14 Haziran 2017 Çarşamba

Merkezî sınavlarda MEB, Hanya ise ÖSYM Konya'dır *

Eğitim ve öğretimde sorunumuz var. Sorun çok yönlüdür. Bunlardan biri de iyi bir ölçme-değerlendirme standardına sahip olmayışımızdır.  ÖSYM ve MEB tarafından yapılan sınavlar bile ölçme ve değerlendirmedeki objektif olmayan kriterlerimizi ortaya koymaktadır.

2016-2017 öğretim yılı ikinci TEOG sınavında tüm sorulara doğru cevap veren öğrenci sayısı on yedi bin kişi. Aynı sınavın birincisine giren aynı öğrenciler içerisinde birinci TEOG sınavında tüm sorulara doğru cevap veren öğrenci sayısı ise altı yüz küsur kişi. MEB'in kendisinin yaptığı birinci ve ikinci TEOG sınavında bile ölçme ve değerlendirmede uçurum bulunmaktadır. Normal şartlarda birinci TEOG'da birinci sayısı daha fazla olması gerekirken ikinci TEOG'da birinci sayısı fazla çıkıyor. Çünkü ilk TEOG'da daha az konu varken ikinci TEOG'da öğrencilerin sorumlu olduğu konu sayısı daha fazla. Anladığım kadarıyla MEB, başarı çıtası düşmesin diye ikinci TEOG sorularını alabildiğine kolaylaştırmış. Üstelik birinci TEOG sınavına öğrenciler daha fazla asılırken ikinci TEOG için baharın gelmesiyle birlikte bir duraklama devresine girmesine rağmen ikinci TEOG'da öğrenciler daha başarılı. Sevinen sevinene. Velisinden, öğrencisine, okulundan milli eğitim yetkililerine varıncaya kadar herkes çıkan birincisine sevindi.

MEB'in yaptığı birinci ve ikinci TEOG sınavları ne derece başarıyı ölçer? Bunun mutlaka tartışılması gerekiyor. Fazla değil TEOG puanıyla bir liseyi kazanan bu öğrencilerin dört yıl sonrasında ÖSYM tarafından yapılan YGS ve LYS sınavlarına baktığımız zaman MEB'in başarısının abartıldığını, hormonlu olduğunu anlayabiliriz. TEOG'larda sayısız birincinin yerini YGS ve LYS'lerde birkaç kişiye bırakıyor. Üstelik ÖSYM'nin yaptığı sınavlarda sıfır çeken, puanı hesaplanmayan, barajı aşamayan öğrenci sayısı ise TEOG birincilerinden daha fazla olduğu ortaya çıkmaktadır. 

Devletin iki ayrı kurumunun yaptığı sınavlarda bir anormallik var. Ama hangisinde? Ya MEB abartıyor, ya da ÖSYM buduyor/doğruyor öğrencileri. Yapılması gereken sınavların tek merkezden, tek kurumun yapması şeklinde olmalıdır. Hasılı sınavları ya MEB yapsın, ya da ÖSYM. İşte o zaman ülkenin yaptığı sınavlarda eğitim ve öğretim karnemiz tam ortaya çıkar. Görünen MEB'in başarısızlığı kamufle ettiği, ÖSYM'nin ise kapatılan başarısızlığı ortaya çıkardığı şeklindedir.

İki kurumun yaptığı sınavların anormal olduğu, birbirine zıt kuralları barındırdığı görülecektir. MEB'in yaptığı sınavlarda bir soruya iki dakika süre verilirken ÖSYM bir dakikadan az fazla süre veriyor. MEB'de yanlış doğruyu götürmezken ÖSYM'de yanlışlar doğruyu götürüyor. MEB’de sınava giremeyen telafi sınavına girebiliyorken ÖSYM'de ise bırakın telafi sınavını, sınav başlamadan 15 dakika önce sınav yerine gelemeyen kapıdan geriye dönüyor. İki ayrı kurumun yaptığı sınavlar birbirini nakzeder olacağına birbirini tamamlayacak şekilde olmalıdır. Aynı menzile giden yolda bu kadar uçurum olmamalıdır.

Hasılı, öğrenci MEB’in sınavlarında sevindirilirken dört yıl sonrasında ise ÖSYM ile üzüntüye gark oluyor. Madem bir sevindirilip bir üzülecekse o zaman öğrenciler ilk önce üzülsün, sonra sevinsin. Çünkü ilk önce üzülen tedbirini alır, kendisine bir yol haritası çizer. 18’ine gelmiş bir genci üzdükten sonra o gencin kendisine yeni bir yol haritası çizebilmesi mümkün değildir, okumaktan ve üniversiteyi kazanmaktan başka çaresi de yoktur. 14/06/2017

Not: Bu yazı kaleme alındığında TEOG adı altında bir sınav vardı. Şimdilerde bu sınav kaldırılarak yerine konacak model üzerine çalışılıyor. Umarım MEB’in sınavlarıyla ÖSYM’nin yaptığı sınavlar arasındaki uçurumları kaldıran bir model gelir. TEOG’un yerine konacak ölçme ve değerlendirme çocuklarımızın gerçek başarısını ölçen bir sistem olur.

* 23/09/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


FETÖ davaları Ergenekon ve Balyoz davaları gibi olursa hiç şaşırmayalım! ***

Türkiye'yi iç karışıklık girdabına sokmak isteyenlerin giriştiği 15 Temmuz kalkışmasını ülke olarak ucuz atlattık, verilmiş sadakamız varmış. Ülke bu darbe artıklarından kurtuldukça inşallah bizi iyi günler bekliyor diye düşünüyorum. Menfur darbeye millet olarak destan yazdık. Uçaklar, tanklar, silahlar vız geldi bize. İnşallah ülke olarak bir daha böyle ihanet şebekelerinin giriştiği nahoş durumlarla karşı karşıya kalmayız. 

Dıştan emir alan içimizdeki hainlerin kalkıştığı bu darbe teşebbüsünün seneyi devriyesine az bir zaman kaldı. Hazırlanan iddianamelerle mahkemelerimiz yargılamaya başladılar. Her ilde kurulan komisyonlar vasıtasıyla FETÖ denilen terör örgütüyle bağlantısı tespit edilenler kamudan ihraç edildi; halen de ihraçlar, tutuklamalar, tutuklanıp salıvermeler devam ediyor. Halihazırda ihraç edilenlerin sayısı yüz binleri buldu. Hala da açığa alma ve ihraçlar devam etmektedir. Nereye kadar, kime kadar uzanacağı belli değil. Kimi tutuklu, kimi ise ihraç edilmiş haliyle aramızda gezmektedir. İhraç edilenlerin ne kadarı suçlu ne kadarı masum belli değil ama kamuoyunda cereyan eden konuşmalara bakınca işini gücünü kaybeden mağdur kimselerin sayısının azımsanamayacak kadar çok olduğu anlaşılmaktadır. İşin garibi ihraç edilenlerin hepsi de okumuş insanlar. Bu ülkenin kaderi olsa gerek. Yüzyıl öncesinde Çanakkale'de bu ülkenin okumuş insanları vatanı korumak  uğruna şehadet şerbetini içti, bugün ise ülke okumuş insanların isyanıyla karşı karşıya. Yani okumuş insanları heba ettik. Biz onlara sahip çıkamadık. Biz sahip çıkamayınca başkaları onları bize karşı kullandı. Çünkü tabiat boşluk kabul etmez. Sen doldurmazsan bir başkası doldurur maalesef. 

FETÖ yargılamalarını ve ihraçları düşününce aklıma Ergenekon ve Balyoz benzeri yargılamalar geldi. O zaman bürokrasi, yargı, emniyet ve askeriyeye hakim olan adına cemaat denilen kişilerin başı çektiği yargılamalar bir müddet sonra suçlu-suçsuz herkese dokunmaya/had bildirmeye başlamıştı. Çoğuna yargılamalar sonucunda cezalar bile verilmişti. Fakat cezalar kesinleşmemiş, yargı süreci tamamlanmamıştı. Devlet cemaat eliyle bir kumpasın kurulduğunu anlayınca Ergenekon, Balyoz türü yargılamalardan ceza alanlar ve haklarında ceza verilmemiş tutukluların hepsi serbest bırakıldı. Suçlu-suçsuz dışarıya çıktı. Kimse ne olduğunu anlayamadı. Devlet mağdurlara tazminatlar ödedi, çoğunu görevine geri iade etti. Artık gündemimizde bu tür yargılamalar kalmadı.

Günümüzde FETÖ davalarında sanık durumunda olan kişilerin sayısı Ergenekon ve Balyoz davalarındaki sanıklardan kat kat daha fazladır. Üstelik yargılaması yapılanların ipe un serercesine adaleti yanılmak için aralarında anlaştığı gözlemlenmektedir. Diğer taraftan kamudan ihraç edilenlerin durumlarını görüşmek üzere kurulan OHAL Komisyonuna gelen dilekçelerin sayısı yine yüz binleri geçmiş durumdadır. Komisyonlar, mahkemeler bu işin içerisinden nasıl kalkacak? Beni bu düşündürüyor şimdi. Bugüne kadar mahkemelerimizin örgütlü suçlarda isabetli karar veremedikleri göz önüne alınırsa yargılama ve ihraçlarda Türkiye'yi iyi günler beklemiyor demektir. Türkiye, kendisine biçilen iç karışıklıktan kurtuldu kurtulmaya. Fakat yargılama ve ihraçlardan dolayı Türkiye'nin başı ağrıyacak kanaatini taşıyorum. Mahkemeler ve komisyonlar sağlam ve somut deliller ortaya koyamadan mahkum ettiklerinden veya ihraç ettiklerinden dolayı Türkiye yüklü tazminatlar ödemekle karşı karşıya kalabilir. Nasıl ki Ergenekon ve Balyoz davalarında suçlular var idiyse ve onların hepsi çıkabildilerse bugün FETÖ'den dolayı yargıladığımız ve ihraç ettiğimiz kişiler de aynı durumla karşı karşıya kalabilirler. Avrupa İnsan Haklar Mahkemesi, büyük bir iştahla iç hukukun tüketilmesini bekliyor.

Ergenekon ve Balyoz davalarının sonucuyla karşılaşmamamız için yargılamaların somut delillere dayalı olarak hızlı ve ciddi bir şekilde yapılması, gerçek suçluların ortaya çıkarılması ve hak ettikleri cezaya çarptırılmaları gerekmektedir. Kamudan ihraç edilenlerin durumunun ivedilikle kurulan komisyon tarafından incelenmesi ve mağdur olanların suçlular içerisinden ayıklanıp görevlerine iade edilmesi elzemdir. İhraçların içerisindeki masumları tez elden tespit etmekte fayda vardır. Zira bu kişiler suçsuz ise karar geciktikçe bunları kaybetmekle karşı karşıya kalabiliriz. Bu yüzden adaletin kestiği parmak acımayacak şekilde en doğru  kararların ivedilikle verilmesinde toplumsal barış için ihtiyaç vardır. Son günlerde olduğu gibi güçlü olanların, arkası olanların, dayısı olanların elini-kolunu sallayarak çıktığı bir yargılama toplum nezdinde kabul görmez. 

Temennim odur ki FETÖ davası, Ergenekon ve Balyoz davaları gibi olmaz. Bu işte görev alan sorumlu kişilerin ellerini vicdanlarına koyup yoğurdu üfleyerek yemelerinde fayda vardır. Ülkemizde adalet hakim olsun. Kamu vicdanında tereddüt kalmasın...13/06/2017

*** 15/06/2017 günü ladik.biz'de yayımlanmıştır.


13 Haziran 2017 Salı

Bu hafta da tırnaklarımı kesebildim

Yaşlanıp güç kuvvet ve takattan kesilince vücut fonksiyonlarını tam yetine getirememeye başlar. Yürümede zorlanır, eğilemez, kulak işitme kaybına uğrar, dil eskisi gibi harfleri net çıkaramaz, göz yeterince görmemeye başlar. Vücudun herhangi bir yerinde ağrı, sızı eksik olmaz. Kendimizi dinler dururuz.

Yaş ilerledikçe birçok işi yapmakta zorlanırız. İşte tırnak kesme de onlardan biri. Tırnağını kesmek için hem kuvvet gerekli, hem de özellikle ayak tırnaklarını kesebilmek için eğilmek gerekiyor. Çünkü göz de yakını görmemeye başladığı için uzaktan seçemezsin. Acaba tırnak bıçağını tırnağıma denk getirebildim mi diye. Hele bir de kilolu isen nasıl eğileceksin tırnağı kesmek için. Zor mu zor! Güç bela kesince 'Hele şükür!' der şükredersin. Çünkü kimseye muhtaç olmadan yine kesebilmişsindir. Ya kesemeyip bir başkasını yardıma çağırsan, kimi çağırabilirsin?  Ya gelmezse...Haydi geldi diyelim, kestirebilecek misin? Haydi, mecburiyetten bir başkasına kestirmeye kalktın. Biri keserken 'Artık işe yaramıyorum, bir tırnağımı dahi kesemiyorum' diye ah ve vah etmemek elde değil. Sakal tıraşı olmak da bir mesele. Göz tam görmüyor. Tüm sakalları alabilmiş miyim diye aynaya doğru iyice yaklaşman gerekiyor. Bir taraftan da elini yüzüne sürersin sakallar kalmış mı diye. Neyse baktın olmadı, sakal tıraşı için berbere gidersin. Ama tırnak kesme/kestirme işi bambaşka...

Uluırmak Nuraniye Kur’an Kursunda yaz dönemlerinde öğrenci okuturken Konya’da meşhur kilolu bir hocamız vardı. “Mahmut! Tırnaklarımı kesiver,” diye çağırırdı yanımdaki arkadaşı.

Mübarekler ne de çabuk büyüyorlar öyle. Büyüyen tırnağımı gördükçe yaşım da mı böyle büyüdü acaba diye düşünmeden edemiyor insan. Ne zaman doğdum; ne vakit çocukluğumu, gençliğimi yaşadım anlayamadım. Tarancı'nın ömrün 'yarısı' dediği 35'i devireli zaten çok oldu.

Saçlar dökülmeye başladı, bembeyaz ağardı üstelik. Koşamıyorum eskisi gibi. Zaman zaman ayaklarımı kaldıramıyorum, merdiven basamağına kaldıramayacağım diye düşünüyorum. Diz çökünce acaba yerden kalkabilecek miyim diyorum. Nefes zaten daralıyor, kafada sıkıntı hiç eksik olmuyor. Çünkü çoluk çocuk ne yapacak? Bekarları nasıl evlendireceğim, evli olanlar nasıl geçimlerini yapacaklar diye düşünür durursun.

İdrar eskisi gibi değil, bir bardak su içince sağa-sola bakınıp tuvalet arıyorsun. Kaçırmadan tuvalete atabilirsen kendini dünyanın en bahtiyar kişisi sayarsın.

Dişler zaten işlev görmemeye başlar, daha önceden yaptırdığın dolgular da işe yaramamaya başlar. Çekildikçe çekilir. Kolay kolay her yemeği yememeye başlarsın.

Ölüm yavaş yavaş geliyorum dediğini görürsün bu olup bitenlerden. Ya bir de felç olur, yatağa mahkum olursan, eşe-dosta, ele-güne muhtaç olursan işte o zaman yat ağla, kalk ağla artık! Ölümü bekler durursun yatağın içinde. Haydi, yattın diyelim; yemeni, içmeni nasıl halledeceksin, tuvalet ihtiyacını nasıl gidereceksin. Kim bakacak sana o zaman. Varsa çoluk çocuğun, göreceğin en iyi muamele; seni sıraya bindirirler. Sırasını savan diğer aya kadar rahat bir nefes alır. Çocuklarının bu durumunu gördükçe kahrolur durursun. “Yalanmış dünya dedikleri, oyun ve eğlenceymiş” demeye başlıyorsun. “Kimseye muhtaç olmadan yaşayabilirsem kardır” diye düşünür durursun yatağın içinde. Artık tüm sevdiklerinin gözünün içine bakıp durduklarını hissedersin, ölümü bir nimet olarak görmeye başlarsın. Ya dünyadaki amelin iyi değilse ölmemek için hayata tutunmaya, gitmemeye çabalar durursun. Çünkü iyi bir son beklemiyor zahir. Daha gitmeden çırpınır durursun. “Ya Rabbi, bana güç kuvvet versen de adam gibi sana uygun bir kul olarak yaşasam diyorsun ama heyhat! Geriye dönüş yok artık.

Bu durumda ölüm hem yatakta yatan, başkasına yük olan senin için hem de sana bakanlar için bir nimettir, bir kurtuluştur. Başa gelen çekilir dersin ölürsün. Daha önce eşin-dostun cenazesine katılmışsan bir vefa olarak son görevini yapmak üzere cenazene katılırlar. Senden kurtulmak için bir an evvel seni geldiğin toprağa gömmek için yarışırlar kendi aralarında. Küreği biri bırakır diğeri alır. Turşunu kuracak değiller ya! Olması gereken de bu zaten.

Defin işi biter bitmez herkes işine gücüne koyulur ve sen sana giydirilen kefeninle beraber kapısı ve penceresi olmayan dört tarafı toprak olan yeni yerinde ebedi istirahgahına çekilirsin. Nefes alamıyorum, ben karanlıktan korkuyorum desen de fayda etmez. Çünkü seni kimse duymaz. Arkalarına bakmadan çekerler giderler ve sen karşında melekler, amellerinle baş başa kalırsın.

Allah herkese hayırlı ömür ve ölümler nasip etsin, ahirette azığı güzel olanlardan eylesin, hesabı kolay verilenlerden eylesin. Kimi kimseye muhtaç etmesin! 13/06/2017


Gözümüz aydın! Eğitimde aranan suçlu bulundu...-III- *

Eğitim ve öğretimde öğretmenin sorun yok mu? Var elbette. Kimse öğretmende sorunun olmadığını söylemiyor. Öğretmen kendisini geliştirmiyor, yenilikleri takip etmiyor, okumuyor.

Çoğu etüt merkezlerinde gayri resmi ders vererek veya merdiven altı diyebileceğimiz şekilde özel ders verme yoluna gidiyor. Bugünün öğretmenleri ‘Tam Gün yasası’ çıkmadan önceki doktorların durumunu andırıyor. Dün doktorlar özel muayenehanesinde parayla hasta muayene ederek hastaneleri işlev görmez noktaya getirmişti. Bugünün bir kısım öğretmenleri de okul dışında parayla ders verme yoluna giderek okulların içini boşalttıklarının farkında değiller. Bu şekilde özel çalışan öğretmen suçlu olmaya suçlu. Pekiyi bunlara müşteri olanların hiç mi suçu yok? Okullar ‘Tam Gün Eğitim’e geçirildi de öğretmen bu duruma karşı mı çıktı? Getirin tam gün eğitimi…bakın öğretmenden nasıl verim alırsınız. Niyetiniz performans sistemine geçmek ise bunun yolu öğrenci ve velinin öğretmene not vermesi değil, öğretmenin öğrencinin hazır bulunuşluk durumunu nereden alıp nereye getirdiğinin ölçülmesidir esas performans. Bakanlık, “Kalan bir öğrencinin devlete şu kadar maliyeti var” diye hesap yapmasından ziyade getirsin yeniden eleme sistemini, bakın beğenmediğimiz okullarda ve öğretmenlerde kalite nasıl gelir.

Siz, etkinlik etkinlik, proje proje diye gece gündüz rüya gören milli eğimleri niçin sorun olarak görmüyorsunuz? Okula okumak için gelmeyen öğrenciyi niçin sorun olarak görmüyorsunuz? Hiç araştırdınız mı okula gelen öğrencilerin kaçta kaçı kahvaltı yaparak geliyor, ödevini yaparak geliyor? Öğrenciler bugün savaşa gitmek istemeyen Yeniçeri Ocağı gibidir. Ne kadar öğretmene ders işletmezse kar sayıyor. Ders işlemek isteyen öğretmene “Hocam ders mi işleyeceksiniz?” diyerek okulların son bir ayını film izleyerek geçirdiğini kaç kişi biliyor.

Öğretmeni masaya yatıralım, aynı zamanda diğer paydaşları da hesaba çekelim. Eğitim ve öğretimin bu hale gelmesinde akşamdan sabaha mevzuat değiştiren Bakanlığın hiç mi suçu yok?  Daha doğru dürüst öğretmen alım şartlarını belirleyememiş Bakanlık bu sorumlulukta kendisini nereye koyuyor? Okulun altını üstüne getiren çocuklar için onlara kol kanat geren aşırı korumacılıktan başka hiçbir şey yapmayan veli ve milli eğitim yetkililerinin hiç mi suçu yok? Milli Eğitim, sorunu gerçekten görmek istiyorsa kendi yaptığı TEOG sınavlarındaki ölçme ve değerlendirme  ile ÖSYM’nin yaptığı merkezi sınavlardaki uçurumu niçin masaya yatırmaz?

Öğretmenin yeterliliğini belirlemek için sınav yapılsın. Ama bu sınav ‘Öğretmen Strateji Belgesinde’ belirtildiği gibi sürekli olsun, hiç kaldırılmasın. Aynı sınav kamuda çalışan diğer kamu görevlilerine de yapılsın. Kamuda görev yapan üst düzey yöneticilere emri altında çalışanlar puan versin. Onların yeterliliğini görme gibi bir hakkımız niçin olmasın. Sanki diğer kurumlar dört dörtlük görevini yaptılar, bu ülkeye katma değer ürettiler de sadece öğretmen mi kaldı üretmeyen?

Öğretmenler objektif, ölçülebilir her türlü sınava varlar. Siz de var mısınız Bakanlığın kural koyucuları ve kamuda çalışan diğer kimseleri? Hep beraber var mıyız performans ölçen sınavlara? Bizim kağıt ve kalemimiz hazır… Ya sizin ki? Ya da boş verin sınavı, çocuklarınızın başında bir ay ders vermeye, onlara ders anlatmaya ne dersiniz? Öğretmenler tahtayı devretmeye hazırlar, haberiniz olsun. Eğer amacınız üzüm yemekse aklın yolu birdir, mutlaka bir orta yol bulunur. Ama önce eğitim ve öğretimin tek sorumlusu öğretmendir sendromundan kurtulmanız gerekiyor. Yok, hiç öz eleştiri yapmadan yine öğretmenlere vurmaya devam edecekseniz bu vuruşlarla, kaçak güreşle öğretmenler yola getirilemez. Çünkü sürekli eleştirilen ve topun ağzına konan kişilerden asla eğitim ve öğretime fayda gelmez.

Siz en iyisi ne yapın biliyor musunuz? Bugünün öğretmenlerinden toptan kurtulmaya çalışın. Aslında bunun yolunu iyi biliyorsunuz. Daha önce yapmadığınız bir şey mi bu. Hani siz 2014 yılında da okullarda sorun olarak müdür ve müdür yardımcılarını görmüştünüz. Bundan nasıl kurtuldunuz? Bir gecede bir kanun çıkararak dört yılını dolduran tüm idarecileri asli görevi değil diye öğretmenliğe döndürmüştünüz. Öğretmenleri de aynı şekilde değerlendirebilirsiniz. Hiç kimse doğuştan getirmediği bir haktan dolayı hak iddia edemez diyerek mevcut öğretmenlerin görevine son verirsiniz, görevine son verdiğiniz kişilere de öncekilerden ayırt etmek için 'Eğitim azmanı' dersiniz. Okullara sıfırdan her meslekten öğretmen seçimi yapabilirsiniz. Nasılsa dışarıda bugünkü öğretmenlerin alternatifi olan yüz binlerce öğretmen adayı var. Zaten bir kaç yıldır öğretmen seçim yöntemini de biliyorsunuz. Alırsınız karşınıza, onları tek tek mülakattan geçirirsiniz. Bence hiç uğraşmayın bugünkü kaşarlanmış öğretmenlerle. Onlar kırk yıldır kani idiler, bundan sonra da onlardan bir yani olmaz. Bakın bizde çözüm yolu her zaman için vardır. Bu kıyağımı da hiç unutmayın. 13/06/2017

* 21/06/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Gözümüz aydın! Eğitimde aranan suçlu bulundu...-II- *

Bakanlık, veli, öğrenci, kantinci, vatandaş; iyi öğretmen, iyi okul arayışında. Herkesin hakkıdır en iyisini bulmak. Bu konuda herkesin iyi niyet içerisinde olduğunu düşünüyorum. Fakat iyiyi arayan herkes "Niçin, ben ne kadar iyiyim?" diye kendisini sorgulamaz.

Herkesin aradığı bir suçlu. Bu da bulunduğuna göre sorun yok demektir. Kimsenin  kendisine bakmasına gerek yok. Nasılsa karşılarında bir şamar oğlanı var. Bakanlık bu konuda yalnız değil. Hemen hemen herkes öğretmeni suçlu olarak görüyor. Kimse kendisine toz kondurmuyor, burnundan kıl aldırmıyor. İşin mutfağında olan öğretmen bugün bir tavşan misalidir. Savunanı, destekçisi de yok. Gelen vuruyor, giden vuruyor. Tavşan hikayesini anlatarak konumuza devam edelim: "Her gün sabah ormanda içtima yapan aslan, içtima alanına kravatsız gelen tavşanı yanına çağırarak 'Nerede senin kravatın?' der, bir güzel dövermiş. Yardımcıları bir gün aslana, 'Efendim! Tavşanı her gün dövüyorsunuz. Üstelik aynı gerekçe ile yapıyorsunuz bunu. Artık dövme gerekçesini değiştirseniz.' demiş. Aslan, 'Tamam, yarından itibaren gerekçeyi değiştiriyorum, tavşan alana gelir gelmez onu sigara almaya göndereceğim,' demiş. Yardımcıları, 'İyi de efendim! Sigara yüzünden nasıl döveceksiniz' dediklerinde aslan, 'Ona parayı vereceğim, git bir paket sigara al gel diyeceğim, filtreli getirirse niçin filtresiz almadın, filtresiz getirirse niçin filtreli almadın? diye döveceğim' demiş. Ertesi günü içtima alanına koşarak gelen tavşanı aslan yanına çağırır, kendisine para verir, ‘Git bir sigara al gel,’ der. Parayı alan tavşan koşarak giderken geriye dönerek 'Efendim, sigaranız filtreli mi olacak yoksa filtresiz mi?’ diye sorunca bu duruma şaşıran aslan, tavşanı yanına çağırarak 'Gel lan buraya! Nerede senin kravatın?’ diyerek tekrar kaldığı yerden aynı gerekçe ile dövmeye başlar." Evet, hikayeyi okudunuz. Bugün öğretmenin durumu bu. Öğretmen hemen hemen herkesin gözünde suçlu. Semt pazarlarında sebze ve meyve satan pazarcıya varıncaya kadar öğretmen suçlu. Hiç unutmam bir gün karşılaştığım bir pazarcı, öğretmen olduğumu duyar duymaz 'Hiç sevmem öğretmenleri' dedi. Niçin dediğimde 'Ne iş yapıyorlar ki' dedi. Pazarcılar konusunda bu milletin ekseriyeti, onların çoğunun tezgahın önüne kötü malı koyup arkasından kötü mal verdiğini bilir. Buna rağmen pazarcı bile beğenmez öğretmeni. Fıkradan başladık yine bir fıkra ile devam edelim meramımızı anlatmaya: "Japonya ile Türkiye arasında beş kişilik bir mürettebat ile bir tekne yarışması yapılır. Yarışmayı Türkiye kaybeder, yenilen güreşçi güreşe doymaz misali Türkiye'nin itirazı üzerine yarışma yenilenir. Türkiye tekrar yenilir. Bunun sonucunda yenilginin nedenleri üzerine Türk yetkilileri yoğunlaşır. Japon teknesinde olan beş kişi de kürek çekerken Türk teknesinde ise tek kişi kürek çekmektedir. Çünkü teknedeki müdür, yardımcısına; yardımcı şefe, şef memura, memur da işçiye emir vererek küreği çekmesini emreder. Sonunda suçlu olarak işçi tespit edilir ve işçinin işine son verilir." Fıkradaki tekneyi eğitime benzetelim. Teknenin içindekileri de eğitimin paydaşları olarak düşünelim. Buradaki işçi olsa olsa öğretmen olur. 

Kimse kusura bakmasın, bu kadar kötülenen öğretmenden asla verim beklenemez. Öğretmenin yaptığı tatil bile milletin gözüne batar, durmadan tatil yapıyorlar diye eleştirir. Sanki öğretmen kendi başına buyruk istediği zaman tatil yapma yetkisine sahipmiş gibi. Kaldırsınlar tatili, istersen 12 ay boyunca eğitim yapsınlar. Öğretmen ben çalışmam mı diyecek? Öğretmen okumuyormuş. Kim okuyor bu toplumda? Öğrenci zayıf alır, öğretmen suçlu. Öğrenci bir yeri kazanamaz, yine öğretmen suçlu. Herkes yaygarayı basıyor, araya koymadık yetkili bırakılmıyor. Kimse oturup ne oluyoruz deme yoluna gitmiyor, herkes işin kolaycılığına kaçıyor. Çocuk 'Ben okumak istemiyorum, ilgi alanım değil' diyor biz 'Okuyacaksın' diye zorla sınıf ortamına girdiriyoruz. Madem sorun öğretmende idi, o halde ne diye maarif müfettişlerinin rehberlik ve denetleme amaçlı öğretmenin dersine girmesi kaldırıldı Bakanlık tarafından? Madem öğretmeni puanlayacak, o halde ne diye okul müdürünün ve ilçe milli eğitim müdürünün verdiği sicil puanı kaldırıldı? Öğrenci ve veli öğretmene puan verince mi düzelecek bu işler? 13/06/2017

* 19/06/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.





12 Haziran 2017 Pazartesi

Gözümüz aydın! Eğitimde aranan suçlu bulundu...-I- *

Gelen tüm iktidarların başarısız olduğu tek alan eğitim ve öğretim alanı. Bunu bilmeyenimiz yoktur. Geçmişten günümüze denenmedik sistem, metot, kredili sistem, ders geçme sistemi vb kalmadı dense yeridir. Bir oldu-bitti ile uygulamaya konulan yeni sistem ilk başta herkesin umudu olsa da bir müddet sonra yeni problemleri beraberinde getirdiği görüldü. Eğitim ve öğretimimiz Arap saçına döndü, kangren oldu, ülkenin önündeki en büyük problemi dense yeridir. Nasıl bir ülke, nasıl bir millet isek hiçbir sistem bizim yaramıza merhem olmadı. Mevcut durumumuzdan çıkmak için debelendikçe iyice batıyoruz, durumlar içinden çıkılmaz bir hal aldı her geçen yıl. Bunu bilen iktidarlar da eğitim ve öğretime bir neşter vurmak için kolları sıvıyor durmadan.

Bakanlık eğitim ve öğretimdeki sorunun ne olduğunu tespit etmiş olmalı ki neşter vurmak amacıyla 09/06/2017 günü itibariyle 32 sayfalık 'Öğretmen Strateji Belgesi'ni yayımladı. Emek sarf edilerek hazırlanan bu yeni belgeye göre "Öğretmenler dört yılda bir sınava tabi tutulacak, öğretmene rotasyon gelecek, öğretmenin performansını ölçmek için okul müdürü, meslektaşı, öğrencisi ve velisi öğretmene puan verecek, eğitim fakültesini seçen lisans öğrencileri komisyon tarafından değerlendirmeye tabi tutularak öğretmenliği yapamayacak olanları başka fakültelere kaydırılacak, öğretmen olmak için başka fakültelerden öğrenci alınabilecek. Yeni öğretmen seçiminde lisans başarısı, seçme sınav puanı, ürün seçki dosyası, öğretmenlik uygulaması değerlendirmesi ve mülakat gibi çoklu bir değerlendirmeye tabi tutulacak..." Bakanlığın bu belgesi 2017-2023 arası politikasını belirleyen bir yol haritası hüviyetinde.

Resmi Gazetede yayımladığı bu belgeye göre Bakanlık sorunu tespit etmiş. Eğitim ve öğretimin önündeki en büyük engel olarak öğretmeni görmektedir. Öğretmen yola getirilirse eğitim ve öğretimimiz düzlüğe çıkacak anlayışındadır. Ülke yönetimine yön verenlerin hakkıdır kural koymak ve uygulamak. Bize düşen hamama girip terlemek. İnşallah iyi düşünülüp ortaya konmuş bir yol haritasıdır diye temenni etmek istiyorum. Yetkililer bu belgeyi hazırlarken işin mutfağındakilere ne kadar sordu, burası da muamma. Keşke sorsaydı, iyi bir saha çalışması yapsaydı, daha iyi olurdu diye düşünüyorum. İnşallah bu uygulama bundan öncekiler gibi başlatılıp bir defa uygulandıktan sonra çöpe atılmaz. Bu belgenin eğitim ve öğretim alanında ne tür iyileştirmeler yapacağını, ne tür aksaklıklarının ortaya çıkaracağını hep beraber göreceğiz. Temenni ediyorum ki 2023’e varmadan çöpe atılıp yeni bir uygulama konmaz önümüze. Çünkü bu ülke bu konularda uygulama çöplüğüne döndü. Deneme-yanılma yoluyla doğru yolu bulacağız ama bunun için kaç nesli yok ettik/yok edeceğiz? Bunu da zaman gösterecek.

Belge daha uygulamaya konmadan samimi duygular içerisinde  bu konuda ve eğitim-öğretim alanında eleştirilerimi dile getirmek istiyorum. Bakanlık yetkililerinin şunu iyi bilmesi gerekir ki bir yerde sorun varsa sorun, tek taraflı olmaz. Paydaşların az veya çok etkisi vardır. Sadece oranları farklıdır. Gördüğüm kadarıyla Bakanlık eğitim ve öğretimde tek ve yegane sorun olarak öğretmeni görmektedir. Bakanlık, diğer paydaşlara dokunmadan sorunu tek taraflı çözme derdinde. Burada öğretmenin ev ödevleri bir bir sıralanırken eğitimin diğer iç ve dış paydalarının da sorumluluklarına yer verilmeliydi diye düşünüyorum. Bu belge o zaman mükemmele yakın bir belge olurdu diye düşünüyorum. Bu konu çok su götürür. Enine boyuna konuşulması gerekir. 12/06/2017

* 17/06/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yusuf el Karadavi teröristmiş! *

Suudi Amerika, BAE, Bahreyn ve Mısır, Katar'da yaşayan 91 yaşındaki hem Mısır hem de Katar vatandaşı olan Yusuf el-Karadavi'yi terörist ilan etti. Dünya İslam Birliği adı verilen Rabıta da Karadavi'nin İslam Fıkıh Konseyi üyeliğini askıya alarak üyelikten çıkardı. ABD başkanının Suudi Amerika'yı ziyaretinden sonra başını Suudi Amerika'nın  çektiği bazı Arap ülkelerinin Katar'a yaptırımlar uygulamak amacıyla bir ve beraber hareket etmeleri Arap Birliği adına göz kamaştırdı gerçekten. Katar'ı hizaya getirmek için bir dizi ev ödevi de yayımlamayı ihmal etmediler. Bir hız ki ne hız, maşallah! Allah nazardan saklasın. Birliktelikleri düşman çatlatır cinsten. 

ABD başkanı TRUMP kendileriyle ne kadar gurur duysa yeridir. ABD'liler, TRUMP'un ABD başkanı seçilmesini kabul etmesinler. Ona dost olarak Arap ülkeleri yeter de artar bile. Kendi ülkesi kadir-kıymet bilmiyorsa TRUMP ne yapsın? Araplar efendilerine ne kadar teşekkür etseler azdır. Bir geldi yanlarına. Durdular karşılarında el pençe bir vaziyette. "Katar için emrin olur" dediler ve düğmeye bastılar. Terörist ilan ettikleri Karadavi, tüm Müslümanlar tarafından otorite kabul edilen bir kişi. Yani "Dünya Müslüman Alimler Birliği Başkanı." Ufak atsalar da civcivler yese bari. Yesinler sizin terörist anlayışınızı! Bugüne kadar tek silahı kağıt ve kalem olan yaşlı bir zatı terörist ilan ederken insan utanır. İnsanlıktan nasibini almamış maskara kişiler bunlar. İnsanda biraz edep, haya, utanma olur. Zerre kadar onurları olsa gülünç duruma düştüklerini bilirler. Karadavi’ye küfredenler Müslüman olsalar bari. Bunlar Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya devam ediyorlar. İyiden iyiye cami duvarına işemeye başladılar. Bir araya gelip dünyanın en büyük terörist devleti olan İsrail’i bile terörist ilan edememiş bu aklı evvel, menfaatperestler güruhu, varlık sebebi bildikleri efendilerinin dümen suyundan anlaşılan kurtulamayacaklar. Çünkü varlık sebepleri onlar. Bereket, efendileri “Şimdilik ambargo uygulayın” demiş. “Savaş açın, haritada Katar diye bir devlet kalmasın” deseymiş hiç gözlerini kırpmadan Katar’ın üzerine yürüyüp bir kaşık suda boğacaklarmış.

Başı çeken kukla maalesef Mekke ve Medine’yi de yönetiyor. Yanındaki BAE ve Bahreyn ile birlikte ABD’yi finanse ediyorlar aynı zamanda.  Ülkesinin meşru devlet başkanını darbe ile indiren SİSi de 90’lık ihtiyara terörist diyenlerden. Bunlar aynaya iyi bakmışlar gerçekten. İnsan aynada kendini görürmüş derler. Ülkelerini kaba kuvvetle yöneten şehir eşkiyaları olduklarını cümle alem biliyor, bunlar ise kafalarını kuma sokmuşlar, başkasına suç isnat etmeye çalışıyorlar. Kendi iradeleri olsa gam yemeyeceğim. Kanları beş para etmez ama maalesef kendilerine cetvelle ölçülerek verilen yerlerin dikta yöneticileri hepsi.

Son demlerini yaşıyorlar. Ecelleri geldi, cami duvarına işemeye devam ediyorlar. ‘Bu zalimlerin nasıl bir inkılap ile devrileceklerini -herkes- bilecektir. Üstelik çok da yakındır. Müslüman kardeşine karşı şiddetli, kafirlere karşı merhametli olan bu kuklaların rezilliğini dünya pek yakında görecektir. Onların bu durumu ardından gelecek zalimlere de darb-ı mesel olur. Öbür dünyada da bu dünyada bir ve beraber oldukları, hatırından çıkamadıkları efendileri ile beraber olur, Müslüman yüzüne hasret kalırlar inşallah. Tek temennim, sevdikleriyle beraber haşrolunmaları. Utancım, bizimle aynı dine inanıyor görünmeleri maalesef. 12/06/2017

* 15/06/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.