Kamuya eleman alımında bu ülkede
herkes liyakat, emanet ve ehliyetten dem vurur. Nedense bir türlü bu ilkeye
riayet edemedik. Çünkü geçmişten günümüze alımlarda genelde ahbap-çavuş
ilişkisi yürütülmüştür bu ülkede. Bir kesim gülmüş, diğer kesim mağdur olmuştur.
Bir sonraki dönemlerde mağdurların yüzü gülmüş, diğer kesim mağdurlara
oynamıştır. Herkesin şikayet ettiği bu durum düzelmedi gitti. Zira tarafların
hiçbiri bu konuda samimi değildir.
Dün emanet, ehliyet ve liyakattan
bahsedenler tokmağı eline geçirince yaptığı ilk iş muhalefette iken savunduğu
güzel değerlerden vazgeçmek ve eleştirdiklerini yapmak şeklinde evrilir. Yani
kadrolaşmaya çalışır. Kadrolaşır da. Çünkü suyun başına geçme sırası ondadır.
Bir zamanların egemenleri "Emanet ve ehliyete riayet etmiyorsunuz? Kadrolaşıyorsunuz"
derse vereceği cevap: "Efendim! Dün siz de kadrolaşıyordunuz"
demek olur.
Sorulan soruda suçlama vardır, verilen
cevapta da savunma. Sorulan soru doğru olduğu gibi verilen cevap da doğrudur.
Çünkü bu ülkede gömleğin düğmesi ilk baştan yanlış iliklenmiştir. Her gelen ilk
düğmenin yerini değiştirmek yerine altına iliklemeye devam eder. Bu, hep böyle
geldi, böyle devam ediyor. Biri, "Ben adaleti tesis edeceğim, ehliyet ve liyakata
göre kamuya yerleştirme yapacağım" dese bu sefer ona destek
verenler, "Şimdi sırası mı, daha dün onlar kadrolaşıyorlarken kadrolaşma iyiydi de
şimdi mi kötü? Dün hep biz mağdur olduk" şeklinde cevap vererek
hışmını gösterir. Sonunda suyun başını tutan teslim olur ve yavaştan yavaşa
kadrolaşma başlar, bakar ki iyi de oluyor, sonra hız kesmeden devam eder
yoluna.
Birçok alanda olduğu gibi
Türkiye'nin bu konuda da sicili bozuktur. İktidara kimin geldiği, iktidarda
kimin olduğu önemli değildir. Al birini, vur ötekine. Bu konuda kimse masum
değildir. En adilim diyenin bile yanına 'eûzü' ile yaklaşmak gerek. Zira bu
işin mektebi yoktur ama herkesin bu işi öğrendiği bir öğretmeni vardır. Hepsi
birbirinin iyi bir kopyasıdır, işi kılıfına uyduran bir taklitçisidir. Bu
konuda sadece iktidarları suçlamak yanlış olur. Zira biri kadrolaşma yapmak
isterken diğeri de buna teşne olur. Nasıl ki rüşvette alan ve veren taraf varsa
burada da kadrolaştıran ve kadrolaşan var. Taraflardan biri "Böyle
bir şeyi duymamış olayım" derse bu işler gerçekleşmez.
Burada amacım, ehliyet ve
liyakatten yoksun bir şekilde kadrolaşanları savunmak, meşru ve makul görmek
değildir. Benimkisi sadece bir tespittir. Bu, ne zaman düzelir? Kim, yanlış
iliklenen gömleğin ilk düğmesini düzeltirse...ben, benden öncekileri taklit
etmeyeceğim, zira onlar benim hocam değildir derse...vicdanının sesine kulak
verirse...kadrolaşmaya ilk önce o iktidarı destekleyenler karşı çıkarsa...işte
o zaman düzelir.
"Böyle gelmiş böyle gider; onlar
yaptı, biz de yapacağız/yapıyoruz, bugün biz yapmazsak yarın onlar yaparlar..."
diyenlere bilge adam Aliya İzzetbegoviç'in sözüyle cevap vererek yazımı
nihayete erdirmek istiyorum:
"Sırplarla savaşırken bir
komutan Aliya’ya gelir ve şöyle der: 'Efendim Sırplar bizim kadınlarımıza
tecavüz etti. Çocuklarımızı öldürdü. Köylerimizi yaktı. Şimdi biz de
Sırpların bir köyünü kuşatma altına aldık. Biz de onlara bize yaptıklarının
benzerini yapacağız.'
Aliya şöyle cevap verir: 'Onlar
gibi davranamayız. Çünkü onlar bizim öğretmenimiz değildir.” (Levent Gültekin)
Gelin bu ülkede her birimiz Aliya'yı (Allah ondan razı olsun) öğretmenimiz kabul edelim, Sırplar'ı değil. 20.08.2017
* 13/09/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder