Aldanma ve aldatmamanın yolu herkesin üzerindeki istismar elbisesini çıkarmasıdır...
Bir gün yaralı bir kuş Hz. Süleyman’a gelerek, kanadını bir dervişin kırdığını söyler.
Hz. Süleyman, dervişi hemen huzuruna çağırtır.
Ve ona sorar: “Bu kuş senden şikâyetçi, neden kanadını kırdın?”
***
Derviş kendini savunur:
“Sultanım, ben bu kuşu avlamak istedim. Önce kaçmadı, yanına kadar gittim, yine kaçmadı. Ben de bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacağım sırada kaçmaya çalıştı, o esnada kanadı kırıldı.”
***
Bunun üzerine Hz. Süleyman kuşa döner ve: “Bak, bu adam da haklı. Sen niye kaçmadın? O sana sinsice yaklaşmamış. Sen hakkını savunabilirdin. Şimdi kolum kanadım kırıldı diye şikâyet ediyorsun?” der.
***
Kuş kendini savunur:
“Efendim, ben onu derviş kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Avcı olsaydı hemen kaçardım. Derviş olmuş birinden bana zarar gelmez diye düşündüm, kaçmadım.”
Hz. Süleyman bu savunmayı doğru bulur ve kısasın yerine getirilmesini ister.
“Kuş haklı, hemen dervişin kolunu kırın” diye emreder.
Kuş o anda, ‘Efendim, sakın öyle bir şey yaptırmayın” diyerek öne atılır.
“Neden?” diye sorar Hz. Süleyman.
Kuş sebebini şöyle açıklar:
“Efendim, dervişin kolunu kırarsanız, kolu iyileşince yine aynı şeyi yapar. Siz en iyisi mi, bunun üzerindeki derviş hırkasını çıkartın.. Çıkartın ki benim gibi kuşlar bundan sonra aldanmasın.”
* Mehmet TEZKAN'ın 11/08/2016 tarihli Milliyet gazetesindeki "FETÖ'DE 17/25 KRİTERİ" başlıklı yazısından alıntıdır. 12/08/2016
12 Ağustos 2016 Cuma
Dini ve dini cemaatleri ne yapalım? *
Bedenin yeme, içme gibi ihtiyacı olduğu gibi ruhun da
gıdaya ihtiyacı vardır. Bedenin gıdası normal yeme ve içmedir. İyi, temiz,
faydalı ve helal yiyecekler sağlıklı beslenmenin vazgeçilmezlerindendir.
Midenin de bir istiap haddi vardır. Aşırı gidenlerde hazımsızlık, obezite vb
hastalıklar kendini gösterir. Ruhun gıdası da dindir. Tarih boyunca insan
inanmaya gereksinim duymuştur. İnsanın ve insanlığın dine ihtiyacı olduğu
konusunda herkes hemfikirdir. Uğruna savaşlar yapılabilen bir değerdir.
Ruhumuzu da tıpkı bedenin beslenmesi gibi sağlıklı beslemek
gerekir. Dini bilgileri ehlinden ve doğru kitaplardan özümseyerek almak
gerekiyor. İnsana dünyada ve ahirette huzur vermek için Allah'ın gönderdiği
ilahi kurallar bütünü olan din; sağlıklı yerden ve ehlinden, yeterince alınmaz
ise iki tarafı keskin bıçak gibi olur, ya toplumları uyuşturan bir afyon, ya
istismarcıların elinde kullandıkları bir bomba, ya da sapık -izmlerin kaynağı
olur. Hastalandığımız
zaman nasıl ki uygun doktora gidiyor, onun verdiği ilaçları ölçüye göre
kullanıp iyileşiyoruz. Dozu yanlış kullanmak başka hastalıklara sebebiyet
verebilir. Dini doğru kaynak ve emin ellerden öğrenmez isek sağlıklı bir ruh
hali ortaya çıkmaz. Dini boşluk aynı zamanda sapık cereyanları da ortaya
çıkarabilmektedir. Bir ara Satanizm bataklığına düşen gençlerimizin sayısı da
az değildi.
Dinin farklı yorumlandığı ve yanlış yollarda kullanıldığı
yerlerin başında dini cemaatler gelmektedir.
Tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla birlikte legalliği kalmayan cemaatlerin
neşvünema buldukları yerler merdiven altları olmuştur. Resmiyette yok ama
fiiliyatta hep var olagelmişlerdir. Değişik vakıf, dernek adı altında
varlıklarını sürdürmüşlerdir. Resmen yok kabul edildikleri için cemaatlerin
neredeyse hiç denetimleri de yapılmamıştır. Devletin din ve dini eğitime soğuk bakması, mevcut cemaatlere ve yeni çıkan
gruplara gün doğmasına sebebiyet vermiştir. Çünkü yeme, içme gibi ihtiyaç olan
dini hayat da devam edecekti. Toplumsal bir vakıa olan meselelerin "Yasakladım"
demekle yok olmayacağının bilinmesi gerekiyordu. Devlet uzun yıllar başını kuma
gömerek yoluna devam etti maalesef. Bunun sonucunda vatandaş merdiven altı din
eğitimine yöneldi. Siyasiler de oy deposu olarak gördü buralarda neşet eden yapıları.
Çünkü binlerce kişiye ulaşmanın yolu tek kişiden, yani cemaatin liderinden
geçiyordu. Cemaatin başı milyonları kendisine bağlamış, siyasiler de o kişiden
destek bekledi hep. Oy kaygısıyla kimse onlara dokunmadı. Yanlışları görülmedi.
Bana dokunmayan yılan bin yaşasın dendi. Merdiven altı başlayan dini hayat
sivil toplum kuruluşu olarak değişik vakıf ve dernekler adı altında organize
olup tüzel kişilik kazandı. Gazete ve dergileri oldu. Eğitim ve öğretim
kurumları ortaya çıktı. Holdingler kurarak ekonominin içerisinde bir güç oldu.
Bürokraside yer edinmek için de fazla zaman kaybetmediler. Merdiven altında
başlayan hayatları insanın olduğu her yerde kendini gösterdi. Oy deposu olarak
görülen cemaatler de siyasilerin zaaflarından yararlanarak siyaset ve bürokraside
de boy göstermeye başladı.
Burada kastım tüm cemaatler kötüdür iddiasında değilim.
Genel itibariyle insanların kullanıldıkları yerler maalesef buralardır.
İçlerinde uzun yıllardır çizgisini hiç değiştirmeden insan eğitimine önem veren
cemaatler de vardır. Fakat genel itibariyle -istisnalar hariç- cemaatlerde
sorgulama olmadığından, vardır bir hikmeti mantalitesi yaygın olduğundan
cemaat liderinin ya da cemaatte söz sahibi olan üst tabakanın alttaki
bağlılarını yanlış yerlere sürükleyebilme riski hep olmuştur ve olmaya da devam
edecektir. Sonucunda da hep din yara almıştır ve alacaktır.
Cemaatler hata ve yanlış yapıyorlar diye kaldırmak-kapatmak
çözüm değildir. Çünkü bunlar toplumsal bir vakıadır. 15 Temmuz itibariyle
geçmişte cemaat diye bilinen bir yapının cinnet hali herkesin özellikle
cemaatlerin sorgulama yapmaları gerektiğini ortaya koymaktadır. Cemaat
yöneticileri, cemaat müntesipleri, cemaate girecek olanlar, devleti yönetenlerin
hepsi bundan sonra yoğurdu üfleyerek yemesi lazım. Bu son olay hepimizin
kulağına küpe olsun. Diyanet İşleri Başkanlığında kendine cemaat vb adı veren
grupların yetkilileri bir araya gelerek çözüm yolu bulmaları gerekir. Gerekirse
gizli ajandası olmayan cemaatlere STK olarak resmi bir hüviyet
kazandırılabilir. Her şeyden önce cemaatlerin merdiven altlarından çıkmalarına
imkan verilmelidir. Cemaatlerin çalışabileceği alanlar ve kitleleri
belirlenebilir. Amacı, hedefi, para kaynağı, gelir-gider durumu
tespit edilebilir. Cemaat çalışmaları kapalı kapılar ardında olmadan herkesin
rahatça gidip gelebileceği, kimin ne yaptığının şeffaf bir şekilde
izlenebileceği gibi hususlar belirlenebilir. Tüm cemaatler yaptıklarıyla,
harcamalarıyla hesap verebilir ve denetlenebilir olmalıdır. Kendi
belirledikleri hedefin dışına çıkan cemaatler tüzel kişilikten mahrum
edilebilir. Onlara değişik yaptırımlar uygulanabilir. Cemaatler, yaptıkları
faaliyetleri yıllık plan çerçevesinde hazırlayabilir, planlarının dışına
çıkamayacak şekilde sınırlandırılabilir. Planları, faaliyetleri ve yılsonu raporları
devletin belirlediği yapı tarafından inceleme, onaydan geçirilmelidir.
Cemaatlerin anlattıkları din ve din konuları içerik yönünden yine denetimden
geçirilmelidir. Genel kabul görmeyen ve dine aykırı düşüncelerin anlatılmasının
önüne geçilmelidir. Her bir cemaatin resmi binasının girişine: “Dikkat!
Aklını kullanmayanlar, dinlediklerini akıl süzgecinden geçirmeyenler ve
sorgulamayanlar bu kapıdan içeri giremez” yazısının yazılması şart
koşulmalıdır.
Devlet cemaatlerle ilgili çalışmalar yaparken aynı zamanda
dinin devlet gözetiminde, okullarda; doğru kaynağından, ehlince, yeterince
verilmesi için planlama yapmalıdır. 12/08/2016
* 09/09/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
* 09/09/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
6 Ağustos 2016 Cumartesi
Hatalarımızla yüzleşebilmek *
Dünyada
bana bir insan söyleyin ki hiç hata-yanlış yapmamış olsun. Benim bildiğim
kadarıyla hatası olmayan mükemmel bir insan yeryüzüne gelmemiştir. Çünkü
yaratılışı itibariyle insanoğlu hata ve yanlış yapabilecek şekilde
yaratılmıştır. Kitabı Mübin’de ilk peygamber
Adem (as) olmak üzere Allah, peygamberlerin hatalarına işaret etmektedir. Kelam
ilminde bizim 'zelle' diye ifade ettiğimiz hatalardan hiçbir peygamber beri
olamamıştır. Her şeyiyle dört dörtlük olmak neredeyse insanın fıtratına
aykırıdır. Hatta Fatır Süresinde bir ayette mealen Allah: "Yeryüzünde her bir canlı suç işlediği zaman
Allah onu yok etseydi yeryüzünde canlı kimse kalmazdı" buyurmaktadır.
İlk insan ve ilk peygamber dendiği zaman akla;
Adem ve Havva'nın tövbesi, özür dilemesi ve öz eleştirileri gelir hemen.
Hal böyle iken biri kalkar da ben hayatımda hiç hata yapmadım derse boyundan
büyük laf etmiş olur.
Kur'an,
iki tipten bahseder: Âdem ve İblis.
İblisin iğvasıyla, yasaklanan ağacın meyveden yiyen Adem ve Havva'nın
tövbesinden-özründen; yine Adem'in otoritesine boyun eğmesi istenen İblis'in:
"Ben ondan üstünüm, asla boyun eğmem" demesini işler. Burada Âdem ile
Havva: "Ya Rabbi, bizim ne suçumuz var, İblis bize vesvese verdi, biz ne
yapabiliriz ki" diyebilirlerdi tıpkı İblisin mazeret öne sürdüğü gibi.
Burada insanın- Âdem'in
suçunu itiraf etmesi, İblis'in ise mazeret uydurması işlenmektedir. İblise
bahane ürettiren ise onun kibri-gururu, büyüklenmesi idi.
Eksik
olan insanın hata yapması da insani bir durumdur. Asıl olan hatada ısrarcı olmamaktır,
özür dilemektir. Öz eleştiri ve itiraf yapabilmektir. Özür dilemek erdemlice
bir harekettir. Her adam özür dileyemez. Özür dileyemeyen kişinin gururu muhasebe yapmasının önüne geçer.
İnsanlar nezdinde küçülürüm endişesi taşır. Halbuki özür muhataplarının gönlünü
fetheder.
İnsan
hata yapabildiği gibi devletler de hata yapar. Birçok devlet; planlarını,
programlarını, stratejilerini sürekli revize eder. Hata yaptığını anladığı zaman
gerekirse 360 derece dönüş yapar. Siz hiç TC hükümetlerini yönetip de yapılan
bir tasarruf sonucunda özür dileyen
siyasiler gördünüz mü? Ülkeyi ne yetmiş sente muhtaç edenden…ne beş Nisan
kararlarıyla ekonomik krize sürükleyenden…,ne de fırlattığı kitapçıkla
ekonomiyi felç edenden… maalesef hiçbirinden görmedik. Halbuki son olaylar 40
yıldır yapılan hatalar zincirinin ortaya
çıkardığı bir durumdur.
Birçoğumuz
"Ben hayatta hiç hata yapmadım, geçmişimden asla pişmanlık duymam, tekrar
geçmişe dönsem aynı hareketleri yaparım..." gibi iddialı sözler söyler. Böylelerine
bazı hareketlerinin yanlış olduğunu hatırlattığımız zaman "Efendim, o
şöyle oldu, o meselede falanın hatası vardı..." gibi savunmacı özelliğimiz
hemen devreye girer. Asla kendimize toz kondurmaz, burnumuzdan kıl aldırmayız.
Böyle tiplerin 'Geri vitesi olmaz,' burunlarının dikine giderler. Egoları asla
muhasebe yaptırmaz. Özür dileyeni de küçümser böyleleri. Allah insanla beraber
hatayı, hatayla birlikte de tövbeyi var etmiştir. Hatta hutbelerde okunan
“Ettâibü minezzenbi…şeklindeki Hadisi
Şerife göre “Günahından tövbe eden hiç günah işlememiş gibidir” denmektedir.
Her birimiz hata yaparız. Önemli olan "Bir delikten ikinci defa
ısırılmamaktır," tövbenin bir daha geri dönmeyecek şekilde yapılan 'Nasuh
tövbe' olmasıdır.
Hatasından
dolayı özür dileyebilmek her kişinin harcı değildir. Hatalarıyla ancak öz
güveni yüksek insanlar yüzleşirler. Hatalarıyla yüzleşemeyenler hep bir mazeretin,
bir gerekçenin, bir savunmanın arkasına sığınırlar. Bu da sahada kalması
gereken topu taca atmak demektir. Ne
olur hep hatalarımızla yüzleşelim ki, geleceğe güvenle bakabilelim...
06/08/2016
* 10/08/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
* 10/08/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)