13 Temmuz 2017 Perşembe

Nedir 15 Temmuz? *


-İçimizde yuvalanmış, kılcal damarlarımıza kadar girmiş bir yapının gerçek yüzünü gösterdiği gündür…
-Tankın, tüfeğin, savaş uçaklarının bir millete vız geldiği gündür…
-Kanmış, kandırılmış bir milletin topyekûn silkiniş hareketidir…
-Bir milletin sabrının taşırıldığı gündür…
-Çanakkale ruhundan sonra ortaya çıkan yeni bir birlik ruhudur…
-Bir milletin var olma mücadelesidir…
-Bir ülkenin yeniden bağımsızlık mücadelesidir…
-Bir ülkenin dış güçlere peşkeş çekilmesine karşı durulduğu gündür…
-40-50 yıldır uyuyan ya da uyutulan bir milletin yeniden tarih sahnesine çıkışıdır…
-Yıllardır içinde biriktirdiği irinleri boşalttığı gündür…
-Hainlere, taşeronlara, sömürgecilere, yedi düvele dur denildiği; geçit verilmediği gündür…
-Dostlarını sevindirdiği, düşmanlarını üzdüğü bir gündür…
-Yamalı bohça gibi görünen bir ülke insanının “Mesele vatansa, gerisi teferruattır” diyerek birlikte hareket ettiği gündür…
-Darbecileri üzerimize salan ABD, NATO ve Batılı güçlerin üzüldüğü ve aylarca kendine gelemediği gündür…
-Dini yönü ön plana çıkan, eğitime gönül vermiş görünen bir yapının, başkasının taşeronu olduğunun tescillendiği gündür…
-Aklını kiraya veren okumuşların intihar günüdür…
-Yediği çanağa pisleyenlerin gerçek yüzünü ortaya çıkardığı gündür…
-Beslenen kargaların gözümüzü oymaya kalktığı gündür…
-Devletin her bir kademesine özellikle stratejik noktalara adamlarını yerleştiren ve devleti ele geçirdiğini sanan bir yapının beceriksizliğinin ortaya çıktığı gündür…
-Devlete liyakat ve ehliyete göre adam alınmamasının iflas ettiği gündür…
-Devlete alınacak kişilerin belli bir zihniyet ve cemaatten olmasının sakıncalı ve tehlikeli olduğunun öğrenildiği gündür…
-Bir milletin yeniden silkinişi, hainlerinin ise arkasına bakmadan kaçtığı gündür...
-Her şeyi affeden bir milletin ihanete asla prim vermediğinin dost ve düşman tarafından öğrenildiği gündür… 
-Bir milletin verilmiş sadakasının olduğu gündür...
-Şehit kanıyla sulanmış bu toprağın 249 şehidin kanıyla yeniden karıldığı, rektifiye olduğu, yeniden sağlamlaştırıldığı ve kenetlendiği  gündür...
-Bir millete şah çekildiği ve milletin mat ettiği gündür…
-İçimizdeki çapulculara pabuç bırakılmadığı gündür.
-Bir milletin birlik ve beraberliğinin kendini gösterdiği gündür…
-“Girmeden tefrika bir millete düşman giremez. / toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.” sözünün cümle âleme uygulamalı olarak gösterildiği gündür…
-“Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın” sözünün yanına “Allah bu millete bir daha 15 Temmuzlar göstermesin” sözünün konduğu gündür…
-Bir milletin “Sıradaki hain gelsin!” dediği gündür… 13/07/2017

* 14/07/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


12 Temmuz 2017 Çarşamba

Karpuza çiş yapmak

Kırda iş yapan birisi yerinden ayrılmadan önce kalan tek karpuzunu keser, onun yarısını tıka basa kendi başına yer. Yiyemediği karpuzun yarısını nasılsa yiyemeyeceğim,  buradan ayrılacağım diyerek karpuzun üzerine affedersiniz küçük abdestini yapar.

Gidiyorum, gideceğim derken ayrılamaz yerinden. Biçare bir şekilde kalır orada. Fakat acıkmış ve yiyeceği bir şeyi de yoktur. Sadece üzerine çiş yaptığı karpuz var. Bir karpuza bakar, bir de kendi yediği halta. “Tövbe estağfurullah! Yenir mi?” der. Beklemeye koyulur. Nice zaman geçtikten sonra karnı zil çalmaya devam eder ve tekrar yönünü karpuza döndürür. Ucundan ucundan “Buraya gelmemiştir, şuraya gelmemiştir”  diyerek karpuzu yemeye başlar. Nihayet  kalan karpuzun tamamını yiyerek kendisine bir güzel ziyafet çeker.


Bu bir fıkra. Olmuş mudur olmamış mıdır bilmiyorum. Ama kıssadan hisse.  Adamın pislediğini yediği gibi günümüzde bizde başka şeylerimizi, değerlerimizi, insanlarımızı yemeye başlarız. Fıkrada çiş şuraya gelmemiştir diye yemiş adam. Biz ise çiş değmiştir diye. Aradaki fark budur.

Karpuza çiş yapmayalım, iş yapalım iş... 12/07/2017

11 Temmuz 2017 Salı

Katılıyorum, bu ülkede adalet yok!

-Adalet yürüyüşü hakkında ne dersin?
-Uzun ve yorucu bir yolculuk olsa gerek.
-Zaman zaman çok renkli simalar katıldı.
-Pek takip etmedim. Mesela?
-Meşhur bir üniversitemizin eski rektörü.
-O niye katılmış ki?
-Adaletten dertli anlaşılan, adalet istiyor olmalı.
-Helal olsun, ben öyle sanmıyordum o rektörü.
-Niye ki?
-Zamanında yaptıklarından dolayı kendisine verilmesi gereken ceza verilmediği için adaletten şikayetçi anlaşılan. Gecikmiş adalet adalet değil diyerek yürümüş olmalı.
-Ne yapmıştı ki zamanında?
-Neler yapmadı ki...28 Şubat sürecinde başörtüsü avcılığı yaptı, hatta peruka bile savaş açtı, üniversitesinde 'İkna odaları' kurdurdu, kız çocuklarını doğru yola getirmek için. Çiftliğine başörtülü dişi sinek bile giremedi. Üniversitesinde birçok öğretim görevlisi başörtüsü ile mücadele etmiyor diyerek görevine son verdi. Onun için öncelik başörtüsü ile mücadele idi. Hatta verdiği direktifle gerekirse bilime ara verin ama başörtüsüne geçit vermeyin dedi. Çoğu kız çocuğu okulunu bıraktı, kimi okulunu uzattı. 28 Şubatın önemli aktörlerindendi. O kadar hızlıydı ki başörtüsü ve irticaya karşı orduyu bile göreve çağırdı.
-Bu kadar işi yapan adama ceza verilmedi mi hiç?
-Ceza verilmediği için yürüyüşte ya zaten.
-Pekiyi bu adam niye yürüyor o zaman?
-Adamın vicdanı kabul etmemiş, "Ben o kadar kötülük yaptım, bir zihniyete savaş açtım, onları boğmaya çalıştım, ama bugüne kadar bana ceza veren olmadı. Çünkü bu ülkede adalet yok. Adalet olsaydı ben dışarıda olmazdım. Hak yerini bulsun, gelin beni götürün" demek istiyor olmalı.
-Bir de eski bir belediye başkanı vardı yürüyüşe katılan; sağlık nedenleri dolayısıyla hapisten çıkmıştı.
-Ha evet, o da yürüdü.
-O niye yürüdü?
-O da adaletsizlikten yürümüş olmalı.
-Niye ki bak acımışlar içeride tutmamışlar?
-Yürüyüşe katılarak "Bakın ben sapasağlamım,  bu yaşımda yürüyorum. O halde beni ne diye çıkardınız. Böyle adalet olmaz. Lütfen beni içeriye alınız. Zira adaleti ayaklar altına alamazsınız" demek istiyor.
-Başka kimler katıldı yürüyüşe?
-Kimler yoktu ki, her zihniyetten insan vardı. Masumu da vardı, suçlusu da. Adalet isteyenlerin içerisinde suçlu olanların sayısı daha fazla gibiydi sanki.
-Mesela?
-Resimlere bakarsan anlarsın. Polis ve askere kurşun sıkan, ülkenin altını üstüne getiren kimselerle irtibatını kesmeyeler ve hatta onların yaptıklarına destek verenler de vardı, eski İslamcılar da...Adaletten dertli olanlar da vardı, tuzu kuru olanlar da. Uğruna başörtüsü mücadelesi yapılanlar da. Onları bir araya getiren ortak nokta tek kişiyi düşman görmeleri sanırım.
-Pekiyi sana son bir soru?
-Bu ülkede adalet var mı gerçekten?
-Gördüğüm kadarıyla yok. Çünkü herkes adaleti arıyor. Nasıl bir şeyse. 367 krizini destekleyenler de orada. Şiir okuduğu için ceza alan bir kimseyi tasvip edenlerde. Adalet için yola çıkanlar tam bir çorbaydı yani. İçinde haklı yere yürüyenler olduğu gibi çeşitlilik olsun diye yürüyenler de var, kendini kamufle etmek isteyenler de.
-Bunlara, dün yapılan haksızlıklara sesini çıkarmayanlar denebilir mi?
-Ta kendisi...
-Bu durumda yargı kimseye yaranamıyor desene! Adalet ne zaman olur bu ülkede?
-Yargı rahat bırakılırsa, cezalar caydırıcı olursa, yargı kimseden emir almazsa, yargı para ile cüzdan arasına sıkışmazsa, yargı kimsenin militanı olmayıp vicdanına göre karar verirse, yargıya ehil kişiler aranırsa, herkes hak ve hukuku mahkemelerde ararsa, araya kimseyi koymazsa, yargıçlar iyi yetişirse; suçluyu herkes suçlu, suçsuzu da suçsuz görürse, hak arama herkes tarafından tabii bir hak olarak görülürse, zayıfa verilen ceza güçlüye de verilirse, yargı senin benim değil, milletin yargısı olursa, şeriatın kestiği parmak acımazsa...adalet olur bu ülkede.
-Eyvallah! 11.07.2017

"Nasıl gittiysen öyle gel!"

-Baba!
-Efendim!
-Bana biraz para gönderebilir misin?
-Neredesin sen bir aydır? Eve gel, vereyim.
-Hesabıma havale yapsan.
-Oğlum! Aynı şehirdeyiz. Havaleyle işin ne?
-Ama ben gelemem ki hemen.
-Neredesin sen? Ankara'da değil misin?
-Şey... Ben şehir dışındayım.
-Niye gittin oraya? Hangi şehir?
-Özel bir durum, gelince anlatırım.
-Seninle benim aramda ne özeliymiş bu? Çabuk söyle.
-Bir arkadaşıma bir haksızlık yapılmıştı da...
-Eee...
-Ben de "Bak  giderim" dedim... Öyle.
-Madem gittin, gel geri.
-Gel diyorsun da gelemem ki...
-Niye?
-Çok uzak.
-Neredesin sen?
-İstanbul.
-Ne... İstanbul mu?
-Evet, İstanbul.
-Nasıl gittin oraya?
-Yürüyerek... Ha Gandi olabilir miyim diye düşündüm.
-Oğlum sen kendinde misin? İstanbul'a yürüyerek gidilir mi? Kurt-kuş kapmadı mı seni? Sonra Gandi kim, sen kim ay oğlum. Gandi olacağına kendin olsaydın ya...
-Ağzımdan çıkmış bulundu. Geri dönemedim. Kurt-kuş kapmadı. Devlet korudu beni. Yolda tepki gösterenler oldu, sempatiyle yaklaşanlar da. Bana bozkurt işareti yapanlara ben de aynısını dedim. Ayrıca Gandi'yi geçtim.
-Sonuç... Sonra?
-Ayaklarıma kara sular indi. Geri döneceğim
-İnmez mi ay oğlum! Senin evlatlarım arasında farklı olduğunu biliyordum da böyle bir maceraya atılacağını hiç düşünememiştim. Uğruna yürüdüğün arkadaşın kurtuldu mu bari? Sonra arkadaşının suçu ne idi?
-Yok baba! Nerde... Onun her yılına bir gün yol yürüdüm, ama olmadı. Yorulduğum da yanıma kar kaldı. Suçunu gelince anlatırım. Telefonum dinlenebilir.
-Demek bayram demedin, seyran demedin. Millet Hanya'ya giderken sen Konya'ya pardon İstanbul'a gittin öyle mi? Bir de yürüyerek...Başının cezasını maalesef ayakların çekmiş evlat. Bana arkadaşını söyleseydin, senin de kim olduğunu söyleyecektim ama ucu bana dokunacak. Ne de olsa aynı kanı taşıyoruz.
-Neyse baba, oldu bir kere. Yarın dönmeyi düşünüyorum, gecikmiş bayramını kutlayacağım. Şimdi bana para gönderecek misin?
-Hayır evlat!
-Niye babacığım!
-Evlat az önce söyledin ya "Kızdım kendimi yollara vurdum" diye. Biz baba ile oğuluz ne de olsa. Birçok irsiliğimiz var birbirimizin. Çekmişiz bir kere. Allah çektirmesin. Sen nasıl ki kızıp yorgan yaktıysan, şimdi kızıp yorgan yakma sırası bende. Sen nasıl inat edip o kadar yolu teptiysen şimdi inat sırası bende...
-Bu ne demek baba şimdi?
-Nasıl gittiysen öyle gel demektir. Bir daha kızıp ulu orta iş yapma. Kendi küpüne zarar verme. Bu da senin kulağına küpe olsun...Bu arada seni tebrik ederim. Kızsam da ilk defa başladığın bir işi ağzına, yüzüne bulaştırmadan bitirmişsin.
-Baba, baba, baba... Telefon kapandı. Hay aksi! Bu kadar yol da çekilmez ki şimdi. Ah kafam!.. 11/07/2017


15 Temmuz herkesi kucaklamanın adıdır aynı zamanda **

İçimizdeki taşeronların alet olduğu dış odaklı darbe teşebbüsünün seneyi devriyesindeyiz. Geçen yıl bugün ülke bir uçurumdan döndü. Düşman askerlerinin bile yapamayacağı bir gözü dönmüşlük haliyle karşımıza çıkan hain şebekesini bir millet topyekûn bertaraf etti. Verilmiş sadakası varmış ülkenin.

15 Temmuz'un iki yönü vardır; biri kalkışma yapanların içimizden çıkması, milletin üzerine topla, tüfekle gelmeleri; diğeri bunlara karşı bir milletin destansı cevap vermesi; tanka, tüfeğe, uçağa boyun eğmemesi. 249 şehidimize mal oldu bu gece bize. 2193 de yaralımız var. Ölümü göze alanların karşısında hangi bir güç durabilirdi ki. Duramadılar pes ettiler. Kimi kaçtı gitti, kimi kıvırsa da alacağı cezayı bekliyor içeride. Devlet, yıllarca gafletinden içinde biriktirdiği irinlerinden temizleniyor şimdi.

Bir gece içimizdeki sinsi hainler eliyle  bir başkasına peşkeş çekilmekten kurtuldu ülke. Hani direkten döndü denir ya. İşte öyle bir şey bu.  İkinci bir kalkışmaya rağmen meydanları aylarca terk etmedi, geceyi meydanlarda geçirdi. 15 Temmuz ile bu millet ne kadar övünse azdır. 

Bu gece hainler ve bunların arkasındaki ağa babaları, bir milletin devletiyle bütünleşmesini gördü. Başkomutan emretti, millet yerine getirdi. Her şehrin onlarca anısı var anlatacak. Bu gece yaşananlar hem anlatılacak, hem de bu gece bizi can evimizden vurmaya kalkanlar lanetlenecek. Aynı zamanda bir anlık gafletin nelere mal olacağını ve bundan sonra neler yapmamız gerektiğinin  hesabını yapmamız gerekecek.

Devletin kılcal damarlarına girmiş ve devleti ele geçirmiş bu hain şebekesinin başarılı olamamasında ne yaptığını/yapacağını bilen bir Cumhurbaşkanı ve bu milletin topyekûn mücadelesi ve birlikte hareket etmesi var. Bu milletin kahir ekseriyeti birlikte hareket ederek bir sinerji meydana getirdi. Ülkenin en büyük kazancı budur. 15 Temmuz başarısının artarak devam etmesi isteniyorsa oluşan bu birlik ruhunun devam ettirilmesi, kimsenin ötekileştirilmemesi gerekiyor. Suçluyla mücadelede bir arkeologun kazı çalışması gibi bir yöntem izlenmelidir. Unutulmamalı ki içimizde neşvünema bulan bir örgütün 40-50 yıllık bir çalışması var gerimizde. Kaç nesli kendine bende etmiştir? Varın siz düşünün. Bu yapı ile şu ya da bu şekil irtibatlı olanlar yapının bu sinsi yüzünden ne kadar haberdar, ne kadar destek verdi? Bunların iyi irdelenmesi gerekiyor. Sosyal olaylarda bunu kestirip atmak güçtür. Hele içimizde kriptolarının olabileceği düşünülerek her bir birey enine-boyuna iyice tartılmalıdır. Devlet istihbaratıyla bunu yaparken çok gizli yürütmelidir. Suçluyla mücadele edeceğim derken sapla-samanı karıştırmamalıdır. Masum insanları üzmemelidir. Halihazırda halkın bir kesiminde FETÖ, tıpkı Ergenekon ve Balyoz davaları gibi sulandırılmaya gidiyor, algısı oluşmaya başladı. Suçluyla mücadele edeceğiz derken birlik ruhunu bozmamak lazım. Eğer içimizdeki bu birlik ruhu bozulursa inanın 15 Temmuz’da başarılı olamayan FETÖ ve onun dış destekçileri amaçlarına ulaşmış olacaktır. Belki de istedikleri budur. Darbeye bilfiil katılanlar, teşvik edenler, başarılı olamayınca kaçanlar ile sonuna kadar mücadele edilmesinde ve içimizde kripto olanların ve hala FETÖ adına çalışanların tespit edilmesinde büyük yarar vardır.  Kamudan ihraç edilenler içerisinden mağdur olanları tespit etmek için kurulan OHAL komisyonu iyi ve derinlemesine çalışmalıdır. İhraçların içerisinde masum olanlar varsa hemen görevlerine döndürülmelidir. Kuvvetli delil yoksa devletin ileride yüklü tazminatlar ödememesi için yeni bir yol haritası bulunmalıdır. Yargılamaların adil olması için yargı, elinden gelen gayreti göstermelidir. Kamudan ihraç edilenlerin ailesinin ve çocuklarının bir devlet düşmanı olarak yetişmemeleri için devlet gerekli tedbiri almalıdır. Babası ve annesi ihraç olan bir çocuk sağlıklı bir ev ortamında büyüyemez. Bunun için uzmanlardan destek istenmelidir. Devlet bir daha FETÖ vb yapılarla karşılaşmamamız için cemaatlerin şeffaf olması için gerekli tedbiri almalıdır ve cemaatleri denetlemelidir. Devlet bürokrasisini bir cemaate ihale etmemelidir.

Gördüğümüz gibi darbe teşebbüsünün üzerinden bir yıl geçmiş ve devletin yapması gereken çok işi var. Allah bu millete bir daha böyle acılar yaşatmasın. Gözümüzü dört açmamız gerekiyor. 10/07/2017

** 12/07/2017 tarihinde kahta söz' de yayımlanmıştır.



10 Temmuz 2017 Pazartesi

Egzozuna susturucu takmayan mobilet sürücülerine ne yapalım?

Havaların ısınmaya başlamasıyla birlikte Konya'da mobilet veya motosiklete binmelerde artış olur. Dar gelirlinin ayağını yerden kesen bir binit. Zira hem ekonomik, hem de kullanışlı özellikle gençler için. Kimi ihtiyaç olduğu için kimi de macera için sürüyor bu binitleri.

Toplu taşımaya para vermeyeyim diye dar gelirli işine gidip gelirken mobiletleri tercih eder. Kimseyi de rahatsız etmez gidip gelirken. Şimdilerde daha ekonomik elektrikli bisikletler çıktı. Bunlar ise sessiz. Ne zaman arkandan geleceği, ne zaman yanından sessizce geçeceği belli olmaz. Zaman zaman ürkütmüyor da değil. Motosikletlerin bir de kulakları tırmalarcasına bağıranları var, herkesi rahatsız eden. Bunlar egzozdaki susturucuyu çıkaranlardır. Baba parasıyla sabah akşam sağda solda hoydur hoydur gezen ve kaç mahalle ötedeki insanları rahatsız eden tiplerdir bunlar. Sopalık adamlar yani. Onların da sabahtan akşama işleri "Milleti nasıl rahatsız ederim,  yanlarından geçerken insanları nasıl kendime baktırırım, nasıl arkamdan hayır dua ettiririm" niyetindedir. Millet kızdıkça, arkalarından el-kol hareketi yaptıkça bunlar, "Doğru yoldayız, amacımıza ulaştık" diye sevinir durur. Onlar diyorum. Bunlar tek kişi olmazlar. Birkaç kişi bir araya gelerek bir çete olurlar. Akşama kadar şurası senin, burası benim dolaşırlar. Nerede akşam orada sabahlarlar. Para babadan, dua milletten. Hani bizde kiminin parası, kiminin duası derler ya, işte öyle bir şey bu. 

Polislerin ve milletin baş belasıdır bunlar.  Zaman zaman polis bunları kovalasa da, mobiletlerine el koysa da nereden buluyorsa buluyorlar, ertesi günü yine çıkıyorlar araziye. Nasıl yapalım, ne edelim de bu garip gürültüden kurtulalım? Yapmayın çocuklar, gençler desek daha fazla ekşiyorlar çevremizde. Acaba bey amcanın yaptığı yöntemi uygulasak işe yarar mı? Hani bir amcanın penceresinin dibinde sürekli gürültü yapanlara amca, “Çocuklar, ben gürültüyü severim, her gün benim evimin önünde iki saat gürültü yapacaksınız, bunun karşılığında ben size günlük beş lira vereceğim, der. Çocuklar sevinir bu duruma. Hem gürültü yapacaklar, hem de karşılığında para kazanacaklar. Ne ala iş. Çocuklar her gün gelerek gürültülerini yapıp karşılığında yevmiyelerini alıp gidiyorlar. Bir müddet sonra amca, çocukları toplayarak ‘Çocuklar maddi sıkıntı yaşıyorum, bundan sonra yevmiyenizi dört liraya düşürüyorum, çalışırsanız böyle’ der. Çocuklar, ‘Hiç yoktan iyi’ deyip gürültü yapmaya razı olurlar. Her birkaç gün arayla amca çocuklara derdini anlatıp yevmiyelerini düşürüyor. Çocuklar para düşse de gürültü yapmaya devam ediyorlar. Sonunda amca çocukların yanına gelip ‘Çocuklar artık size bundan sonra para veremeyeceğim, parasız gürültü yapacaksanız devam edin, yok yapmayız derseniz siz bilirsiniz’ deyince çocuklar, ‘Amca! Kusura bakma, biz parasız iş yapmayız’ diyerek amcanın penceresinin önünden uzaklaşmışlar. Biz bu kulaklarımızı sağır edecek şekilde mobiletini bağırta bağırta kullanan gençlere böyle bir yöntem uygulasak nasıl olur? Bu yöntem çözüm olabileceği gibi çocukları iyice azdırabilir. Yani ters teper.

Aslında bir başka yöntem daha var. Bu yöntem kesin çözüm olur gibi geliyor bana. Öncelikle emniyet şehrin dışında bir pist oluşturacak, bu pistin içinde üç-beş tane susturucusu olmayan mobilet bulunduracak. Şehrin içinde mobiletini bağırtan çocukları toplayıp bu pistin içine bırakacak. Oluşturulan mobilet ekibi bu çocukların etrafında mobiletini bağırta bağırta sürecek. Rahatsız olup kulaklarını kapayan olursa polis önce uyaracak, sonra belindeki copuyla ellerini kulaklarından çektirecek. Çocuklar, “Biz hatamızı anladık, yaptığımıza eşekler gibi pişmanız, yeter bu işkence” deyinceye kadar bu işlem devam edecek. Sanırım bundan başka çözüm yolu da yok gibi geliyor bana. 

İşin özü; mobiletlerimiz ya sesli ya da sessiz. Yok mu bunun ortası? Biri kulakları patlatır, diğeri sessizce yanında biterek korkutuyor.  10/07/2017


Asıl kimden korkacaksın?

Bir makama, bir mevkiye gelmişsek, bir yerde şöhret olmuşsak, cemaat veya partimizi bir yerden alıp bir yere gelmişsek yerimizi sağlamlaştırmak veya hep gül bahçesinde oturmak için ilk işimiz içimizdeki muhalefeti  bir vesileyle sustururuz. Onların bizi eleştirmesine imkan vermeyiz. Yerinde rahat durmuyorsa bir yolunu bulur, kapının önüne koyarız. Geri kalanlar da -eşek değiller ya- mesajı aldıkları için bizimle iyi geçinmenin yoluna bakar, bize olur olmaz taltiflerde bulunur. 

İçerideki muhalefeti bu şekilde kestikten ve yerimizi sağlamlaştırmak sonra dışarıdan gelebilecek eleştirileri de kesmek için bir icraatın içine gireriz. Kimine iftira diyerek cevap veririz, kimine aba altından sopa göstererek haddini bildirmeye çalışırız, kimine mavi boncuk dağıtırız. Adam hala durumdan bir vazife çıkarmamışsa artık sizden günah gider. O kişiyi makamından, mevkisinden, işinden ve aşından etmek için her yolu bizi destekleyen adamlarımız vasıtasıyla yaparız/yaptırırız. Ya da bize şirin gözükmek, bizimle geçinmek zorunda kalan patronu, kraldan daha fazla kralcı kesilerek emrinde çalıştırdığı insanın biletini keser.

İçeriden ve dışarıdan kendimize karşı yapılan veya yapılma ihtimali olan eleştirileri kesince/kestirince derin bir oh çekeriz, kendimizi ve bulunduğumuz yeri şairden uzak bir şekilde garanti altına aldığımızı düşünürüz. Aslında böyle yapmakla iyi mi yaptık? Asla. Kendimiz için sonun başlangıcını belirleriz bu şekilde. Kendi elimizle boynumuza ipi geçiririz farkına varmadan.

Toplum adına bir hizmet ifa ediyorsak içeriden ve dışarıdan gelebilecek seviyeli eleştirilere açık olmamız gerekir. Biz asıl konuşandan değil, konuşmayandan korkmalıyız. Nasıl ki havlayan köpek ısırmazsa konuşan da eleştirmek suretiyle eteğindeki taşları dökmüş olur. Tüm sermayesi budur, başka da yapacak bir şeyi yoktur. Sana düşen yapılan eleştirilerde gerçeklik yoksa gerekli yollarla kamuoyunu bilgilendirmektir. Eleştirilerde haklılık payı varsa kendini düzeltmek suretiyle gerekli tedbiri almaktır. Kendine ve yaptığı işe güvenenden beklen davranış budur. 

Anlatmak istediğim eleştirilere açık olmaktır, şeffaflık bunu gerektirir. Buna malına güvenme denir. İnsanımız bugün niçin mağaza ve işletmeleri bırakarak büyük mağazalara yöneldi? Aldığı malı küçük esnafa götürdüğü zaman esnaf ayıbını kabul etmedi, malı değiştirme yoluna gitmedi. Bu sefer millet ne yaptı? Büyük mağazalara yöneldi. Çünkü büyük mağazalar, bir özrü olmasa da malını geri aldı. Zira günümüzde her şeyin bir alternatifi vardır. Kişiler de işgal ettikleri makam, mevki ve şöhret dolayısıyla alternatifsiz değildir. Hele buradakilerin etrafına korku saldığını, onların büyüklenip kibirlendiğini gördüğü zaman yavaş yavaş oradan sıvışır, alternatife doğru yanaşmaya başlar. Rahat konuşamadığı için karnından konuşmaya, alttan alta altını oymaya yönelir. Bu da en tehlikeli bir durumdur. 10.09.2017

Sözümüzü Ömer DİNÇER’in 10/07/2017 tarihli Habertürk gazetesinde çıkan makalesinden bir bölümle bitirelim: “DOĞRU söz acıdır” . İbni Zafer Dostun eleştirisine iyi niyetle, rakibin eleştirisine ise toleransla yaklaşmakta fayda vardır.  İbni Zafer ile başlamıştık, onunla bitirelim: Hükümetin sertliği halkı daha önce akıllarından bile geçirmedikleri bir eyleme sürükler.” Bu yüzden, “Yöneticiler arasındaki en ihtiyatlı kişi, insan zihninin öngörebileceği her türlü beklenmedik olaya karşı önceden tedbir alandır.” 10/07/2017