Ana içeriğe atla

Tüm Yaptığımız Birbirimizi Aşağıya Çekmek

Başlığın istisnası var mı derseniz hemen hemen yok gibidir. Bilerek bilmeyerek birbirimize çelme takıyoruz. Hep bir arayış içerisindeyiz, kim ne iş yapıyor, kim ne kadar kazanıyor, kim hangi mesleği seçmiş...hep birbirimize bakıyoruz. Birbirimize baka baka hepimiz birbirimize benzedik. Başka da bir şey gelmez aklımıza.

Ne planımız var, ne programımız. Ne demek istediğimi birkaç örnek vererek açıklarsam sanırım kastım anlaşılır. Birimiz bir yerde bakkal dükkanı mı açtı, bakarız ki içeriye alışveriş için girip çıkanlar var. İlk işimiz onun yanına veya karşısına bir bakkal dükkanı açmak. Sonra öbürü, bir başkası açar da açar. Sonunda hepsi sinek avlamaya başlar. Çünkü bulunduğu muhitin bir müşteri potansiyeli var. Ardından her biri yek diğerini sıfırlayarak teker teker kapatırlar. Ziraat veya veterinerlik mi popüler, mezun olunca iş bulma imkanı mı var? Hemen tercihlerimizi bu fakültelere doğru yaparız. Bunu gören üniversiteler de öğrenci çekmek için bu bölümleri ardı arkasına açar. Sonunda bu üniversiteler bir fabrikanın seri üretimi gibi durmadan mezun verir. Piyasa iş bulamayan ziraatçı ve veteriner mezunu işsizlerle dolup taşar. Son yıllarda bilgisayar üzerine okumak üzere çokça yönelim oldu, şimdiler de oranın mezunları da işsiz ve avare. Küçüklüğümde terzilik revaçtaydı. Temiz meslek, oturduğun yerden dikiyorsun denirdi. Mevcut az sayıda elinin emeğiyle çalışan terzileri gören vatandaş bu işte iyi para var dedi, hemen hemen her aileden bir kişi ustalık öğrensin diye terziye çırak olarak verildi. Usta olan ustasının yanına dükkan açtı, neredeyse yer gök terzi oldu. Bu arada konfeksiyonculuk da ön plana çıkmaya başladı. Bizim terziler işsizlikten ve müşteri beklemekten yoruldu, çoğu işini bırakıp başka mesleklere yöneldi o yaştan sonra.

Verdiğim birkaç örnek sanırım meramımı anlatmaya yeter. Bu ülkede hepimiz diğeri ne yapıyor, ona bakıyor, o ne yapıyorsa ben de yapayımı düşünüyor.  Dün karınca kararınca evini geçindiren insanlar çalıştıkları alanda karnını doyuramaz hale geldi. Bir şeyi yaparken buranın müşteri potansiyeli beni çekmez, burada bu işten ekmek yiyen yemesine devam etsin, ben başka bir işe bakayım, ya da başka bir bölüm okuyayım deme yoluna gitmedik. Sonunda birbirimizi aşağıya çekmekten başka bir iş yapmadık. Bu işleri yaparken çoğu zaman naçar kaldığımızdan, bazen iş bilmediğimizden, bazen çekemediğimizden, bazen geleceği okuyamadığımızdan bunları yaptık. Bununla ilgili bir fıkra paylaşmak istiyorum burada. "Öbür dünyada cehennemlikleri bir çukura doldurmuşlar. Kaçmasınlar diye başlarına da birkaç zebani konmuş. Türklerin başına görevli verilmemiş. Diğer milletler “Bu haksızlık ama! Bizim başımızda zebaniler nöbet tutarken Türklerin başında niçin yok” demiş. “Haksızlık falan yok, Türklerin başına görevli vermeye gerek görmedik. Çünkü onlardan biri kaçmaya kalkarsa aşağıdakiler onun ayağından asılır, kaçmasına engel olur” cevabı verilmiş.” Sanırım bu fıkra hali pürmelalimizi daha iyi anlatmaktadır.

Birbirimizin yaptığını yapmada, daha önce bu işi yapanı iş yapamaz hale getirmede kimse elimize su dökemez. Bunda hem devletin hem de bizim iyi bir planlayıcı olmadığımızın payı vardır. Ne yetkililer bu kadar mezunu verince bunlara nasıl iş bulacağız hesabı yapar, ne de okuyanlar biz bu okulu bitirince ne olacağız hesabı yapar. Bu durum bir meslek ve zanaat öğrenmede de aynıdır, iş yeri açmada da. Hasılı bu şekilde yuvarlanıp gidiyoruz.

Siyasetimiz bundan farklı mı? Hemen hemen aynı. Aynı zihniyet ve düşüncedeki partiler bir araya gelip birleşecebileği veya birinin listesinden girip siyaset yapabilecekleri yerde farklı partilerde siyaset yapıyor. Birleşemedikleri gibi birbirine benzemezlerle işbirliği yapabiliyor. 

Birbirimizi iyi çekmeler! 25/08/2017



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde