28 Ağustos 2017 Pazartesi

Ahmet BAYDAR ve FETÖ *

Hayatının hiçbir safhasında  FETÖ ile paralel ve dikey bir şekilde yolu kesişmemiş olan iş adamı Ahmet BAYDAR, bugünlerde yazılı ve görsel basında hakkında  "Bylock kullandı" şeklinde çıkan asparagas haberlerle ilgili basın açıklaması yapmakla meşgul.

28.08.2017 günü yaptığı basın açıklamasında şu açıklamalara yer verdi: "Hakkında çıkan iddialar üzerine kendisi ile ilgili gerekli soruşturmanın yapılması için savcılığa başvurduğunu ve suçsuz olduğuna dair belge verildiğini açıklayan Baydar, elindeki belgeyi göstererek, “Kamuoyu bilmelidir ki, söz konusu mecralarda tarafıma isnat edilen suçlamalar yer alır almaz savcılığa ve yetkili mercilere başvurarak gerekli soruşturmanın yapılmasını ve şahsımın hiç bir şekilde ve hiçbir zaman FETÖ/PDY gibi illegal, hain terör örgütleri ile herhangi bir bağımın olmadığını ifade ederek gerçeklerin ortaya çıkarılmasını talep ettim. Savcılık ve yetkili mercilerin soruşturma ve kovuşturması sonucu 2017/39972 no'lu soruşturma ve 2017/ 1998 no'lu karar ile suçlamalardan ari olduğum ve suçsuz olduğum yazılı olarak beyan edilmiştir. Yukarıda soruşturma ve karar no'su belirtilen belge ile Konyaspor'a, Konya'ya ve özelde de şahsıma oynanan oyunlar, algı operasyonları, itham ve iftiralar boşa çıkarılmıştır. Hiçbir delile ve ispata dayandırılmadan, bu haberleri çıkaran kişilerin yapmış olduğu tüm paylaşımlar kamuoyu nezdinde çok karşılık görmese de, bu şahısların yüce adalet karşısında hesap vereceklerinden hiç kimsenin şüphesi olmasın…” “FETÖ üzerinden Konyaspor’u yıpratma çalışmaları sonuçsuz kalacaktır…”

Baydar’ı 1979 yılından beri tanırım, aynı sınıf ortamını teneffüs ettim, aynı sırada oturdum. Kendisiyle o günden bugüne geçmişe dayanan hukukum devam etmektedir. Kendisinin bırakın bylock kullanmasını o yapıyla hiçbir zaman için iş ve gönül bağı olmamıştır, olmaz, olamaz da. Bunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. O zaman ne diye üzerine geliyorlar? Dönüp dönüp servis ediyorlar? Burada iyi niyet yoktur. Çamur at, izi kalsın savaşı sürdürülüyor. Tırnağıyla kazıyarak geldiği iş hayatında yüzlerce insana istihdam sağlayan, ülke ekonomisine bir katma değer üreten bu kişi yoğun iş temposuna rağmen bir zamanlar kayyuma devredilmesi düşünülen Konyaspor’da aynı zamanda bir amme hizmeti ifa ediyor. Mütevazı kadrolarına rağmen iki-üç yıldır şehrin takımını içinde bulunduğu ekibiyle birlikte beklentinin de ötesine taşımıştır. Sanırım birileri Konyaspor’un geldiği noktadan pek hoşnut değil, sanki birilerinin tekerine çomak soktu Konyaspor. Şimdi var güçleriyle bu takımı önce yıpratma, ardından bitirme senaryoları oynanıyor. “Başkanında bylock çıktı, bir de yardımcısında çıkartırsak bu iş tamam” diye düşünüyor olmalılar. Bu işlere son nokta konmazsa ardından sıra Konya’ya gelecektir. “Ne kadar kişiye suç isnat edersek şehri FETÖ’nün üssü ilan ederiz” hesabı yapılıyor. Burada bir algı operasyonu yapılıyor. Bunlara pabuç bırakmamak lazım.

Bizim ülkemizde bu işler böyledir. Kişiyi hedef alan yalan haber üretilip servis edilir, ardından ilgili kişi işini-gücünü bırakarak ‘Kendisinin bu işlerle bir alakasının olmadığıyla” ilgili açıklama yapmak zorunda kalır. Sayın Baydar da bunu yapmıştır. Basın, ben hürüm diye önüne gelene çamur atacak. Temizlemesi de kişilere kalacaktır. Elinde yapı ile alakasının olmadığıyla ilgili belgesi olmasına rağmen Sayın BAYDAR, bu yalan ve iftira haberlerinden kendisini kurtaramıyorsa varın normal vatandaşı siz düşünün.

Kendisine suç isnat edilen kişi basın açıklamasıyla kendisini temize çıkarmaya, savunmaya uğraşmamalıdır. Yetkili merciler çıkıp “Alakası yoktur” açıklaması yapmalıdır. Bu tür isnatları hazırlayıp basına servis edenlere de hesap sorulmalıdır.

Duyduğu, okuduğu ve gördüğü her haberin üzerine balıklama atlayan basın ve bizler şunu bilelim ki her duyduğumuzu aktarmak bize günah olarak yeter. Bu vesileyle Sayın Ahmet BAYDAR’a geçmiş olsun, Allah onu ve masum insanları bu tür iftiralardan korusun diyorum. Yazımı Hucurat 6.ayetiyle sonlandırmak istiyorum: “Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.” 28/08/2017

* 30/08/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Bylock

FETÖ silahlı terör örgütünün haberleşme ağı olan bylock Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi kararlarına göre örgüt üyeliği için yeterli delil olarak kabul edildi. Son zamanlarda yapılan açığa alma, tutuklama, kamudan ihraç gibi tasarruflarda hep bylock ön plana çıkmaya başladı. Gün geçmiyor ki Türkiye'nin herhangi bir ilinde bylock operasyonu yapılmış olmasın. Öyle bir hal aldı ki dibi görünmeyen bu operasyonun ucunun kimlere ve  nereye kadar uzanacağı hâlihazırda bir muamma.

İçeriğini bilmemekle beraber bylocktan dolayı hakkında yakalama kararı çıkarılan kimi tutuklanıyor, kimi ifadesi alındıktan sonra salıveriliyor, kimi de ihraç ediliyor. Mahkemelerin bu farklı tasarrufları kamuoyunda farklı algılanıyor. Hele bylock dolayısıyla mahkemeye çıkarılıp salıverilen kişi kamuoyunda tanınan ve arkasında güçlü siyasi bağlantıları olan biri ise vatandaş, ‘Adalet kimsesiz garip ve gurabayı vuruyor, güçlüleri es geçiyor’ kanaatini taşımaya başlıyor. Siyasi baskı olmasa da, mahkemeler etkilenmese de görüntü bu şekil. Yine vatandaşın bir kısmı, bazı tutuklanan kişilerin masum olduğu hakkında beyanlarda bulunuyor, haksız yere tutulduğu şeklinde değerlendirmelerde bulunuyor. Kararı verecek olan mahkemelerdir. Yargının en doğru kararı vereceğine maşeri vicdanın ikna olması gerekiyor. Hakkında masum olduğu basına yansıyan kişilerin dosyalarının ivedilikle görüşülmesinde fayda vardır. Bunun için gerekirse hâkimler mahkeme dışında da bilgilendirme yoluna gidebilmelidir.

Bylock ile ilgili bir başka sorun daha var. O da, adı bylock ile anılan kişinin ilk önce basında yer alması. Adı geçen kişi gözaltına alınıp bazen çıkabiliyor. Niçin çıkar? Ya bir yanlışlık vardır, ya da etkin pişmanlıktan yararlanarak çıkar. Bylock dolayısıyla adı basında çıkıp hakkında gözaltı kararı verilen kişi masumsa o zaman bu kişinin kamuoyu nezdinde itibarı zedelenmeyecek midir? Zaman zaman iş adamlarının ismi de bu suçla anılmaktadır. Sonradan şirketinde çalışan bir elemanının bylocku yüklediği anlaşılabiliyor. Bu durumda bu kişi, atılan çamur temizlense de izini taşıyacaktır. Kamuoyunda bir güven sorunu yaşayacaktır. Çalışanları kendisine ‘acaba’ diyerek bakacaktır. Bu tip hataların önüne geçilebilmesi için operasyonun gizli yürütülmesi, kişinin bilgisine başvurulması, basına hemen bilgi verilmemesi en uygun yol gibi geliyor bana. Adı geçen kişinin bylock kullandığı kuvvetli delillerle ispatlanıyorsa ondan sonra basına açıklama yapma yoluna gidilebilir. 

Bylock adı verilen terör örgütünün haberleşme ağını kullananları istihbarat sanırım tamamen çözdü. Günübirlik bylock operasyonlar yapmaktan ziyade devletin yetkili organları, “Bylock kullananların isimleri elimizde, şu tarihe kadar içinizde bylock kullananlar varsa yetkili mercilere “Ben bylock kullandım, gereğinin yapılması” diye müracaat yapmalarına izin verilmelidir. Belirlenen süre içerisinde beyanda bulunmayan bylock kullanıcıları için devlet operasyon düzenlemelidir. Devlet kendisi beyanda bulunanla, operasyon sonucu bylock kullandığı tespit edilen kişiye aynı muameleyi yapma yoluna gitmemelidir. Bilgi vermeyene daha ağır cezalar uygulamalıdır.

İnsanlar gördüğü her habere, sosyal paylaşım sitelerindeki her paylaşıma balıklama atlama yoluna gitmemelidir. Zira her duyduğunu, hey okuduğunu aktarmak kişiye günah olarak yeter. Önceliğimiz insan onurunun korunması olmalıdır. Zira basın ve yayın organlarında çıkan, sosyal medyada paylaşıma giren bilgi, belge ve dokümanların büyük bir çoğunluğu fasık haber niteliğindedir. Bu tür haberleri yapanların amacı kişi, kurum veya zümrelere suç isnat ederek insanların kafasında bir şüphe oluşturmaktır, algı operasyonuna imza atmaktır. Kişileri, firmaları hedef alan bir haber gördüğümüz zaman pişmanlık duymamak için bir Müslüman’a yakışan “Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.” ayetine uygun hareket etmektir. Asılsız haber yapanlara mutlaka devletin yetkili organları hesap sormalıdır. 28/08/2017




27 Ağustos 2017 Pazar

En İyisi Kocakarı İmanı *

İslam'da din adamı sınıfı yoktur, ruhbanlığa hiç yer verilmez. Buna rağmen insanımız dinini yaşasa da yaşamasa da din görevlilerine saygıda kusur etmez. Yemediğini yedirmede, içmediğini içirmede yarışır. Düğününde, cenazesinde, mutlu ve üzüntülü anında; nişan, nikah vb durumlarda evinin başköşesinde yer verir. Dini bir konuda kafasına takılan bir husus olursa hocanın kapısını aşındırır. Onun söylediğini de uygulamaya çalışır. Verdiği cevabı sorgulamaz. Herhangi bir anlaşmazlıklarda aracı olarak hocayı devreye koyar. Hocasına gereken saygıda kusur etmez.  Son yıllara gelinceye kadar Anadolu insanının dini bilenlere bakışı bu şekilde idi. Hocanın verdiği cevap dindi. Hocayı eleştirene sen hocadan daha mı iyi bilecen denirdi.

Teknolojinin gelişmesi, iletişimin artması sonucunda din alanında epey bir insanımız yetişti, birbirini nakzedercesine farklı fikir ve görüşler ortaya çıkmaya başladı. Alanında kendini uzman görenlerin farklı fikirlerini birbirini küfür ve sapıklıkla itham edecek şekilde TV ve medyada serdetmeye başlayınca vatandaşın din görevlilerine karşı bakışı değişti, kafası karıştı. Beraberinde güven problemi de ortaya çıktı. Acaba hangisi doğru söylüyordu? Bitmek bilmeyen, çözülmez problemleri ısıtıp ısıtıp herkesin gözü önünde kavga edercesine birbirine saygıyı bırakarak devam etmeleri güven probleminin yanında halkı da kutuplaştırdı. Alanında kendini uzman görenler iyi bir taraftar kitlesine ulaştı. Karşı tarafa saldırdıkça taraftarlarından alkış ve destek aldı. Bizim hocalar yakaladıkları bu havayı devam ettirmeyi yeğlediler maalesef. Çünkü gözle görülür bir taraftar kitlesi oluşmuştu. Zaman pasif kalma zamanı değildi. Kendisini sevenlerin yanında otoritesini sağlamlaştırırken din alanında verdikleri zararı hiç düşünmediler. Çünkü enaniyetleri onlara bu fırsatı vermedi.

Din alanında hiç tartışma olmasın demiyorum. Mutlaka olacak ve olmalı da. Zira bu asır her şeyin sorgulandığı asır olarak tarihe geçecektir. Farklı fikirlerin çarpışmasından hakikatler ortaya çıkar, gelişme meydana gelir. Benim eleştirim fikrini ifade ederken muhatabına ve onun fikirlerine saygı gösterilmemesi, tartışma ortamını münakaşa ortamına döndürmeleridir. Din alanında söz söyleyenlerin fikirlerinden ziyade ben ilk önce onların muhatabına saygı gösterip göstermediğine bakarım. Muhatabına değer veren bir insan edebi öğrenmiştir. Edebini bilen ise neyi, nerede, kiminle, hangi üslupla konuşacağını bilir. Bu şekilde seviyesini koruyan uzman kişilerin sayısı maalesef bir elin parmaklarını geçmez. Saldırgan, karşı tarafı töhmet altında bırakan bir üslup bu mahallede söz sahibi oldu. Kendisini etkili ve yetkili görenler tartışmalarına devam ededursunlar, vatandaş onlardan sıdkını sıyırdı.

Kendi aralarında tartışmalı konuları konuşup çözemeyenlerin bu vatandaşa din alanında rehberlik yapabilmesi mümkün değildir, vatandaşa verebileceği bir şey de yoktur. Keşke bu kişiler bu kadar bilgiyi öğreneceklerine, allameyi cihan olacaklarına ilk önce edep öğrenselerdi de varsın bilgileri eksik olsaydı, başımızın tacı olurlardı.

Birbirini nakzedercesine farklı fikirlerin ortaya çıktığı günümüzde vatandaş bu mürekkep yalamış insanları görünce en iyisi anamdan, babamdan, cami imamından öğrendiğim din diyecek. Dedemin bana öğrettiği güzel şeyler bunların bana verdiği bilgilerden daha iyiymiş diyecek. Konuları tartışacağız derken dini tartışılır hale getiren bu hocaları görünce bunların anlattığı din, iman kendilerinin olsun. Bana nenemin anlattığı kocakarı imanı yeter diyecek. 27/08/2017

*16/04/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

 

 

26 Ağustos 2017 Cumartesi

Kimse Layüsel Değildir. STK'lar da Eleştirilir. Ama...

Son günlerde hükümetle zam görüşmesi yapan yetkili sendikanın üyeleri arasında sosyal medyada tartışma seviyesinin ötesine taşan paylaşımlar söz konusu. Birbirini kırmalar, kırılmalar, suçlama ve isnatlar gırla gidiyor.

Baştan söyleyeyim, verilen görüntü hoş değil, öncelikle tarafların bunu bilmesinde fayda vardır. Üstelik sosyal medyadan yapılan atışlar ne sendikaya, ne de üyelerine bir şey kazandırır. Sadece el ovuşturanları sevindirirken birbirinizi yaralamış ve onulmaz yaralar açmış olursunuz. Şu ana kadar içinizi döktünüz, ötesine de imkan vermeyin. Zira yarın karşı karşıya gelecek, birbirinize bakacak yüzünüz olmayabilir.

Sendika yapılan zam görüşmelerinde başarı elde ettik yollu söylemlerden kaçınsın. Zira orta yerde bir başarı söz konusu değildir. Üyeler de satılmaktan falan dem vurmasın. Yazarken de mesele zam falan değil diye cümleler kurmasın. İstisnalar kaideyi bozmaz ama bu tartışmanın, atışmanın arkasında zam oranları var. Çünkü görüntü budur. Şu anda söylenen her sözün arkasında yeterli kazanım olmadı. yaygara da bundan ibaret izlenimi var.

Sendika yöneticileri ve üyeleri şunu bilsin ki hükümet ile memurları temsilen masaya oturan yetkili konfederasyon eşit şartlarda değildir. Her türlü yetki, sorumluluk hükümetin elindedir. Hükümetin bu durumu kredi çekmek isteyen kişinin bankacının tüm isteklerini kabul etmesine benzer. Hatta daha kötüdür. Kişi kredi şartlarını beğenmeyip çekip gidebilir, alternatif bankaya yönelebilir. Burada ise hükümetin teklifini kabul ettin ettin, yoksa Kamu hakem Kurulu devreye girer. Bu Kurul da bugüne kadar hiç bağımsız hareket etmemiştir, hatta anlaşmazlıkla sona eren bir toplu sözleşmeyi karara bağlarken hükümetin de teklifinin altında bir zam oranına imza atmıştır. Zammı beğenmeyenlerin yetkili sendikayı eleştirmesinden ziyade ilk önce eşit şartların olmadığı bu toplu sözleşme ortamını eleştirmesinde fayda vardır. Bu durum bugünkü yetkili sendika için de böyledir. KESK, Kamu-Sen de olsa böyledir.  Durumu bu şekilde tespit edelim, sonra kime kızacaksanız hep birlikte kızalım. Yoksa havanda su dövmüş olursunuz.

Sendikamızı eleştirelim eleştirmesine. Ama bunun yolu sosyal medya değildir. Zira bu tür ortamlardan hakikat güneşi ortaya çıkmaz. Bu işleri bu âleme taşımadan önce sendikanın yetkili kurullarını harekete geçirip toplantı talep edelim. Orada bu mesele enine boyuna konuşulsun, birbirimize acımasız eleştiriler yapalım, gerekirse olağanüstü seçim talep edelim, imza toplanacaksa imza toplayalım. Sendikanız bu tür tekliflere kapıyı kapatırsa o zaman çaresiz bu sosyal medyayı kullanalım, eleştirilerimizi de yapıcı bir şekilde yapalım.

Sendika yetkililerine gelince üyelerinizin eleştirilerini sosyal medyadan yapmasında ne kadar payınız var, lütfen bunu bir düşünün. Üyelerinize ne kadar değer verdiğinizi hissettirdiniz? Üyelerinizde aidiyet duygusu oluşturma adına ne yaptınız? Kaç üyenizi kurumunda ziyaret ettiniz? Kaç üyenizi bir araya getirerek onlarla istişare ettiniz? Kırılan, küsen kaç üyenizin kapısını çaldınız? Üyelerinizle irtibatınızı sadece kan ihtiyacı ve cenaze olaylarıyla sınırladınız. Vefa gecesi düzenlediniz, kaç üyeyi oraya çağırdınız? Kendi elinizle makam ve mevki verdiklerinizi baş tacı yaptınız o gecede. Üyelerin tamamını alacak imkan ve yerden mahrumuz diyebilirsiniz ama size aidiyet duygusu oluşturun diye madem öyle belirli periyotlarla belirli bölgedeki üyelerinizi toplantıya çağırarak bu işe başlayabilirsiniz dendi kaç defa. Ama siz hem sendika hem de görevlendirildiğiniz makamı kolay kolay terk etmediniz, ziyarete gitmişseniz hep makam sahiplerinin kapısını aşındırdınız. Çoğu zaman  sadece kurum temsilcileriyle bir araya gelip adına istişare dediğiniz toplantıları yaptınız. Orada istişare yapıldı mı? Sadece başkan ve birkaç protokolün konuşmasına yer verdiniz, temsilci ve okul müdürleri yemeğini yedi, çayını içti, sizi dinledi ve oradan ayrıldı. Kaç okul müdürü veya temsilciniz görev yerine gittikten sonra üye arkadaşlarını toplayarak “Arkadaşlar mesele bundan bundan ibaret” diyerek bilgilendirme yoluna gitti. Siz sadece müdür ve temsilcilerinizden yeni üye istediniz, kim olursa olsun gelsin, sayımız çok olsun, yetkili sendika olalım hesabı yaptınız ve yeni üyeler de siz makamınızda otururken birer birer düştü. Kırılıp ayrılanın arkasına düşmediniz, giderse gitsin daha şu kadar üyemiz var hesabı yaptınız. Hükümetle aynı paralel de durmayı marifet saydınız, araya mesafe koyamadınız. Etrafınızı makam ve mevki isteyenler doldurdu, onlarla ilgilendiniz, alt tarafı görmediniz, görmek istemediniz. Zira göremezsiniz. Çünkü etrafınız çevrili. Üyeleriniz arasında aidiyet duygusu oluşturmadan büyüdükçe büyüdünüz. Ama gelin görün ki üyeler tek düze değil, her kafadan bir ses çıkıyor. Haydi hakim olun olabilecekseniz. Nitelikli azınlıktan ziyade niteliksiz çoğunluğu idare etmek, onlara hakim olmak zordur, haberiniz olsun.

Siz toplu sözleşmenin nimetlerini anlatmaya çalışmaktan ziyade yönetim ve yetkili kurullar olarak bir araya gelin, nerede hata yaptık, bundan sonra ne yapabiliriz, üyelere nasıl ulaşabiliriz şeklinde bir yol haritası belirleyin. Bundan sonra da üyelerinizle sık sık bir araya gelerek istişare etme yoluna gidin. 26/08/2017

Emeklilik Emeklemeye Dönmek Gibidir

İnsanoğlu çalışır çabalarken emekli olmanın hayallerini kurar, ah bir emekli olsam diye. Nihayet emekli olunca çoğu kimse umduğunu bulamaz, emekli olduğuna olacağına pişman olur. Hatta gördüğü çalışana "Aman emekli falan olma" diye de öğüt vermeyi ihmal etmez. Zira eşekten düşen kendisidir. Kimin başına ne geleceğini en iyi o bilir.

Ben emekliliği -tam uymasa da- çocuğun emeklemesine benzetirim. Nasıl ki çocuk elleri ve dizleri üzerine sağa-sola gitmeye, kalkıp yürümeye çalışır. Çoğu zaman da düşer. Düşe kalka yürümeyi ve sonra koşmayı öğrenmeye başlar. Çocuğun bu çağında  onu koruyup kollamak için yanında pervane olan tapu gibi annesi, babası, ağabey veya ablası olur. O emekledikçe etrafındakiler heyecanlanır, yüzleri güler, düşerse kafasını vurmasın diye sağındaki solundaki sert eşyaları kaldırır, o nereye giderse peşi sıra gider.

Emekli olanlar da aynı zamanda yaşlılığa adım atmış olurlar. Yavaş yavaş el, ayak vb organlar teklemeye başlar. Ne ayak kalkar, ne de kol. Yürü veya git gidebilirsen, bir merdivenden in inebilirsen, ya da çık çıkabilirsen. Bu şekilde tekleyen bir araç olsa gider rektifiye yaptırır, aracına binmeye devam edersin. İnsan vücudu böyle değil ki! Yavaş yavaş insana ölümü hatırlatmaya başlar. Zamanında koşarak gittiğin yollar dağ gibi gelmeye başlar. Yediğinden zevk almaz, içtiğinden haz almamaya başlarsın. Yavaş yavaş yalnızlaşırsın. Etrafında kimse kalmaz. Şayet yanında bulunan çoluk ve çocuğun olursa ne zaman ölecek diye gözüne bakmaya başlar. Çünkü düşüp kalktıkça onlar seni yük görür. Eşin-dostun kendi işine gücüne yönelir, onlardan da pek fayda olmaz, yalnızlara oynarsın. Biri gelse de halimi hatırımı sorsa diye bekler durursun. Telefonun çalmaz, evin ziline basılmaz. Ayıp olmasın diye evine gelen veya telefon açan olursa yangından mal kaçırır gibi bir an evvel senden uzaklaşmaya çalışır. Bu kısa ziyaretinde sana bir iyilik yapar, seninle aynı karede olacak şekilde bir fotoğrafını çeker, hemen ilk işi falan kimseyi ziyaret edip hayır duasını aldım diyerek sosyal medyada paylaşır. Ölürsen bir gün o fotoğrafı tekrar paylaşıma koyar, rahmetli iyi idi. Bugün onu en son ziyaretimin seneyi devriyesi diye.

Ya yediğini dökmeye başlarsan, ya yatağa mahkum olur da bir başkasına muhtaç olursan Allah çektirmesin ama çekeceğin var demektir. Bir dövmedikleri kalır, azarlar dururlar seni. Sözleri bile incitir seni. Geçen gün 83 yaşında olan bir aile büyüğümü ziyarete gittim. Oturup hoş-beş ederken gömleğinin önünde çay döküntüsü gibi bir sarılık gördüm. “Islak mendil var mıydı, sanırım gömleğinize çay dökülmüş, çıktığı kadar çıkaralım” dedim. “Sen dur yeğenim dedi. Bürosunda çalışan görevliye seslendi, 35-40 yaşlarındaki kişi nice sonra elinde bir ıslak mendil ile geldi. Önünü gösterdi, buraya bir şey dökülmüş bir bak diye. Görevli, “Çay falan değil, sen buraya yemek dökmüşsün” dedi. İki sildi, doğru dürüst çıkmadan çekip gitti. Orada fisebilillah çalışan bu kişinin ağzından “Yemek dökmüşsün” sözüne takıldım ben bu esnada. Bir suçlama vardı o yaştaki adamın yaptığına. Halbuki “dökülmüş” şeklinde ifade etmek daha şık olurdu. Eleman çıktıktan sonra “Yeğenim, ne yaparsın ki işte biz bu yaşa geldik, yemeği üzerimize dökmeye başladık, gördüğün gibi bir yemeği bile düzgün yiyemiyoruz” dedi. Allah sağlık-sıhhat versin, bundan geri koymasın” dedim, vedalaşıp ayrıldım.

Bu kişi bir yabancı. Ama akraban da bundan farklı olmayacak. Eşin ve çocukların bile gözüne bakar, ne zaman ölecek, ölse de kurtulsak diye. Sen onların bu tavırlarını hissettiğin an zaten yaşarken öldü bil kendini. Artık senin için ölüm bir kurtuluş olmaktan başka bir şey değildir. Öldükten sonra teçhiz, tekfin işlerinde bile görürsün bu aceleciliği. Bir an evvel gömüp kurtulmaktır. Yakınlarından çoğunun üzüntülü görünmesi, gözyaşı dökmesi timsahın gözyaşlarına benzer, sevinç gözyaşlarıdır bilesin.

Allah herkese hayırlı ömürler versin. Kimi kimseye muhtaç etmesin. Emeklemek döneminde büyüklerimize tahammül göstermeyi, onlara daha toleranslı olmayı nasip etsin bize… 26/08/2017


Tatil Yönünden Yeniden Kriz Dönemlerine Döndük

Eski hükümetlerimiz tatil vermekten çok hoşlanırdı, yeter ki milli veya dini bir bayram gelsin de aradaki mesai günlerini de tatil yapalım diye. Çünkü devlet daireleri ne kadar fazla kapanırsa devlet daha az zarar eder, borcu varsa ödemeyi haftanın ilk iş gününe ertelerdi. Piyasada yaprak kıpırdamıyorsa olur ya millet bayramını beş yıldızlı otellerde geçirsin, böylece turizme destek olur düşüncesiyle bu ülke 9 günlük tatilleri çok gördü.

Bu hükümet geldiği andan itibaren bu tür tatil kararlarına sıcak bakmadı, zira bu ülkenin tatile değil, çalışmaya ihtiyacı var diye düşünmüştü. Nihayet bu hükümet de seleflerinin dümenine girdi. Bu sene garip bir şekilde Kurban Bayramı tatilinin öncesini tatil ederek tatil hanemize bir dokuz gün daha eklendi. Bu demektir ki yeniden krizler bizi bekliyor, ekonomimiz iyiye gitmiyor. Acaba birkaç kişiyi, turizm acentelerini memnun edebilir, ekonomiye bir canlılık gelir mi diye tatil kesesinin ağzını açtı.

Bu son tatil kararı beni sevindirmedi, zira zaten yaz tatilindeyim. Tatillere karşı çıkmakla beraber ne zaman bu ülkede bir tatil olsa içim kıpır kıpır eder, sevincime diyecek olmaz. Hangi nefis tatili istemez ki! Sonu acı da olsa insanı memnun ediyor. Resmi tatiller hafta sonuna gelse sermayeden gitmiş gibi üzülürüm.

Nefsim istemekle beraber oldum olası uzun tatillere sıcak bakmadım, özellikle Ramazan ve Kurban bayramlarını içine alan. Çünkü bu ülkede uzun tatil demek tatile çıkmak, sılayı rahim yapmak demektir. Elbette herkesin eşini-dostunu ziyaret etmeye, kafasını dinlendirmeye hakkı vardır. Ama ne zaman uzun tatil olmuşsa bu ülkede trafik kazalarında anormal bir artış olmuş, yollar kan revana dönmüştür, katliamı aratmaz türden ölü ve yaralı sayısımız artmıştır. Perte çıkan arabaları hesaba katmıyoruz artık.

Temennim bu bayramda kazalarımızda bir artış olmaz, ölü ve yaralı sayımız artmaz, analar ağlamaz. Ümit ediyorum ki bu tür uzun bayramların sonuncusu olur bu bayram tatili. 26/08/2017


Benim sapığım senin sapığını yener

Fırsat buldukça sosyal medyayı takip etmeye, TV'lerdeki farklı kesimlerin bir konu hakkındaki değerlendirmelerini izlemeye, köşe yazılarından konusu itibariyle dikkatimi celp edenleri okumaya, değişik kişilerden whatsappıma gelen mesajlara kim olduğuna bakmadan zaman ayırmaya çalışırım. Hepsini ön yargısız şekilde değerlendirmeye çalışırım. Hepsinde dikkat ettiğim tek husus üsluptur. Muhatabına değer veren, saygı gösteren her kişinin serdettiği fikre katılsam da katılmasam da saygı duyarım. Bir de işinin, bulunduğu yerin, kendisini ait hissettiği grubun, partinin fanatiği olmamasına bakarım. Kendi görüşünü açıklamaktan ziyade karşı tarafı kötüleyen insanların görüşlerine pek itibar etmem. Kişinin öz eleştiri yapmasını, başkasına çuvaldızı batırmadan önce kendisine iğne bağırmasını da değerli görürüm.

Ben kendimi böyle anlatıyorum ama ben bunlara ne kadar uyuyorum, değerlendirmek için bir başkasının beni gözlemleyip test etmesi gerekir. Çünkü ben bu görüşlere şu an sahibim ve şu an sakinim. Pekiyi ben kızıp sinirlendiğim zaman ne kadar bu görüşlerime sadık kalabilirim. Çünkü insanoğlu durum ve pozisyona göre aynı anda değişik refleksler gösterebiliyor. Kaçımız bu durumlardan müstağniyiz? Kaçımız sakinken ve kızgınken aynı tavırları gösterebiliyoruz? Ya o işte bir menfaatimiz varsa onu elimizin tersiyle kaçımız itebiliyoruz?

Hayatta her şey ile mücadele edilebilir ama kişinin sahip olduğu ön yargı ile mücadele etmek, onu ikna etmem mümkün değildir, parçalanmaz denen atam parçalandı ama ön yargı kesinlikle yok olmuyor.

Kişi aslında hayata kendi penceresinden bakabilse, vicdanıyla baş başa kalabilse, hayata ve olaylara başkasının değil, kendi gözlüğüyle bakabilse, kim olduğuna bakmadan karşı tarafı dinleyebilse orta yerde ne ön yargı kalır, ne de sorun. Hayata birilerinin penceresinden bakanlar, bir başkasının şakşakçılığını yapanlar hiç kendileri olamaz. Aslında herkes kendisi olabilse mesele kalmayacak. Kendisi olamayanlar hep saldırı ve savunma refleksi ile yaşarlar. Tek sermayeleri budur. Karşı tarafa saldırırken kendi bağlı olduğu grubun aynı hatalarını görmez, biri gösterse de hemen savunma refleksi devreye girer, savunurken de saldırmayı ihmal etmez. Son zamanlarda FETÖ ile ilgili Diyanetin hazırladığı rapor günümüzde yaşayan hangi grupta yok? Üç aşağı beş yukarı hemen hemen hepsinde var. Ama herkes FETÖ’ye saldırıyor, kendine bakmadan.


Haydi algılayamıyorlar veya göbek bağı ile bağlılar, bu yüzden görmek istemiyorlar diyelim. Hayat kendilerinin, buna diyeceğimiz bir şey yok. Bari, farklı kulvarlarda olan insanları eleştirirken onları sapık diye itham etmeseler. Aslında sapıklıkta kendi içinde bulunduğu grup da aratmaz. Bunun için görecek göz, anlayacak kapasite lazım. Ben eleştiri ve tenkide varım. Herkes yanlış gördüğünü yapıcı bir şekilde eleştirebilsin. Çünkü kimse eleştiriden müstağni değildir. Ayrıca tartışmalardan hakikatler ortaya çıkar, yeter ki istensin. Zira "Barika-i hakikat müsademe-i efkârdan doğar." 26/08/2017