13 Haziran 2017 Salı

Gözümüz aydın! Eğitimde aranan suçlu bulundu...-II- *

Bakanlık, veli, öğrenci, kantinci, vatandaş; iyi öğretmen, iyi okul arayışında. Herkesin hakkıdır en iyisini bulmak. Bu konuda herkesin iyi niyet içerisinde olduğunu düşünüyorum. Fakat iyiyi arayan herkes "Niçin, ben ne kadar iyiyim?" diye kendisini sorgulamaz.

Herkesin aradığı bir suçlu. Bu da bulunduğuna göre sorun yok demektir. Kimsenin  kendisine bakmasına gerek yok. Nasılsa karşılarında bir şamar oğlanı var. Bakanlık bu konuda yalnız değil. Hemen hemen herkes öğretmeni suçlu olarak görüyor. Kimse kendisine toz kondurmuyor, burnundan kıl aldırmıyor. İşin mutfağında olan öğretmen bugün bir tavşan misalidir. Savunanı, destekçisi de yok. Gelen vuruyor, giden vuruyor. Tavşan hikayesini anlatarak konumuza devam edelim: "Her gün sabah ormanda içtima yapan aslan, içtima alanına kravatsız gelen tavşanı yanına çağırarak 'Nerede senin kravatın?' der, bir güzel dövermiş. Yardımcıları bir gün aslana, 'Efendim! Tavşanı her gün dövüyorsunuz. Üstelik aynı gerekçe ile yapıyorsunuz bunu. Artık dövme gerekçesini değiştirseniz.' demiş. Aslan, 'Tamam, yarından itibaren gerekçeyi değiştiriyorum, tavşan alana gelir gelmez onu sigara almaya göndereceğim,' demiş. Yardımcıları, 'İyi de efendim! Sigara yüzünden nasıl döveceksiniz' dediklerinde aslan, 'Ona parayı vereceğim, git bir paket sigara al gel diyeceğim, filtreli getirirse niçin filtresiz almadın, filtresiz getirirse niçin filtreli almadın? diye döveceğim' demiş. Ertesi günü içtima alanına koşarak gelen tavşanı aslan yanına çağırır, kendisine para verir, ‘Git bir sigara al gel,’ der. Parayı alan tavşan koşarak giderken geriye dönerek 'Efendim, sigaranız filtreli mi olacak yoksa filtresiz mi?’ diye sorunca bu duruma şaşıran aslan, tavşanı yanına çağırarak 'Gel lan buraya! Nerede senin kravatın?’ diyerek tekrar kaldığı yerden aynı gerekçe ile dövmeye başlar." Evet, hikayeyi okudunuz. Bugün öğretmenin durumu bu. Öğretmen hemen hemen herkesin gözünde suçlu. Semt pazarlarında sebze ve meyve satan pazarcıya varıncaya kadar öğretmen suçlu. Hiç unutmam bir gün karşılaştığım bir pazarcı, öğretmen olduğumu duyar duymaz 'Hiç sevmem öğretmenleri' dedi. Niçin dediğimde 'Ne iş yapıyorlar ki' dedi. Pazarcılar konusunda bu milletin ekseriyeti, onların çoğunun tezgahın önüne kötü malı koyup arkasından kötü mal verdiğini bilir. Buna rağmen pazarcı bile beğenmez öğretmeni. Fıkradan başladık yine bir fıkra ile devam edelim meramımızı anlatmaya: "Japonya ile Türkiye arasında beş kişilik bir mürettebat ile bir tekne yarışması yapılır. Yarışmayı Türkiye kaybeder, yenilen güreşçi güreşe doymaz misali Türkiye'nin itirazı üzerine yarışma yenilenir. Türkiye tekrar yenilir. Bunun sonucunda yenilginin nedenleri üzerine Türk yetkilileri yoğunlaşır. Japon teknesinde olan beş kişi de kürek çekerken Türk teknesinde ise tek kişi kürek çekmektedir. Çünkü teknedeki müdür, yardımcısına; yardımcı şefe, şef memura, memur da işçiye emir vererek küreği çekmesini emreder. Sonunda suçlu olarak işçi tespit edilir ve işçinin işine son verilir." Fıkradaki tekneyi eğitime benzetelim. Teknenin içindekileri de eğitimin paydaşları olarak düşünelim. Buradaki işçi olsa olsa öğretmen olur. 

Kimse kusura bakmasın, bu kadar kötülenen öğretmenden asla verim beklenemez. Öğretmenin yaptığı tatil bile milletin gözüne batar, durmadan tatil yapıyorlar diye eleştirir. Sanki öğretmen kendi başına buyruk istediği zaman tatil yapma yetkisine sahipmiş gibi. Kaldırsınlar tatili, istersen 12 ay boyunca eğitim yapsınlar. Öğretmen ben çalışmam mı diyecek? Öğretmen okumuyormuş. Kim okuyor bu toplumda? Öğrenci zayıf alır, öğretmen suçlu. Öğrenci bir yeri kazanamaz, yine öğretmen suçlu. Herkes yaygarayı basıyor, araya koymadık yetkili bırakılmıyor. Kimse oturup ne oluyoruz deme yoluna gitmiyor, herkes işin kolaycılığına kaçıyor. Çocuk 'Ben okumak istemiyorum, ilgi alanım değil' diyor biz 'Okuyacaksın' diye zorla sınıf ortamına girdiriyoruz. Madem sorun öğretmende idi, o halde ne diye maarif müfettişlerinin rehberlik ve denetleme amaçlı öğretmenin dersine girmesi kaldırıldı Bakanlık tarafından? Madem öğretmeni puanlayacak, o halde ne diye okul müdürünün ve ilçe milli eğitim müdürünün verdiği sicil puanı kaldırıldı? Öğrenci ve veli öğretmene puan verince mi düzelecek bu işler? 13/06/2017

* 19/06/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

12 Haziran 2017 Pazartesi

Gözümüz aydın! Eğitimde aranan suçlu bulundu...-I- *

Gelen tüm iktidarların başarısız olduğu tek alan eğitim ve öğretim alanı. Bunu bilmeyenimiz yoktur. Geçmişten günümüze denenmedik sistem, metot, kredili sistem, ders geçme sistemi vb kalmadı dense yeridir. Bir oldu-bitti ile uygulamaya konulan yeni sistem ilk başta herkesin umudu olsa da bir müddet sonra yeni problemleri beraberinde getirdiği görüldü. Eğitim ve öğretimimiz Arap saçına döndü, kangren oldu, ülkenin önündeki en büyük problemi dense yeridir. Nasıl bir ülke, nasıl bir millet isek hiçbir sistem bizim yaramıza merhem olmadı. Mevcut durumumuzdan çıkmak için debelendikçe iyice batıyoruz, durumlar içinden çıkılmaz bir hal aldı her geçen yıl. Bunu bilen iktidarlar da eğitim ve öğretime bir neşter vurmak için kolları sıvıyor durmadan.

Bakanlık eğitim ve öğretimdeki sorunun ne olduğunu tespit etmiş olmalı ki neşter vurmak amacıyla 09/06/2017 günü itibariyle 32 sayfalık 'Öğretmen Strateji Belgesi'ni yayımladı. Emek sarf edilerek hazırlanan bu yeni belgeye göre "Öğretmenler dört yılda bir sınava tabi tutulacak, öğretmene rotasyon gelecek, öğretmenin performansını ölçmek için okul müdürü, meslektaşı, öğrencisi ve velisi öğretmene puan verecek, eğitim fakültesini seçen lisans öğrencileri komisyon tarafından değerlendirmeye tabi tutularak öğretmenliği yapamayacak olanları başka fakültelere kaydırılacak, öğretmen olmak için başka fakültelerden öğrenci alınabilecek. Yeni öğretmen seçiminde lisans başarısı, seçme sınav puanı, ürün seçki dosyası, öğretmenlik uygulaması değerlendirmesi ve mülakat gibi çoklu bir değerlendirmeye tabi tutulacak..." Bakanlığın bu belgesi 2017-2023 arası politikasını belirleyen bir yol haritası hüviyetinde.

Resmi Gazetede yayımladığı bu belgeye göre Bakanlık sorunu tespit etmiş. Eğitim ve öğretimin önündeki en büyük engel olarak öğretmeni görmektedir. Öğretmen yola getirilirse eğitim ve öğretimimiz düzlüğe çıkacak anlayışındadır. Ülke yönetimine yön verenlerin hakkıdır kural koymak ve uygulamak. Bize düşen hamama girip terlemek. İnşallah iyi düşünülüp ortaya konmuş bir yol haritasıdır diye temenni etmek istiyorum. Yetkililer bu belgeyi hazırlarken işin mutfağındakilere ne kadar sordu, burası da muamma. Keşke sorsaydı, iyi bir saha çalışması yapsaydı, daha iyi olurdu diye düşünüyorum. İnşallah bu uygulama bundan öncekiler gibi başlatılıp bir defa uygulandıktan sonra çöpe atılmaz. Bu belgenin eğitim ve öğretim alanında ne tür iyileştirmeler yapacağını, ne tür aksaklıklarının ortaya çıkaracağını hep beraber göreceğiz. Temenni ediyorum ki 2023’e varmadan çöpe atılıp yeni bir uygulama konmaz önümüze. Çünkü bu ülke bu konularda uygulama çöplüğüne döndü. Deneme-yanılma yoluyla doğru yolu bulacağız ama bunun için kaç nesli yok ettik/yok edeceğiz? Bunu da zaman gösterecek.

Belge daha uygulamaya konmadan samimi duygular içerisinde  bu konuda ve eğitim-öğretim alanında eleştirilerimi dile getirmek istiyorum. Bakanlık yetkililerinin şunu iyi bilmesi gerekir ki bir yerde sorun varsa sorun, tek taraflı olmaz. Paydaşların az veya çok etkisi vardır. Sadece oranları farklıdır. Gördüğüm kadarıyla Bakanlık eğitim ve öğretimde tek ve yegane sorun olarak öğretmeni görmektedir. Bakanlık, diğer paydaşlara dokunmadan sorunu tek taraflı çözme derdinde. Burada öğretmenin ev ödevleri bir bir sıralanırken eğitimin diğer iç ve dış paydalarının da sorumluluklarına yer verilmeliydi diye düşünüyorum. Bu belge o zaman mükemmele yakın bir belge olurdu diye düşünüyorum. Bu konu çok su götürür. Enine boyuna konuşulması gerekir. 12/06/2017

* 17/06/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yusuf el Karadavi teröristmiş! *

Suudi Amerika, BAE, Bahreyn ve Mısır, Katar'da yaşayan 91 yaşındaki hem Mısır hem de Katar vatandaşı olan Yusuf el-Karadavi'yi terörist ilan etti. Dünya İslam Birliği adı verilen Rabıta da Karadavi'nin İslam Fıkıh Konseyi üyeliğini askıya alarak üyelikten çıkardı. ABD başkanının Suudi Amerika'yı ziyaretinden sonra başını Suudi Amerika'nın  çektiği bazı Arap ülkelerinin Katar'a yaptırımlar uygulamak amacıyla bir ve beraber hareket etmeleri Arap Birliği adına göz kamaştırdı gerçekten. Katar'ı hizaya getirmek için bir dizi ev ödevi de yayımlamayı ihmal etmediler. Bir hız ki ne hız, maşallah! Allah nazardan saklasın. Birliktelikleri düşman çatlatır cinsten. 

ABD başkanı TRUMP kendileriyle ne kadar gurur duysa yeridir. ABD'liler, TRUMP'un ABD başkanı seçilmesini kabul etmesinler. Ona dost olarak Arap ülkeleri yeter de artar bile. Kendi ülkesi kadir-kıymet bilmiyorsa TRUMP ne yapsın? Araplar efendilerine ne kadar teşekkür etseler azdır. Bir geldi yanlarına. Durdular karşılarında el pençe bir vaziyette. "Katar için emrin olur" dediler ve düğmeye bastılar. Terörist ilan ettikleri Karadavi, tüm Müslümanlar tarafından otorite kabul edilen bir kişi. Yani "Dünya Müslüman Alimler Birliği Başkanı." Ufak atsalar da civcivler yese bari. Yesinler sizin terörist anlayışınızı! Bugüne kadar tek silahı kağıt ve kalem olan yaşlı bir zatı terörist ilan ederken insan utanır. İnsanlıktan nasibini almamış maskara kişiler bunlar. İnsanda biraz edep, haya, utanma olur. Zerre kadar onurları olsa gülünç duruma düştüklerini bilirler. Karadavi’ye küfredenler Müslüman olsalar bari. Bunlar Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya devam ediyorlar. İyiden iyiye cami duvarına işemeye başladılar. Bir araya gelip dünyanın en büyük terörist devleti olan İsrail’i bile terörist ilan edememiş bu aklı evvel, menfaatperestler güruhu, varlık sebebi bildikleri efendilerinin dümen suyundan anlaşılan kurtulamayacaklar. Çünkü varlık sebepleri onlar. Bereket, efendileri “Şimdilik ambargo uygulayın” demiş. “Savaş açın, haritada Katar diye bir devlet kalmasın” deseymiş hiç gözlerini kırpmadan Katar’ın üzerine yürüyüp bir kaşık suda boğacaklarmış.

Başı çeken kukla maalesef Mekke ve Medine’yi de yönetiyor. Yanındaki BAE ve Bahreyn ile birlikte ABD’yi finanse ediyorlar aynı zamanda.  

Ülkesinin meşru devlet başkanını darbe ile indiren SİSi de 90’lık ihtiyara terörist diyenlerden. Bunlar aynaya iyi bakmışlar gerçekten. İnsan aynada kendini görürmüş derler. Ülkelerini kaba kuvvetle yöneten şehir eşkiyaları olduklarını cümle alem biliyor, bunlar ise kafalarını kuma sokmuşlar, başkasına suç isnat etmeye çalışıyorlar. Kendi iradeleri olsa gam yemeyeceğim. Kanları beş para etmez ama maalesef kendilerine cetvelle ölçülerek verilen yerlerin dikta yöneticileri hepsi.

Son demlerini yaşıyorlar. Ecelleri geldi, cami duvarına işemeye devam ediyorlar. ‘Bu zalimlerin nasıl bir inkılap ile devrileceklerini -herkes- bilecektir. Üstelik çok da yakındır. Müslüman kardeşine karşı şiddetli, kafirlere karşı merhametli olan bu kuklaların rezilliğini dünya pek yakında görecektir. Onların bu durumu ardından gelecek zalimlere de darb-ı mesel olur. Öbür dünyada da bu dünyada bir ve beraber oldukları, hatırından çıkamadıkları efendileri ile beraber olur, Müslüman yüzüne hasret kalırlar inşallah. Tek temennim, sevdikleriyle beraber haşrolunmaları. Utancım, bizimle aynı dine inanıyor görünmeleri maalesef. 12/06/2017

* 15/06/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

11 Haziran 2017 Pazar

Anladım ki benden moda tasarımcısı olmazmış! *

Yaptığım mesleği seçmeseydim acaba ne olabilir, neyi yapabilirdim diye zaman zaman düşünmedim değil. Az bir çaba ile birçok mesleği yapabileceğime kendimi inandırdım çoğu zaman. Modacılık ve stilistlikte bunlardan biri. Elbiseyi daraltıyor, bolartıyor, her yıla ait bir renk seçiyorsun, ardından mankenlere giydirip podyumlarda iyi bir reklam yapıyorsun, sonra piyasaya sürüyorsun. Satış rekorları kırmamak elde değil. Paraya para demezsin artık. Bu yılın modasını piyasaya sürer sürmez önümüzdeki yılın modasının üzerinde çalışmaya başlarsın. Özellikle erkeklerin giyeceği modeller benden sorulur diye düşünmedim değil.

Erkeklere ait model tasarımlarının yanında kadınların giyecekleri üzerinde de çalışmam gerekir. Ne de olsa bir elmanın yarısı da onlar. Üstelik giyim ve kuşama en fazla önem verenler ve para harcayanlar da onlar. Fakat kadınların giydikleri üzerinde daha başlamadan sınıfta kalırdım diye düşünmeye başladım son zamanlarda. Çünkü elbiseyi daraltmak, bolartmak, eteği kısaltmak ve uzatmakla olmuyor bu işler gördüğüm kadarıyla. Kadınların giyeceği yeni sezon sürümler içerisinde aklıma her şey gelirdi de bugünkü kadın ve kızların giydiği yırtık pantolonlar ne şeytanın aklına gelirdi ne de benim. Hiç düşünemezdim doğrusu. Pantolonun değişik yerlerini yırtmak suretiyle piyasaya sürmek büyük risk gerçekten. Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Kim giyerdi ki yırtık pantolonları sonra? Üstelik yırtık olmayana göre daha pahalı. Ama iş benim düşündüğüm gibi değil. Mağazalar bu şekildeki yırtık pantolonları peynir ekmek gibi satıyor. Çarşıda gördüğün her on bayandan sekiz tanesinin üzerinde bu tür yırtık pantolonları görmek mümkün. Tasarlayan tasarlamış, diken dikmiş, mağazasına alan almış, satan satmış, alan  almış, giyen  giymiş, giydiren de giydirmiş. Herkes durumundan memnun gördüğüm kadarıyla. Ben çatlasam da patlasam da durum bu maalesef. Yırtık pantolonu tasarlayıp piyasaya sürenler bu işi iyi düşünmüş gerçekten. Ellerindeki defolu malları bile bu şekilde eritebilirler. Bu da milli ekonomiye bir katkı aynı zamanda.

Hayatın boyunca hiçbir insana giydiremeyeceğin anormal bir elbiseyi moda diyerek insanların üzerinde eritmek bu çağın modelistlerinin bulduğu en büyük icattır dense yeridir. Yeter ki adı moda olsun. Koşuyor bizim insanımız onu almak ve giymek için. İlk başta anormal görünse de bir süre sonra çok sayıda insanın giymesi normalleştiriyor bu şekildeki giyim tarzını. Bu şekilde ekmeğini taştan çıkartan, insanımızın aklını alan giyim tarzını ortaya çıkaranlara ancak şapka çıkarılır. Helal olsun adamlara! Giydiğini sorgulamayan bu tüketici insanımıza moda diye ne sürsen yeridir bundan sonra. Nasılsa insanımızda ‘Millet ne der, el âlem ne der, kamuoyu bu işe nasıl bakar, ben kalabalıkların içerisine nasıl çıkarım’ demedikten sonra adı moda olan her şey mubahtır artık toplumumuzda.

Moda sahasına girmiş olsaydım aç kalırdım. İyi ki girmemişim. Anladım ki çağın gerisinde kalmışım. Zira ben onların bir karış yukarıda olan akıllarının üzerine çıkamazdım. Siz siz olun eskiyen bir elbiseniz olmuşsa atmayın, kaldırın şimdilik gardırobunuza koyun. Bir gün gelir kendiliğinden yırtılan elbiseler moda olursa  hiç şaşırmayın. Hiç masraf etmeden dolabınızdan çıkarır, giyersiniz. Üstelik bedavadan modayı da takip etmiş olursunuz. Yok ben o zamana kadar bekleyemem, modayı takip edeceğim derseniz o zaman giye giye eskitemediğiniz pantolonunuzu rastgele yırtın ve moda diyerek giymeye başlayın. Böylece hiç masraf etmeden modayı takip etmiş olur, aynı zamanda giymekten usandığınız elbisenizi de değerlendirmiş olursunuz. Belki stilist olamadım ama size gösterdiğim bu kıyağımı da unutmayın olmaz mı? 11/06/2017

* 26/07/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


10 Haziran 2017 Cumartesi

Çocuğumuzun aldığı teşekkür-takdir bizi aldatmasın! *

2016-2017 öğretim yılı uzun bir maratondan sonra sona erdi. 17 milyon öğrenci uzun bir tatile çıktı. Kimimiz gezmek-dolaşmakla, kimimiz de kurs vb etkinliklerle tatilini değerlendirecek. Burada öğretim yılının son günü alınan karnelerle birlikte beraberinde alınan teşekkür ve takdir belgeleri üzerinde durmak istiyorum.

Okullardan ve basından edindiğimiz izlenime göre çocuklarımızın yarıdan fazlası takdir, bir kısmı teşekkür, çok az kişi de herhangi bir belge alamadı. Ortaokullarda zayıfı olan ve devamsızlığı yirmi günü geçen öğrenciler ise sene kaybetmeden şube öğretmenler kurulu kararı ile bir üst sınıfa geçebildiler. Liselerde ise bir elin parmağını geçmeyecek kadar bir öğrenci  sınıf tekrarına kaldı. Özellikle çocuklarının aldığı başarı belgesine sevinmeyen anne ve baba yoktur gibidir. Hatta birçok veli, başarısından dolayı çocuğunu -başta cep telefonu olmak üzere- ödüllendirme yoluna bile gitmiştir. Çocuğumuzun gösterdiği başarıya sevinelim, çocuğumuz da başarı karşısında kendisine alınan ödüle sevinsin. Burada değinmek istediğim husus, çocuğumuzun aldığı teşekkür ve takdirler ne derece çocuğumuzun başarısını gösteriyor? Çocuğumuzun aldığı puan ya da öğretmenin verdiği puan ne derece gerçek başarıyı göstermektedir. Eskiden bir sınıfta takdir alan öğrenci sayısı üçü-beşi geçmezken şimdi neredeyse sınıfın tamamına yakını takdir belgesi almaktadır. Bu demektir ki çocuğumuzun dönem sonu puan ortalaması 85,00-100 puan aralığındadır. Teşekkür alanların puan aralığı da 70,00-84,99 arasında demektir. Alınan takdir belgesini çocuğumuz bileğinin hakkıyla bir emek sarf ederek elde etmiş ve bunda öğretmenin fazla katkısı yoksa veli ve öğrencilerin sevinmesinde sınır yoktur. Haklarıdır, diledikleri kadar sevinsinler. Burada veli ve öğrenci elini başına koyup önce bir düşünmeli. Eğer öğretmen sınıf içi etkinlik veya performans puanlarını yazılı notlarından çok yüksek bir şekilde vermişse bu demektir ki çocuğumuzun aldığı başarı belgesinde bir sorun olabilir diye düşünmek gerekir. Abartılarak verilen yüksek puanlardan ne veli, ne öğrenci, ne okul yönetimi, ne de MEB şikayetçidir. Herkes durumundan memnun görünüyor. Bunu bilen öğretmen de döşüyor yüksek sözlü notlarını. Alan razı veren razı durumu yani. Kazara sözlü notunu tartarak veren öğretmen olursa da tüm paydaşların gözü onun üzerinde oluyor. Kimi bilgi edinmeye, kimi alo 147’ye, kimi okul yönetimine öğretmen hakkında dilekçe vererek şikayetçi olma yoluna gidiyor.

Sevindirmek güzeldir. Keşke kazın ayağı hep öyle gitse yine sorun olmaz. Her yıl yüksek puanlarla birlikte takdir belgesiyle dönemi kapatan ne  öğrenci ne de veli işin farkına varabiliyor. Hepimizin ayakları havada. Yere basmıyor bir türlü. Kimse önünü göremiyor. Çünkü başarıysa mesele zaten belge de bunu gösteriyor. O halde orta yerde bir sorun gözükmüyor. Ne zamana kadar devam eder bu durum? Çocuğumuzun hayat-memat meselesi dediğimiz sınavlara özellikle YGS, LYS sınavlarına kadar bu iş bu şekilde devam eder gider. Sınavda istenilen başarı gelmeyince “Çocuğumuza nazar değdi, çocuğumuz heyecanlandı, çocuğumuz sınava kendini veremedi…” demeye başlıyoruz.

O zaman ne yapmamız lazım? Veli ve öğrencinin önünü görebilmesi için öğretmenin ölçülebilir, objektif not vermesi gerekiyor. Öğretmen yapar bunu yapmaya. Yeter ki paydaşlar tarafından “TEOG’da, YGS ve LYS’de diploma notu önemli, özel okullar hep tam puan veriyor, böylece bizim çocuklarımızın hakkı yeniyor…” şeklinde öğretmene manevi bir baskı yapılmasın. Yoksa kendi kendimizi kandırmaya devam eder. İşin başında tedbirimizi alamayız. Bu durumda olan da bize ve çocuğumuza olur. 10/06/2017

* 12/06/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

9 Haziran 2017 Cuma

Olayların perde gerisini okuyabilmek

Bize nahoş gelen hiçbir olay kendiliğinden meydana gelmez. Mutlaka öncesi vardır, tetikleyen etmenleri vardır. Toplum olarak olayları nasıl okumamız gerekiyor?

Sömürgeci devletler plan yaparken en az yüz yıllık bir plan yapmakta ve onu oyuna koymaktadır. Sömürgelerine engel olan Osmanlı’yı yıkarak başladılar işe. Bizi etrafı düşmanla dolu küçücük bir toprak parçasına hapsederken onlar Orta Doğuyu bir güzel pay ettiler kendi aralarında. Zaman zaman bu paydan daha fazla pay almak için taşları yerinden bir oynatırlar. Taşlar yeniden yerine oturuncaya kadar hem silah satarlar, hem de gücü olmayan piyon devletleri kendilerine biraz daha yaklaştırırlar. Bu esnada ölen ölene. Ölen de hep Orta Doğu insanı, akan kan da Müslüman kanı. Piyonlar birbirini kırıp geçirirken büyük devletler olayları ‘endişe ile izlediklerini ifade ederler, barış nutukları atarlar, tarafları ‘sükûnete’ davet ederler. Müslümanlar birbirini kırıp geçirirken iyice güç ve takattan kesilir, bu sefer imdatlarına olayları planlayan ve tetikleyenler yetişir. Bir barış havarisi gibi olaylara el koyar ve pastadan büyük payı kapar. Büyük devletler kaybederken bile kazanırlar hep. Çünkü hiçbiri tek ata oynamaz. Birden fazla atı sahaya sürer. Hangisi gücü ele geçirirse onu muhatap kabul ederler.

Biz çoğu zaman meydana gelen olayın üzerinden yorum yapıyor, tarafımızı belirliyor ve yaygarayı basıyoruz. Sloganlarla yaşıyoruz dense yeridir. Çünkü hiçbir olayı derinlemesine irdeleme yoluna gitmiyoruz. Bu, işin kolaycılığına kaçmak, olaylara yüzeysel bakmak demektir, hamasi konuşmak demektir. Biz; şu haklı, bu haklı değerlendirmesinde bulunurken oyun kurucular çoğu zaman Üsküdar'ı geçmiş ve yeni bir dünya kurmuş oluyor.

Günübirlik yaşıyoruz, yarınımız yok dense yeridir. Ne dünümüz var ne de yarınımız. Rüzgarın sürüklediği yaprak misaliyiz. O nereye sürüklerse kendimizi orada buluyoruz. Yarına dair planımız olmadığı gibi düne dair bildiklerimiz de kalıplaşmış, değişmeyen bilgilerden ibarettir. Bu basmakalıp bilgiler çoğu zaman günümüzde cereyan eden olayları doğru okumamıza da engel olmaktadır. Yıllar geçiyor, iklimler farklılaşıyor, kişi ve aktörler değişiyor...nedense kafamızdaki basmakalıp fikirler değişmiyor. Günümüzde ortaya çıkan menfur bir olayı değerlendirirken çıkış noktamız hep geçmişteki bilgi kırıntısıdır.

Devir günübirlik yaşama ve yorumlama dönemi değildir. Olayları derinlemesine analiz etmede fayda vardır. Özellikle dış politikada hamasi nutuk ve tarafgirlikten ziyade olayların birkaç hamle ilerisini görmek için çaba sarf etmek gerekiyor. Fevri hareketten kaçınmamız lazım. Güçlü olmak için tek devlet hayali kurmaktan ziyade devletlerle birlikte hareket etme planları yapmalıyız. Unutmayalım ki tüm savaşlara beşiklik eden Orta Doğu’da devlet olmak da zor, yaşamak da. Çünkü sömürgecilerin emelleri bitmedi hala oralarda. Sürekli kaşıyacaklar. Oralarda söz sahibi olmak için güçler dengesi içerisinde kaybolmadan varlık mücadelesi vermeliyiz. Arazide çarpışan olmaktan ziyade masada oturma planları yapmalıyız. En son söylememiz gerekeni ilk başta söyleyerek pazarlık şansını yok etmemeliyiz. Taraflar bizi taraflar arasında denge gözeten biri olarak görmeli. Bunun için de soğukkanlılığı hiç elden bırakmamalıyız. 09/06/2017




8 Haziran 2017 Perşembe

Kamu adına düzenlenen iftar etkinlikleri

Ramazan dolayısıyla en fazla öne çıkan etkinliklerden biri de şüphesiz iftar programlarıdır. Neredeyse tüm kamu kurum ve kuruluşları, siyasiler, STK'lar, belediyeler, kaymakamlıklar iftar programı düzenlemede yarışıyorlar dense abartılmış olmaz. Yapan yapana.

Kimin parasını kime veriyorlar meselesi var ama konum bu değil. Haydi verdiler diyelim. Hepsi için söylemeyeyim ama bazıları yapılan bu etkinlikleri sanal medyadan paylaşmadan beri kalmıyor. Hatta kendisine gelen davetiyeyi "teşekkür ederim" şeklinde sayfasında paylaşanlar var. Yemek masasında çekilmiş fotoğraflar da eksik değil. Kimler katılıyor bu davetlere? Baktığımız zaman üst düzey yapılan davetlerin konukları da üst düzey. Artık iftar programları mahallinde kalmıyor. Neredeyse Tüm Türkiye'yi kapsıyor. Yapılan davete icabet etmek için kişinin kilometrelerce uzak yoldan davete katılması gerekiyor ve anı ölümsüzleştirmek için çekilmiş fotoğraflara bakılınca uzak-yakın denmeden davetlere özel misafirlerin katıldığı görülmektedir. Davetler ise mütevazı görünümünden uzak bir şekilde yapılmakta. Yer seçiminde çoğu zaman oteller ve lüks lokantalar seçilmektedir. 

Türkiye geneline yönelik yapılan iftar programlarında boy gösterenlerin çoğu muhitinin kalbur üstü olanlarından oluşuyor. Normal vatandaş yer almıyor nedense iftar sofralarında. Köylü Ahmet Ağa yok. Kim var peki? Bölgenin sivil kuruluşlarının ya başı ya da yönetiminde görev alanlar. Haydi ağırlıkları var, belli bir zümreyi temsil ediyorlar, diyelim. Niçin belli kişilerin arasında dönen bu tür iftar programları fotoğraflarla sanal alem veya sosyal medyadan tüm Türkiye'ye servis ediliyor? Göz hakkı denen bir şey var. Bu tür davetler niçin kapalı kapılar arasında yapılmaz. Haydi yapıldı diyelim. Gönderilen davetiyeler kişiye özel davetiyelerdir. Niçin herkesin görebileceği şekilde cümle alemin gözüne sokarcasına paylaşılıyor. Bulunduğu makam ve mevki itibariyle kendisine gönderilen davetiyeyi sosyal medyadan paylaşmada acaba ne murat edilmek istenmektedir? "Bakın a dostlar! Siz benim kadir-kıymetimi bilmiyorsunuz ama ta nereden bana iftar davetiyesi gelmektedir. Beni basite almayın, ben önemli bir kişiyim" mi denmek istenmektedir bu paylaşımlarla. Bu, nasıl bir psikoloji gerçekten? Anlamakta zorlanıyorum. Diyelim ki üst düzeye yapılan iftar programlarında tüm Türkiye'yi çağırmak mümkün değil, sadece mahallinde ön plana çıkmış kişiler davet edilerek verilmek istenen mesajlar onlar aracılığıyla tüm ülkeye duyurulmak isteniyor. O zaman bu tür organizasyonlara katılanlar üyelerini toplayarak aldıkları mesajı aktarmaları gerekmiyor mu?

Soruları çoğaltabiliriz. Vardır bir hikmeti diyelim. Fakat gördüğüm kadarıyla nefsin terbiye edilmesi, fakirin gözetilmesi de denilen ramazan ayında yapılan bu tür pahalı ve lüks iftar programları bu ayın atmosferine uymuyor. Hikmetini anlayamasak da haydi yapıldı diyelim. Buralarda yenen yemekleri sosyal medyadan paylaşma ile diğer günlerdeki yemek ortamlarını paylaşmanın arasında ne fark var.?Yiyebilen var, yiyemeyen var. 

Özellikle kamu adına bir işlev icra edenlerin kamu malını yetim malı bilmelerinde fayda vardır. Arkasına devletin imkanlarını alarak belli zümreye iftar vermek hakkaniyete uygun değildir diye düşünüyorum. Kendi ceplerinden verdikleri iftarları eleştirsem de bir şey diyemem. Kendi parasıdır, istediği kişi ve dostunu davet eder derim. Ama kamu malını kimsenin deniz görmesini hiç uygun görmem. Hiç düşündüler mi acaba? Bu tür lüks iftar etkinlikleri ile ne kadar aç ve susuz insanın bir aylık gideri karşılanır? Özellikle dini hassasiyetlerini hissettirenlerin bu konuda daha fazla duyarlı olmalarında fayda vardır. 

Dedim ya  bir türlü anlayamadım bu tür organizasyonların gerisindeki hikmet ve mantığı. Kim bilir, belki de böyle yerlere davet edilmediğimdendir benim hırçınlığımın, çekememezliğimin nedeni? 08/06/2017