22 Eylül 2025 Pazartesi

NÖHÜ

Sayfaları karıştırırken NÖHÜ şeklinde bir haber başlığı karşıma çıktı.

Kısaltma çok garip geldi. Ülkede böyle kısaltma da var mıymış dedim. 

Haberin içeriğini açmadan bir zihin jimnastiği yaptım. 

Zihnimi zorladım da zorladım. 

Bir kısaltma olmalı ama neyin kısaltması? Başı "N", sonu da "Ü" ile bittiğine göre "N", Niğde, "Ü" de üniversite olmalı dedim. 

İkinci ve üçüncü kısaltmayı düşündüm durdum. Olmayan tüm müktesebatımı kullandım. Nafile.

Kendi kendime ömrünü boşa harcamışsın. Boş yaşamışsın. Bir de üniversite okumuşsun. Bir NÖHÜ'nün ne olduğunu bilemedin. Bir de ben her şeyi bilirim diye kendi kendine havalara giriyorsun dedim.

Böyle dedim ama bu kısaltmayı bulanlara kızmadım da değil. Tüm harfler bitmiş de çok mu uğraştılar bu harflerden ibaret kısaltmayı dedim. 

Ben böyleyim de siz ne durumdasınız? Biliyor musunuz NÖHÜ'nün ne olduğunu? Karşılaşmadıysanız nereden bileceksiniz? Benim merak ettiğim gibi siz de biraz merak edin.

Neyse merakınızı gidereyim. Çünkü fazlası bezdirir. NÖHÜ, Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesinin kısaltması imiş. Söylemesi zor, karşı tarafın anlaması da zor. Ama kısaltma kısaltmadır.

Üniversitenin resmi sayfasına girdim. Adresi de "www.ohu.edu.tr" imiş. 

NÖHÜ kısaltmasını ilk etapta bilmek zor olduğu gibi üniversitenin resmi sayfasındaki "ohu" ile hangi üniversite kastedildiğini birden çıkarmak da mümkün değil. İnternette Türkçe karakterler kullanılmayınca ortaya bu şekil garip kısaltmalar çıkabiliyor. 

Biri sorsa bir gence, nerede okuyorsun diye. NÖHÜ'de dese muhatap anlamak için birkaç defa sorar. Kısaltma yerine üniversitenin tüm ismini söyleyeyim dese, isim uzun mu uzun. Üniversitenin web adresini not edeyim dese "ohu" desen, karşındaki yüzüne bön bön bakacak.

Hasılı Niğde üniversitesinde öğrenci, öğretim üyesi ve çalışanı olmak sırf bu kısaltmadan dolayı zor olsa gerek. 

21 Eylül 2025 Pazar

Hoşgörü ve Vefa Ölmemeli!

2016 yılında vefat eden Musevi asıllı bir vatandaşın defin duyurusu için cami hoparlöründen duyuru isteğinin; cami imamı, ilçe, il ve Diyanet tarafından reddedildiğiyle ilgili bir alıntıya daha önce "İnsanlık ve Vefa Ölmemeli" başlıklı bir yazı yazarak konuyu irdelemiştim. https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2025/09/insanlk-olmesin-1.html

Okuduğum bu alıntı benzer bir olayı hatırlattı. Bu yazımda da ona yer vermek istiyorum.

Bir başka gazetede müsteşar isimle yazı yazarken gazeteden aradılar. "Biri sizinle görüşmek için numaranızı istiyor. Verebilir miyiz" dediler. Olur dedim.

İlgili kişi aradı. "Bir araya gelip bir konuyu konuşmak istediğini” söyledi.

 Bir kafede buluşmak için sözleştik.

Kendini tanıttı. "Şehre ve ülkeye şu alanda hizmet ediyoruz. Aynı ürünü yurtdışına ihracat yapan bir markayız. Aynı zamanda bir cemaatin de ileri gelenlerdendim. Cemaatin birçok maddi yükünü sırtladım. Kur'an'la da hemhalım.

Türkiye çapında ün yapmış, Kur'an açıklamasına ömrünü vakfetmiş bir akademisyenin açıklamaları ilgimi çekti. Kur'an talebesi olmaya karar verdim. İlgili kişiyi konuşma yapması için kaç defa şehre getirttim. Masrafları tek başına üstlendim".

"Türkiye'nin her bir yerinde konferans veren bu akademisyene nedense şehrimizde tepki gösteren bir kesim var. Ne zaman bu hocayı getirmeye kalksam, yer sorunu ortaya çıkıyor. Daha önce yeri veren yerler de gelen tepkilerden dolayı eften püften bahanelerle salonu vermekten vazgeçiyor. İşte vazgeçen yerlerle daha önce yaptığım sözleşmeler. Ne üniversite yardımcı oldu ne belediyeden dönüş oldu. Hatta üniversite yetkilileri, 'Hocamız akademisyenmiş. Salonu ücretsiz verebiliriz' dediler. İş adamı parasız olmaz. Ücretini yatıracağım. Yalnız şehirde bu hocaya karşı bazı kesimlerde bir tepki var. Kim salonunu verse orayı topa tutuyorlar. Gelen tepkiler üzerine vazgeçiyorlar. Bu durumu bilin, ona göre salonu verin. Sonra vazgeçmeyin dedim. 'Vazgeçmeyiz, olur mu öyle şey' demelerine rağmen 'Tadilat yapılacak' gerekçesiyle salonu vermekten vazgeçtiler".

"Bütün resmi kurumlardan ret ya da iptal cevabı alınca, mecburen otellere başvurdum. Buraların salonları da çok yüksek ama yapılacak bir şey yok. Yeter ki kabul etsinler. Para problem değil. Onlardan geri dönüş bekliyorum".

"Daha önce bu hoca hakkında yazı yazmışsın, şehrin bu hocaya yanlış yaptığına değinmişsin. Şu tarihte gelmesi için hocayla anlaştık. Fakat vakit daraldı. Hâlâ salon bulamadım. Bu konuyu ele alan bir yazı daha yazabilir misin" dedi.

Yazayım yazmaya. Yalnız başvurduğun otellerden gelecek cevabı bekleyelim. Pişmiş aşa su katmayalım. Olumlu cevap alınmazsa yazı konusu edinirim dedim.

"Haklısın, öyle yapalım" dedi. O halde sizden cevap bekliyorum dedim.

Çaylarımızı içerken başından geçen bir durumu da anlattı. Aklımda kaldığı kadarıyla şöyle idi: "Bu hocayı çok seviyorum. İstiyorum ki bu hocadan şehrim de faydalansın. Hocanın vereceği konferansı duyurmak için elimde yazılı ve görsel medya yok. Uzun yıllar birlikte çalıştığımız cemaatin radyosu aklıma geldi. Ne de olsa radyonun kuruluşunda emeğim çok. Aynı zamanda vakıf olan cemaatte hâlâ aktif görev yapan arkadaşlara, radyoda duyurusunu yapabilir misiniz diye rica ettim. Yönetim kuruluna sunmamız lazım. Tek başına karar veremeyiz dediler. İsteğimi yönetim kuruluna sunmuşlar. Yönetimdekiler eğer bu ilan radyoda okunursa biz yönetim kurulundan istifa ederiz demişler.

Kısaca yapılacak konferansın duyurusu radyodan yapılmıyor.

Sonrasında otelin birinden olumlu yanıt gelmiş. Hocayı dinlemek için ben de katıldım. Sponsor iş adamıyla konferans bitimi ayak üstü bir kez daha görüşme imkanım oldu.

İş adamı konferansın açılış konuşmasında "Bu konferans için salon bulmada zorlandığından bahsetti. Hoca ise "Herkes kalıbına göre iş yapar. İşte salon bulunmuş. Biz işimize bakalım. Ötesini boş verin dedi. Ardından da "Şeytan bile kitap yazsa, şeytanın kim olduğunu öğrenmek için kitabını okumak, ön yargıyı ve peşin hükmü bir tarafa bırakmak lazım" demişti.

Bu ikili görüşmeden aklımda kalanlara kısaca yer verdim. Adı geçen hocaya şehirde tepki gösterilmesini hiç anlamadım. Hele radyonun kuruluşunda bin bir emeği olan birinin, konferansın gün ve yerini duyurma isteğini eski arkadaşlarının geri çevirmeleri hatta istifa ederiz restleri hiç anlaşılır gibi değil. Birlikte omuz omuza verdikleri bir arkadaşlarının isteğini yerine getirseler ne olurdu. Herhalde kıyamet kopmazdı. Hatta jest yapmış ve vefa örneğini göstermiş olurlardı. İş adamı da sağ olsun eski arkadaşlarım ricamı kırmadı derdi.

Sahi radyodan duyurunun ne zararı olurdu? Bugün kaç kişi haber ve duyuruları radyodan dinliyor. Belki bir elin parmaklarını geçmez.

Bu duruma ne denir bilmem. Ön yargı mı dersiniz, hazımsızlık mı dersiniz, hoşgörüsüzlük mü dersiniz? Takdir sizin.

Burada şunu da söylemek isterim. Konferansa getirilen hocanın en büyük özelliği, Kur'an ayetlerini Kur'an ayetleriyle açıklamaya çalışması, hadislere fazla yer vermemesi. Hocanın bu metodu bazılarınca hadisleri inkar ediyor şeklinde pompalanıyor. Halbuki hoca, hadisler konusunda defalarca "Ne süpürüp alanlardanım ne de süpürüp atanlardanım" der. Üstelik o konferansını baştan sona bir hadise yer vererek işlemişti. Ne diyelim, adın çıkmaya görsün.

Radyoda ilana karşı çıkılması da bundan olsa gerek. Hocanın konferans duyurusu radyodan yapılırsa, cemaat mensupları, 'Nasıl olur da bizim radyomuzdan, bir hadis düşmanının konferansını duyurusunuz' tepkisinden çekinmeleri.

Bu yazı farklı fikirlere hoşgörüsüzlüğümüzün bir göstergesi. Aynı kitap ve peygambere inandığımız halde şu konuda seçici diye tavır alıyoruz. Ne konferansına izin veriyoruz ne de radyoda duyurusuna tahammül ediyoruz. Biz bize böyle isek Musevi asıllı esnafın cenaze merasimi duyurusunu cami minaresinden nasıl duyurabiliriz, öyle değil mi?

İnsanlık ve Vefa Ölmemeli!

“Adı Yosef Hobe. Musevi bir vatandaşımız. 78 yaşında.

İzmir Konak’ta 50 yıldır esnaf. Basmacı Yusuf diye tanınır. Dükkanı Hisar Caminin yanında.

Sevilir, sayılır, hürmet edilir.

Sabah erkenden dükkanını açar. ‘Selamünaleyküm’ diyenlere, ‘Aleykümselam’ der.

Bu ülke için 36 ay askerlik yapmış.

Devlete vergisini kuruşuna kadar ödemiş.

Kendisi Müslüman olmamasına rağmen, her Cuma günü dükkanının önüne kartonlar koyar, camiye sığmayan cemaat orada namaz kılsın diye.

Müslümanlar gelir, o kartonların üzerinde ibadetini yerine getirirdi. Herkes ‘Allah razı olsun’, o da herkese, ‘Allah kabul etsin’ derdi.

İleri yaşına rağmen namazdan sonra kartonları tek tek toplar, bir sonraki Cuma kullanılması için dükkanına geri taşırdı.

Önceki gün (14 Nisan 2016) vefat etti.

Yıllarını geçirdiği çevre esnafı çok üzüldü.

Ölüm haberi duyulsun, sevenleri son görevini yapsın diye Hisar Cami’den bir anons yapılmasını rica ettiler.

Minareden sadece şu metin okunacaktı: ‘Çarşımızın esnaflarından Yosef Hoba vefat etmiştir. Cenazesi saat 16.00’da Altındağ Musevi mezarlığında defnedilecektir’.

Cami imamı Konak İlçe Müftülüğüne sordu. Hayır dediler. İzmir İl Müftülüğüne başvuruldu. Yine hayır dediler. Son çare Diyanet İşleri Başkanlığı oldu. Ankara’dan gelen haber de ‘Hayır’dı’.”

Yukarıda bir kısmına yer verdiğim yazı bir alıntı. Alıntıdan anladığıma göre olay 2016 yılında olmuş. Bundan da sosyal medya aracılığıyla yeni haberim oldu. Olayın aslı var mı, yok mu bilmiyorum. Birileri algı oluşturmak için yazıp servis etmiş olabilir. Temenni ederim ki bu yazının aslı ve astarı olmasın.

Alıntıda; ilçe, il müftülüğünün ve Diyanet İşleri Başkanlığının da adı geçiyor. Acaba ilgili kurumlar bu yazıya cevap vermiş, yazıyı tekzip etmiş mi diye Google üzerinde arama yaptım. Herhangi bir tekzibe rastlamadım. Yalnız anons izni için ilçe ve il müftülüğünün aranması anlaşılır da DİB’e de sorulması ilginç görünüyor. Çünkü Diyanet’ten haydi deyince birden cevap gelmez. Cevap gelinceye kadar da cenaze beklemez. Çünkü cenazelerin makul bekletilme süresi var.

Yazının aslı var diyelim. Ölen Müslüman olsun veya olmasın, mahalle camiinden duyuru yapmada bir sakınca olmaz. Dinî yönden cevazından ziyade insani bir şeydir. Çünkü ezan ve salanın dışında cami hoparlörleri çoğu muhitlerde önemli duyurular için de kullanılır:

“Falanın düğün yemeğine tüm mahalleli davetlidir”,

“Bir miktar para bulunmuştur”,

“Bir miktar para kaybolmuştur. Bulanların insaniyet namına getirmesi rica olunur”,

“Falan mevkide yangın çıkmıştır. Traktörü olan vatandaşların yardıma gelmesi” gibi.

O hesap, İzmir’i mesken edinmiş, Musevi vatandaş için de cami görevlisinin inisiyatif alıp “Mahallemiz sakinlerinden Basmacı Yusuf lakaplı Musevi vatandaşımız vefat etmiştir. Cenazesi şuradan kalkacaktır. Sevenlerine duyurulur” anonsunu yapabilirdi. Böyle bir anons çok da güzel olurdu.

Nedense bazen bağnazlığımız tutar ya da dinen caiz olur mu diyerek her şeye dini yönden bakmaya kalkar ve çoğu zaman da caizdi, değildi demek suretiyle işin içinden çıkamayız. Şu var ki insanlık dinden ve inançtan önce gelir. İnsanlığımız olmadan din ve inanç toplumsal barışa hizmet etmez. Bu tür anonslar aynı zamanda bir jest olur. Sevgi, saygı ve ülfete katkı sunar.

Hasılı, işin içine ölüm ve cenaze girince akan sular durmalı. Din ve inançtan önce insanlık ve vefa ön plana çıkmalı.

Sizi bu konuya benzer başka bir anekdota götürmek istiyorum. Yalnız sayfam doldu. Buna da bir başka yazımda değineyim.