3 Ağustos 2025 Pazar

Devlet Dediğin Böyle Olur

Bir arkadaşım anlattı:
"Kızım ve damadım Avusturya'ya müracaat ettiler. Damadım orada üniversite okuyacak. Kızım da Almancasını geliştirecek kurslara devam edecek. Üniversite okuyanların en fazla yarı zamanlı çalışma gibi bir zorunluluğu olduğundan dolayı çalıştığı yerden aldığı gelirini Avusturya hükümeti bir ailenin geçinmesi için az görüyor. Damadın, bunun haricinde kendisinin yapmış olduğu özel çalışmalardan elde ettiği gelir resmi bir giriş olmadığı için resmen gelir olarak görülmüyor. Haliyle kabul görmüyor.

Damadım pes etmedi. Avusturya hükümetine şu bölgede şu işi kuracağını sundu. Teklifi inceleyen Avusturya hükümeti, "Kurmayı taahhüt ettiğiniz iş için belirttiğimiz bölgede o alanda iş yapan yeteri kadar iş yeri var. Bu bölgede o işi açmanıza izin vermiyoruz. Şu bölgede o işi kurabilirsiniz. Yalnız şu kadar süre içinde bu kadar para kazandığınızı belgelendirmeniz gerekli. Şayet belirttiğimiz miktarda bir kazancınız olmazsa iş yerini kapattırıp sizi geri göndermek durumunda kalırız" türünden bir cevap verir.

Damadım, hükümetin önerdiği yerde iş yeri açarak iş sahibi oluyor. İşi gereği üniversite eğitimine ara vermiş durumda.

Arkadaşın bu açıklamasını ağzım açık dinledim. Vay be adamlardaki devlet anlayışına bak. Ülkelerinde ikamet etmek isteyen herkesi almayıp önce gelirini soruyor. Yeterli görmeyince reddediyor. Şu iş üzerine iş yeri açacağım teklifini ise o bölgede o alana hitap edecek yeterli sektörümüz var diyerek yine reddediyor. Başka yerde o iş yerinin açılmasına izin veriyor ama şu kadar süre zarfında gelirini izleyeceğini, şayet bu kadar kazanç olmazsa iş yerini kapatacağını söylüyor. Bu demektir ki oturma iznini iptal ederim.

Oturmuş bir devlet böyle olur dedim arkadaşa. Sınıra gelen herkesi almıyor. Niye geliyorsun diyor. Aynı bölgede aynı işi yapacak olan başkasına açma izni vermeyerek o bölgedeki esnafını koruyor.

Bizdeki durumu ne siz sorun ne de ben söyleyeyim. Ki zaten işleyişi biliyoruz. Yine de birkaç kelam etmek isterim.

Bildiğim kadarıyla kaçak veya normal yollarla bu ülkeye gelmek isteyen herkese bu ülkenin kapıları ve sınırları açık. Bu ülke yol geçen hanı gibi desem yanlış olmaz. Gelene niçin geliyorsun denmez. Gelirin nedir? Bu ülkede kaldığın müddetçe geçimini nasıl sağlayacaksın diye sorulmaz. Gelen yabancı bu ülkenin şu bölgesinde şu işi yapacağım, izniniz var mı demez. Devlet de açacağın bu bölgede bu işi yapan yeteri miktarda esnafım var demez.

Sadece yabancıya değil, kendi ülke insanına da sormaz. Eğer bir muhitte yan yana ve karşılıklı 50 dükkan olsa, 50 kişi, belediyeye biz burada market açacağız dese, hepsinin market açmasında hiçbir engel ve sınırlama yok. Buradaki aynı işi yapan diğer esnafı da koruyalım denmez. Yeteri kadar hatta fazlası varken açan kişi de "Herkes nasibini yer. Ya nasip" diye yola çıkar.

Aynı bölgede açılan iş gereği, araç yoğunluğu olsa, bu bölgede oto park sorunu olur da denmez.

Bildiğim kadarıyla son yıllarda eczane açılmasına sınır getirildi. Bunun dışında herhangi bir sektör için bir sınırlama yok.

Ülkemizdeki işleyişle ilgili birkaç kelam edecektim. Gördüğünüz gibi uzattım.

Ama Avusturya hükümetinin işleyişi ve tavrı hoşuma gitti. Gönül isterdi ki Avusturya ülkesinde olan bu işleyiş ülkemde de olsun. Çünkü devlet dediğin böyle olur.

Avusturya ne zaman böyle kuralları olan bir ülke oldu bilmiyorum ama zamanında Viyana’yı alsaydık, belki ya Avusturya’yı kendimize benzetirdik ya da Viyana’dan bu işleyişi alırdık. Şu var ki Viyana elimizden ucuz kurtulmuş.

31 Temmuz 2025 Perşembe

Üslubu Problemli Olanlara Gelsin!

Geçmişte dini bir konu veya siyasi tartışmalarının yapıldığı TV oturumlarını pek kaçırmazdım. Bu tür programlar başlamadan önce elime kumandayı alır, reklamlar hariç bitinceye kadar izlerdim.

Bu tür oturumların konukları ağırlıklı olarak laik ve seküler insanlar, gazeteci yazar ve çizerler olurdu. Bir iki tane de İslamcı yazar çizere yer verirlerdi. Şimdinin tam tersi.

Oturumların bazısında İslamcı yazar çizer olarak zaman zaman Emine Şenlikoğlu da olurdu. Programda farklı düşünce yapısına sahip konuklar eşit olmasa da her konuk aynı süre konuşurdu.

Birkaç konuşmasını izlediğim Emine Şenlikoğlu, tüm konukların konuşmalarını can kulağıyla dinler. Aynı zamanda hepsini not alırdı. Sıra kendisine geldiği zaman tüm konuşmacılara tek tek cevap vermeye çalışırdı. Haliyle konuşma süresini aşınca moderatör uyarırdı. O da daha eleştirileri hepsine cevap vermedim. Bu konularda daha kendi görüşümü söylemedim türünden bir şeyler söylerdi. Sunucu da "Ama Emine Hanım, siz savunduğunuz partinin temsilcisi değilsiniz. Sizi bu amaçla çağırmadık. Hepsine cevap vermek zorunda değilsiniz. Size sorduğum sorunun cevabını hala alamadım" derdi.

Partinin temsilcisi olmasa da belli ki Emine Hanım, tüm eleştiri ve ithamları üzerine alıp onlara cevap vermeyi ve onları savunmayı kendisine misyon edinmişti. İnsanın kendisini bir yere ait hissetmesi herhalde böyle bir şey olsa gerek ise de Şenlikoğlu'nun yaptığı doğru değildi.

Bu durum sadece İslamcılara ait bir durum değil, çoğu laik seküler de aynı misyonu üstleniyor.

Şimdilerde ve nicedir tartışma programı falan izlemiyorum. Doğru dürüst televizyon bile açmıyorum. Bazen açtığım, kanalları gezindiğim, dikkatimi çeken bazı tartışma programlarında üç beş dakika oyalandığım olur. Oyalanmamın sebebi de objektif olduğuna inandığım bir konuk görürsem, onun konuşmasını beklemekten ibaret. Değilse hiç yetkisi ve sorumluluğu olmadığı halde partilerin borazanlığını yapanları dinlemeyi zait hissederim.

Bu durum sadece televizyonlardan ibaret değil. Değişik gruplarda farklı meslek sahipleri vardır. İşçisi de var, öğretmeni de var, avukatı da var, akademisyeni de var. Hiçbiri siyasetçi ve bir partinin temsilcisi değil. Gel gör ki bunlar kendilerine bir misyon edinmişler. Yazıp çizdiklerinden ve konuştuklarından sanırsın ki bunların asıl mesleği siyaset. Hepsi olmuş birer Emine Şenlikoğlu. Bu yılmaz savunuculuklarından dolayı bir menfaat elde etseler, ekmek kapısı diyeceğim. Çoğunun üslubu da bozuk. Hakkını yemeyeyim, Emine Şenlikoğlu konuşur, cevaplar verirdi ama bunu kırmadan, dökmeden yapardı. Güzel ve nazik bir üslubu vardı. Şenlikoğlu cevap verirken kimseyi suçlamazdı. Çok naif bir hanımefendi idi. Keşke Şenlikoğlu'nun yolundan gidenler Şenlikoğlu'ndan biraz üslup öğrenseler çok daha iyi olurdu.

İnanın, kimsenin inancında, fikrinde, zikrinde ve siyasi görüşünde değilim. İsteyen istediği fikir ve zikirde olur. Bu tiplerden tek istediğim, suçlamadan, körü körüne savunmadan, başını kumdan çıkararak güzel bir üslupla meramını anlatması. Üslubu berbat olanların ne dinine ne inancına ne siyasi görüşüne ne de birikimine saygı duyarım. Çünkü üslup her şeyden önce gelir. Üslubu sorun olanların kırıp dökmenin dışında kimseye verebileceği bir şey yoktur. Savundukları değerlere zarardan başka da bir katkıları olmaz. En azından benden uzak olsunlar. 

Orman Kanununun Geçerli Olduğu Yollarımız

Nerede yastık gibi bir kasis görsem, bu ülkede orman kanunu geçerli olmalı diye aklıma gelir.

Nasıl gelmesin. Çünkü bir yola kasis yapmak, hele bazı yollarda yol boyunca kasise yer vermek, nazarımda şudur: "Bu yolda hız sınırını kaç olduğu levhalarda gösterilmiş olsa da sürücüler belirlenmiş hız sınırına riayet etmiyor. Kanun, kural dinlemeyip aşırı surat yapıyor. Bu da o meskûn mahaldeki insanların canını tehlikeye atıyor. Ben yeterince denetim yapamıyorum. Bu yola hakim değilim. Bu durumda sürücüler bildiğini mi yapacak? Ben bilirim ne yapacağımı, size gününüzü gösteririm diyerek yola kasis koyuveriyoruz". Başka da aklıma bir şey gelmiyor. Yani burada devletin belirlediği hız sınırına riayet edilmediği için kasis koymak suretiyle sürücünün hızını orman kanunuyla düzenliyorum. Başka da elimden bir şey gelmiyor. Zira bu konuda acizim demektir bu.

Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde böyle kasis var mı bilmiyorum. Ama benim ülkemin çoğu yeri maalesef bu tür kasislerle dolu. Bu da oturmuş, tıkırında işleyen bir sisteme sahip olmadığımız anlamına gelir.

Hele yastık gibi yapılan kasislerde 50 hız sınıfıyla giderken bile yavaşlamazsan arabayı taşa vurmuş gibi hoplarsın. Kazara frene basıp vites düşürmezsen yandın demektir.

Kimse kusura bakmasın, olası kazaları önlemek amacıyla iyi niyetle konan bu kasisler hazırında kazaya davetiye çıkarıyor. Kaza olmasa da arabanın içinde bir güzel hopluyorsun. Arabanın aksamına verilen zararı, içindekilerin korkuya kapılmasını saymıyorum bile.

Elbette her kasise gelmeden önce kasis levhası da konuyor. Diyebilirsiniz ki bu levhayı gören yavaşlamalı. Levhayı gördüğü halde yavaşlamazsa o insanın aklından zoru var demektir.

Yalnız öyle yollara konmuş kasis var levhalar var ki büyümüş ağaçlar arasına gizlenmiş. Yol lambaları da hakeza ağaçlardan tam aydınlatmıyor. Gece karanlığında bu yolun yabancısı bu yoldan geçse o karanlıkta ne levhayı görür ne de kasisi. Bu durumda araba ve içindekileri hoplatmaya kimsenin hakkı yoktur.

"Bu yolda orman kanunu geçerli" demek olan kasis yerine, o yola boydan boya mobese döşersin. Hız sınırı levhasını koyarsın. Yol üzerinde cami, okul, hastane vs. yerler varsa önüne yaya yolu işaretlerini çizersin. Tüm bu önlem ve bilgilendirmeye rağmen bir sürücü hız sınırına riayet etmeden bu yoldan geçerse plakasına ceza yazarsın. Ceza yiyen sürücü bu yoldan hızlı geçsin de göreyim. Bu sürücü hızından dolayı maddi ve manevi zarar vermişse, canını okuyalım. Ona ölümlerden ölüm beğendirelim. 

Ne olur, devletsek -ki devletiz- bu kasisleri kaldıralım. Kurallara uymayanlara mevcut mevzuatı tavizsiz uygulayalım. Orman kanunuyla iş ve işlem yapmayalım. Unutmayalım ki bir yerdeki kasis geri kalmışlığımızın bir göstergesidir. Yok, bizim ilerleme ve gelişme gibi bir niyetimiz yok denirse, o zaman başka.

Geri kalmışlığımıza en güzel örnek, Hicaz ve Alemdar yolu bir de Erenköy yolu. İnanın konan kasisleri saymaktan bezersiniz. Güya bu caddede hiç ışık yok. İnanın ışık olsa arabalar mesafe kat eder. Ayıptır ayıp.