Ana içeriğe atla

"Nasıl gittiysen öyle gel!"

-Baba!
-Efendim!
-Bana biraz para gönderebilir misin?
-Neredesin sen bir aydır? Eve gel, vereyim.
-Hesabıma havale yapsan.
-Oğlum! Aynı şehirdeyiz. Havaleyle işin ne?
-Ama ben gelemem ki hemen.
-Neredesin sen? Ankara'da değil misin?
-Şey... Ben şehir dışındayım.
-Niye gittin oraya? Hangi şehir?
-Özel bir durum, gelince anlatırım.
-Seninle benim aramda ne özeliymiş bu? Çabuk söyle.
-Bir arkadaşıma bir haksızlık yapılmıştı da...
-Eee...
-Ben de "Bak  giderim" dedim... Öyle.
-Madem gittin, gel geri.
-Gel diyorsun da gelemem ki...
-Niye?
-Çok uzak.
-Neredesin sen?
-İstanbul.
-Ne... İstanbul mu?
-Evet, İstanbul.
-Nasıl gittin oraya?
-Yürüyerek... Ha Gandi olabilir miyim diye düşündüm.
-Oğlum sen kendinde misin? İstanbul'a yürüyerek gidilir mi? Kurt-kuş kapmadı mı seni? Sonra Gandi kim, sen kim ay oğlum. Gandi olacağına kendin olsaydın ya...
-Ağzımdan çıkmış bulundu. Geri dönemedim. Kurt-kuş kapmadı. Devlet korudu beni. Yolda tepki gösterenler oldu, sempatiyle yaklaşanlar da. Bana bozkurt işareti yapanlara ben de aynısını dedim. Ayrıca Gandi'yi geçtim.
-Sonuç... Sonra?
-Ayaklarıma kara sular indi. Geri döneceğim
-İnmez mi ay oğlum! Senin evlatlarım arasında farklı olduğunu biliyordum da böyle bir maceraya atılacağını hiç düşünememiştim. Uğruna yürüdüğün arkadaşın kurtuldu mu bari? Sonra arkadaşının suçu ne idi?
-Yok baba! Nerde... Onun her yılına bir gün yol yürüdüm, ama olmadı. Yorulduğum da yanıma kar kaldı. Suçunu gelince anlatırım. Telefonum dinlenebilir.
-Demek bayram demedin, seyran demedin. Millet Hanya'ya giderken sen Konya'ya pardon İstanbul'a gittin öyle mi? Bir de yürüyerek...Başının cezasını maalesef ayakların çekmiş evlat. Bana arkadaşını söyleseydin, senin de kim olduğunu söyleyecektim ama ucu bana dokunacak. Ne de olsa aynı kanı taşıyoruz.
-Neyse baba, oldu bir kere. Yarın dönmeyi düşünüyorum, gecikmiş bayramını kutlayacağım. Şimdi bana para gönderecek misin?
-Hayır evlat!
-Niye babacığım!
-Evlat az önce söyledin ya "Kızdım kendimi yollara vurdum" diye. Biz baba ile oğuluz ne de olsa. Birçok irsiliğimiz var birbirimizin. Çekmişiz bir kere. Allah çektirmesin. Sen nasıl ki kızıp yorgan yaktıysan, şimdi kızıp yorgan yakma sırası bende. Sen nasıl inat edip o kadar yolu teptiysen şimdi inat sırası bende...
-Bu ne demek baba şimdi?
-Nasıl gittiysen öyle gel demektir. Bir daha kızıp ulu orta iş yapma. Kendi küpüne zarar verme. Bu da senin kulağına küpe olsun...Bu arada seni tebrik ederim. Kızsam da ilk defa başladığın bir işi ağzına, yüzüne bulaştırmadan bitirmişsin.
-Baba, baba, baba... Telefon kapandı. Hay aksi! Bu kadar yol da çekilmez ki şimdi. Ah kafam!.. 11/07/2017


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde