29 Haziran 2025 Pazar

Hayatın İçinden Bir Hutbe

27 Haziran 2025 tarihli “Kamu Malı Dokunulmazdır” başlıklı cuma hutbesi halkın gündemine oturdu. Epey bir beğeni aldı. Sosyal medyada hutbe paylaşıldı. Üç beş kişi bir araya gelmişse muhabbet konusu hutbe üzerine oldu.

Ben de hutbe konusunu ağzı açık dinleyenlerdendim. Hutbeyi değerlendirmemi isteyenler oldu.

Gelen tepkilerden anladığım kadarıyla belli ki halkımız böyle hutbe konularına susamış. Ümit ederim ki halkın dertlendiği bu tür hayatın içinden hutbelerin arkası gelir ve her hafta halkın gündemine oturur.

Burada hutbede şundan, bundan bahsedildi demeyeceğim. Hutbeyi dinlemeyip merak edenler de Diyanet’in sayfasından hutbeyi indirip okuyabilir.

Açıkçası, hayatın içinden, daha doğrusu sıra dışı bir hutbe idi. Böyle bir konu seçtiği için Diyanet’i tebrik etmek lazım. Çünkü hutbe dediğin, insanımıza, suya ve sabuna dokunmalı, hayatın içinden olmalı. Problem ve dertlerimizi dile getiren ve yol gösteren olmalı. Doğrusu hutbe dediğin böyle olmalı.

Bir diğer husus, kamu malı dokunulmazlığına dair farklı örnekler verilerek bahsedilen bu hutbeden 5-6 hutbe konusu çıkarılabilirdi. Cemaatin ilgi gösterdiği ve can kulağıyla dinlediği bu konuyu, öyle zannediyorum, Diyanet, bir defada değinmekle yetinmeyi seçti. İsterim ki bu içerikli konulara bundan sonra Diyanet belirli aralıklarla yer versin.

Bu kısa değerlendirmeden sonra hutbeyi can kulağıyla dinlerken kafama takılan bir soruyu burada sorup irdelemek isterim. Acaba bu hutbenin muhatabı kimdi? Camiye gelen cemaat mi yoksa kamu malını tasarrufunda bulunduran etkili, yetkili ve sorumlu kişiler mi? Daha doğrusu yönetilenler mi, yönetenler mi? Her ne kadar hutbenin muhatabı her ikisi olsa da kamu malına sahip çıkacak, kamu malını yetim malı bilecek kesim esas yöneticilerdir.

Ne demek istediğimi, hutbede verilen bazı örneklere yer vererek açmak isterim:

“Hiç kimse bu mallar (kamu malları) üzerinde şahsi ve keyfi bir tasarrufta bulunamaz.

Kamu imkânlarını amacı dışında kullanmak, kamuya ait işleri yavaşlatmak ya da aksatmak, verilen görevleri layıkıyla yerine getirmemek,

Kamu hizmetlerini sunarken insanlar arasında ayrım yapmak, tanıdığı kişilere öncelik vermek, çalışma saatlerinde şahsi işlerle meşgul olmak,

Bir kişinin yapabileceği bir iş için birden fazla kişiyi işe almak.

Torpil yapmak ve yaptırmak, adam kayırmak ve kollamak, gençlerimizin hayallerini çalmaktır,

Devletin; tarımda, hayvancılıkta ve ticarette verdiği destekleri amacı dışında kullanmak. Daha fazla destek almak için olmayan tarlaları varmış gibi beyan etmek ya da vasıfsız tarlaları vasıflı göstermek,

İhtiyacı olmadığı halde sosyal yardım almak, ailesinden kalan maaşı alabilmek için resmiyette boşanıp gerçekte birlikte yaşamaya devam etmek,

Naylon fatura ile vergi kaçırmak, sahte belgelerle mal beyanını düşük göstermek,

Engelli muafiyetinden yararlanılarak alınan aracı amacı dışında kullanmak, vergi imtiyazını istismar edip bunu bir rant kapısına çevirmek vs.

Tüm bunları yapmak vebaldir, günahtır, haramdır, ateşten gömlek giymektir. El hak doğrudur.

Hutbede verilen tüm bu kötü örnekler bu toplumda aynıyla vakidir. Tüm bunlara dur diyecek ve açık kapı bırakmayacak da devlettir. Daha doğrusu devlete yön veren etkili, yetkili ve de sorumlu olan kişilerdir. Çünkü yönetilen ve kamuda çalışan halk olarak bizler, bu kötü filleri işlemek istesek bile bize dur diyecek, yakamıza yapışacak, hesap soracak ve cezalandıracak bir devlet mekanizması olursa vatandaş olarak bizler bu tür cürümlere yeltenemeyiz. Bunun için her şeyiyle oturmuş, işleyen bir devlet sistemi, kamu malı ihlalini bertaraf eder.

Kısaca bu hutbe yönetilen halktan ziyade devlete yön verenlere, kamu malı tasarrufuna sahip olanlara okunmalı. Pekala, üst düzey devlet yöneticileri Kocatepe ya da Ayasofya’ya toplayıp “böyle böyle suçlar var. Bu suçlarda payın büyüğü sizde, bu cürümlerin önüne geçme sorumluluğu sizde. Önce siz kendinizi temizleyin. Siz düzelirseniz, yani boşluk bırakmayacak ve savsaklamayacak şekilde görevinizi bihakkın yerine getirirseniz, kamu malı ihlalleri bıçak gibi kesilir...” denmelidir.

Şu hususa da değinerek yazımı sonlandırayım. Kamu malı ihlaline dair verilen bu kadar örneğin içine, pekala adalet sistemi de eklenebilirdi. Çünkü adalet yönünden de bilerek ya da bilmeyerek yaptığımız hata ve yanlışlar çok. Unutmayalım ki adil yargılamamak da bir nevi kamu malı ihlalidir. Kişileri adil yargılamamak da günahtır, vebaldir, haramdır.

Kısaca, İsterim ki bu hutbe havada kalmaz. herkes üzerine düşen payı alır ve gereğini yapar. Çünkü bu hutbe “Sözün meclisten dışarı” değil, içeri bir hutbe. Hem yönetilenleri hem de yönetenleri ilgilendirmektedir. Daha çok da yönetenleri. Yönetenler doğru olursa halk da doğru olur. 

26 Haziran 2025 Perşembe

Açgöz Bir Avukatın Şantajı

Kimdir, necidir, suçlu mudur, suçu varsa ne orandadır bilmem. Bildiğim bir derbeder. Başındaki beladan kurtulmak istiyor. Anladığım kadarıyla maddi durumu da iyi değil.

Tanımadığım bu kişiden bir esnafın konu edinmesiyle birazcık vakıf oldum. Niyetim bu kişiden ziyade bir fırsatçının bu kişiye çektiği şantajı gündeme getirmek.

FETÖ'den yargılanmış yıllarca. Belki de bir müddet içeride yatmıştır.

Yargıtay bu kişinin cezasını bozmuş. İlk mahkemede yeniden yargılanacak.

Mahkeme Afyonkarahisar'da görülür.

"Avukatın yok mu" demişler.

"Hayır, yok. Avukat tutacak param da yok" demiş.

"O zaman CMUK'tan avukat isteyelim. Avukat bedeli ödemezsin" demiş mahkeme.

BARO'dan gelen avukatla birlikte mahkeme salonuna girer. Hakim beraat kararı verir.

Delikanlıda bir sevinç bir sevinç. Niye sevinmesin. Yıllardır yargılandığı davadan berat etmiş. Üstelik avukat tutmadan.

Ama sevinci fazla sürmez. BARO'dan gelen avukat peşini bırakmaz. Avukat, "Hakim yargılamadaki avukat bedelini kimden alacağımı yazmamış. Ben BARO'dan alamam. Ya avukat bedelini verirsin ya da davaya itiraz edeceğim" demiş.

Tam berat ettim, temize çıktım sevincini yaşarken avukat bedeli ile karşı karşıya kalır. Çünkü elde yok, avuçta yok. Berat ettiği davaya itiraz edilse dava sil baştan yeniden görülecek. Bunu da göze alamaz.

Yeniden yargılamayı göze alamadığı için avukat bedelini sorar. "Normalde 30 bin alırım ama sen 20 bin ver" der. İn çık derken avukat 15 bine fit olur. Bulur buluşturur verir avukatın parasını.

Bu durumu esnaftan öğrenince şaşırdım ve olamaz böyle şey. Avukat müvekkilinin talebi olmadan böyle bir itirazda bulunamaz. Avukat bedelini de devlet öder. Ayrıca müvekkilinden para alamaz. Çünkü avukatın BARO'dan geldiği belli. Adam düpedüz şantaj yapmış. Garibim de açgözlü avukatın bu şantajına maalesef boyun eğmiş dedim.

Yanımızda oturan bir arkadaş da akrabası bir avukatı aradı. BARO'dan gelen avukatın, hakimin verdiği karara itiraz edip İstinafa götürüp götüremeyeceğini ve aldığı paranın doğru olup olmadığını sordu. Tecrübeli avukat da avukatın karara itiraz edemeyeceğini ve aldığı paranın doğru olmadığını söyledi.

Anlaşılan avukat bir mağdurun mağduriyetinden faydalanmış, fırsatı ganimete çevirmiş. Hem devletten alacak hem de şahıstan. Bir taşla iki kuş denir buna. Yargılamanın içeriğinden bile haberi olmadan misafir gibi mahkeme salonuna cübbesiyle girip çıkmanın ve “Beratını talep ediyorum” demenin dışında, bir iş yapmadan hakkı olmayan bir parayı talep etmesi ne insanlığa ne vicdana ne dine ne ahlaka ne de etik değerlere sığar. Halbuki yargılanan kişi berat sevinciyle para teklif etse bile bu avukatın “Ben paramı devletten alacağım. Kat o parayı cebine. Haydi sana geçmiş olsun” demesi daha şık olurdu.

CMUK aracılığıyla gelen avukatlara sanık ya da zanlı yakınlarının "Bizim çocuğu iyi savun" deyip cebine para koyduklarını duymuştum da avukat bedeli isteyen ve bedeli pazarlık yapan böyle yüzsüzü ilk defa duydum. Ne diyeyim, burnundan fitil fitil gelsin.

25 Haziran 2025 Çarşamba

Bahtıma Yanayım

Çarşıda tanıdığım bir esnaf var. Zaman zaman uğrayıp çayını içerim. Ben uğramayı uzatırsam, sağ olsun, neredesin, haydi gel, bekliyorum diye telefon açar.

Bir başka esnafın yanında iken dün yine aradı, neredesin diye. Hem esnafı hem de birlikte buluşup çay içtiğim arkadaşı da alarak esnafın yanına uğradık.

Çaylarımızı içtik.

Birlikte geldiğimiz esnaf, çayın ardından müsaade alıp gitti. Biz iki arkadaş oturmaya devam ettik.

Laf lafı açtı. Kalkalım derken ikindi ezanı okundu.

Ezan okununca işini bırakıp camiye giden esnaf, “şu önümdeki işi bitireyim de namazı birlikte kılalım” dedi.

İkindi namazı kılındıktan ve cemaat dağıldıktan sonra esnaf işini bitirdi. “Haydi namazımızı kılalım” dedi. Birlikte çarşı içindeki mescide girdik.

Abdesti taze olan arkadaş imamlığa geçti. Biz iki kişi arkasında saf tutarken aynı çarşıda çalışan bir esnaf da katıldı cemaate.

Tekbir almadan önce alnımı koyacağım halının temiz olmadığı gözüme ilişti. Kaç gündür ya da kaç haftadır temizlenmiyorsa artık.

Halının temiz yerlerine alnımı koymama rağmen halıdaki küllük alnıma yapıştı.

Namaz kıldığımız yer imam odasının ön tarafı idi. Biz namaz kılarken yanındaki biriyle konuşarak imam çıkıp gitti.

Tesbihatı yaptıktan sonra yanımdaki çarşı esnafına, caminiz çok kirli. Şu halıya bakar mısın? Hiç bakan eden yok mu dedim. Sadece ben değil, o anda bulunan dört kişi de caminin kirli olduğu konusunda hemfikirdi.

Esnaf, "İmam gitti az önce. Caminin temizliğinden biz de şikayetçiyiz. Çarşı esnafı olarak camiyi temizleyecek birini bulduk. İmama, şu gün saat 09.00'da gelip temizlikçinin başında duruver" dedik. "Erken olur, o saatte kalkıp gelemem dedi beyefendi. Hasılı caminin temizlik işi kaldı" dedi.

Garip bir durum vardı orta yerde. Hem caminin temiz olmaması garip hem de imamın "O saatte kalkıp gelemem" demesi garip. Beyefendi o vakitte kalkıp gelemezmiş.

Gelemem diyen kişi fahri olarak görev yapan biri değil. Diyanet'in kadrolu imamı.

Gariplik bu kadarla sınırlı değil. Tarihi çarşıdaki mescide kadrolu birinin verilmesi. Burada tek garip olmayan, esnafın ya da müşterilerin namazlarını kılacağı bir yerin mescit olarak tahsis edilmesi.

Ben bir camide özellikle bu çarşı camiinde görevli olacağım. Mahalleli ya da çarşı esnafı bir temizlikçi bulacak. Ben gelmeyeceğim. Camide yatarım temizlikçi gelecek, camim tertemiz ve pırıl pırıl olacak diye. İmamın böylesine de pes doğrusu.

Bahsettiğim çarşı mescidinde öğle ve ikindi olmak üzere günde iki vakit namaz kılınıyor. Belki kışın kısa günlerinde akşam namazı da kılınıyordur. Ama yazın sadece öğle ve ikindi namazları kılınıyor. Yani iki vakit kıldırması için Diyanet buraya kadrolu birini görevli atıyor. Ben böyle bir camide görev yapacağım. İnanın, bırakın temizlikçi bulmayı camiyi kendim temizlerim.

İki vakit mesai yapan bu görevli, emsal meslektaşlarından daha düşük bir maaş mı alıyor? Bildiğim kadarıyla beş vakit namaz kıldıran diğer imamlarla aynı maaşı alıyor.

Burada eğri oturup doğru konuşmak lazım. Yirmişer dakikadan ibaret toplamda kırk dakikalık bir mesai için dünyanın hiçbir yerinde kadrolu bir görevli ataması yapılmaz. Eğer iki vakit namaz için bir görevli atanıyorsa, bu görev kebap bir görev olur.

Devletin kırk dakikalık bir mesai için sair imam ve müezzinlere verdiği kadar maaş vermesi hiç hakkaniyete sığmaz. Ki bu çarşı camiine görevli atamaya bile gerek yok. Namazını cemaatle kılmak isteyen çarşı esnafı pekala çarşıya yakın camilere gidip cemaatle namazınu kılabilir. Namazını cemaatle kılmak isteyip diğer camilere gitmek istemeyen esnaf arasından biri de imam olabilir. Çünkü eskisi gibi değil, şu anda namaz kıldırmayı bilen insanımızın sayısı az değil. Cemaatle namaz için illa kadrolu ve resmi bir görevlinin olması şart değil. Devlet kadroları şişirerek ihtiyaç veya değil, herkese, her yere böyle kadro tahsis etmesi gibi bir lüksü olmamalı. İlla bir görevli verecekse, çarşılarda dahi görevli atayacaksa pekala böyle yerlere iki vakit namaz kıldıracak ücretli imam görevlendirebilir.

Bu arada yanlış meslek seçmişim. Bugünkü aklım olsaydı, bu çarşı veya iki vakit mesaisi olan herhangi bir camide görev almak ve burada emekli olmak isterdim. Öğleye kadar yatar, öğle namazına doğru çarşıya çıkar, öğle namazını kıldırır, namaz sonrası ikindiye kadar çarşıdaki işlerimi halleder, eşle dostla çayımı içer, ikindi namazından sonra ertesi gün öğleye kadar haydi bana eyvallah deyip evimin yolunu tutardım. Emekli olduktan sonra da şu kadar yıl hizmet ettim derdim. Vay be! Ne görevler varmış da benim haberim yokmuş. Bahtıma yanayım.