Ana içeriğe atla

Anladım ki benden moda tasarımcısı olmazmış! *

Yaptığım mesleği seçmeseydim acaba ne olabilir, neyi yapabilirdim diye zaman zaman düşünmedim değil. Az bir çaba ile birçok mesleği yapabileceğime kendimi inandırdım çoğu zaman. Modacılık ve stilistlikte bunlardan biri. Elbiseyi daraltıyor, bolartıyor, her yıla ait bir renk seçiyorsun, ardından mankenlere giydirip podyumlarda iyi bir reklam yapıyorsun, sonra piyasaya sürüyorsun. Satış rekorları kırmamak elde değil. Paraya para demezsin artık. Bu yılın modasını piyasaya sürer sürmez önümüzdeki yılın modasının üzerinde çalışmaya başlarsın. Özellikle erkeklerin giyeceği modeller benden sorulur diye düşünmedim değil.

Erkeklere ait model tasarımlarının yanında kadınların giyecekleri üzerinde de çalışmam gerekir. Ne de olsa bir elmanın yarısı da onlar. Üstelik giyim ve kuşama en fazla önem verenler ve para harcayanlar da onlar. Fakat kadınların giydikleri üzerinde daha başlamadan sınıfta kalırdım diye düşünmeye başladım son zamanlarda. Çünkü elbiseyi daraltmak, bolartmak, eteği kısaltmak ve uzatmakla olmuyor bu işler gördüğüm kadarıyla. Kadınların giyeceği yeni sezon sürümler içerisinde aklıma her şey gelirdi de bugünkü kadın ve kızların giydiği yırtık pantolonlar ne şeytanın aklına gelirdi ne de benim. Hiç düşünemezdim doğrusu. Pantolonun değişik yerlerini yırtmak suretiyle piyasaya sürmek büyük risk gerçekten. Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Kim giyerdi ki yırtık pantolonları sonra? Üstelik yırtık olmayana göre daha pahalı. Ama iş benim düşündüğüm gibi değil. Mağazalar bu şekildeki yırtık pantolonları peynir ekmek gibi satıyor. Çarşıda gördüğün her on bayandan sekiz tanesinin üzerinde bu tür yırtık pantolonları görmek mümkün. Tasarlayan tasarlamış, diken dikmiş, mağazasına alan almış, satan satmış, alan  almış, giyen  giymiş, giydiren de giydirmiş. Herkes durumundan memnun gördüğüm kadarıyla. Ben çatlasam da patlasam da durum bu maalesef. Yırtık pantolonu tasarlayıp piyasaya sürenler bu işi iyi düşünmüş gerçekten. Ellerindeki defolu malları bile bu şekilde eritebilirler. Bu da milli ekonomiye bir katkı aynı zamanda.

Hayatın boyunca hiçbir insana giydiremeyeceğin anormal bir elbiseyi moda diyerek insanların üzerinde eritmek bu çağın modelistlerinin bulduğu en büyük icattır dense yeridir. Yeter ki adı moda olsun. Koşuyor bizim insanımız onu almak ve giymek için. İlk başta anormal görünse de bir süre sonra çok sayıda insanın giymesi normalleştiriyor bu şekildeki giyim tarzını. Bu şekilde ekmeğini taştan çıkartan, insanımızın aklını alan giyim tarzını ortaya çıkaranlara ancak şapka çıkarılır. Helal olsun adamlara! Giydiğini sorgulamayan bu tüketici insanımıza moda diye ne sürsen yeridir bundan sonra. Nasılsa insanımızda ‘Millet ne der, el âlem ne der, kamuoyu bu işe nasıl bakar, ben kalabalıkların içerisine nasıl çıkarım’ demedikten sonra adı moda olan her şey mubahtır artık toplumumuzda.

Moda sahasına girmiş olsaydım aç kalırdım. İyi ki girmemişim. Anladım ki çağın gerisinde kalmışım. Zira ben onların bir karış yukarıda olan akıllarının üzerine çıkamazdım. Siz siz olun eskiyen bir elbiseniz olmuşsa atmayın, kaldırın şimdilik gardırobunuza koyun. Bir gün gelir kendiliğinden yırtılan elbiseler moda olursa  hiç şaşırmayın. Hiç masraf etmeden dolabınızdan çıkarır, giyersiniz. Üstelik bedavadan modayı da takip etmiş olursunuz. Yok ben o zamana kadar bekleyemem, modayı takip edeceğim derseniz o zaman giye giye eskitemediğiniz pantolonunuzu rastgele yırtın ve moda diyerek giymeye başlayın. Böylece hiç masraf etmeden modayı takip etmiş olur, aynı zamanda giymekten usandığınız elbisenizi de değerlendirmiş olursunuz. Belki stilist olamadım ama size gösterdiğim bu kıyağımı da unutmayın olmaz mı? 11/06/2017

* 26/07/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde