadı.

İyi ki doğdun evlat! 15.yılını devirdin, 16'ya adım attın. Ne kadar büyüsen de benim gözümde evin en küçüğü ve 'Hoşçocuk'u olarak kalacaksın. Nice yıllara!
29.08.2017




Kurban Konusunda Devir Sapla Samanı Karıştırma Zamanı Anlaşılan ***

Kurban Bayramı öncesi sosyal medyada paylaşıma sunulmuş bir hikaye var, "okuizlepaylas.com" sitesine ait. Hikayeyi burada sizinle paylaşıp ardından değerlendirmede bulunmak istiyordum. Fakat gel-gör ki sitemiz kopyaya izin vermiyor. Halbuki beni takip edenler bilir. Bir yerden alıntı yaptığım zaman mutlaka kaynak gösteririm. Nedense paylaşmayı teşvik eden, alıntı yapmayı esirgemiş.

Biz konumuza gelelim. "Bir kişi, yedi kişilik bir kurban hissesine girdiğini söyleyince arkadaşı biz de 5 kişi bir insana girdik diyor telefonda. Ardından kurban keseceğimize iki aydır işsiz bir insanın iki aylık kirasını verdiklerini, ev ihtiyaçlarını karşıladıklarını, birikmiş faturalarını ödediklerini ve kendisine 2000 lira maaş+sigorta ve yemek olan bir iş bulduklarını anlatıyor. Arkadaşı, sizin bu yaptığınız güzel de kurban yerine geçer mi diye soruyor. Beriki, senin et dağıttığın insanlar, bu kadar sevindi mi diyor ve biz bu şekil paylaşarak huzur ve rahatlık içinde bayramı yaşadık. Aslında yedi kişi bir araya gelip danaya gireceğine bizim yaptığımız gibi yapsa  ortalık cennet çığlıklarıyla dolar ve bizler de iyi bir şeyler yapmanın mutluluğunu yaşarız." diye ekliyor. Yapılan bu açıklama arkadaşını fazlasıyla ikna etmiş olmalı ki arkadaşına, "Kurban keserken isyan edesim geldi. Babama beni bir daha çağırma dedim. Arkadaş, gelecek sene beni de aranıza alsanız, demiş. Arkadaşı da seve seve demiş."

Hikaye burada bitiyor. Sanırım hikayede verilmek istenen mesaj anlaşılmıştır. Kurbanın gereksizliğine, bunun yerine yapılması gereken önemli görevlerimiz olduğuna işaret ediyor. Üstelik, yaptığı bu işe arkadaşını da dahil ederek halkayı genişletmiş olurken "seve seve" sözüyle ikinci bayramı yaşadığını es geçiyor.

Adam güzel bir iş yapmıştır, yaptığı işi küçümsemiyorum. Ama burada sapla saman karıştırılmıştır. İşin garibi, yardım etmek için bu kişi neden kurbanı bekliyor? Muhtaç biri illaki kurbanı mı beklemesi gerekiyor. Halbuki böyle birinin işini halletmek için yılda bir gelen kurban beklenmez. Bu kişi iş yaparken çiş yapmıştır. Kurban fobisi var anlaşılan. Yaptı bir hayır. Bunu yaparken değerleri yıkmamak gerek. Bu kişi bilmeli ki, kurban Allah için kesilir. "Niçin-neden" diye sorulmaz. Bir emir varsa Müslüman’a gereken "amenna ve saddakna" diyerek buna uymaktır. Gücün yetiyorsa kesersin, inanmıyorsan kesmezsin. İbadetlerde akıl ve mantık yürütülmez. Zira ibadetler tevakkufidir. Önüne gelen, aklına esen bu konuda yorum yapmaz, fetva da vermez. Herkes haddini bilmeli bir defa.

İşin garibi bu görüşte olan insanların sayısı her geçen gün artıyor. Madem bu arkadaşlar bu kadar paylaşımcı. Gece-gündüz bununla yatıp kalkıyorlar. Kafalarını ibadetleri budamaya yoracaklarına ibadet olmayan, zevkten yaptığımız, çoğu lüzumsuz harcamalarımıza yorsalar. Niyetleri yardım ve paylaşımsa eğer, bakın ben onlara yol göstereyim. Bu milletin değerlerini küçümseyerek onlara yol göstermeye çalışarak akıl vermeye kalkmasınlar. Bu milletin sizin gibi aklı havada olanlara karnı toktur. Yine de ben sizin bu iyi niyetli paylaşım düşüncenize katkıda bulunmak için hemen aklıma gelenleri söyleyeyim. Örnekleri gör ki sizin akıl vermeye mi ihtiyacınız var, yoksa almaya mı?

Her birimizin yaptığı düğünleri ele alalım. Düğünlerde yapılan harcamaların ne kadarı çok gerekli? Gelin elbisesi, nişan elbisesi, kına elbisesi, düğünde verilen yemekler, saç ve baş yaptırmalar, düğün için tutulan salonlara verilen paralar, gerekli-gereksiz alınan bir giyimlik elbiseler, iç ve dış fotoğraf çektirmeler…say sayabilirsen. Bunlar ömürde bir defa olur diye yapılan fütursuz harcamalar. Sana sadece bu örneği vermekle yetineceğim. Millete paylaşım ayağına yatarak iyilik meleği gibi sağdan yaklaşmaktansa düğüne kalkan düğün sahiplerini ikna etsen, işte o zaman hayırların en güzelini yapmış olursun. Üstelik düğünü fakir-zengin herkes yapıp masraf ediyor. Senin gözünü kestirdiğin kurbanı yılda bir zengin kesiyor. Buna sünnet düğünlerini de ekle. Al sana koca bir sektör. Bu konuda milleti ikna eder de buraya yapılan gereksiz harcamaları kanalize edebilirsen oralardan gelecek parayla sadece işsiz bir insanın ihtiyacını gidermekle kalmaz, Türkiye'deki tüm fakirlerin ihtiyaçlarını sürekli karşılarsın.

Hasılı sana bir vatandaş olarak göstereceğim yol bu. Bu yol da en makul yoldur. Sapla samanı karıştırarak ve milletin kafasını bulandırarak gittiğin yol, yol değildir. Bir defa ibadetten tasarruf yapılarak yaptığın iyilik, iyilik değildir. Yapıyorsan böyle bir şeyi, bunu iyi bir şeymiş gibi umuma yayma.

Ne dediniz efendim! Kurbanımız bizi Allah'a yaklaştırsın, bayramınız mübarek olsun. Siz bakmayın bize sağdan yaklaşanların zırvalarına. Allah kurbanınızı kabul etsin. 29.08.2017

***10/08/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


Arakan, Adını Arı-Kan'dan Almış Olmalı ***

Eski adı Burma olan Myanmar, “Güneydoğu Asya’da bulunan; kuzey ve kuzeydoğusunda Çin, batısında Hindistan ve Bangladeş, doğusunda Laos, güneydoğusunda Tayland ile komşu olup, Bengal Körfezi ve Andaman Denizinde geniş kıyılara sahip bir ülke. Birmanya ve Burma olarak da bilinir. Uzak Doğu Asya’nın bütün tipik özelliklerine sahiptir. (cografya.gen.tr)

Budistlerin ağırlıklı olduğu ülkenin Arakan bölgesinde nüfusun yüzde 15’i Müslüman. Müslüman tüccarlar sayesinde burası İslamiyet ile müşerref olmuş. Murat Bardakçı’nın verdiği bilgiye göre Birinci Dünya savaşında Irak bölgesinden İngilizler tarafından esir edilen askerlerimiz buraya götürülmüş, hava, iklim farklılığı ve esir olarak gördükleri muameleler sonucu çoğu burada şehit olmuş ve esir kampının yanına defnedilmiştir. Daha sonradan kurulan şehitliğimiz tarumar edilerek fasulye ekilen tarla haline getirilmiştir.

Bize çok uzak olan bu ülkenin adını pek bilmediğimiz gibi haritadan yerini de gösteremeyiz. Son yıllarda artarak devam eden fanatik Budistlerin Müslümanlara yaptıkları katliamlar dolayısıyla gündemimize gelmeye başladı. Sosyal medyadaki paylaşımlar da olmasa burada işkence gören, kendilerine soykırım uygulanan bu kardeşlerimizden hiç haberdar olamayacağız. 

Bugün sosyal medyada  yer alan şu fotoğraf birkaç yıl önce botla var olma mücadelesi verirken Bodrum sahillerine vuran Aylan bebeği(sağ resim) hatırlattı. Burada da(sol resim) çatışmalardan kaçarak botla Bangladeş’e  gitmeye çalışan adını bilmediğimiz bu bebeğin Naf Nehrinde boğularak can vermesinin görüntüsü var. “Alacağınız olsun dünya, bana dünyayı dar ettiniz, beni fazla gördünüz, ben ebedi sessizliğe çekildim, ne haliniz varsa görün, öbür dünyada görüşürüz” der gibi bir fotoğraf karesi var yüreğimizi dağlayan.

Pek haberdar değiliz buradaki kardeşlerimizden. Gerçi haberimiz olsa da elimizden gelen bir şey yok. Bağırsak sesimizi duyuramayız, gitmeye kalksak gidemeyiz. Dünya sessiz, dünya kana doymadı bir türlü. Dünya aç ve sussuz. Müslüman kanıyla besleniyor. Bu dünya insanı Müslüman kanı da olmasaydı acından ölürmüş gerçekten.  Ne için olduğu, kime ne yarar sağladığı bizce bilinen 5’li çetenin emrindeki BM de dünyanın her yerindeki akan Müslüman kanlarına sessiz kaldığı gibi burada da Budistlerin yaptığı katliam ve soykırımına sessiz kalıyor. Yazıklar olsun sizin insanlığınıza, medeni görüntünüze! Sizden olsa olsa leş kargası olur, vampir olur. Başkası da olmaz zaten. Bakmayın sizin insan görünümüne aldandığımıza. Size de yazıklar olsun Budistler!

Coğrafyam iyi değil, haritadan bir yeri göstermeye kalksam zinhar bulamam. Ama yaşadığımız bu acımasız hayattan şunu öğrenip tecrübe edindim ki dünyanın neresine gidersem gideyim, gittiğim ülkenin adını bilmesem de orada bir kan kokusu geliyorsa, kan akıyorsa, zulüm ve işkence varsa orada Müslüman var derim. Çünkü dünyada Müslüman kadar sahipsiz, Müslüman kanı kadar ucuz başka bir insan yoktur.

Gelen haberler, sosyal medyadaki paylaşılan görüntüler sözün bittiği yerde olduğumuzu gösteriyor. Nasıl aramazsın hasta halini bile Osmanlı’nın. İnanın gölgesi bile yeterdi bugünkü vahşi dünya için. Dünyanın aymazlığına, sessizliğine ve seyirci olduğuna bakmayalım. Türkiye insanının en aşağısından en tepe noktasına kadar sesini çıkarıp kamuoyu oluşturmaya çalışması, BM’yi göreve çağırması, orada zulüm yapılıyor demesi geleceğimiz adına sevindirici bir durumdur. Müslümanın, mazlumun eli, ayağı ve kulağı olacaktır inşallah!

Hiç tanımadığım, haritadan yerini dahi gösteremediğim bu çilekeş, bu mazlum kardeşlerime şu bayram öncesi hiçbir şey yapamasam da en azından bir yazı ile katkıda bulunmak istedim. Mazlumlar için yaşasın cennet derken zalimler için iyi ki var cehennem diyorum.  29/08/2017


*** 29/08/2017 günü ladik.biz'de yayımlanmıştır.

28 Ağustos 2017 Pazartesi

Cep Telefonu mu yoksa El Telefonu mu?

Eskiden bir ev bir de iş telefonları vardı, çaldığı zaman yakınında kim varsa o açardı. Aradığı kişi ise konuşur, meramını anlatırdı kısaca. Yoksa açan kimseye kendini tanıtarak not bırakırdı.

Öyle uzun uzadıya konuşmalar yapılmaz, geyik muhabbeti olmazdı. Ulaşmayan uygun bir zamanda tekrar arardı.

Evin telefonu evdekilerin ortak malıydı. İhtiyaç hisseden eşini, dostunu arardı. Fazla aramaya bağlı olarak çoğu kişinin numarasını hafızamıza yazardık.

Son yıllarda adına cep telefonları denen ve cepte taşınan cep telefonları çıktı. Hanedeki fert sayısınca herkesin bireysel telefonu oldu. Önceleri cepte taşınan, ihtiyaç olduğu zaman çıkarılıp konuşulan ve fazla elde tutulmayan bu cep telefonlarının içine internet girince çok amaçlı kullanılmaya başlandı. İcra ettiği fonksiyonu arttıkça bu telefonların ebatı da büyüdü, cepte ve kemerde değil, elde taşınır hale geldi. Bakmayın siz hala bu aygıta cep telefonu dediğimize. Artık bunun adı cep değil, el telefonudur. Çünkü elden düşürmüyoruz. Her şeyimiz artık. Hem konuşur, hem mesajlaşır, hem de chatleşiriz. Kah oyun oynarız onunla, kah sosyal medyaya gireriz, kah fotoğraf çeker, anı ölümsüzleştiririz. Yeri geldiği zaman müzik dinler, video izler, haber okuruz. Hava raporlarına, namaz vakitlerine ondan bakarız. Alışveriş ve siparişlerimizi onunla hallederiz. Yolda, çarşıda, pazarda gezinirken otobüs ve servisle bir yere giderken kulaklık marifetiyle yine ondan faydalanırız. Uyku dışında günün büyük bir vaktinde elimizden düşürmeyiz. Hatta işi o kadar ileriye götürenler var ki yazdığı makalesini de bunun marifetiyle hallediyor. Tek dezavantajı şarzının çabuk bitmesi. Bunun da çözümünü yanımızda taşınabilir yedek şarz cihazı taşıyarak gideriyoruz.

Elde taşıya taşıya, sağını-solunu oynaya oynaya, içine gire gire bağımlı yaptı hepimizi. İçki ve sigara bağımlılığından beter bir durumla karşı karşıyayız. Elden düşürmüyoruz artık. Bizim hem anamız, hem babamız. Anasız ve babasız yaşarız. Zira bir müddet sonra onların yokluğuna alışırız da el telefonlarının yokluğuna tahammülümüz olmaz. Bu asrın kırmızı çizgisi bu el telefonlarıdır. Elimizden alınması savaş sebebidir. Sevgili gibidir. Az görmeyince yokluğunu çekeriz. Çünkü hiçbir şey onun doldurduğu yeri dolduramaz, içimizdeki acıyı dindiremez. Bu olsun elimizde. Ne çay isteriz, ne de kahve. Eş ve dost ile yaptığımız sohbetler bile boş o varken. Zaten televizyonlarla beraber veda etmiştik muhabbet ortamlarına. Reklam arasında wc ihtiyacını giderdikten sonra vakit kalırsa birbirimizin yüzüne bakıyorduk. Çağın vebası bu el telefonları sayesinde muhabbet ortamlarını da tamamen bitirdik. Artık konuşacağız diye çenemizi yormuyoruz. Elimiz ve gözümüz yoruluyor ama bu nimete değer çektiğimiz külfet. Dünya yıkılsa umurumuzda değil. Çünkü dünyanın içindeyiz zaten. Burnumuzun önü çok da önemli değil.

Bizi oyalıyor bu fani dünyada. Hep şikayet edip dursak da bizi mutlu ediyor. Hele sosyal medyayı kullanıp her yaptığımız anı ölümsüzleştirmek için paylaşım yapıyorsak, her beğeni ve yorum aldıkça mutluluk ve keyfimize diyecek yoktur. El telefonu marifetiyle sağladığımız yalnızlığımızı sanaldan gelecek beğeni ve yorumlarla gidermeye çalışırız.

İyi-hoş güzel de bu sanal mutluluğumuzu bekleyen bir tehlike var. Ya öldükten sonra halimiz nice olacak düşünebiliyor muyuz? Ölüm önemli değil. Zira her faninin başına gelecektir. Cep veya el telefonsuz bir hayat. İşin garibi ölüm anımızı paylaşamayacağız. Hakkımızda kimin ne dediğinden haber alamayacağız. Mezarın içinde tek başına, üstelik karanlık. Karanlık da önemli değil. Ah bir el telefonumuz olsaydı orada fenerini yakar, aydınlanırdık. Ama bu dünyanın acımasızlığına bakın ki oraya cep telefonu ile göndermiyorlar. Soyup soğana çevirip, anadan uryan çırılçıplak bir şekilde üzerimize cepsiz bir kefen giydirerek gömüyorlar. Kazara kalkıp gelmesin diye üzerimize toprak olarak ne buldularsa toprak üstüne toprak atıyorlar.

Sahi, hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olan bu el telefonsuz biz öbür dünyada ne yapacağız? Gelin bir an için gözümüzü o telefondan ayırıp biraz düşünelim, bir çözüm üretelim. Kim bir çözüm bulursa bu çağın hasta insanlarına en büyük hizmeti yapmış olur. 28.08.2017

Bayramlar Cep Yakıyor

Bayramlar bizim olmazsa olmaz günlerimizdendir. Her yıl dört gözle bekleriz bayramları. Uzak-yakın eş ve dostun birbirine hal-hatır sorduğu, bir nebzecik de olsa hasret giderdiği, karşılıklı ziyaretlerin yapıldığı mutlu günlerimizdir vesselam!

Yeni elbise giyer; şeker-lokumu, baklava-börek-sarmayı, eti fazlasıyla görür, doyasıya yeriz bayramlarda.

Doyasıya yaşadığımız bir bayramı bitirir bitirmez diğer bayramın ne zaman olduğuna takvim yapraklarına bakarız.
                            ***
Böyleydi benim küçüklüğümdeki bayramlar. Hemen gelsin der dururduk. Nereden gelir bu değirmenin suyu demezdik. Nasılsa yemeği yapan anamız, bayram masraflarını çeken babamız vardı.

Büyüyüp ana-baba olduk, ev geçindirmeye başladık. Küçük bir evin sorumluluğu üzerimize bindi. Küçükken "Bayram bir daha gelsin, hemen gelsin" diyen bizler bayramlar gelmese demeye başladık. Gelmeye gelecek de bari bu bayramı az hasarla atlatalım diye içimizden geçirmeye başladık. Çünkü bayram demek hesap, kitap demek, masraf demek, açılmak demekmiş. Hamama girince anlıyor bunu insan.

İşte önümüzde Kurban Bayramı geldi çattı. Çift haneli enflasyon rakamlarıyla birlikte fiyatlar uçmuş. Ne şekerin yanına varılıyor, ne de lokumun. İş sadece bunlarla kalsa bu bayram bir de kurban var. Kurbanlıkların yanına varılmıyor. Elini ve cebini yaktığı gibi içini de yakıyor, içeceğin soğuk su bile söndürmez bu içindeki yangını. Çift vardiya çalışsan bile nafile. Ortalama bir hisseye giren bir kişi bir asgari ücreti gözden çıkarması gerekiyor. Sonrasında bu adam ne yeyip ne içecek, ay sonunu nasıl getirecek?

Haydi diyelim ki orta ve üst seviyede bir gelire sahip olan kişi bu masrafların altından kalkar. Dar gelirli insanların çok olduğu ülkemizde asgari ücretle çalışan kişiler bu masrafların altından nasıl kalkacak?

Yurtdışı kurban bedellerine bakıyorum, ülkemizdeki kurban bedellerinden daha hesaplı. Normal şartlarda dışarıda daha pahalı olması gerekirken bizdeki bedeller yüksek. Bu durum sadece birkaç seneyle sınırlı değil, ben kendimi bildim bileli ülkemizdeki kurban bedelleri cep yakıyor, her sene bir önceki seneyi aratır cinsten fiyatlar uçup gidiyor. O zaman geriye bu ülkenin hayvancılığında bir sorun var kalıyor. Bildiğim kadarıyla hükümet hayvancılık ve besicilik için durmadan teşvik veriyor. Hatta teşvikle de kalmayıp et ve canlı hayvan ithalatına da izin veriyor belirli periyotlarda. Nedense maliyetler düşeceği yerde yükseliyor durmadan. Sorun nerede o zaman? Ya hükümetin gıda, tarım ve hayvancılık politikasında bir sorun var, ya da hayvancılık sektöründe tekelcilik var. Özellikle fiyatları yüksek tutan birkaç kişi veya sektör var olmalı bunun arkasında. Eğer öyleyse bu tekelciliği kırmalı devlet. Ayrıca et ve canlı hayvan ithalatı bu ülkenin bir ayıbıdır. Sen tarım ülkesi ol, senede dört mevsimi olan bir ülken olsun, ülkende su ve meralar bol miktarda olsun, buna rağmen tahıl ve et ithal etme yoluna git. Olacak şey değil bu! Buna nimetin içerisinde yokluk çekmek denir. Geçmişi başarılarla dolu olan yeni Tarım Bakanının ilk işi hayvancılığa el atıp hayvancılığı diriltmek ve ayağa kaldırmak olmalı.

Hasılı 2017 Kurban Bayramına bayram alışverişi ve kurban bedelleri cebimizi yakarak giriyoruz. İmkanı olmayan dar gelirli kardeşlerimize Allah yardım etsin. Büyük-küçük herkesin bayramı mübarek olsun. Allah bundan geri koymasın, herkese alım gücü versin. Bayramın akan kanların durmasına, huzur ve barış ortamını getirmesini Yüce Mevla'dan temenni ediyorum.

Küçükler! Büyümeye pek heveslenmeyin, en iyisi bu sorumsuz günleriniz. Gördüğünüz gibi büyüyünce dertler artıyor.

Bir sözde bayram dolayısıyla yollara çıkanlara! Yollarda trafik kurallarına uyalım, hız limitini aşmayalım, bayramlık elbiseniz kefeniniz olmasın! 28.08.2017