30 Ağustos 2022 Salı

Siyaseti Nasıl Yapmalı? *

Her biri bize yol gösteren ayetlerin yeri ve önemi ayrı. Toplumsal yasalara değinen ayetlerin yeri daha bir ayrı. Benim için Maide 105. ayet de bunlardan birisidir: "Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimseler size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman Allah, size yaptıklarınızı haber verecektir" . (Maide 105)

Bu ayeti kerimeyi bağlamında değerlendirildiği takdirde itikadi ve ahlaki konularla da ilişkilendirebiliriz. Ben biraz bağımsız düşüneceğim. İzninizle bu ayetten anladıklarımı ifade etmeye çalışayım:

Kişi ilk önce kendini düzeltmekle işe başlamalıdır. İnancında,  ibadetinde, yaşantısında,  ticaretinde,  ahlakında,  iş ahlakında,  insani ilişkilerde vs. örnek olmalıdır. Hem inandığı Allah'a hem de insanlara karşı dürüst olmalıdır. Yaptıklarıyla güven vermelidir. Çünkü insan ilk önce kendisinden sorumludur.

Kişinin sadece kendisinin düzgün olması yeterli midir? Yeterli değildir. Elindeki imkanlar ve gücü nispetinde başta ailesi olmak üzere çevresinde cereyan eden kötülüklere de engel olmaya çalışma gibi bir görevi vardır. Yani insanın nemelazımcılık gibi bir lüksü olamaz. Buna iyiliği emretme,  kötülükten sakındırma görevi diyebiliriz. Bunu yaparken de kırmadan,  dökmeden ve nefret ettirmeden yapmak gerekir. Yol,  yordam,  usul ve adap bilmeyenlerin savunduğumuz değerler namına kendini düzeltmenin dışında başka bir misyon üstlenmemesi elzemdir. Çünkü kaş yapayım derken göz çıkarma durumu söz konusu olabilir. 

Tüm içtenliğiyle çalışmasına rağmen kişinin kötülerle mücadele edebilmesi ve kötülükleri yok edebilmesi mümkün müdür? Teori olarak buna evet denebilse de pratikte bunun karşılığı yok. Çünkü iyilikle beraber kötülük insanlık tarihi kadar eskidir ve böyle de devam edecektir. Önemli olan gücü nispetinde en aza ingirgeyebilmek için çaba göstermektir. 

Her türlü çabaya rağmen kötüler ve kötülükler devam edeceğine ve bizler de hayatımızı idame ettireceğimize göre bu durumda ne yapmak lazım. İşte burada ayetin ikinci kısmı devreye girmektedir. "Siz kendinize bakın. Kendinizi düzeltmeye bakın. Etraf kötülerle ve sapık yaşantılarla devam ediyor diye kendinizi yiyip bitirmeyin. Öldük bittik,  bu sapıklar bize galebe çalacak diye endişeye kapılmayın. Unutmayın, rahat olun ve moralinizi bozmayın. Çünkü başkalarının sapıklığı size zarar veremez". 

Bir esnaf düşünün. İşini düzgün yapıyor, müşteriye malını makul fiyata veriyor, hal ve hareketleriyle müşterisine güven veriyorsa, karşısına istediği kadar rakip çıksın,  bu esnaf uzun soluklu olarak esnaflık yapar. Yani rakipleri kendisine zarar veremez. 

Buradan kötüler ve sapıklar hiç zarar veremez anlamı çıkarılmasın. Toplumda hırsızlık yaygınsa hırsızlar eve girerek eşyaya ve kişilere zarar verebilir. Yine toplumda sapıklar çoksa pekala tacize uğrayabiliriz. Bu konuda örnekleri çoğaltabiliriz. Bu tür konularda kişilerin alacağı tedbirlerin yanında devletin, caydırıcı cezalarla vatandaşın malını,  canını ve ırzını koruma görevini harfiyen yerine getirmesi lazım. 

Bu açıklamaların ardından konuyu ülkemizde izlenen siyasete getirmek istiyorum. Bizde siyaset, rakipleri kötüleme üzerine yapılır. Şu gelirse şöyle olur,  bu gelirse böyle olur. Onlar geçmişte şöyle şöyle yaptı. Şimdi gelirse böyle böyle yaparlar şeklinde tüm siyasetlerini rakiplerini öcü gösterme ya da beceriksizlik üzerine bina ederler. Seçmeni yani halkı böyle korkuturlar. Bizim seçmen de bu tür propagandayı aval aval dinler,  korkuya kapılır,  hizaya gelir. Diyelim ki rakip siyasiler kötü. Merak ediyorum,  ülkeyi onlar mı yönetiyor?  Bunca olumsuzlukların faili onlar mı? Böyle siyaset yerine herkes yaptıklarını ve yapacaklarını anlatsa daha iyi olmaz mı? Çünkü bir siyasi parti her şeyi doğru yaptığına inanıyorsa, başkasından niye korkar,  halkı niçin korkutur? Zira asıl olan kişinin yani partinin kendisinin ve icraatlarının doğru olmasıdır. Bir parti bir vesileyle doğru icraatlara imza atıyor ve doğru adımlar atmaya devam ediyorsa, bu halk yanlışa,  sapıklara,  kötülere yelken açmaz. Tekrar tekrar iyi olanları başa getirir. Çünkü aksi bir tercih maceraya girmektir. Halk ise maceraya girmez. O yüzden partiler önce kendilerine bakmalılar. Kendi icraatlarından ziyade rakiplerini öcü gösterme siyaseti ucuz siyasettir, cambazlıktır. Bu tür siyasetin bugüne kadar ülkeye fayda getirmediği gibi bundan sonra da getirmeyeceği aşikardır. O yüzden seçmen nerede rakiplerini kötüleyen bir parti görürse,  boş ver onu. Sen kendini anlat demeli ve cambaza bak siyasetinden başka bir işe yaramayan bu ucuz siyaset bu ülkede ekmek yemeye devam etmemeli. 

*10/09/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

28 Ağustos 2022 Pazar

Gülşen Vakası *

Sosyal medyaya "İmam Hatipli olmaktan gurur duyuyorum" paylaşımlarını görünce var bir şeyler, birileri yine İHL'lere saldırdı dedim. Çünkü ne zaman bu okullara bir saldırı olsa bu okullarda okuyanların gururu kalkar. Bu arada gurur, gururlanma, gurur duymak ne anlama gelirmiş, TDK'den bir hatırlayalım. Gurur: Kendini beğenme, büyüklenme, kibir; övünme, kurum, çalım; onur, şeref. Gururlanmak: Övünmek, büyüklenmek, kurumlanmak. Gördüğünüz gibi anlamı itibariyle gurur pek olumlu anlamda değil. Zannedersem, mağrur da bu kökten geliyor. Bereket üçüncü anlamında onur ve şeref gibi olumlu anlama da geliyormuş. Değilse okudukları okul itibariyle İHL'lilere kibir ve büyüklenme anlamına gelen gurur yakışmazdı. Yine de çoğu anlamı kibir içeren bu kelime yerine başka kelime bulmak lazım. Çünkü burası Türkiye olduğuna göre dün başkaları, şimdilerde Gülşen, yarın diğer birileri bu camiayı tan eden etmeye devam edecektir. 

Gelelim Gülşen'e. Gülşen benim cehaletimi ortaya koydu. Sayesinde böyle bir sanatçının olduğunu öğrenmiş oldum. Bu vesileyle sanata ve sanatçıya ne kadar yabancı olduğum da ortaya çıkmış oldu. Bu demektir ki hayat damarlarımdan biri kopuk yaşamışım bu zamana kadar. Öğrenmenin yaşı yok dedikleri bu olsa gerek.  Nev zuhur bir sanatçı olmalı diye düşündüm. Değilmiş. 46 yaşında olduğuna göre epeydir bu işi deruhte ediyor. Sanatını nasıl icra ediyor diye klibinin birini rastgele açtım. Giyim kuşamından, jest ve mimiklerinden, yatıp kalkmasından nasıl bir sese sahip olduğunu tespit edemedim. Bu kadar eziyet yeter deyip tam dinlemeden şarkıyı sonlandırdım. Bu arada üzerindeki kıyafetini de beğenmedim ama kendi bilir. Çünkü herkes kendisine yakışanı giyer. 

Gelelim tepki çeken söze. Şarkısını dinlemeden Gülşen'in tepki çeken yargısını okumuştum: "İmam hatipte okumuş daha önce kendisi. Sapıklığı buradan geliyor". Hoppala... Olamazdı böyle bir şey. Kızımız nasıl böyle bir yargıya varmış? Kendisini böyle bir yargıya iten saikler nelerdir? Kaç İHL'li kendisine veya çevresine tacizde bulunmuş? Hakkında çıkan ne kadar haber varsa her birini okudum. İlave ve eksik bir bilgiye rastlamadım. Olmayacak, videosuna bakayım. Orada bir ayrıntı vardır dedim. Karşıma çıkan her bir video 15 saniyeden ibaret. Bari, 30 Nisanda verdiği konserin videosunu bulayım. Tümden dinleyip yazının ya da konuşmanın önü ve arkası diyebileceğimiz siyak ve sibakını tespit edeyim. Böyle kanaate nasıl varmış, öğreneyim dedim. Nafile. Konuşması da okuduğum yazıdan ibaret. Böyle bir konuşmaya seyirci nasıl bir tepki vermiş dedim. Bereket bu soruma cevap bulabildim. Seyirci bu cümleden o kadar haz almış olmalı ki gülmüş ve alkışlamış. İşin vahim ve üzücü yanı da bu. Çünkü Gülşen basit Aristo mantığından ibaret bu toptancı yargısında yalnız değil. 

Gelen tepkiler üzerine halkı kin ve düşmanlığa sevk ettiği gerekçesiyle Gülşen tutuklandı. Yargılamanın akıbetinin ne şekilde cereyan edeceğini bekleyip göreceğiz. 

Yazımın bundan sonraki kısmında kendimce bir değerlendirmede bulunacağım. 

Sanatından ziyade vücudunu teşhir eden bu sanatçı, boyundan büyük laf ve hakaret ederek bir camiaya iftira etmiştir ve bir tepkiyi hak etmiştir. Zira bu toptancı anlayış onun düşünce düzeyini, bilinçaltında gizlediklerini ve seviyesini gösterir. Buna ancak kem söz sahibine ait denir. 

Bir camiayı karalaması tutuklu yargılanmasını gerektirir mi? Her halkı kin ve nefret çağrıştıran kişiler tutuklanıyorsa, ilgili kişinin tutuklanması da yerinde. Değilse, bu tutuklama bu sanatçıyı daha da meşhur eder. Belki de istediği bu idi. 

Halkı kin ve düşmanlığa sevk ettiğinden dolayı Gülşen'i tutukladık. Söylediği sözden dolayı gülüşleriyle ve alkışlarıyla Gülşen'e destek verenleri nereye koyacağız? Bunları da alıp kodese koymak gerekmez miydi? 

Bir camiaya iftira ve hakaret eden Gülşen'i yargılamak için videonun önü ve arkasını dinlemek gerekmez mi? Çünkü bu konuşma 15 saniyeden ibaret olamaz. Gülşen bunu kime, hangi pozisyonda söyledi?  Burası muamma. Kısa konuşmadan anladığım kadarıyla Gülşen bunu tanıdık bir muhatabına söylüyor. Söylerken bilinçaltında biriktirdiklerini boşaltıyor. Eline mikrofonu alan nice komedyen, seyircisini coşturmak için bu şekil belden aşağı espriler yapar. O kadar hakarete rağmen seyirciden bol alkış alır. Seyirciyi güldüreceğim uğraşı içerisinde hiçbirinin dilinin kemiği olmaz. Sahnede her şeyi söylemeyi mübah görürler. Gülşen'in durumu da böyle bir şey olamaz mı? 

Gülşen bu konuşmayı 30 Nisanda yani bundan 4 ay önce yapmış. Başta sosyal medya olmak üzere sanatçıya büyük tepki gösterildi. Bu tepkiler niçin 30 Nisanda değil de 4 ay sonra veriliyor? Sonra videonun niçin hepsi verilmiyor da 15 saniyesi servis ediliyor? Bu şekil servis bana çok tanıdık geldi. Demek ki birileri 4 ay önce dinlediği bu konuşmayı ileride kullanmak üzere arşivine kaldırmış. Gün bugün denerek servis edilmiş. Biz de neden şimdi demeden vay efendim, böyle şeyi nasıl söyler deyip atlıyoruz. Sakın birileri gündem saptırmak, gündemden bir şeyler kaçırmak için böyle bildik bir yönteme başvurmasın.

Sebep her ne ise dikkatli ve soğukkanlı olmakta fayda var. Daha fazla kutuplaşmaya meydan vermemek lazım. Unutmayalım ki her bir meslek sahibinden ve okul türünden sapık çıkabilir. İşi klasik mantıkla genellemeden, faili suçun bireyselliği çerçevesinde değerlendirmeliyiz. Değilse birbirimize çamur atar dururuz. 

*31/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

22 Ağustos 2022 Pazartesi

Küçüklükle Büyüklük Arasındaki Fark *

—Üstadım, bazıları ben küçüklüğümde ne isem, büyüdüğümde de oyum. Dün neyi savunuyorsam, bugün de aynı görüşteyim. Bu yaşıma geldim. Geçmişe dair hiç pişmanlığım yok. Bugün geriye dönsem, aynı şeyleri yaparım. Aynı okullarda okurum vs. der. Böyle mi gerçekten?

—Böyle diyenler çıkıyor ara sıra. Bunlara boyundan büyük laf eden tipler diyebiliriz. Bu tipler ne kendilerini tanır ne olup biteni ne insanın biyolojik yapısını ne de zihinsel gelişmesini bilir. Kendisini gizleyerek hayatından memnun tablosu çizmeye çalışan bu tipler, değiştim demeyi kendilerine yediremezler. Aklı sıra kendilerini çizgisi sağlam biri göstermeye çalışırlar. Halbuki bu yaptıkları insan doğasına aykırıdır.

—Ne demek istiyorsun?

—Böyle diyenler halt etmişler diyorum. Çünkü hayat dediğin beklenti ve pişmanlıktan ibarettir. Neyse bunları boş vereyim de ben kendimden anlatayım. Zira ben hiç yerimde saymadığım gibi hayatım pişmanlıkla dolu desem, abartmış olmam.

—Lütfen!

—Küçüklüğümde hep büyümek istedim. Çünkü aklım erse bile büyüklerim çocuk muamelesi yaptı. Kahvehanelere çay içmek için giremedim. Neymiş de yaşım 18 olmamış. Ah bir 18’i bulsam da şu büyüklerim gibi kahvehaneye elimi kolumu sallayarak girip bir çay içebilsem, beni hesaba katmayan büyüklerimin karşısına dikilip ben büyüdüm diyebileyim dedim. Ayrıca büyüdükçe okulları bitirip görev alacağım, evlenip çoluk çocuğa kavuşacağım. Yanlış giden şeyleri bir bir düzelteceğim dedim durdum.

—Sonra?

—Büyüdüm herkes gibi. Ama hiçbir şeyi umduğum gibi bulamadım. En iyisi küçük kalmakmış demeye başladım. Çünkü sorumluluk başa belaymış meğer. Ne uykudan zevk alıyorsun ne gezmekten ne de tozmaktan. Ev geçindirmek seni bekliyor. Ayağını yorganına göre uzatman gerekiyor. Namerde muhtaç olmamak için hesap kitap yapmaya başlıyorsun. Bu yaşa geldim. Kendimi düzeltemedim ki çevremi ve dünyayı düzeltebileyim.

—Başka?

—Dün yaşımı büyük göstermek için girdiğim yaşı söylerdim. Bugün yaşlanmışsın denmemesi için girdiğim yaşı değil, bitirdiğim yaşı söylüyorum. Çünkü yaşlılık da başa bela. Küçüklükten tek farkı çocuklukta olmayan sorumluluk yaşlılıkta da peşini bırakmıyor. Bir diğer fark tecrübedir. Yaşlandıkça tecrübeleniyorsun. Kısaca küçüklükte sorumluluk olmadığı için huzur ve mutluluk var. Yaşlılıkta ise sorumlukla beraber mutsuzluk ve huzursuzluk var. Mesela, çoğu kimse her geçirdiği bayram için “Nerede kaldı o eski bayramlar” der. Halbuki bayramlarda bir değişiklik yok. Değişen şey sorumluktur. Dün çocuk iken bayramlardan zevk alınır. Zira çocukluğun sorumluluğu yok. Yaşlılıkta ise sorumluluk olduğu için eski haz alınmaz.

—Ya düşüncelerin?

—Düşüncelerim konusunda doğduğum yerde değilim. Her yaşın gereği olarak savunduğum fikirleri büyüdükçe yaşıma uygun bir şekilde değiştirdim. Sadece fikirleri değil, bakış açımı da değiştirdim. Üstelik bu değişimi u dönüşü olarak görmem. Değişmeyen tek şeyin değişim olduğuna inanıyorum.

—Tecrübe konusunda ne dersin?

—Ne diyebilirim. “Tecrübe, kişinin yediği kazıkların bileşkesidir” sözü benim için de geçerli. Bu da nedamet olarak karşına çıkıyor. Hatta derim ki bugünkü aklım olsaydı, geçmişte bunu yapmazdım diyorum. Ama bu konuda kendimi ayıplamam. Bunların her biri bir tercih meselesidir. Tercihte isabet de edersin yanılırsın da.

—Sonuç?

—Hasılı ben dün ne isem, bugün de o değilim. Zira bu, tabiatın ve insanın biyolojik ve zihinsel yapısına terstir. Hiç değişmedim diyenler, eğer bu dediklerinde ciddiler ise hep yerlerinde saymışlardır. Bu tiplere bazıları “Ot gelmiş ot gidiyor”, “Odun gelmiş, odun gidiyor” der. Ben ne otum ne de odun. Kendini iyi tanıyan da bu benzetmeleri kabul etmez.

*05/10/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.