Bugün TEOG ikinci nakil başvurusunda bulunmak üzere bir tanıdığım evime geldi, tercihte yardımcı olmam için. Bir üst Anadolu İHL'ye gitmek istiyordu. Güvenlik numarasını kaybettiği için çocuğu yeniden alması için okuluna gönderdim. İlk gittiğinde okulunda sorumlu bir idareci bulamadığı için bekleyip bekleyip geri geldi. İkinci gidişinde nihayet tercihte kullanılacak güvenlik numarasını alabilmiş. Okuldan çıkarken sene içerisinde dersine giren bir öğretmen lafa tutmuş kendisini.
Konya'da orta seviyede bir Anadolu İHL'yi kazanan öğrencisini sanayinin içerisinde bir meslek lisesine gitmesi için epey bir dil dökmüş: "Dediğim meslek lisesine gidersen okul para veriyor, servis, yemek bedava, yatacak yeri var. Bir meslek öğreniyorsun, iş garantili. Okulu bitirir bitirmez patronlar hemen iş veriyor, yarın çok zengin olursun, paran çok olunca bizi falan beğenmezsin, babana söyle orayı tercih edin. Bu öneriyi sadece sana değil, tüm gördüğüm arkadaşlarına söylüyorum" diyor.
Çocuk geldi bana bunu anlattı. Sordum kendisine, o öğretmeninin branşı ne diye. Meslek dersleri, Siyer dersimize girdi, dedi. Bu adam okulda idareci mi, dedim. Hayır dedi. Pekiyi bu adam sene içerisinde size ders işledi mi dedim. "Kağıt dağıtır, bulmaca çözerdik. Mescide götürür, biz güreşir, o bizi seyrederdi, dedi. Dedim içimden öğretmenliğimin 25.yılını bitirdim, tecrübeliyim, her şeyi öğrendim. Ama görüyorum ki bu meslektaşımdan öğreneceğim çok şey var. Keşke beraber çalışsaydım onunla. Ondan gördükçe üzüm üzüme baka baka kararır misali ben de, peygamber zamanında mescitte güreş tutulur der, öğrencilerimi güreştirirdim devamlı mescitte. Hem çene patlatıp yorulmaz, onları seyrederken seyir zevkim gelişirdi. Demek ki bahtım açık değilmiş böyle ufku geniş birisiyle aynı ortamda çalışmak.
Tüm liseler bizimdir, hiçbir liseyi diğerinden ayırmam. Kendi çocuklarım dahil bana görüşümü soran herkese okul tiplerinin avantaj ve dezavantajlarını söyleyerek rehberlik yapmaya çalıştım, dilimin döndüğü kadarıyla hâlâ anlatmaya çalışıyorum. Tercih ve kararı veli ve öğrenciye bırakırım.
Yanında velisi olmayan ve kendisine kanaati sorulmamış bu adam kim? Bu vazifeyi, bu yetkiyi nereden buluyor? Daha ortaokulu yeni bitirmiş, rüştünü ispatlamamış bir çocuğun kafasını nasıl karıştırır böyle? Bu adam bildiğim kadarıyla tercihlerde falan görevli değil. Haydi okulunu ziyarete geldi diyelim. Ne karışır bu işlere? Haydi karıştı diyelim. Zaten İHL'yi tercih edip kazanmış bir çocuğa başka bir okul türünü tavsiye etmesine ne demeli? Vazifesi sanki. Bunu yapan adam bir ilahiyatçı. Üstelik şehrin en gözde İHO okulunda çalışıyor. İHO'yu okuduktan sonra okuduğu okulun devamı olan bir liseyi kazanan çocuğu ayartma yetkisini nereden alıyor? Ya da kim veriyor ona bu yetkiyi. Üstelik tek öğrenciye değil, tüm gelenlere böyle tavsiye ediyormuş. Hani çocuk çok düşük puan alır, herhangi bir yeri kazanamaz veya açık liseye gitmek ister de en azından bir meslek sahibi olsun diye öneride bulunsa gam yemeyeceğim. Ki bu ülkenin zenaat öğrenecek nesle ihtiyacı vardır. Bir ülkenin geleceğidir buralar. Vasıflı elemanın yetişeceği yerlerdir. Türkiye'nin kanayan bir yarasıdır bu konu. Ama şimdi konum ve derdim bu değil.
Anladım ki bu okulların en büyük düşmanı içlerindeki bazı ilahiyatçılar. Hiç dışarıda düşman aramaya falan gerek yok. Bu okulların başka düşmana da ihtiyacı yok, böyleleri yeter de artar bile. Umarım her okulumuzda yoktur böyleleri.
Dersinde öğrencilerine dersi bırakıp güreş öğreten, sosyal mı sosyal, bir o kadar da öğrencilerine meccanen rehberlik yapan bu öğretmenimize sahip olmak isteyen yöneticilerimiz varsa çok üzülmeyin. Öğretmenimizin hizmet puanı yaşına göre çok yüksekmiş. Sizin yapacağınız böyle bir değere iltifat edip okulunuza nakil istetmek. Zira marifet iltifata tabidir. İyi değerlendirirseniz okulunuzdan güreş takımı bile çıkarır, rehber öğretmeniniz yoksa çocuklara rehberlik de yapar. Yeter ki siz çalıştırmasını bilin. Zira at sahibine göre kişner...Alın tepe tepe kullanın... Üstelik dini duyarlılığı da yüksek. Öğrenciyi dövmek istediği zaman çocuğa ellerini yanaklarına koymasını söyler, elinin üzerine vururmuş. Niçin böyle yaptırıyorsunuz diyen öğrencilerine "Yüze vurmak haram da ondan" diyormuş. 21.08.2017
21 Ağustos 2017 Pazartesi
Evdeki çamaşır makinesi ne işe yarar?
Yan taraftaki fiş kuru temizleme bedeli. 1 pardesü, 1 kaban ve 2 ceket. Hediyesi 97 TL. Nakit verirsen 90 lira. İçinizden para mı bu, sudan ucuz diyebilirsiniz. Ucuz mu, pahalı mı? Anlayışınız ve bakış açınıza göre değişir.
Eskiden beri var olan kuru temizlemecilik günümüzde daha öne çıkan bir sektör haline geldi. Çünkü giyim adına beğenip aldığımız ne varsa hemen hemen hepsi kuru temizlemelik. Ceket, palto, pantolon ne varsa hepsi kirlendikten sonra kuru temizlemeciye gidiyor. Son yıllarda giyim üzerine ne alırsan "Makinede yıkanmaz, kuru temizlemeye götürün" uyarısı var. Evde yıkanmak üzere kala kala iç çamaşırı, çorap, kazak ve fanila kalıyor. Biz her şeyi kuru temizlemeye götüreceğiz de evlerde beyaz eşya olarak çamaşır makinelerini niçin kalabalık ederiz? Kalkmaz, inmez, ağır mı ağır makinelerin ne işi var evlerde? Niye o kadar para bağladık o zaman? Niçin 5 kg olan çamaşır yıkama kapasitesini artırarak 8 kiloya çıkardık?
Ben giyim üzerine çalışsam, mağazamın yanına bir kuru temizleme açar, ürettiğim elbiseyi tek şartla bedava verir, kuru temizlemeye bana getireceksiniz derim. Paraya da para demem.
Akıl havsalam almıyor bu gidişata. Dünyanın parasını vererek elbise alıyorsun. İş elbise almakla kalmıyor, kirlenince yine masraf. Aldığın elbise, sonra her temizleme bedelini düşündüğün zaman üzerimizdeki elbiseler kaça mâl oluyor? Yemeğimizi dışarıdan yiyor, elbisemizi dışarıya yıkatıyoruz, o zaman bu evleri niçin kullanıyoruz? Giderekten evleri sadece otel olarak kullanacağız. Aslında eskisi gibi alacaksın eline tokurcağı. Yıkayacaksın elinde. Hem ucuz, hem maliyetsiz, hem de vücudu çalıştırmış oluruz. Ama millet tefe koyar kişiyi bu asırda. Hanım evi terk eder, bu adam çağdışı kalmış diye.
Aldığımız nefesin bedava olmasına şükredelim en iyisi biz. Bunun dışında her şey para. Yaşarsan... 21.08.2017
Eskiden beri var olan kuru temizlemecilik günümüzde daha öne çıkan bir sektör haline geldi. Çünkü giyim adına beğenip aldığımız ne varsa hemen hemen hepsi kuru temizlemelik. Ceket, palto, pantolon ne varsa hepsi kirlendikten sonra kuru temizlemeciye gidiyor. Son yıllarda giyim üzerine ne alırsan "Makinede yıkanmaz, kuru temizlemeye götürün" uyarısı var. Evde yıkanmak üzere kala kala iç çamaşırı, çorap, kazak ve fanila kalıyor. Biz her şeyi kuru temizlemeye götüreceğiz de evlerde beyaz eşya olarak çamaşır makinelerini niçin kalabalık ederiz? Kalkmaz, inmez, ağır mı ağır makinelerin ne işi var evlerde? Niye o kadar para bağladık o zaman? Niçin 5 kg olan çamaşır yıkama kapasitesini artırarak 8 kiloya çıkardık?
Ben giyim üzerine çalışsam, mağazamın yanına bir kuru temizleme açar, ürettiğim elbiseyi tek şartla bedava verir, kuru temizlemeye bana getireceksiniz derim. Paraya da para demem.
Akıl havsalam almıyor bu gidişata. Dünyanın parasını vererek elbise alıyorsun. İş elbise almakla kalmıyor, kirlenince yine masraf. Aldığın elbise, sonra her temizleme bedelini düşündüğün zaman üzerimizdeki elbiseler kaça mâl oluyor? Yemeğimizi dışarıdan yiyor, elbisemizi dışarıya yıkatıyoruz, o zaman bu evleri niçin kullanıyoruz? Giderekten evleri sadece otel olarak kullanacağız. Aslında eskisi gibi alacaksın eline tokurcağı. Yıkayacaksın elinde. Hem ucuz, hem maliyetsiz, hem de vücudu çalıştırmış oluruz. Ama millet tefe koyar kişiyi bu asırda. Hanım evi terk eder, bu adam çağdışı kalmış diye.
Aldığımız nefesin bedava olmasına şükredelim en iyisi biz. Bunun dışında her şey para. Yaşarsan... 21.08.2017
Evlilikte bir nebze huzur arayanlara...
Bunun için bir arayış içerisine girmenize, Amerikan kıtasını yeniden keşfe gerek yok. Tek yapacağınız şey, eşinizin istediklerini almak, onun dediklerini yapmak. İster pahalı, ister ucuz, ister gerekli, ister gereksiz, ister imkânın olsun veya olmasın, ister gönüllü, ister gönülsüz ne istiyorsa alacaksınız. Başka da kurtuluşunuz yok zaten. Huzur ve mutluluğunuzun tek kaynağı budur. Hatta eşinizin almak istediklerini önceden kestirip eşiniz demeden gider alır gelir veya eşinize teklif ederseniz bu, aliyyül âlâ olur. Eve huzur ve mutluluk gelmekle beraber eşinize göre siz çok düşünceli, çok anlayışlı, kadının ruhundan anlayan, ince düşünceli biri olur çıkarsınız.
Olması gereken de bu zaten. Yoksa hayatınız zindan olur, akşam eve gelip içeceğiniz bir bardak çay burnunuzdan gelir. Değer mi üç-beş kuruş gidecek para için aile saadetinizi bozmaya. Zaten biz onların mutluluğu için yaşıyoruz, yaşamak zorundayız. Başka da ne amacımız olabilir ki? Senin imkânın varmış, yokmuş, eve gerekli veya değil önemli değil bu. Ev-araba mi istiyor? Alacaksın. Halı, perde demode mi oldu? Değiştireceksin. İmkanın yoksa yaratacaksın, gerekirse borçlanacaksın, hatta kredi çekmeyi bile düşün. Sen "Ben bu borcu nasıl öderim" diye kara kara düşünürken onun istediğine ulaşması sonucu gözlerinin içinin gülüvermesi yeter.
Yok, ben ayağımı yorganıma göre uzatırım, boyumdan büyük işlere kalkışmam, iki ayağımı bir pabuca girdirmem, her şey zamanla" der, "Ben başka erkekler gibi eşimin isteklerine boyun eğmem" diyerek burnunun dikine gidersen kırarsın, dökersin, ufalarsın. Evde ne huzur kalır, ne de mutluluk. Üstüne üstlük anlayışsız biri olur çıkarsın. Sonra sen eşinin isteklerini yerine getirmeyeceksin de ne diye evlendin o zaman? Çocuk oyuncağı mı evlilik? Burası gönül eğlendirme yeri değil. Ayakların yere bassın artık. Sen hangi çağ, hangi devirde yaşıyorsun böyle? Ne demiş atalarımız: "Zaman sana uymuyorsa sen zamana uy" diye. O hesap! Eşin sana uymuyorsa sen eşine uy. Üç günlük dünyada ağzının tadını kaçırma. Daha bunlar senin iyi günlerin. Keşke sadece her isteneni almakla kalsaydın, daha ne isterdin?
Yine huzur ve mutluluğun için eşin için önemli olan günleri de unutma. Belirli gün ve haftalardan bahsetmiyorum sana. Eşinle ilk tanıştığın günü, ilk istemeye gittiğin günü, yüzük taktığın günü, nişan, nikah ve düğün gününü, onun doğum gününü, anne ve babasının doğum gününü, sevgililer gününü, anneler gününü, kadınlar gününü, emekçi gününü, çocuklarının doğum gününü... evliliğinin yıldönümlerini hiç mi hiç unutma. Bugünleri küçümseme, sakın atlama, kesenin ağzını aç. Hediyelerin en güzelini al, gezilecek ve görülecek yerlerin en güzel yerlerine götür.
Yapılması gereken her şeyi yaptıktan sonra görevimi yaptım diye kenara çekilme. Bir köle ne için yaşar? Efendisini memnun etmek için. Sen de bu kadının işi falan deme. Mutfak-çamaşır vs işlerde hep ona yardım et. İşin birini bitirince diğer işi yap, pervane gibi dön etrafında. Yetti artık deme. O senin anne ve babana, akrabalarına iyi davranmasa da sen saygıda hiç kusur etme. Onları en güzel şekilde ağırla.
Tüm bu yaptıklarının karşılığında elinden ve ailesinden pek bir şey bekleme. Eğer hepsini yapmışsan evde oturacağın bir yer olur, daha fazlasını da bekleme. Zira senin onca yaptığın denizdeki bir katre misalidir. Madem hamama girdin, terleyeceksin artık. Burası, bu müessese ağlama, sızlanma yeri değildir; evlilik müessesesidir. İstersen yapacaksın, hatta seve seve. Yoksa sen bilirsin... 21.08.2017
20 Ağustos 2017 Pazar
Sırplar mı Öğretmenimiz Olsun, yoksa Aliya mı? *
Kamuya eleman alımında bu ülkede
herkes liyakat, emanet ve ehliyetten dem vurur. Nedense bir türlü bu ilkeye
riayet edemedik. Çünkü geçmişten günümüze alımlarda genelde ahbap-çavuş
ilişkisi yürütülmüştür bu ülkede. Bir kesim gülmüş, diğer kesim mağdur olmuştur.
Bir sonraki dönemlerde mağdurların yüzü gülmüş, diğer kesim mağdurlara
oynamıştır. Herkesin şikayet ettiği bu durum düzelmedi gitti. Zira tarafların
hiçbiri bu konuda samimi değildir.
Dün emanet, ehliyet ve liyakattan
bahsedenler tokmağı eline geçirince yaptığı ilk iş muhalefette iken savunduğu
güzel değerlerden vazgeçmek ve eleştirdiklerini yapmak şeklinde evrilir. Yani
kadrolaşmaya çalışır. Kadrolaşır da. Çünkü suyun başına geçme sırası ondadır.
Bir zamanların egemenleri "Emanet ve ehliyete riayet etmiyorsunuz? Kadrolaşıyorsunuz"
derse vereceği cevap: "Efendim! Dün siz de kadrolaşıyordunuz"
demek olur.
Sorulan soruda suçlama vardır, verilen
cevapta da savunma. Sorulan soru doğru olduğu gibi verilen cevap da doğrudur.
Çünkü bu ülkede gömleğin düğmesi ilk baştan yanlış iliklenmiştir. Her gelen ilk
düğmenin yerini değiştirmek yerine altına iliklemeye devam eder. Bu, hep böyle
geldi, böyle devam ediyor. Biri, "Ben adaleti tesis edeceğim, ehliyet ve liyakata
göre kamuya yerleştirme yapacağım" dese bu sefer ona destek
verenler, "Şimdi sırası mı, daha dün onlar kadrolaşıyorlarken kadrolaşma iyiydi de
şimdi mi kötü? Dün hep biz mağdur olduk" şeklinde cevap vererek
hışmını gösterir. Sonunda suyun başını tutan teslim olur ve yavaştan yavaşa
kadrolaşma başlar, bakar ki iyi de oluyor, sonra hız kesmeden devam eder
yoluna.
Birçok alanda olduğu gibi
Türkiye'nin bu konuda da sicili bozuktur. İktidara kimin geldiği, iktidarda
kimin olduğu önemli değildir. Al birini, vur ötekine. Bu konuda kimse masum
değildir. En adilim diyenin bile yanına 'eûzü' ile yaklaşmak gerek. Zira bu
işin mektebi yoktur ama herkesin bu işi öğrendiği bir öğretmeni vardır. Hepsi
birbirinin iyi bir kopyasıdır, işi kılıfına uyduran bir taklitçisidir. Bu
konuda sadece iktidarları suçlamak yanlış olur. Zira biri kadrolaşma yapmak
isterken diğeri de buna teşne olur. Nasıl ki rüşvette alan ve veren taraf varsa
burada da kadrolaştıran ve kadrolaşan var. Taraflardan biri "Böyle
bir şeyi duymamış olayım" derse bu işler gerçekleşmez.
Burada amacım, ehliyet ve
liyakatten yoksun bir şekilde kadrolaşanları savunmak, meşru ve makul görmek
değildir. Benimkisi sadece bir tespittir. Bu, ne zaman düzelir? Kim, yanlış
iliklenen gömleğin ilk düğmesini düzeltirse...ben, benden öncekileri taklit
etmeyeceğim, zira onlar benim hocam değildir derse...vicdanının sesine kulak
verirse...kadrolaşmaya ilk önce o iktidarı destekleyenler karşı çıkarsa...işte
o zaman düzelir.
"Böyle gelmiş böyle gider; onlar
yaptı, biz de yapacağız/yapıyoruz, bugün biz yapmazsak yarın onlar yaparlar..."
diyenlere bilge adam Aliya İzzetbegoviç'in sözüyle cevap vererek yazımı
nihayete erdirmek istiyorum:
"Sırplarla savaşırken bir
komutan Aliya’ya gelir ve şöyle der: 'Efendim Sırplar bizim kadınlarımıza
tecavüz etti. Çocuklarımızı öldürdü. Köylerimizi yaktı. Şimdi biz de
Sırpların bir köyünü kuşatma altına aldık. Biz de onlara bize yaptıklarının
benzerini yapacağız.'
Aliya şöyle cevap verir: 'Onlar
gibi davranamayız. Çünkü onlar bizim öğretmenimiz değildir.” (Levent Gültekin)
Gelin bu ülkede her birimiz Aliya'yı (Allah ondan razı olsun) öğretmenimiz kabul edelim, Sırplar'ı değil. 20.08.2017
* 13/09/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
19 Ağustos 2017 Cumartesi
Eşlerin Birbirini Aldatma Yüzdesi
Ömrümüz
birbirimizi aldatmakla geçiyor, belki de bu yüzden birbirimize güvenmiyoruz.
Kendimiz başkasını aldatıyor, ama karşı tarafın bizi aldatmasına rıza
göstermiyoruz. Hz Peygamber, “Aldatan
bizden değildir” derken Müslüman’ın olmazsa olmaz kurallarından birine
işaret ediyordu. İşin garibi aldatmanın iyi olmadığını bilmemize rağmen
menzilimize ulaşmak için her türlü aldatmayı mubah görebiliyoruz. Kimimiz
evlilikte eşini, kimimiz ticarette başkasını, kimimiz din alanında bizi takip
edenleri aldatıp duruyor. Amaç bir menfaat temin etmek. Bunun için kimi
şehvetine esir düşebiliyor, kimi fazla kazanca tamah ediyor, kimimiz de bir
kariyer elde etmek; bir makam, bir mevki sahibi olmak için yaparız bunu.
İyi ki
bir ahiret inancımız var, yaptıklarımızın öbür dünyada zerre miskalinin
sorulacağına inancımız tam, cennet umudu ve cehennem korkusu var içimizde. Buna
rağmen durum bu ise ya bir de hiç ahiret inancımız olmasaydı halimiz nice
olurdu demekten kendimi alamıyorum. Günümüzde türlü türlü aldatmalar var. Ben
burada eşlerin birbirini aldatmasına değinmek istiyorum. İstatistiklere bakılırsa
yatacak yerimiz yok inanın. Aldatma konusunda iyi bir sicilimiz yok anlaşılan. Zaten Diyanet de bu konuyu ele aldı bu haftaki hutbesinde.
16/08/2017
günkü Hürriyet gazetesindeki köşesinde Ertuğrul Özkök, eşlerin birbirini
aldatma oranını veriyor: “Cinsel Sağlık
Enstitüsü verilerine göre Türk erkeklerinin yüzde 58’i karısını, kadınların
yüzde 40’ı kocalarını aldatıyor. Bu rakam 2000’li yıllarda erkeklerde yüzde 25,
kadınlarda ise yüzde 11 civarında iken dünyadaki ve Türkiye’deki seviyesi de
birbirine çok yakındı. Şimdi dünyada da Türkiye’de de yükseliyor. Ve size şunu
söyleyeyim. Türkiye, eşini veya partnerini aldatma oranı konusunda dünyanın en
yüksek oranlı ülkeleri arasında yer alıyor.”
ÖZKÖK’ün
bilgisine başvurduğu ‘Cinsel Sağlık Enstitüsü’ne ne kadar güvenilir, sonra bu
veriler doğru mu bilmiyorum. Ayrıca, eşlerin birbirini aldatma konusunda çok
sağlıklı bilgiler alınacağına ihtimal vermiyorum. Çünkü aldatmalar iki kişi
arasında üçüncü şahıslar duymayacak ve görmeyecek şekilde yapılır. Kimseye de
söylenmez. Deneklerle yüz yüze görüşülmüşse veya form doldurtmak suretiyle
yapılmışsa çok sağlıklı bilgi alacaklarına inanmıyorum. Çünkü bu işi yapanların
çoğu bu yaptıklarını gizleme yoluna giderler. Araştırma ne şekilde, kimlerle
yapıldı, Enstitü’nün bir algı ve kamuoyu oluşturma gibi bir maksadı var mı?
Düşünmek lazım. Araştırma doğru değil ve yanlı ise üzerinde konuşmaya değmez.
Ya doğruysa? İşte o zaman oturup düşünmek lazım. Verilen oranlara tekrar göz
atarsak erkeklerin yüzde 58’, yani her iki erkekten fazlası eşini aldatıyor,
kadınların da yüzde 40’ı, yani yarıya yakını eşini aldatıyor. Bu ne demektir? Kadını
erkeği; tencere kapak misali birbirimizi kandırıyoruz. Aile yapımız yerlerde
sürünüyor demektir. Bu durumda “iyi nesil gelmiyor, bu çocuklar nasıl çocuk
böyle” diye hiç sızlanmayalım. Huzurlu, mutlu, sağlıklı ortamlarda yetişmeyen
çocuklarımızdan çok şey beklemeyelim.
Görünen
o ki şehvet, cinsellik aklımızın, dinimizin, utanma duygumuzun, basiret ve
ferasetimizin önüne geçmiş. Hayayı öteleyen bizleri daha kötü günler bekliyor
maalesef. 19/08/2017
Bizim de iyi bir artistimiz var artık!
Bir şeyin şuyuu, vukundan beter denir ya öyle bir hal yaşıyoruz. Kim FETÖ'cü, kim değil, kim açık, kim kripto halen bilmiyoruz. Açığa almalar ve ihraçlar devam ediyor. Mağduriyetler varsa geri iade edelim diye kurulan OHAL komisyonu ne kadar dosyaya baktı, baktığı dosyalarda ne kadar masum, ne kadar suçlu buldu, halen bilmiyoruz. Gerçekten içlerinde masum var mı yok mu, bunu da bilmiyoruz. İçeride tutuklu yargılananların verdiği ifadelerden basına yansıyanları görünce orta yerde bir suçlu yok imajı ediniyorsunuz. Çünkü çoğu yalan söylüyor.
Türkiye'ye büyük oyun oynanıyor. Kimi içeriden, kimi de dışarıdan yapılan darbeyi sulandırmaya devam ediyor. Dışarıdakiler, bizim darbeyle bir alakamız yok derken içeridekiler de verdikleri ifadelerle hepsi sütten çıkmış ak kaşık gibiler. Bu meseleyi çözemezsek Türkiye Cumhuriyeti "Masum insanlara darbe iftirası atmaktan" yarın Lahey Adalet Divanında yargılanırsa hiç şaşırmayalım. Bu durum bana şunu gösterdi ki bizim ülkemizde ne kadar rol yapan sanatçı varmış, her ne kadar Cannes Film festivallerinde ödüller nasip olmasa da artistimiz çokmuş gerçekten.
Sureti haktan görünmeyi iyi beceren elebaşıları bu işin baş aktörü. Adamı kaçırdık elimizden. Hele hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi davranması yok mu? Hayran kalmamak elde değil. Elimizden kaçırmadan bu ülkede bu adama senaryolar hazırlatıp filmler çevirtseydik made in Turkey damgasıyla filmlerimiz dünyada izlenme rekorları kırardı, sattığımız filmlerle ülkenin borcunu öder, ekonomimiz düze çıkar, cari açık vermezdik. Kaçan balık büyük olur derler ya. İşte öyle bir şey. Milletçe ne kadar üzülsek, ne kadar dövünsek azdır.
Sözlerimi abartılı bulabilirsiniz. En iyisi siz, ona ait birkaç videosunu izleyin. Hakkında az bile söylediğimi teyit edersiniz. Yaptıklarını yapmadım derken, darbeyle ilgimiz yok derken ne kadar inandırıcı olduğuna şahit olur, küçük dilinizi yutarsınız. Biz her ne kadar inanmasak da dünya arkasında. Biz istediğimiz kadar o yaptı diyelim. O, mütevazı görüntüsüyle dünya televizyonlarına verdiği demeçlerle dünyayı arkasına aldı bile. Saman altından su yürüten masum görüntüsüyle şeytanı kendisine hayran bırakmış durumda. 19.08.2017
Kiminle mücadele ediliyor?
Türkiye 17-25 Aralık'tan itibaren 'Paralel Yapı'yla, 15
Temmuz'dan beri de FETÖ ile mücadele ediyor. Daha doğrusu Erdoğan mücadele
ediyor. Birileri de FETÖ ile mücadele eder görünüyor. FETÖ ile mücadele etmede
Erdoğan'ın samimiyet ve kararlığından kimsenin şüphesi yok. Sayesinde FETÖ'nün
beli kırıldı, kimi kaçtı, kimi içeride hesap vermekle meşgul.
Erdoğan'ın bu kararlılığına köşe başlarını tutmuş, makam ve
mevki sahiplerinin çoğu FETÖ ile mücadelede ayak uyduramadığı gibi sapla-samanı
karıştırmak ve işi sulandırmak suretiyle mücadele eder görünüyor. Açığa alma ve
ihraçlarda ayyuka çıkan mağdurları göz önünde bulundurursak suyun başında
mücadele edenlerin bir kısmının FETÖ'cülüğümüz ortaya çıkmasın diye çok
acımasız davrandıkları izlenimi ortaya çıkıyor. Zaman zaman bu yapıyla mücadele
eden kimselerden bazılarının bu yapıya
mensup oldukları da çıkmıyor değil. Ayrıca masumların yanında mücadele, hep iz
bırakan FETÖ'cülerle uğraşmak şeklinde cereyan ediyor. Halbuki esas mücadele
kriptolarını ortaya çıkarmak şeklinde olmalıydı. Nedense kriptoları bir türlü
ortaya çıkmıyor ya da çıkarılamıyor. Çünkü kripto olanlarında belirlenen
kıstaslar görünmüyor. Hasılı hepsi tertemiz bu şekilde olanların. Şahsi kanaatim
olan bu değerlendirmelere katılmayabilirsiniz. Şimdi size bir şehrimizde cereyan
eden enteresan bir hususa değinmek istiyorum. Belki o zaman maksadımı daha iyi
anlatmış olurum.
Bir ilimizde kenarda bir yerde kamu çalışanı olarak görev
yaparken kısa zamanda her türlü koltuğa oturtularak yükselen bir kişi var.
Değişik yönetim kadrolarında görev aldı. Bu kişi aynı zamanda Türkiye’nin en
büyük STK’da başkan yardımcılığına kadar yükseldi. Bu görevinde iken o ilin her
türlü atama özellikle idareci atamalarında etkin rol oynadı. FETÖ ile mücadele
adı altında hep inisiyatif aldı. Müdürlerin ve yardımcılarının elenmesinde,
atanmalarında, şube müdürü ve ilçe milli eğitim müdürleri seçiminde liste
hazırlamada perde gerisinde hep etkin rol oynadı. Kimine referans oldu; bir
makama geldi, kimini eleyerek yerinden etti. Diyebilirim ki o ilin her türlü
koltuklarında az veya çok payı var bu kişinin. Sonunda kendisi de görev yaptığı
makam serisini bir daha yükselterek daha bir üst göreve geldi.
Yerel bir gazetede bu kişinin ismini bylock kullanan
kişilerin ilk sırasında gördüm ve tutuklanmış. Başka bir yerde bu haber yer
almadı. Bu kişinin de olduğu haber kısa zamanda mahkeme kararıyla yasaklandı.
Kimseden tık yok, çünkü kimsenin ağzını bıçak açmıyor. Herkes sessizlere
oynuyor. Bugün duyduğum bir habere göre adı geçen kişi çıkmış. Nasıl çıktı?
Mağdur mu, kendisine iftira mı atılmış? Adam FETÖ’cü mü bilmiyorum. Bylock
listesinde ismi en ön sıralarda yer alıp hemen tutuklanan bu kişi nasıl çıkar? Ya
masumdur, ya da itirafçı olup çıkmıştır. Bunun başka bir izahı olamaz. Ümit
ederim ki bu kişi masum olsun ve bu durumda o kişiye geçmiş olsun demek düşer
bizler için. Pekiyi bu adam en büyük STK’nın başkan yardımcılığında uzun süre
görev yapmışsa ve sayesinde çoğu kimsenin idari görevinden el çektirilmesinde
ve çoğu kimselere idari görev verilmesinde rol almışsa ve sonunda FETÖ’cü
olduğu tespit edilmişse işte vahim olanı da budur. Gerçek kripto budur işte.
Nedense birlikte çalıştığı STK’sı “Bizimle bir ilişiği kalmamıştır,” ya da “Bu
kişiye iftira atılmıştır” şeklinde iki satırlık bir açıklama dahi yapmadı. Eğer
bu adam FETÖ’cü ise idareci atamalarında aldığı inisiyatifin, kalemini kırdığı
kimselerin, yeni koltuk verdiği kişilerin irdelenmesinde fayda yok mu? Çünkü
Türkiye’de üç-dört yıldır yapılan mücadele FETÖ mücadelesi. Genellikle görevden
el çektirilen kişilerin çoğu paralelci damgası yiyerek elendi, yerlerine yeni
seçilenlere ise paralelci değil diye referans olundu. Acaba bu kişi kaç kişiyi
paralelci diye çizdirdi, kaç kişiyi temiz
diye listeye eklettirdi? Bu konu çok su götürür. Yetkili STK bu konuda
zan altındadır. Olanı kamuoyu ile paylaşmalıdır. Burada antrparantez olarak
söyleyeyim, aynı ilin merkez ilçesinde müdürlere puan veren iki şube müdürü de
FETÖ’cülükten alındı.
Sanırım FETÖ ile mücadelede birileri FETÖ ile mücadele
ediyoruz diyerek suyun başını tutmuş, yaptıkları isabetsiz ve kasıtlı tasarruflarıyla
bedelini iktidar ödeyecek şekilde ERDOĞAN’ın altını oyuyor. Umarım adını
vermeden yaptığı tasarruflarını söylediğim kişinin FETÖ ile bir alakası yoktur.
Yoksa durum vahim, içler açısı ve trajikomik gerçekten. O ilin yetkilileri başını kuma
gömüp körler ve sağırlara oynasa da durum bu maalesef. 19/08/2017
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)