Ana içeriğe atla

Evlilikte bir nebze huzur arayanlara...

Bunun için bir arayış içerisine girmenize, Amerikan kıtasını yeniden keşfe gerek yok. Tek yapacağınız şey, eşinizin istediklerini almak, onun dediklerini yapmak. İster pahalı, ister ucuz, ister gerekli, ister gereksiz, ister imkânın olsun veya olmasın, ister gönüllü, ister gönülsüz ne istiyorsa alacaksınız. Başka da kurtuluşunuz yok zaten. Huzur ve mutluluğunuzun tek kaynağı budur. Hatta eşinizin almak istediklerini önceden kestirip eşiniz demeden gider alır gelir veya eşinize teklif ederseniz bu, aliyyül âlâ olur. Eve huzur ve mutluluk gelmekle beraber eşinize göre siz çok düşünceli, çok anlayışlı, kadının ruhundan anlayan, ince düşünceli biri olur çıkarsınız.

Olması gereken de bu zaten. Yoksa hayatınız zindan olur, akşam eve gelip içeceğiniz bir bardak çay burnunuzdan gelir. Değer mi üç-beş kuruş gidecek para için aile saadetinizi bozmaya. Zaten biz onların mutluluğu için yaşıyoruz, yaşamak zorundayız. Başka da ne amacımız olabilir ki? Senin imkânın varmış, yokmuş, eve gerekli veya değil önemli değil bu. Ev-araba mi istiyor? Alacaksın. Halı, perde demode mi oldu? Değiştireceksin. İmkanın yoksa yaratacaksın, gerekirse borçlanacaksın, hatta kredi çekmeyi bile düşün. Sen "Ben bu borcu nasıl öderim" diye kara kara düşünürken onun istediğine ulaşması sonucu gözlerinin içinin gülüvermesi yeter.

Yok, ben ayağımı yorganıma göre uzatırım, boyumdan büyük işlere kalkışmam, iki ayağımı bir pabuca girdirmem, her şey zamanla" der, "Ben başka erkekler gibi eşimin isteklerine boyun eğmem" diyerek burnunun dikine gidersen kırarsın, dökersin, ufalarsın. Evde ne huzur kalır, ne de mutluluk. Üstüne üstlük anlayışsız biri olur çıkarsın. Sonra sen eşinin isteklerini yerine getirmeyeceksin de ne diye evlendin o zaman? Çocuk oyuncağı mı evlilik? Burası gönül eğlendirme yeri değil. Ayakların yere bassın artık. Sen hangi çağ, hangi devirde yaşıyorsun böyle? Ne demiş atalarımız: "Zaman sana uymuyorsa sen zamana uy" diye. O hesap! Eşin sana uymuyorsa sen eşine uy. Üç günlük dünyada ağzının tadını kaçırma. Daha bunlar senin iyi günlerin. Keşke sadece her isteneni almakla kalsaydın, daha ne isterdin?

Yine huzur ve mutluluğun için eşin için önemli olan günleri de unutma. Belirli gün ve haftalardan bahsetmiyorum sana. Eşinle ilk tanıştığın günü, ilk istemeye gittiğin günü, yüzük taktığın günü, nişan, nikah ve düğün gününü, onun doğum gününü, anne ve babasının doğum gününü, sevgililer gününü, anneler gününü, kadınlar gününü, emekçi gününü, çocuklarının doğum gününü... evliliğinin yıldönümlerini hiç mi hiç unutma. Bugünleri küçümseme, sakın atlama, kesenin ağzını aç. Hediyelerin en güzelini al, gezilecek ve görülecek yerlerin en güzel yerlerine götür.

Yapılması gereken her şeyi yaptıktan sonra görevimi yaptım diye kenara çekilme. Bir köle ne için yaşar? Efendisini memnun etmek için. Sen de bu kadının işi falan deme. Mutfak-çamaşır vs işlerde hep ona yardım et. İşin birini bitirince diğer işi yap, pervane gibi dön etrafında. Yetti artık deme. O senin anne ve babana, akrabalarına iyi davranmasa da sen saygıda hiç kusur etme. Onları en güzel şekilde ağırla.

Tüm bu yaptıklarının karşılığında elinden ve ailesinden pek bir şey bekleme. Eğer hepsini yapmışsan evde oturacağın  bir yer olur, daha fazlasını da bekleme. Zira senin onca yaptığın denizdeki bir katre misalidir. Madem hamama girdin, terleyeceksin artık. Burası, bu müessese ağlama, sızlanma yeri değildir; evlilik müessesesidir. İstersen yapacaksın, hatta seve seve. Yoksa sen bilirsin... 21.08.2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde