4 Ekim 2025 Cumartesi

Neredesin Güzel Üslup!

Tüm meslek hayatını belediyede geçirmiş ve üst düzey görev almış emekli bir belediyeci ile geçen gün bir çay ocağında iki arkadaşla birlikte çay eşliğinde sohbet ettik.

Söz döndü dolaştı. Geçmişte devlette üst düzey görev yapmış kişilere. Arkadaş dedi ki "Bir video izledim. (ya da yüz yüze dinledim de demiş olabilir).

Konuşmacılar arasında Mehmet Görmez ve Ali Bardakoğlu vardı. Önce Görmez konuştu. Arkasından Bardakoğlu’na söz verildi.

Hoca söze, ‘Görmez Hocamın anlattıklarının çoğuna katılıyorum. Sadece bazı izahlarına katkı babından ilavede bulunacağım’ dedi. Ardından sunumunu yaptı. İlaveden ziyade Görmez Hocanın bazı görüşlerinden farklı ve zıt bir görüş ortaya koydu. Konuşmasını bitirdi.

Görmez, Bardakoğlu’nu ayakta tebrik etti. “Üstadım, benim görüşlerime ilaveden ziyade bu konulara farklı bir açılım getirdin. Bu açılımlarına aynen katılıyorum. Çok müstefit oldum” demiş.

Arkadaşın bu anlattığını biz dinleyenler ağzımız açık dinledik. Özellikle farklı görüş serdedilmesine rağmen birbirlerini taltif etmeleri, saygı göstermeleri, bunu kırıp dökmeden yapmaları...

Hem Görmez hem de Bardakoğlu, donanımlı, birikimi, oturaklı, faydalı kişiler. Gittikleri her yerde topluluklar bunları can kulağıyla dinlerler. Çünkü hem dinletirler hem yeni şeyler söylerler.

Geçmişte her ikisi de DİB başkanlığı yaptı. Başkanlıklarını çok iyi yaptılar. Bugünkü hükümet geçmişte bu tip ağır insanlarla çalıştı.

Bugün her ikisi de emekliliklerinin ardından faydalı olmaya devam ediyorlar.

Görmez ve Bardakoğlu denince benim aklıma güzel üslupları gelir. Anlattığım anekdot da bunun en güzel örneği.

Bu tür bir üsluba toplum olarak ne de çok hasretiz. Çünkü hiçbir konuyu ön yargısız ve sözü kesmeden konuşamıyoruz. Konuşurken birbirimizi doğru dürüst dinlemiyoruz. Sesimizi yükselterek hatta belden aşağı vurarak muhatabımızı susturmaya çalışıyoruz.

Çok önem vermediğimiz üslup bence her işin başı. Üslup olmadan hiçbir şey olmaz. Hatta üslup asıldan önce gelir.

Üslup olmadan söylediğimiz her şey boştur ve güme gider. Küsmece, darılmaca arkasından gelir. Çünkü kötü üslubumuzla kırar geçiririz muhatabımızı.

Üslup her adamın harcı değil. Söyleyecek sözü olan, bu konuda birikimi olan, kendisini tekrarlamayan, muhatabına saygıyı esas alan, güç zehirlenmesi yaşamayanlar güzel üsluplarıyla tebarüz ederler. Söylediklerinin altı dolu olmayan, tüm bildikleri yüzeysel olan kişiler ise güzel üsluptan bihaber olurlar. Nasıl bir punduna getirip de bu konuşmayı sabote edeyim düşüncesine sahip olurlar. Allah var, bunu da becerirler. Çünkü kötü üslubu hayat felsefesi edinmişler.

İnanın, güzel üslup gibisi yoktur. Bizler güzel üslubu temel felsefe edinsek, aramızdaki farklılıkları zenginlik kabul eder, birbirimizin görüşüne katılmasak bile iletişimi kesmeden gül gibi geçiniriz. Birbirimizi ön yargısız dinlesek, savunma psikolojisini çalıştırmadan konuşsak, birilerine şirin gözükmeye çalışmasak, birilerinin adamı olmasak, inanın görüşümüz ne kadar farklı olursa olsun, aramızda hiç niza çıkmaz. Böylece birbirimizin görüşlerinden faydalanmaya çalışırız. Bu da bizi geliştirir.

Ah neredesin güzel üslup. Özledik seni. Gel de adam et bizi. En azından birbirimizin yüzüne bakacak yüzümüz olsun.

Hediyelikte Konya

İlçeye yeni bir kaymakam gelmişti. Bir toplantıda, "İlçenizin tanınmış, yöresel bir şeyi var mı" diye sordu. Toplantıdakiler, etli ekmek, bulgur pilavı türünden örnekler verdi. “Etli ekmek Konya'nın tüm ilçelerinde zaten meşhur. Bulgur pilavı ise evlere mahsus. Kastettiğim şu: İlçenizden transit geçen biri 'Şu ilçeye gelmişken bu ilçenin şusu meşhur. Tadıp da gideyim ya da buradan hediyelik alayım veya ilçenizde marka olmuş şeyi almak için ilçenizde gelen var mı" dedi. "Öyleyse yok" dendi.

Ne diyor bu, kendinde mi diye düşündüğümüz kaymakam doğru söylüyordu. İlçeler, iller veya bazı yörelerin kendine özgü bir şeyleri olmalı ki oraya insanımızı çekebilsin.

Mesela Gaziantep dendi mi akla Antep fıstığı ve baklavası gelir. Hatta Gaziantep'ten gelecek birileri olursa, Antep fıstığı getir" denir şakasına. Bu siparişi duyan da Antep baklavası ve fıstığının kilo fiyatını yazar. Şakayı severim ama Antep fıstığının ve baklavasının yanına varılmaz. Lütfen isterken cebimi yakmayacak bir şey isteyin, biraz insaflı olun. Bu yüzden şimdiden söyleyeyim. İsteğinizi yerine getiremeyeceğim der ki kimse beklenti içine girmesin.

Kahramanmaraş dendi mi Maraş dondurmaları meşhur. Hatta Kahramanmaraş dışında her yerde Maraş dondurmaları satılır.

Kayseri dendi mi, sucuk ve pastırması meşhur. Yolu düşen tadımlık da olsa alır.

Aynı şekilde Bursa dendi mi havlusu ve kestanesi meşhur.

Afyon dendi mi Afyon kaymağı, Afyon lokumu ve Afyon sucuğu ile ön plana çıkar.

Şehirlerimize ait şehirlerimizle özdeşleşmiş, o yöreye özgü yiyecek ve ürünlere ait örnekleri çoğaltabilirim. Yalnız çok örnek vermeye niyetim yok.

Konya'ya getireceğim işi. Konya'nın da etli ekmek, fırın kebabı meşhur. Dışarıdan gelen mutlaka tadar.

İnsanlar gidip gezdikleri yörenin o yöreye özgü yiyeceklerini yer içer. Yalnız yiyip içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat derler Anadolu'da.

Ya giderken o yöreye özgü ne götürürler? Öyle ya dönüşte çam sakızı çoban armağanı hediyelik almak ister insanımız.

Pahalı-ucuz, tadımlık da olsa insanımız Gaziantep'ten ayrılırken Antep fıstığı alır. Bursa'dan ayrılırken havlu veya kestanesini alır. Afyon'dan ayrılan Afyon lokumu, çok ucuz demezse sucuğunu alır. Kayseri'den ayrılan pastırmasını alır.

Konya'yı gezip etli ekmeğini ve fırın kebabını yiyen biri giderken hediyelik ne götürür? Düşünüp taşınıyorum. Aklıma, Mevlana şekeri ve Konya sarması dışında bir şey gelmiyor. Konya sarması gördüğüm kadarıyla çoğu illerde var. Geriye, Konya'ya özgü bir Mevlana şekeri kalıyor.

Konya'dan ayrılan, giderken hediyelik olarak götürse götürse Mevlana şekeri götürür. Mevlana şekeri dediğimiz de bildiğimiz kaba şeker.

Konya'dan giden, tüm sülalesine yarım ya da birer kilo şeker alsa bütçesini sarsmaz. Çünkü çok ucuz.

Bildim bileli hediyelik olarak rafları süsleyen Mevlana şekerinin ne doğru dürüst şekli değişti ne de ambalajı. Yarım ya da birer kg'lık şeffaf naylon içinde müşteriye sunuluyor.

Konya esnafı ya da imalatçısı, Konya'ya özgü bu şekeri biraz farklı üretelim, içine fındık, fıstık koyalım, dışını süsleyelim ki albeni oluştursun demiyor. Sağ olsun, bu şekeri kim çıkardı, adını Mevlana şekeri diye kim koyduysa Konya imalatçısı orijinali bozmuyor. Koca şehirde bunu zamanında biri düşünüp piyasaya sürmeseydi, hediyelik eşya olarak Konya'nın satacağı bir ürün olmayacaktı. Tamam, orijinallik korunsun ama bu şekeri biraz cazip hale dönüştürmenin zamanı geldi geçiyor.

İnanın, şehir dışına çıkarken ne alayım, ne hediye götüreyim diye hediyelik eşya satan dükkanlara girerim. Hediyelik ne önerirsiniz diyorum. Gösterdikleri şeyler ya Konya'ya özgü değil ya da Mevlana şekerinden başka bir şey göstermiyorlar.

Yanı başımızdaki komşumuz Afyon bile hediyelikte Konya'yı solladı. Biz hâlâ yerimizde sayıyoruz. Ayak altındaki Afyon'a her uğrayan Konyalı, en azından Afyon lokumu alıp geliyor. O kadar meşhur ki müşteriler bu lokumdan almak için sıraya giriyor. Maalesef Konya, hediyelik eşya konusunda çok geride kaldı ve sınıfta kalmış görünüyor.

Sesimi duyun, Konyalı imalatçı ve üreticiler. Hediyelik eşya satan Konyalı esnaf sizin de mi derdiniz yok? Bari imalatçıya bir öneri götürün. En azından Konya'ya özgü hediyelik bir şeyler üretilsin. Hiçbir şey aklınıza gelmiyorsa, Mevlana şekerine bir ayar verilsin. Şekerimiz, gören müşteriye, albeni desin. Yahu bir şeyler deneyin. Denedik ama olmadı deyin.

Kaza Değil, Bir Cinayet

Trafik kazası gördüm de 03.10.2025 Cuma günü öğle saatlerinde Konya Antalya çevre yolundaki trafik kazası gibisini görmedim.

Kazadan, oğlanın haber vermesiyle haberdar oldum.

Videoyu izleyince, oğlana, babam, trafik kazası değil, cinayet bu dedim.

Çünkü bildiğimiz trafik kazalarından biri değildi bu kaza.

Kurallara uygun bir şekilde kırmızı ışıkta duran bir sürücüye, arkadan süratli bir şekilde gelen araç, adeta öndeki aracı biçmiş.

Surat, aşırı surat falan çok masum kalır. Arkadaki canavar öyle bir hızla gelmiş ki o hızla öndeki araç un ufak olmuş.

Bu yolda bildiğim kadarıyla TEDES var ve hız sınırı da 70 olmalı. Ama bu aracın hızı ne 70 ne 80 ne 100 ne de 120 olmalı. Bu hızla değil bu yolda, otobanda bile gidilmez. Belli ki bu araç sürücüsü eğer cinnet geçirmediyse eğer sarhoş değilse eğer bir hastalık geçirmiyorsa eğer öndeki aracın sahibini taammüden öldürmeyi kafaya koymamışsa eğer aklı yerindeyse eğer intihara kalkışmadıysa, o yolda bu hızla gitmez. Bu hızla bir araca arkadan vurduğu takdirde bu kazadan kendisinin de sağ çıkamayacağını bilen biri olmalı. Belki intihara kalkıştı. Gerçi intihardan kişi kendine zarar verir. Burada ise başkasına zarar vermiş.

Hep belki ile konuşuyorum. Çünkü aracın hız sınırını bilmiyorum. Derdi neymiş de bu kadar hız yapıyormuş, bunu da bilmiyorum. Gördüğümü anlamaya çalışıyorum.

Kazaya daha doğrusu cinayete sebebiyet veren ise yaralı kurtulmuş. Ölmez de sağ kalırsa bu hızla derdinin ne olduğunu öğrenmiş olacağız.

Yalnız bir gerçek var ki bu anlamsız hız, birinin ölümüne sebebiyet verdi. 40 yaşında, iki çocuk babası bir öğretmen hayallerini geride bırakarak darı bekaya uçtu.

Cinayete sebebiyet verenin kim ve haletiruhiyesinin ne olduğunu bilemem. Belki de çok masum bir gerekçesi vardır. Yalnız ne kadar masum olursa olsun, bu hızın masumluğu olamaz. Eğer sağ kalır da mahkemeye çıkarsa, trafik kazasına sebebiyet vermekten değil, cinayetten yargılanmalı.

Çünkü bu ülkede adam öldürmekten ceza almamanın yolu, birini trafik kazasıyla ortadan kaldırmaktır. Üç beş ay yatar, ardından çıkar. O yüzden bu kişi taammüden cinayetle yargılanmalı. En ağır cezayı almalı ki hiç suçu olmayan bir masuma ve ailesine dünyayı dar ettiği gibi kendi hayatı da zindan olmalı. Müebbet almalı. Ölünceye kadar gün yüzü görmemeli.

Kinci ve intikamcı değilim. Ne ölen benim kardeşim ne de öldüren benim düşmanım. Her ikisini de tanımam. İsterim ki babasız kalan iki çocuğun baba acısı belki bu şekilde dinebilsin. Herkes işte şimdi adalet yerini buldu desin. Bundan sonra da kimsenin yaptığı yanına kâr kalmasın.

Arabaya binen, bir başkasının hayatını tehlikeye atacak ve başkasının hayatını yok edecek şekilde araba sürmesin. Kurallara uysun. Bu ülkede kurallara uyanın ve kırmızı ışıkta duranın, kurallara uyduğu için hayatı bu şekil heba olmasın. Kurallara uyumanın bedeli bu şekil ağır olmamalı. Kendi eliyle, bilinçli bir şekilde ölüme giden, ölüme giderken de peşine birini takanın yaptığı yanına kâr kalmasın, başkasının hayatını kaydıranın hayatı da kaysın, eden bulsun, eden çeksin.