Ana içeriğe atla

Ortak kaba kaşık sallamak *

Konya’yı diğer illerimizden ayıran özelliklerinden biri de düğün yemekleri. Unutanlar ve merak edenler için menüyü söyleyeyim: Yoğurt çorbası, etli pilav, bamya, zerde, irmik helvası ve içecek. Menünün yanında masraf, külfet, meşakkat, telaşe eksik olmaz düğün sahibinde.  Zoraki gülüşünün ardında ‘yemek yetti yetecek’ tedirginliğini yaşar düğün sahibi aynı zamanda.

Gelen davetliler onar onar oturtulur yuvarlak masalara.  Masalara sığmayan misafirler ya ayrı bir yerde bekletilir, ya da yemek yiyenlerin etrafında ayakta bekler. Sofraya oturan yoğurt çorbası ile  açılışı yapar. Ardından gelen etli pilavın haddi hesabı yoktur.  Pilav bittikçe tekrar istenir. Çatlayıp patlayıncaya kadar yenir. Sonunda göz de doyar ve lütfedilip kalkılır. Bunu ben anlatamıyorum. Ki bu anlatılmaz, yaşanır. Midelerimiz dile gelse ne çektiğini  daha iyi anlatır.

Konya düğünleriyle özdeşleşmiş bu tür yemek sünnet, hacı yemeği, iftar vb  sofralarımızın da vazgeçilmez yemeği artık. “Kilo yapıyor, yapsın; kalabalıkta iyi gidiyor deriz. Masraflı imiş, olsun; düğüne kalkan terleyecek,” deriz. Zaten kimse düğünü ne zaman yapıyorsun diye sormaz bu yörede. “Pilavını ne zaman yiyeceğiz?” der. Konya’nın bu yemek kültürü değişsin, kaldırılsın deme gibi bir düşüncem yok. Yemeksiz düğün cenaze evi gibi olur. Yerken de kendimizi unuturuz, hiç yiyesi olmayan eş-dost ile muhabbetine bile yer.
***
Bu düğün sezonunda Konya düğün yemekleriyle derdin ne senin diye aklınıza gelebilir. Benim derdim Konya’nın yemek çeşidine değil, yemek yiyiş şekline. Yani ortak kaba kaşık sallamak. Biz alıştık alışmasına da. Konya’nın dışından gelenler soframıza oturmuşsa biri yer biri bakar, işte kıyamet ondan kopar misali biz yiyoruz, onlar bakıyor. Niye bakıyorlar? Onlar oruç mu diye aklınıza gelebilir. Adamlar kurtlar gibi açlar. Canları gidiyor yemek yemek için. Nedense kaşığı ellerine alıp uzanamıyorlar tasın içine. Çünkü görmemişler ortak kaptan yemek yemeyi.
***
30/06/2017 günü Konya’mızda bulunan bir üniversite, fakültesinden mezun olan öğrencilerine yönelik yaptığı mezuniyet töreninden sonra öğrenci ve ailelerine düğün yemeği verdi fakültesinin bahçesinde. Tabir yerindeyse Türkiye’nin 81 vilayetinden misafirler vardı yemekte. Gelen misafirler masaları doldurmadan üçer-beşer kişi oturmuşlar onar kişi olması gereken sofralara. Çoğu davetliler ayakta. Bu Konya’nın raconuna tersti. Sonra üç-beş kişi bir masada nasıl pilav üstüne pilav yiyecekti. Sonunda dekan yardımcısının “Arkadaşlar! Boş masalara oturabilirsiniz” sözünden hareketle boş masalara oturuldu. Biz de iki masaya dağıldık. Oturacağımız masadakilere de “Oturabilir miyiz” diye izin aldık. Sağ olsun kabul ettiler. Masalarına geldiğimiz kişilerin konuşmasından Adıyamanlı olduklarını anladım. Fakat anormal bir durum belirdi orta yerde. Çünkü misafirlerimiz yemiyor; kah kalkıyor, kah oturuyor, kah eline kaşığı alıp bırakıyor, kah masaya yan oturuyor. “Niye yemiyorsunuz, yemekleri mi beğenmediniz, yoksa siz Abuzer Kebabı mı istiyorsunuz?” dedimse de adamlar açılışın bamya çorbasıyla yapıldığı tasa kaşık sallamadılar. Pilav ve helvadan biraz atıştırdılar. Adamların derdini anladım anlamaya ama benim yapabileceğim bir şey yok. Ortak kaptan yemiyorlar. Adıyaman’da çalıştığım için biliyorum, onlar düğünlerinde kuru fasulye ikram ederler ve herkes yemeğini tabldot usulü yer. Hasılı misafirlerimiz baktı, sofranın yarısını oluşturan biz Konyalılar yemeye devam ettik. Biz onları değil, onlar bizi ağırlamış oldular. Eşimin oturduğu sofrada da Elazığlı bir aile varmış onlar da aynı şekilde yememişler.

Bilmem anlatabildim mi Konyalılar derdimi! Düğün yemeği bize has, bu şekil ortak kaptan yemek de sadece bize özgü. Biz bundan zevk alıyoruz, ayrı kaptan yemek yemeyi de garipsiyoruz. Fakat gel sen bunu Konya dışından gelen misafirlere anlat.

Ne mi yapalım? Ne yapacağımız belli değil mi? İçimizde Konyalı yoksa arabaşımızı, düğün yemeğimizi ortak kaptan yemeye devam edelim. Ama içimize Konya dışından misafir gelmişse kendi adetimizi onlara dikte etmeyelim. Kaplarımızı ayıralım. Tamam pilav ortak kaptan yensin. En azından çorbaları ayıralım.  Yoksa bu gidişle “Gez dünyayı gör Konya’yı” misali Konya’ya gelenler aç be aç soframızdan kalkıp gününü görüp gidecek. Misafire göre ayarlayalım kendimizi. Misafiri kendimize benzetmeye kalkmayalım. Tanrı misafirinin ne zaman geleceği belli olmaz denirse o zaman gelin düğün vb yemekli organizasyonlarda tabldot usulüne geçelim. Doymayan kalkıp bir daha alsın. Ya da tekrar istesin. 01/07/2017

* 02.07.2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde