5 Temmuz 2017 Çarşamba

Sevdiğimiz başarılı insanlara yaptığımız en büyük kötülük

Nasıl ki beş parmağın beşi de bir değilse insanlar da bir değildir. Hepsinin farklı farklı özellikleri ve meziyetleri vardır. Bazı insanlar yeteneklerini daha iyi kullanarak ön plana çıkarlar. Kimi siyasette, kimi ticarette, kimi bürokraside, kimi bilim alanında emsallerine göre daha fazla göz doldururlar. Peki alanında başarılı olan bu insanların hiç mi kusuru, hatası olmaz? Olmaz olur mu? İnsan olup da hata yapmayanımız yoktur. Hiç hata yapmadım diyenimiz hiçbir iş yapmayandır. 

Rutin işini yapan bir insan ne uzar ne de kısalır. Hatta gerisin geriye gider, sadece kendini tekrarlamış olur. Sahasında başarılı olanlar hep risk alanlardır. Siyaset de bunlardan biridir. Geçmişi temiz olanlar, konuşmasını iyi bilenler, ekip kurma ve teşkilatçılığı iyi yapanlar, halkın değerleriyle barışık olanlar, kendisini durmadan yenileyenler, halkın nabzını tutanlar genel itibariyle başarılı olur ve partisini kaç defa iktidara taşır. Günümüz siyasetinde bunun örnekleri vardır. Ne zaman ki kendini yenileyemez, artık kendini tekrarlamaya başlarsa duraklama dönemine girer. Bir diğer husus daha var. O da  eleştiri kültürünün olmamasıdır. Özellikle Doğu toplumlarında bu risk her zaman için vardır. Biz bir adamı sevdik mi hatasını görmeyiz, görsek de görmezden geliriz, durmadan savunuruz. Hatta ölümüne savunuruz. Eleştiren insanı da tu kaka yaparız. Nefret ettiğimiz insanın da hiç iyi yönünü görmeyiz. Doğru mu? Doğru değil. Maalesef durumumuz budur.

İnsanlar, özellikle başarılı insanlar eğer tedbir almazlarsa, piyasayı iyi okuyamazlarsa, halkın önünden gidemezlerse zirvedeyken kaybetmeye başlarlar. Farkına vardıkları zaman iş işten geçmiş olur, telafisi de mümkün olmaz. Hele birkaç defa ardı arkasına iktidara gelenler çoğu zaman hata yaptıklarının farkına varmazlar. Nerede bir iktidar varsa faydalanmak için at sineği gibi iktidarın etrafında insanlar kümelenir. Bu insanlar halk ile liderin arasına duvar örerler. Aşağıdaki huzursuzluğu yukarıya taşımazlar, her şeyi toz, pembe göstermeye devam ederler. Eleştiriye asla tahammül etmezler. Halbuki bizde bir söz vardır: “Dost acı söyler, yüze karşı söyler” diye. Nedense bugünlerde bu söze pek mahal kalmadı. Kim eleştirmeye kalkarsa hemen ötekileştirilme ile karşı karşıya kalıyor. Bu durum iktidarda yani zirvede olan kişiye yapılmış en büyük kötülüktür. Eleştiri kültürü hep olmalıdır. Eleştiri insanı mükemmelleştirir denir yine bizde. Kişi her yaptığına alkışlanılırsa, sürekli övülürse o insanın yaptığı hataları görmesi mümkün olmaz.

Her partinin, her gurubun içinde mutlaka yapılan icraat ve faaliyetlerden iyi olanlar savunulması gerekirken kötü olanlar da yapıcı bir dil ile eleştirilmelidir. Yine Kur’an’da, “İçinizde iyiliği emreden, kötülükten sakındıran bir grup olmalıdır” denmektedir. Yapılacak eleştiri iktidarın daha fazla hata yapmasının önüne geçer ve icraatlar yenilenir. Eğer yapılmazsa iktidar nimeti hiç beklenmediği anda insanların ayaklarının altından kayar gider. Bu durumda insan eşekten düşmüş gibi olur. At sineği gibi iktidarın etrafında nemalanan insanlar ise yeni iktidarın yanında yer kapma yarışına girerler. İktidar el değiştirirken iktidarın etrafındaki duvar olanlar ise yeni iktidarın yanında saf tutarak yine kazanmaya devam ederler.

Ülkeyi yönetenler bir çobandır, maiyetindekilerden sorumludur. Halkın memnuniyetsizliğini yüzünden okuyabilen kişi kendini yeniler. Bunun için aradaki aracıları ekarte ederek gerçek halkın içerisine girip halkın nabzını tutmalı, halkın içinden iktidara bakabilmeli. Bu yapılmazsa, halkın içine girilmezse, halkın  huzursuzluğu okunmazsa halk kendisine tepeden bakanı sevmemeye başlar. Bu da nimetse eğer, iktidar nimetinin yok olmasına sebebiyet verir. İktidarın gitmesinden ziyade kazanımlar yok olmakla karşı karşıya kalınır. 05.07/2017


3 Temmuz 2017 Pazartesi

Amacımız adam kazanmaksa bu gittiğimiz yol, yol değildir

Camilerimizi bilirsiniz. Hocalarımızın bir kısmı vaaz verirken gelenlerin faydasına bir şey söylemekten ziyade -istisnaları var elbet- hep gelmeyenlere kızarlar, hep onlara mesaj verirler. İşin garibi gelmeyen bunları duymaz, gelenler ise bunun bizimle ne alakası var dese de  içten içe  "Ben iyiyim" diyerek hoşuna gider. Bazısı da hızını alamaz, cami cemaatine kızar. Hele bir de cuma ve bayram namazı ise, caminin hınca hınç dolduğunu görünce "Diğer namazlara gelmiyorsunuz" diyerek içeridekilere verir veriştirir. Bu tip vaazların pek faydası olmadığına sanırım hepimiz hem fikiriz. Zaten vaaz verilirken camilerimiz genelde bir elin parmağı kadar bir cemaate hitap eder. 

Sosyal medyadaki, televizyonlardaki, dijital ortamlardaki yazılıp-çizilenleri, mesajları ve konuşmaları da camilerdeki cemaate vaaz vermeye benzetiyorum. Ağzı olan konuşuyor, hele biraz mürekkep yalaşmışsa biri; arkasında da biraz takipçileri, sempatizanları varsa çıktığı kendisine yakın veya kendisinin kanalında mangalda kül bırakmıyor hiç, veriyor veriştiriyor. Alıyor eline çuvaldızı hep başkasına batırıyor. Takipçileri onu izledikçe, onu tasvip ettikçe, alkışladıkça galeyana geliyor, durmadan başkasını eleştiriyor. Keşke eleştiri ile kalsa...Kendisinin takip ettiği yolun en doğru yol olduğunu, başkasının sapıklık içerisinde yüzdüğünü anlatıyor da anlatıyor. Kimi başkasının yaşadığı dine uydurulmuş, kendisinin yaşadığı dine ise indirilmiş din diyor, kimi kendisinin ehli sünnet yolunu takip ettiğini, başkasının ehli bidat olduğunu söylüyor, kimi kendisini reyci, diğerlerini nakilci olarak görüyor, kimi yek diğerini küfürle itham ediyor. Herkes elindeki mühürle başkasını mühürlemekten, damgalamaktan fırsat bulup da kendisini anlatma yoluna gitmiyor. Amaçlarını anlayabilen varsa bir şey söylesin bu konuda. Sanırım bunların amacı arkasından sürüklediği insanları yanında tutmaktır diye düşünüyorum. 

Kim yaparsa yapsın, dini irşat görevi yapan bu kişilerin ne gittiği yol yoldur, ne de takip ettikleri metot nebevi bir yöntemdir. İnsanları kırarak dökerek onları küfürle, sapıklıkla itham ederek hiç kimse bulunduğu yeri terk etmez zaten. Peygamberin hayatında bugün bizim takip ettiğimiz yolun esamesi okunuyor mu gerçekten? Ömrü adam kazanmakla geçmiş bir peygamberin takipçilerine bu saldırgan tutum ve davranış yakışıyor mu? Bugüne kadar birilerine hakaret ederek kim safını değiştirmiş? Bildiğim kadarıyla yok. O zaman neyin peşindeyiz? Amacımız nedir? Amacımızın yeni adam kazanmak olmadığı aşikar değil mi? Televizyon kürsüsüne çıkıp öbürlerine meydan okumanın faydası olur mu hiç? Uzaktan atıştır bunun adı. Eğer gerçekten bir şeyi dert ediniyorsanız adam gibi muhatabınızdan randevu alıp bu meseleyi özelde enine ve boyuna konuşmaktır doğru olan. Medeni cesaret dedikleri, kişinin kendisine güven dedikleri böyle bir şeydir. Bugün  ekranlarda din adına bir şey söyleyenlerin camilerdeki vaaz usulünden hiçbir farkı yok. Siyasiler zaten bu işi yıllar yılı salı grup toplantılarında, miting meydanlarında yapıyorlar. Bugüne kadar bu konuşmalarından dolayı hiçbir siyasi rakibini kazanamamıştır. Siyasileri anlarım, niyetleri seçmenine mesaj vermek, onları yanında tutmak, tarafsız olanları kazanmaktır. Onların kavgası iktidar mücadelesidir. Din adına bir şeyler söyleyenlere ne oluyor ki birbirini cehenneme göndermekten zevk alıyorlar. 

Hasılı, din adına bir şeyler söyleyenler sadece doğru bildiği dini anlatsınlar, birbirlerine çamur atmasınlar. Unutmayalım ki kendimiz doğru yoldaysak başkalarının sapıklığı bize zarar vermez. Bunu hepiniz benden iyi bilirsiniz. Zira bunu ben değil Maide süresi 105.ayet söylüyor: “Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman Allah, size yaptıklarınızı haber verecektir.” Ayeti gördünüz sanırım. Siz doğru yolun  yolcuları! Sadece kendinizi anlatın, bırakın başkasını kendi sapıklığı üzerine. Amacınız onları yola getirmekse bilin ki bu hakaretamiz duruşunuzla bir  Allah’ın kulunu yanınıza çekemezsiniz. Yok amacım, kendi grubumu yanımda tutmak diyorsanız, eğer yolunuz hak yolu ise, yani sizde bir yara yoksa sinek gelip sizin yaranıza konmaz. Yaranız mı var ki bu kadar saldırıyorsunuz. Hiçbir şey yapamıyorsanız milletin kafasını bari karıştırmayın, en azından susun be mübarekler!  03/07/2017

Düşman çatlatan aşk sahneleri

Bir tanıdığımız vardı, oturur kalkar hep eşinden; eşinin kendisini ne kadar sevdiğini, kendisine iş yaptırmadığını, mutfağa girdirmediği, eşinin her istediğini aldığını, sözünden çıkmadığını, bir dediğini iki etmediğini, çalışmak istediğini ama kıskandığından dolayı eşinin izin vermediğini, veli toplantısına  gidip çocuğunun öğretmeniyle görüşmesine bile gönlünün razı olmadığını, kendisine kıyamadığını, zira kendini 8 yıl istediğini... anlatır dururdu. Kendisi de giyim-kuşam ve makyajına dikkat eder, vitrinlik gibi apartmanın önünde arzı endam ederdi. Kolay kolay kimseyi beğenmez, kendisine de laf kondurmazdı. Kim bir şey söyleyecek olsa avukat gibi konuşmasıyla ve yüksek ses tonuyla herkesi bastırırdı. Alış veriş hastası ve marka tutkunu bir görüntüsü vardı. Eşi kimseyle pek hasbihal etmese de eşinin kendisi üzerinde titrediğini, eşinin kendisine sırılsıklam aşık olduğunu ve bu yüzden kendisini sekiz yıl beklediğini  bilirdi, hanımının anlatımından dolayı.

Bir gün postacının getirdiği ihbarname ile haberdar olduk. Bizim aşıklar ayrılmaya karar vermişler. Daha doğrusu kocası eşinden ayrılmak için boşanma davası açmış. Ondanmış meğer eskisi gibi dışarıya çıkmamaları, kimseye selam vermemeleri...Hasılı koca evi terk etti, kadın ise boşanmamak için uğraşıp didiniyor...Dillere destan olan aşk ise maalesef bu şekilde sona erdi.  

Tüm bu bildiklerimi eşimden dolayı biliyorum. Yazıyı okumaya başlayan bu adam meslek mi değiştirdi demesin. Niyetim paparazzilik falan değil, böyle şeyleri yapmak istesem de zaten beceremem. Beni bunu yazmaya iten sebep bu günlerde sosyal medyada görmeye başladığım aşk sahneleridir. Alakası var mı bilmiyorum ama sanal alemde evlilerin veya evlenecek olanların paylaştığı resimler nedense bana mahallemdeki birbirine sırılsıklam aşık olduklarını zannettiğim çifti aklıma getirdi. Sanaldan gördüğüm bu paylaşımlar yine bana Leyla ile Mecnun’un, Kerem ile Aslı’nınki de aşk mıymış dedirdir cinsten. El ele tutuşmalar, yanak yanağa gelmeler, göz göze bakışlar, adına şiir yazmalar, alınan hediyelerin paylaşımı, ‘Aşkım seni seviyorum’ sözleri… efendim bunlar söylemekle baş olmaz. Eğer biraz sosyal medyayı takip ediyorsanız mutlaka görürsünüz böyle aşk sahnelerini. Ne kadar samimiler, ne kadar aşıklar birbirine bilmiyorum ama görüntü düşman çatlatır cinsten. Umarım bu görüntüler hem  gerçek olur, hem de evlilikleri her daim sonuna kadar sürer. İnşallah mahallemdeki dillere destan gibi görünen evli çiftin aşkı gibi olmaz bunların sonları. Çünkü evlilikler ailenin temelidir. Mutlu ailelerle mutlu nesiller yetişir, parçalanmış aile çocukları mutsuz mu mutsuz. Allah hiçbir evli çifti ayırmasın, dinin hoş karşılamadığı boşanmayı nasip etmesin, insanlar toplumun çekirdeği olan yuvalarını bozmasın. Umarım aşkları ilanihaye devam eder.

Kimsenin aşkında falan gözüm yok bilesiniz. Ama benim bildiğim aşk özeldir, özelde kalır. Cümle aleme ilanı aşk yapmak hoş bir görüntü değildir. Aşk sosyal medyada, sanal alemde, cümle alemin önünde yaşanmaz. Aşk, bir başkası gördüğü zaman yüzün kızarmasıdır. Aşk özelde yaşanır, evde yaşanır. Aşk hayatı paylaşmaktır, birbirini olduğu gibi kabul etmedir, belli bir süre gönül eğlendirme hiç değildir, samimiyettir. Yelkenleri indirmedir, hayatı toz-pembe olarak görmemektir.

Ne olur gençler! Aşkınız özeliniz olsun, mutlu bir ailenin temelini oluştursun. Üçüncü kişiye çektirerek paylaştığınız fotoğraflar, olduğunuzdan farklı durmanın fotoğraflarıdır. Aşkın fotoğrafı olmaz. Olsa olsa sahte bir duruştur.  Tekrar ediyorum aşkınızı özelinizde yaşayın. Öyle yaşayın ki görüntünüz değil, örnek yaşantınız düşman çatlatsın!.. 03/07/2017



Bizde devlet hep babadır *

Dinimizde, ahlakımızda, örf ve adetlerimizde 'öf bile denmeyecek' kişilerdendir baba. Bir anne gibi bir evin vazgeçilmezlerindendir. İzniniz olursa hepinizin bildiği baba kavramı üzerinde biraz durmak istiyorum.

Bizde baba, anneye göre daha sert mizaçlıdır, çocuklarına karşı sevgisini pek göstermez, sevgisini içine gömer, uzaktan sever, uyurken sever. Başkasının özellikle kendi babasının yanında çocuğunu kucağına almamış ya da alamamıştır, ismiyle çağırmamıştır. Çocuğunun okuması ya da bir meslek sahibi olması için elinden gelen gayreti gösterir. Arada sorun olduğu zaman çocukla baba arasında anne aracıdır, bir köprü gibidir. Çünkü anne babaya göre daha merhametlidir. Çocuk babasına yapamadığı nazlanmayı annesine yapar. Babasının verdiği harçlık yetmezse annesi el altından takviye yapar. Çocuğun babasına açılamadığı bir konu varsa anne devreye girer. Anne, çoğu zaman çocuğunun yaptığı olumsuzluklar varsa kendi başına çözmeye çalışır. Çocuk hala yola gelmiyorsa anne "Bu sefer seni babana söyleyeceğim bak" diye tehdit eder. Çocuk hala oyun ve oynaşta, durumuna çeki düzen vermezse artık bıçak kemiğe dayanır. Anne durumu babasına açar. Bu duruma baba ne kadar kızsa da durumu çözmek, konuyu görüşmek, çocuğuna kızmak ya da cezalandırmak için yemek sonrasını, çocuğu uyuyorsa uyanmasını, evde misafir varsa misafirin gitmesini bekler. Çünkü çocuğunun aç ve susuz kalmasını, misafirin yanında rencide olmasını istemez. Kızsa da, dövse de kendinden bir parçadır. Atsa atılmaz, satsa satılmaz. Çocuğunu yola getirmek için her yolu dener, tehditler savurur, gerekirse harçlığını azaltır, zevk aldığı şeylere sınırlama getirmeye çalışır. Harçlık vermeyeceğim dese de el altından hanımına verir, al şunu çocuğa ver, benim verdiğimden haberi olmasın diye sıkı sıkıya tembih eder. Çünkü ne kadar eleştirse de evladıdır. Ona bakacak, karnını doyuracak. Evlendirmem dese de evlilik çağı gelince tıpış tıpış düğününü yapar. Geri planda duruyor, ilgilenmiyor görünse de bir baba olarak gönüllü veya gönülsüz yapması gerekenleri yapar. Huyu ve suyundan dolayı çocuğunu hep eleştirse de bir başkası çocuğunu eleştirmeye kalkarsa hemen savunmaya geçer. Çünkü kendi canıdır ne de olsa. Yani ne kadar kötü olursa olsun, çocuğu ne kadar ele avuca sığmazsa sığmasın, bundan bir adam olmaz dese de çocuğunun yemesini, içmesini kesmez. Nefret ediyor gibi görünse de içi merhamet doludur. Nihayet çocuğu istediği gibi biri olmasa iyi bir babalık yapamadım, çocuğumu yetiştiremedim diye kendini suçlar.

Anlatmaya çalıştığım baba bizde böyledir. Yine bizim kültürümüzde devlete de baba denmiştir. Nasıl ki bir baba çocuğuna karşı kol kanat geriyorsa devletten de aynı şey beklenmiştir. Bir anne veya baba, çocuğuna bakmamışsa, bakamıyorsa, dışarıya atmışsa, hemen devlet şefkat elini uzatmıştır. Onları Çocuk Esirgeme Kurumu bünyesine alarak onlara öz evlat muamelesi yapmıştır. Onları okutarak iş-güç sahibi olmasını istemiş ve işe alımlarda onlara öncelik vermiştir.  Yine bu toplumda suçu önlemeye çalışır, suça karışan olursa onları cezalandırmak için cezaevine koyar, orada onlara bakmaya devam eder. Ne kadar cezalandırırsa cezalandırsın asla onun yemesini, içmesini kesmez. Ne de olsa devlettir. Hapiste iken suçluları eğitmeye çalışır, çıktıktan sonra onları topluma kazandırmaya çalışır. Çünkü ne kadar kötü olursa olsun kendi vatandaşıdır. Aç bıraksa aç köpek fırın deler misali yine başına bela olacaktır. Suça karışan biri olursa vatandaşın onu linç etmesini önlemek için güvenlik güçleriyle gerekli tedbiri alır. Hasılı, devlet bizde baba gibidir. Bu yüzden bu ülkenin 40 yılına şu ya da bu şekilde mal olmuş bir Demirel’e millet baba demiştir.

Bu milletin bir baba olarak gördüğü devletten evlatlarına sahip çıkması beklenir, onların suça düşmemesi için gerekli tedbiri almasını, eğer suça karışmışsa “Şeriatın kestiği parmak acımaz” misali suçluya cezasını vermesini ister. Gerçek bir baba nasıl ki evladını yanında tutmak için her yolu deniyorsa, hoşuna gitmiyorsa da “Ne yaparsın, evlat” diyorsa, “Ben evladımı istediğim gibi yetiştiremedim” diye öz eleştiri yapıyorsa tüm bunları yaparken çocuğunun yeme ve içmesini kesmiyorsa, az veya çok onun karnını doyurmaya devam ediyorsa devletten de beklediğimiz çocuklarını açlık-susuzluk ve işsizlikle imtihan etmemesidir. Çünkü atasözümüzü tekrarlayalım: “Aç köpek fırın deler.” Suçlusun, suça karıştın denerek dışarı bırakılanlar devlete daha düşman olabileceği gibi bir başkasının oyuncağı da olup yeni suçlara yeltenebilirler veya itilebilir. İnsanlara toptancı davranmayalım, işlediği suça göre ceza verelim. Gerekirse işini değiştirelim ama ekmeğini kesmeyelim. "Ne halin varsa gör, sen istedin" diyerek kapı dışarı etmek baba olan devlete yakışmaz. 

Allah devletimize zeval vermesin, kem gözlerden sakındırsın. Evlatlarımızı da suça karışmaktan beri eylesin. Birliğimizi, dirliğimize halel gelmesin.

Not: Yazıda baba-çocuk ilişkisinden bahsedilmiştir. Evlat ne kadar büyürse büyüsün; ister baba olsun, babasının gözünde yine çocuktur. 03/07/2017 

* 7/08/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


2 Temmuz 2017 Pazar

"Allah başa kadar sürdürsün!" *

"Allah başa kadar sürdürsün" söz bize pek yabancı değil. Belirli bir yöreye mi ait yoksa tüm Türkiye'de böyle mi söylenir bilmem. Ama bu söz Konya'da yaygın bir şekilde söylenir. Bilenler için tekrar olacak ama bu söz düğünlerde evlenen çiftlere söylenir. Evlenenleri tebrik ederken herkes "Allah başa kadar sürdürsün" der. Bunu duyan düğün sahipleri ve evli çiftler de 'Amin' diyerek duaya eşlik eder. 

Anladığım kadarıyla iyi dilek ve temenniyi ifade ediyor olmalı ki kimse olumsuz bir tepki vermiyor. Söyleyen razı, söylenen razı. Üçüncü kişi olarak rahatsızlık duyan benim. Türkçe ve edebiyatçı değilim. Onlar bu sözdeki inceliği mutlaka bilirlerdir. Cehaletime verin, ben bu sözden bir şey anlamıyorum. O zaman bende bir sorun var. Nedense bu sözü bu şekilde söylemek bana garip geliyor. Aslında bu söz "Allah sonuna kadar sürdürsün" demek olmalı diye düşünüyorum.  'Başa kadar...' sözü bende "Evliliğiniz baştan bitsin, başlamadan bitsin, biz evlendik bir şey göremedik, siz bari kendinizi yakmayın, işi baştan bitirin" demek gibi çağrışımlar yapıyor. Belki de çoğunuzun aklına böyle bir anlam gelmemiştir. Malumunuz ben cins biriyim; kelime, deyim, ifadelere farklı anlamlar yüklemede üstüme yoktur.

Cehaletimi cümle aleme ilan edercesine bu iyi dilek ve temenniyi gündeme aldım. Bu cümleyle ilgili bir bildiğiniz varsa öğrenmek isterim. Biliyorsunuz bilmemek değil, sormamak ayıp denir bizde. Şu anda benim yaptığım -sizden bu sözün hikmetini öğreninceye kadar- yarım yamalak bilgimle beyin jimnastiği yapmaktır. Acaba bu söz ile “Çiçeği burnunda evlisiniz, şu anda çok mutlu görünüyorsunuz. Bu baştaki mutluluğunuz evliliğinizin başındaki mutluluğunuz gibi hayatınız boyunca her daim devam etsin…” kastediliyor olmalı? Ya da sonuna kadar sürdürsün denileceği yerde galatı meşhur olarak başa kadar sürdürsün mü denilmiştir. Bu sözün ilk mucidini bilmiyoruz, bu sözü söylerken neyi murat etti onu da bilmiyoruz.

Tasası bana düştü nedense. Ne zaman bir düğüne katılsam çoğumuzun evlileri tebrik ederken söylediği bu söz dilimin ucuna gelir, ben de söylemek isterim. Her defasında ikilem yaşarım. Sonunda “Allah sonuna kadar sürdürsün” deyip işi bitiriyorum. Bu konuda tek kalınca “Acaba yanlış mı yaptım“ diye düşünmeden edemiyorum.

Biliyorum bana bıyık altından gülümsüyorsunuz. Şu adamın dert edindiğine bakın diyorsunuz. Siz ne gözle bakarsanız bakın. Ben isteyince kendime bir meşgale buluyorum. Siz bana yanacağınıza esas kendinize yanın. Allah kimseyi işsiz ve meşgalesiz bırakmasın. İyi de şimdi bu söz nereden aklına geldi derseniz, bir dostum sosyal medyada 27.evlilik yıl dönümünü kutlama fotoğrafını paylaşmış, ona iyi dilek ve temenni yazarken nedense aklıma bu söz geldi, yine ikilem yaşadım o anda. Kendisine sordum bu sözü. Az sonra diye beni atlattı. Elbette adam bu mutlu gününde bu sözün peşine mi düşecek? O, evliliğinin 28.yılını kutlarken bana da bu sözü ele almak düştü.

Sizden istediğim, “Allah başa kadar sürdürsün” sözü ile kastedilenin ne olduğunu biliyorsanız lütfen benimle paylaşın. Bakın sizden para-pul istemiyorum. Seni merakınla ve bu derdinle  baş başa bırakıyoruz, sana bu öğrenme mutluluğunu vermeyeceğiz diyorsanız, siz yine sessizliğinizi bozmayın. Bu durumda bana “Allah muhtaç etmesin” demek düşer. 

Not: Bu yazıyı yazdıktan sonra bir arkadaş grubu ile paylaşmıştım. Sağ olsun Sami SUNGUR arkadaşım bu sözle ilgili bir açıklama göndermiş. Demek ki öğrenmek isteyince oluyormuş bu işler. Açıklama: "Baş, ölümü temsil eder  ölünceye kadar birlikte olun, bahtiyar olun, demektir. Ancak çiftlerin evliliği  en mutlu günleri olduğu için Anadolu irfanı ölüm  kelimesini kullanmamıştır. " Ben milletimizin bu irfanına bayıldım gerçekten. Teşekkürler Sami SUNGUR. 02/07/2017

* 05/07/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


1 Temmuz 2017 Cumartesi

Ortak kaba kaşık sallamak *

Konya’yı diğer illerimizden ayıran özelliklerinden biri de düğün yemekleri. Unutanlar ve merak edenler için menüyü söyleyeyim: Yoğurt çorbası, etli pilav, bamya, zerde, irmik helvası ve içecek. Menünün yanında masraf, külfet, meşakkat, telaşe eksik olmaz düğün sahibinde.  Zoraki gülüşünün ardında ‘yemek yetti yetecek’ tedirginliğini yaşar düğün sahibi aynı zamanda.

Gelen davetliler onar onar oturtulur yuvarlak masalara.  Masalara sığmayan misafirler ya ayrı bir yerde bekletilir, ya da yemek yiyenlerin etrafında ayakta bekler. Sofraya oturan yoğurt çorbası ile  açılışı yapar. Ardından gelen etli pilavın haddi hesabı yoktur.  Pilav bittikçe tekrar istenir. Çatlayıp patlayıncaya kadar yenir. Sonunda göz de doyar ve lütfedilip kalkılır. Bunu ben anlatamıyorum. Ki bu anlatılmaz, yaşanır. Midelerimiz dile gelse ne çektiğini  daha iyi anlatır.

Konya düğünleriyle özdeşleşmiş bu tür yemek sünnet, hacı yemeği, iftar vb  sofralarımızın da vazgeçilmez yemeği artık. “Kilo yapıyor, yapsın; kalabalıkta iyi gidiyor deriz. Masraflı imiş, olsun; düğüne kalkan terleyecek,” deriz. Zaten kimse düğünü ne zaman yapıyorsun diye sormaz bu yörede. “Pilavını ne zaman yiyeceğiz?” der. Konya’nın bu yemek kültürü değişsin, kaldırılsın deme gibi bir düşüncem yok. Yemeksiz düğün cenaze evi gibi olur. Yerken de kendimizi unuturuz, hiç yiyesi olmayan eş-dost ile muhabbetine bile yer.
***
Bu düğün sezonunda Konya düğün yemekleriyle derdin ne senin diye aklınıza gelebilir. Benim derdim Konya’nın yemek çeşidine değil, yemek yiyiş şekline. Yani ortak kaba kaşık sallamak. Biz alıştık alışmasına da. Konya’nın dışından gelenler soframıza oturmuşsa biri yer biri bakar, işte kıyamet ondan kopar misali biz yiyoruz, onlar bakıyor. Niye bakıyorlar? Onlar oruç mu diye aklınıza gelebilir. Adamlar kurtlar gibi açlar. Canları gidiyor yemek yemek için. Nedense kaşığı ellerine alıp uzanamıyorlar tasın içine. Çünkü görmemişler ortak kaptan yemek yemeyi.
***
30/06/2017 günü Konya’mızda bulunan bir üniversite, fakültesinden mezun olan öğrencilerine yönelik yaptığı mezuniyet töreninden sonra öğrenci ve ailelerine düğün yemeği verdi fakültesinin bahçesinde. Tabir yerindeyse Türkiye’nin 81 vilayetinden misafirler vardı yemekte. Gelen misafirler masaları doldurmadan üçer-beşer kişi oturmuşlar onar kişi olması gereken sofralara. Çoğu davetliler ayakta. Bu Konya’nın raconuna tersti. Sonra üç-beş kişi bir masada nasıl pilav üstüne pilav yiyecekti. Sonunda dekan yardımcısının “Arkadaşlar! Boş masalara oturabilirsiniz” sözünden hareketle boş masalara oturuldu. Biz de iki masaya dağıldık. Oturacağımız masadakilere de “Oturabilir miyiz” diye izin aldık. Sağ olsun kabul ettiler. Masalarına geldiğimiz kişilerin konuşmasından Adıyamanlı olduklarını anladım. Fakat anormal bir durum belirdi orta yerde. Çünkü misafirlerimiz yemiyor; kah kalkıyor, kah oturuyor, kah eline kaşığı alıp bırakıyor, kah masaya yan oturuyor. “Niye yemiyorsunuz, yemekleri mi beğenmediniz, yoksa siz Abuzer Kebabı mı istiyorsunuz?” dedimse de adamlar açılışın bamya çorbasıyla yapıldığı tasa kaşık sallamadılar. Pilav ve helvadan biraz atıştırdılar. Adamların derdini anladım anlamaya ama benim yapabileceğim bir şey yok. Ortak kaptan yemiyorlar. Adıyaman’da çalıştığım için biliyorum, onlar düğünlerinde kuru fasulye ikram ederler ve herkes yemeğini tabldot usulü yer. Hasılı misafirlerimiz baktı, sofranın yarısını oluşturan biz Konyalılar yemeye devam ettik. Biz onları değil, onlar bizi ağırlamış oldular. Eşimin oturduğu sofrada da Elazığlı bir aile varmış onlar da aynı şekilde yememişler.

Bilmem anlatabildim mi Konyalılar derdimi! Düğün yemeği bize has, bu şekil ortak kaptan yemek de sadece bize özgü. Biz bundan zevk alıyoruz, ayrı kaptan yemek yemeyi de garipsiyoruz. Fakat gel sen bunu Konya dışından gelen misafirlere anlat.

Ne mi yapalım? Ne yapacağımız belli değil mi? İçimizde Konyalı yoksa arabaşımızı, düğün yemeğimizi ortak kaptan yemeye devam edelim. Ama içimize Konya dışından misafir gelmişse kendi adetimizi onlara dikte etmeyelim. Kaplarımızı ayıralım. Tamam pilav ortak kaptan yensin. En azından çorbaları ayıralım.  Yoksa bu gidişle “Gez dünyayı gör Konya’yı” misali Konya’ya gelenler aç be aç soframızdan kalkıp gününü görüp gidecek. Misafire göre ayarlayalım kendimizi. Misafiri kendimize benzetmeye kalkmayalım. Tanrı misafirinin ne zaman geleceği belli olmaz denirse o zaman gelin düğün vb yemekli organizasyonlarda tabldot usulüne geçelim. Doymayan kalkıp bir daha alsın. Ya da tekrar istesin. 01/07/2017

* 02.07.2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Ev hanımlığından ev erkekliğine doğru

Eskiden pek çok insanımız kızını okutmazdı. Kızını okutanların sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Bundan dolayı da eleştirilirdi. Anadolu insanının kızını okutmamasında diğer saiklerle beraber başörtüsü de başlı başına bir sebepti. Birkaç yıldır böyle bir sorun olmadığına göre kız-erkek fark etmiyor artık.

Vatandaş bir kalktı, pir kalktı. Şimdi kızlarını okutuyor, kızlarımız da okuyor. Üstelik erkeklerden iyi okuyor ve başarılılar da. Nerede bir mezuniyet varsa ilk üçte genelde kız öğrenciler başı çekiyor. TEOG'da, YGS'de, LYS'de, KPSS'de kızlarımız hep önlerde.

Hırs, azim, gayret, çaba, yarış...adına ne derseniz hepsi onlarda. Çoğunun elinde ders dışı kitap var okumak için. Konferans salonlarını onlar dolduruyor. İyi lise ve toplumda geçer akçe olan iyi üniversitelerin güzel bölümlerinde onlar var.

Eskiden kamuda erkeklerin içinde çalışan birkaç bayan olurdu.  Şimdi baktığın zaman hemen hemen her sektörde bayanların ağırlığı var. Eskinin tam tersine döndü. Şimdi kamuda bayanların içerisinde erkekler azınlık durumuna düşmüş. Birçok meslek bayan mesleği haline dönmüş durumda.

Birkaç ay önce katıldığım bir konferansta kız öğrencilerin arasına sıkışmış az sayıda erkek öğrenci görünce hayretime gitmiş, "Nerede bu erkek öğrenciler" demiştim. Bugün bir vesileyle tıp fakültesinden mezun olanların mezuniyetine katıldım. Gördüğüm manzara kız çocukları adına sevindirici olmakla beraber erkekler çocukları adına üzüntü vericiydi. Çiçeği burnunda hekim olanların üçte ikisi bayandı. Erkekler burada da azınlıktalardı. Başarıda erkeklerin esamesi de okunmuyordu. Bölümünü başarıyla sırtlayan ilk üç öğrenci içerisinde erkek yoktu.

Nüfusun yarısını oluşturan erkekler nerede gerçekten? Bu hızla giderse kızlar kamunun tüm hizmet alanlarını dolduracak. Buralarda çalışan erkek olursa sanki erkek kontenjanından girmiş olacak. Yine bu hızla giderse erkeklerin çalışacağı yerler, kızların tercih etmediği yerler olacak görünüyor.

Kızların okumasını, okudukları yerlerde başarılı olmalarını kıskanıyor değilim. Hatta onların bu başarma azmine gıpta etmiyor değilim. Benim serzenişim erkeklere. Kızlar çok zeki oldukları için başarılı olmuş değillerdir. Onlar düzenli, tertipli, hırslı ve  bilinçli çalıştıkları için erkeklere göre başarılılar. Çünkü hiçbir başarı tesadüf değildir. Erkekler hiçbir hedefi olmadan sosyal medyada gezmeye, dijital ortamda oyun oynamaya, kız arkadaş edineceğim diye kızların peşinde koşmaya devam ettikçe iyi okulda okuyamayacakları gibi iyi yerlerde görev alamayacaklar bu gidişle.

Kadınlar kamu ve özel sektörde çalışırken erkekleri daha zor ve ağır işlerde çalışma veya ev erkeği olma görevi bekliyor. Nasıl ki ev işlerini yapan yapanlara ev hanımı dendiği gibi ev işlerini yapmak zorunda kalan erkeklere de “Ne iş yapıyorsun” dendiği zaman “Ev erkeğim” cevabı alırsak şaşırmayalım.
Burada anne ve babalara da bir çift sözüm olacak. Erkek çocuğu diye yüzlemeyin çocuklarınızı. Onları aşırı korumacılıktan kaçının. Bir evin bir oğlu misali her istediğini almayın, yaşlarına göre sorumluluk verin çocuklarınıza. Yoksa okumayan kız çocuğunun evde ailesinin yanında oturduğu gibi çocuğunuz yanında oturmaya devam eder, haberiniz olsun. Bu millet kızın evde oturmasına alışkındır, ama erkeğin evde annesinin yanında oturmasına hiç alışkın değildir.

Bitirmeden bir çift söz de erkek çocuklarına söyleyelim. Neyinize güveniyorsunuz? Hepinizin babası fabrikatör mü? Sizin kızlardan zeka bakımından ne eksiğiniz var? Gelin aklınızı başınıza alın. Bu gidişiniz karnınızı doyurmaz. Hayatınız boyunca pişmanlık duyacağınız kaçamak okuma işinden vazgeçin; gecenizi, gündüzünüze katın, bilinçli bir şekilde çalışın. Böyle giderseniz evliliğiniz bile riske girer. Çünkü erkekler kendi statüsü altındakilerle evlenir de bayanlar kendi statüsü altındakilerle evlenmezler. Bırakın gezmeyi, dolaşmayı; oyun oynaşı. İleride işsiz güçsüz kaldırım mühendisi olmak istemiyorsanız derslerinize odaklanın. 01/07/2017