26 Ağustos 2017 Cumartesi

Tatil Yönünden Yeniden Kriz Dönemlerine Döndük

Eski hükümetlerimiz tatil vermekten çok hoşlanırdı, yeter ki milli veya dini bir bayram gelsin de aradaki mesai günlerini de tatil yapalım diye. Çünkü devlet daireleri ne kadar fazla kapanırsa devlet daha az zarar eder, borcu varsa ödemeyi haftanın ilk iş gününe ertelerdi. Piyasada yaprak kıpırdamıyorsa olur ya millet bayramını beş yıldızlı otellerde geçirsin, böylece turizme destek olur düşüncesiyle bu ülke 9 günlük tatilleri çok gördü.

Bu hükümet geldiği andan itibaren bu tür tatil kararlarına sıcak bakmadı, zira bu ülkenin tatile değil, çalışmaya ihtiyacı var diye düşünmüştü. Nihayet bu hükümet de seleflerinin dümenine girdi. Bu sene garip bir şekilde Kurban Bayramı tatilinin öncesini tatil ederek tatil hanemize bir dokuz gün daha eklendi. Bu demektir ki yeniden krizler bizi bekliyor, ekonomimiz iyiye gitmiyor. Acaba birkaç kişiyi, turizm acentelerini memnun edebilir, ekonomiye bir canlılık gelir mi diye tatil kesesinin ağzını açtı.

Bu son tatil kararı beni sevindirmedi, zira zaten yaz tatilindeyim. Tatillere karşı çıkmakla beraber ne zaman bu ülkede bir tatil olsa içim kıpır kıpır eder, sevincime diyecek olmaz. Hangi nefis tatili istemez ki! Sonu acı da olsa insanı memnun ediyor. Resmi tatiller hafta sonuna gelse sermayeden gitmiş gibi üzülürüm.

Nefsim istemekle beraber oldum olası uzun tatillere sıcak bakmadım, özellikle Ramazan ve Kurban bayramlarını içine alan. Çünkü bu ülkede uzun tatil demek tatile çıkmak, sılayı rahim yapmak demektir. Elbette herkesin eşini-dostunu ziyaret etmeye, kafasını dinlendirmeye hakkı vardır. Ama ne zaman uzun tatil olmuşsa bu ülkede trafik kazalarında anormal bir artış olmuş, yollar kan revana dönmüştür, katliamı aratmaz türden ölü ve yaralı sayısımız artmıştır. Perte çıkan arabaları hesaba katmıyoruz artık.

Temennim bu bayramda kazalarımızda bir artış olmaz, ölü ve yaralı sayımız artmaz, analar ağlamaz. Ümit ediyorum ki bu tür uzun bayramların sonuncusu olur bu bayram tatili. 26/08/2017


Benim sapığım senin sapığını yener

Fırsat buldukça sosyal medyayı takip etmeye, TV'lerdeki farklı kesimlerin bir konu hakkındaki değerlendirmelerini izlemeye, köşe yazılarından konusu itibariyle dikkatimi celp edenleri okumaya, değişik kişilerden whatsappıma gelen mesajlara kim olduğuna bakmadan zaman ayırmaya çalışırım. Hepsini ön yargısız şekilde değerlendirmeye çalışırım. Hepsinde dikkat ettiğim tek husus üsluptur. Muhatabına değer veren, saygı gösteren her kişinin serdettiği fikre katılsam da katılmasam da saygı duyarım. Bir de işinin, bulunduğu yerin, kendisini ait hissettiği grubun, partinin fanatiği olmamasına bakarım. Kendi görüşünü açıklamaktan ziyade karşı tarafı kötüleyen insanların görüşlerine pek itibar etmem. Kişinin öz eleştiri yapmasını, başkasına çuvaldızı batırmadan önce kendisine iğne bağırmasını da değerli görürüm.

Ben kendimi böyle anlatıyorum ama ben bunlara ne kadar uyuyorum, değerlendirmek için bir başkasının beni gözlemleyip test etmesi gerekir. Çünkü ben bu görüşlere şu an sahibim ve şu an sakinim. Pekiyi ben kızıp sinirlendiğim zaman ne kadar bu görüşlerime sadık kalabilirim. Çünkü insanoğlu durum ve pozisyona göre aynı anda değişik refleksler gösterebiliyor. Kaçımız bu durumlardan müstağniyiz? Kaçımız sakinken ve kızgınken aynı tavırları gösterebiliyoruz? Ya o işte bir menfaatimiz varsa onu elimizin tersiyle kaçımız itebiliyoruz?

Hayatta her şey ile mücadele edilebilir ama kişinin sahip olduğu ön yargı ile mücadele etmek, onu ikna etmem mümkün değildir, parçalanmaz denen atam parçalandı ama ön yargı kesinlikle yok olmuyor.

Kişi aslında hayata kendi penceresinden bakabilse, vicdanıyla baş başa kalabilse, hayata ve olaylara başkasının değil, kendi gözlüğüyle bakabilse, kim olduğuna bakmadan karşı tarafı dinleyebilse orta yerde ne ön yargı kalır, ne de sorun. Hayata birilerinin penceresinden bakanlar, bir başkasının şakşakçılığını yapanlar hiç kendileri olamaz. Aslında herkes kendisi olabilse mesele kalmayacak. Kendisi olamayanlar hep saldırı ve savunma refleksi ile yaşarlar. Tek sermayeleri budur. Karşı tarafa saldırırken kendi bağlı olduğu grubun aynı hatalarını görmez, biri gösterse de hemen savunma refleksi devreye girer, savunurken de saldırmayı ihmal etmez. Son zamanlarda FETÖ ile ilgili Diyanetin hazırladığı rapor günümüzde yaşayan hangi grupta yok? Üç aşağı beş yukarı hemen hemen hepsinde var. Ama herkes FETÖ’ye saldırıyor, kendine bakmadan.


Haydi algılayamıyorlar veya göbek bağı ile bağlılar, bu yüzden görmek istemiyorlar diyelim. Hayat kendilerinin, buna diyeceğimiz bir şey yok. Bari, farklı kulvarlarda olan insanları eleştirirken onları sapık diye itham etmeseler. Aslında sapıklıkta kendi içinde bulunduğu grup da aratmaz. Bunun için görecek göz, anlayacak kapasite lazım. Ben eleştiri ve tenkide varım. Herkes yanlış gördüğünü yapıcı bir şekilde eleştirebilsin. Çünkü kimse eleştiriden müstağni değildir. Ayrıca tartışmalardan hakikatler ortaya çıkar, yeter ki istensin. Zira "Barika-i hakikat müsademe-i efkârdan doğar." 26/08/2017

Herkes Yaptığını Yaşar

Kime nasıl davranırsan, kime ne ilgi gösterirsen yaptığından daha aşağı olmayacak şekilde ya aynısını ya da daha beterini Allah mutlaka verir. Birine tavır mı aldın, sana da tavır alanlar olacaktır, birini küçümseyip hor mu gördün, seni de beğenmeyenler çıkacaktır; birini yalnızlığa mı terk ettin, aynıyla mukabele göreceksin; birinden sevgi ve saygıyı mı esirgedin, bundan fazlasıyla esirgeneceksin; birine ilgi ve alaka mı göstermedin, ilgisizliğin alasına muhatap olacaksın; birini yok mu kabul ettin, yokluğa mahkum olacaksın; anne-babayı mı dışladın, fazlasıyla dışlanacaksın, sevenlerini düş kırıklığına mı uğrattın, aynıyla mukabele görürsün, birine kazık mı attın, kazıkların beteriyle karşılaşacaksın, bir iş ucundan eğreti mi tutuyorsun, işine eğreti yaklaşanlar çok olacaktır.

Er veya geç. Kimse bundan azade değildir. Çünkü insanın her yaptığı kendisine döner, az veya çok. Yapılan her şey bir aynanın yansıması gibi kişiye geri döner. Herkes ektiğini biçer, sevgi eken sevi, nefret eken nefret görür. Bir bumerang gibi kişiye geri döner. Hayatın olmazsa olmaz bu kuralı hakkında sayısız örnek verilebilir. Fazla söze ne hacet! En iyisi bunu en güzel şekilde anlatan şu hikaye ile sizi baş başa bırakayım:

Bir adam, oğlu ile ormanda yürüyüş yapıyor. Birden çocuk takılıp düşüyor ve canı yanıp “Ahhhh” diye bağırıyor.
İlerideki dağın tepesinden “Ahhhh” diye bir ses geri geliyor. Çocuk şaşırıyor. Merak ediyor ve “Sen kimsin” diye bağırıyor. “Sen kimsin” diye cevap geliyor dağdan. Çocuk kızıyor. “Sen bir korkaksın” diye bağırıyor.
Dağdan gelen ses “Sen bir korkaksın” diye cevap veriyor.
Çocuk babasına dönüp “Ne oluyor böyle?” diye soruyor.
“Oğlum” diyor adam, “Dinle ve öğren!”
Dağa dönüp “Seni seviyorum” diye bağırıyor. Gelen cevap “Seni seviyorum”
oluyor. Baba tekrar bağırıyor, “Sen bir harikasın!” Gelen cevap “Sen bir harikasın!”
Oğlan çok şaşırıyor, ama ne olduğunu gene anlayamıyor. Babası anlatıyor.
“İnsanlar buna ‘Yankı’ derler, ama aslında o ‘Yaşam’dır. Yaşam daima sana senin verdiklerini geri verir. Yaşam davranışlarımızın aynasıdır.
Daha fazla sevgi istediğin zaman daha çok sev!
Daha fazla şefkat istediğinde, daha şefkatli ol!
Saygı istiyorsan insanlara daha çok saygı duy.
İnsanların sabırlı olmasını istiyorsan, sen sabırlı olmayı öğren.
Bu kural yaşamımızın bir parçasıdır, herkes için her zaman geçerlidir. Yaşam bir tesadüf değil, yaptıklarımızın bir aynada yansımasıdır.”(okyanusum.com) 26/08/2017


Halı Aldığım Esnaf Bana Güven Vermedi

“Evin salonuna halı almamız lazım” diyen hanımın isteğini yerine getirmek için birlikte yola düştük. Salondaki halımız açık renk aynı zamanda küçükmüş. Daha büyüğünü almak için birkaç halı mağazasına girip çıktık. Aradığımız halıdan yoktu çoğu yerde. Zira biz Konyalı tabiriyle 9 m2’lik bir halı alacaktık. Ellerinde birkaç tane varsa da renk ve desenlerini beğenmedik. Daha doğrusu hanım beğenmedi. Zaten o beğenecek, ben alacağım. Bizim sözümüz sadece cebimizden çıkacak paraya geçer. Ötesi de bizi aşar zaten.

Sonunda bir mağazaya girdik, aradığımız ebattaki halı, orada fazlasıyla vardı. Bizim 9 m2’lik dediğimiz aslında tam dokuz değilmiş, üstelik bu ebatın üretimi de sadece Konya içinmiş. Zira Konya dışında bu ebatı kullanan yokmuş.

Üst üste konmuş halılara tek tek baktık, daha doğrusu tezgahtar açtı, hanım baktı, ben yanında bakar gibi yaptım. Ara sıra bana sordu nezaketen bu nasıl diye. “Güzel, hı hı, dedim. Her sorduğuna verdiğim cevap aşağı yukarı böyleydi. Sonunda birini beğendi. Baktım beğenilen halı evdekinden daha açık. Hafifçe kenara geçip “Yahu hanım! Sen evdeki halının açıklığından şikayetçi değil miydin, çabuk kirleniyor diye dert yanmıyor muydun? Seçip beğendiğin de açık” dedim. “Biliyorum da koltuğa başkası gitmez, istersen almayalım” dedi. “İyi de almayacağız da bizim burada ne işimiz var, haydi al” dedim. Yaşım elliyi geçti. Renk, desen, yakışır, uyar pek anlamadım. Bu zamana kadar geldim bundan sonra da öğrenilmez, zira öğrenmeye de niyetim yok zaten. Sonunda koltuğun rengine uyacak olan evdeki açık halının daha açığını almaya karar verdik.

Hesapla kardeş bunun parasını dedim. Benim cep telefonumun hesap makinesini kullanarak 1508.00 lira hesap çıkardı. 1250.00 lira olur dedi. “Başka indirim yapmayacak mısın?” dedim. Gülümseyerek bin lira olur dedi. Aşağıya indik ödemeyi yapmak için. Başka inmeyecek misin fiyatı dedim. Görevli mağaza müdürünü çağırdı, durumu anlattı. Müdür, “İyi fiyat vermiş, başka da olmaz” dedi. Elemanın ne çay söyledi, ne de oturtacak yer, zaten cezalı, dedim. Müdür gülümseyerek 950,00 lira olsun dedi. Baktım her defasında iniyor, ben de bırakıverdim. Zira biraz daha uğraşsam halı bedavaya gelecekti. Ödemeyi yapıp çıktım.

Nasıl yaptığım alışverişi beğendiniz mi? Niye beğenmeyeceksiniz? Sanki cebinizden çıktı! Olan bana oldu. Açık renk halıdan kurtulmak için gidip daha açığını aldım. İhtiyaç mı değil mi? Bu ayrı bir mesele artık. Önemli olan hanımın isteğinin yerine gelmesi. Biz kimiz ki yanında ödeme işlerine bakan birer marabayız. Neyse bu konular ailevi konular. Daha fazla ileriye gitmeyelim, zira yerin kulağı var. Ya mağazanın yaptığı indirime ne diyeceksiniz? Gördüğünüz gibi liste fiyatından 558.00 lira indirmiş oldu. Pazarlık olur olmaya, indirim de yapılır ama böylesi de pek görünmüş değil sanırım. Kim bu kadar indirim yapar sonra? Madem bu kadar indirim yapacaktı? Ne diye 1508 liradan dem vurdu ilk öncelerde. Üzüldüm mağazanın ve çoğu bu durumdaki esnafın durumuna.

Bana güven vermedi maalesef. Belki de güven vermediklerinden dolayı kanmayalım diye dükkan dükkan, mağaza mağaza gezip dolaşıyoruz ya. Esnafımız oturduğu yerde yeri geldiği zaman açar ağzını, yumar gözünü okulları, eğitim sistemini eleştirir. Eleştirsin eleştirmeye. Zira eğitim sistemimiz yerlerde sürünüyor. Ama eleştirirken biraz da kendisine baksa iyi olur.  26/08/2017

Çocuklarımızı Kim ya da Nereler Eğitiyor?

Kimse okulları eğitim yuvası olarak görmesin. Zira çocuklarımızı okullar eğitmiyor, terbiye etmiyor. Böyle bir kanaati hala taşıyorsak ancak kendimizi kandırmış oluruz.

Pekiyi çocuk nereden alıyor eğitimini ya da kimlerden alıyor eğitim gıdasını? Çocuk okula gelmeden alıyor gıdasını; evinden, çevreden, büyüklerinden, arkadaşlarından, sokaktan, televizyonda izlediği bir dizi ya da filmden, sosyal medya ya da sanal alemden. Çocukların hocası çoktur bu devirde. Bir kısmını yazdığım eğitim yuvalarının içerisinde okulun esamesi okunmuyor gördüğünüz gibi.

Anne karnında başlayan eğitim bizim daha sabi, çocuk dediğimiz çağda tamamlanıyor. Çocuk, okula geldikten sonra okul dışında gördüklerini uyguluyor. Okul ve öğretmen istediği kadar ona davranış vermeye, güzel huylar kazandırmaya çalışsın ancak havanda su döver. Zira çocuğun belleğine yerleşmiş olanı söküp atmak, yerine yenisini ve doğrusunu monte etmek mümkün değildir. Kim ben eğitirim derse boyundan büyük laf etmiş olur. Öğretmen de havanda su dövmüş olur. Aileler, Milli Eğitim, çevre boşu boşuna beklenti içerisine girmesin.

Büyük-küçük herkes iyilik ve kötülüğün, doğru ve yanlışın ne olduğunu biliyor. Bugünün büyük ve okul çağındaki çocukların en büyük sorunu davranıştır. Geçmişte belki bazı olumlu davranışlar kazandırmış olabilir ama okullar bu konuda miadını doldurdu. Bakanlığın isminin arasında eğitim olduğu bizi aldatmasın. Okullar bugün sadece öğretim veriyor görüntüsünde. Bilin ki onu da vermiyor. Çünkü alıcının kulakları kapalı, karnı tok. Tok adamın karnını doyurmak bir işkencedir.

İşin garibi okullar hayata da hazırlamıyor, hayatı da öğretmiyor. Bakın Neil Gaiman ne diyor bu konuda: “Okulda öğretmedikleri şeylerin bir listesini çıkartmakla meşguldüm şu sıralar.
Size okulda birisini nasıl seveceğinizi öğretmezler. Size nasıl meşhur olunacağını öğretmezler. Size nasıl zengin veya nasıl fakir olunacağını da öğretmezler. Size artık sevmediğiniz bir insandan nasıl uzaklaşacağınızı öğretmezler. Size başkasının aklından geçenlerin ne olduğunu nasıl anlayabileceğinizi öğretmezler. Size, ölmekte olan birine ne söylemeniz gerektiğini öğretmezler. Size, bilmeye değecek hiçbir şey öğretmezler.”

Hoşlanmadığınız şeyler yazdım biliyorum. Aslında bunun böyle olduğunu hepimiz biliyoruz. Umutsuz vaka da olsa belki diyerek bir umut gönderiyoruz. En iyisi herkesin çocuğunu eğiteceği alternatifler bulmasında fayda vardır. Çok maharetimiz varsa aile olarak çocuklara eğitimini biz verelim. İşin garibi okulların dışında bir başka alternatif de gelmiyor benim aklıma. 26/08/2017



Bu Meslek Sahipleri Her Yerde Maşallah!

Bir meslek sahibi düşünün ki her alanda, her yerde, her mevkide bulunabilsin. Aspirin gibiler maşallah! Sebebi ne ola ki? Çok mu maharetliler acaba? Bunlardan başka bu ülkede o görevleri yapan yok da zoraki mi bunların üzerine kalıyor? Emsallerine göre aldıkları görevi daha mı iyi yapıyorlar? Çok mu güven veriyorlar? Aldıkları görevde olağanüstü bir başarı mı gösteriyorlar? Birileri mi bu yetenekleri bulup geliyor, yoksa bunlar mı kendilerini pazarlıyor? İyi bir görev adamı oldukları için mi buradalar? Yoksa nerede bir makam, nerede bir mevki, nerede bir kaymak, nerede bir rant var, oradalar mı?

Sorduğum soruların cevabını okuyucuya bırakıyorum. Bu meslek grubunun nerelerde görev yaptığını birkaç örnekle açıklamaya çalışacağım. Genelde köy merkezli, orta ve dar gelirli ailelerin çocuğu olan bu meslek grubu mensupları,  zamanın hükümetleri tarafından vebalı gibi görüldü, kolay kolay herhangi bir makama getirilmedi. Böylesi ortamlarda bu kişiler okullarında gelir getirsin diye egzersiz kursları açtılar. Kimi karşı çıktığı satranç hakemi oldu, kimi de izci belgesi alarak okulunda izci grubu oluşturdu. Okullarda bilişim laboratuarları açılmaya başlanınca okulunda bilişim öğretmeni yoksa bu meslek grubu bu sefer okullarda bilişim formatörlüğüne soyundu. Zira okulun müdür yardımcısı kadar ücret alabiliyordu, zaten okulunda ders yükü de fazla değildi. Bu kişiler buralarda biraz pişince esen rüzgarla birlikte bu kişiler gözünü idareciliklere dikti. Kimi okullarda müdür, kimi yardımcı, kimi baş muavin oldu. İlçe ve il müdürlüklerine bunlar oturdu. Bunları oraya oturtan irade bunların eliyle okul yöneticilerini kesip doğradı. Mağdur olan veya olduğuna inanan, bu kesim mensuplarına düşman oldu. Hiçbir yere gelemeyen, Suriyelilerle ilgili etkinliklerde görev aldı. Kimi okulunda, kimi ilçe, kimi de il koordinatörü oldu. Tüm öğretmenlere hitap edecek şekilde kurulan sendika ve konfederasyonların delege, yönetim kurulu ve başkanlıklarına yine bu kişiler geldi ya da getirildi. Milli Eğitimler okul, ilçe ve il olmak üzere ağırlıklı olarak bu meslek mensuplarıyla dolduktan verecek makam kalmayınca diğer müdürlüklere göz dikildi. Şimdi o makamlarda da bu kişilerin ağırlıklı olduğu gözlerden kaçmaz.

Bu kişiler camide cemaatle, vaaz kürsüsünde, dışarıda esnafla, bahçede öğrenci ile hemhal olmaları gerekirken çoğu, makam ve mevkilerin sahibi oldu. Anlaşılan bunlardaki doğuştan gelen idareci olma ve koordine etme yetenekleri yeni keşfedildi ki branşları her kapıyı açar oldu. Belki de bundandır okullarda bu branşa ihtiyaç da bir türlü bitmek bilmedi. Çünkü göreve başlayan biraz öğretmenlik yapınca soluğu makam ve mevkide aldı. Makama yeni gelen biri makam sahibini görmeden o makamda hangi meslek sahibi birinin oturduğu hakkında kanaatini belirtse yüzde 90 isabet ettirir.

Siyasi iradenin tasarrufudur. Doğru yapar, yanlış yapar. Bedelini de o öder. Zira yetki ve sorumluluk onlardadır. Haydi diyelim ki siyasi irade bu meslek mensuplarına çok güveniyor, bu yüzden bunları tercih etti. Pekiyi hemen hemen her türlü makamda görev alan, göreve talip olan bu arkadaşlar kendi kendilerine “Hiç biz iyi mi yapıyoruz, yoksa kötü mü, bizim bu yaptığımıza vatandaş ya da diğer meslek mensupları nasıl bakar, bizi nasıl görüyorlar, biz iyi imaj verebildik mi diye soruyorlar mı acaba?” Hala her makama sahip olmak için mücadele ettiklerine göre hallerinden memnunlar sanırım.

Kim nereye gelirse gelsin görüntü hoş değil haberiniz olsun dostlar! Benden söylemesi. Bence makamların vazgeçilmez adamı olma yerine gönüllerin adamı olmayı seçelim. Hiçbir makam, kişiye tek başına bir itibar vermez. Kimse de bir meslek grubunun itibarını sıfırlayamaz. Herkes kendi itibar elbisesini kendisi kazanır veya kaybeder. Şahsınızı bilmem ama kimsenin camiasını bu şekilde makam veya para hastası gibi gösterme lüksü olamaz. 26/08/2017

25 Ağustos 2017 Cuma

Tüm Yaptığımız Birbirimizi Aşağıya Çekmek

Başlığın istisnası var mı derseniz hemen hemen yok gibidir. Bilerek bilmeyerek birbirimize çelme takıyoruz. Hep bir arayış içerisindeyiz, kim ne iş yapıyor, kim ne kadar kazanıyor, kim hangi mesleği seçmiş...hep birbirimize bakıyoruz. Birbirimize baka baka hepimiz birbirimize benzedik. Başka da bir şey gelmez aklımıza.

Ne planımız var, ne programımız. Ne demek istediğimi birkaç örnek vererek açıklarsam sanırım kastım anlaşılır. Birimiz bir yerde bakkal dükkanı mı açtı, bakarız ki içeriye alışveriş için girip çıkanlar var. İlk işimiz onun yanına veya karşısına bir bakkal dükkanı açmak. Sonra öbürü, bir başkası açar da açar. Sonunda hepsi sinek avlamaya başlar. Çünkü bulunduğu muhitin bir müşteri potansiyeli var. Ardından her biri yek diğerini sıfırlayarak teker teker kapatırlar. Ziraat veya veterinerlik mi popüler, mezun olunca iş bulma imkanı mı var? Hemen tercihlerimizi bu fakültelere doğru yaparız. Bunu gören üniversiteler de öğrenci çekmek için bu bölümleri ardı arkasına açar. Sonunda bu üniversiteler bir fabrikanın seri üretimi gibi durmadan mezun verir. Piyasa iş bulamayan ziraatçı ve veteriner mezunu işsizlerle dolup taşar. Son yıllarda bilgisayar üzerine okumak üzere çokça yönelim oldu, şimdiler de oranın mezunları da işsiz ve avare. Küçüklüğümde terzilik revaçtaydı. Temiz meslek, oturduğun yerden dikiyorsun denirdi. Mevcut az sayıda elinin emeğiyle çalışan terzileri gören vatandaş bu işte iyi para var dedi, hemen hemen her aileden bir kişi ustalık öğrensin diye terziye çırak olarak verildi. Usta olan ustasının yanına dükkan açtı, neredeyse yer gök terzi oldu. Bu arada konfeksiyonculuk da ön plana çıkmaya başladı. Bizim terziler işsizlikten ve müşteri beklemekten yoruldu, çoğu işini bırakıp başka mesleklere yöneldi o yaştan sonra.

Verdiğim birkaç örnek sanırım meramımı anlatmaya yeter. Bu ülkede hepimiz diğeri ne yapıyor, ona bakıyor, o ne yapıyorsa ben de yapayımı düşünüyor.  Dün karınca kararınca evini geçindiren insanlar çalıştıkları alanda karnını doyuramaz hale geldi. Bir şeyi yaparken buranın müşteri potansiyeli beni çekmez, burada bu işten ekmek yiyen yemesine devam etsin, ben başka bir işe bakayım, ya da başka bir bölüm okuyayım deme yoluna gitmedik. Sonunda birbirimizi aşağıya çekmekten başka bir iş yapmadık. Bu işleri yaparken çoğu zaman naçar kaldığımızdan, bazen iş bilmediğimizden, bazen çekemediğimizden, bazen geleceği okuyamadığımızdan bunları yaptık. Bununla ilgili bir fıkra paylaşmak istiyorum burada. "Öbür dünyada cehennemlikleri bir çukura doldurmuşlar. Kaçmasınlar diye başlarına da birkaç zebani konmuş. Türklerin başına görevli verilmemiş. Diğer milletler “Bu haksızlık ama! Bizim başımızda zebaniler nöbet tutarken Türklerin başında niçin yok” demiş. “Haksızlık falan yok, Türklerin başına görevli vermeye gerek görmedik. Çünkü onlardan biri kaçmaya kalkarsa aşağıdakiler onun ayağından asılır, kaçmasına engel olur” cevabı verilmiş.” Sanırım bu fıkra hali pürmelalimizi daha iyi anlatmaktadır.

Birbirimizin yaptığını yapmada, daha önce bu işi yapanı iş yapamaz hale getirmede kimse elimize su dökemez. Bunda hem devletin hem de bizim iyi bir planlayıcı olmadığımızın payı vardır. Ne yetkililer bu kadar mezunu verince bunlara nasıl iş bulacağız hesabı yapar, ne de okuyanlar biz bu okulu bitirince ne olacağız hesabı yapar. Bu durum bir meslek ve zanaat öğrenmede de aynıdır, iş yeri açmada da. Hasılı bu şekilde yuvarlanıp gidiyoruz.

Siyasetimiz bundan farklı mı? Hemen hemen aynı. Aynı zihniyet ve düşüncedeki partiler bir araya gelip birleşecebileği veya birinin listesinden girip siyaset yapabilecekleri yerde farklı partilerde siyaset yapıyor. Birleşemedikleri gibi birbirine benzemezlerle işbirliği yapabiliyor. 

Birbirimizi iyi çekmeler! 25/08/2017