2 Haziran 2025 Pazartesi

Oğlan mısın, Yandın!

Eskiye oranla azalsa da bu toplumun büyük bir çoğunluğunda, kız çocuğundan ziyade erkek çocuğuna sahip olma anlayışı yatmaktadır. Hatta arka arkaya kız evladına sahip olanlar "Bana bir erkek çocuğu vermedin" diye kadını ya da anneyi suçlar.

Bundandır ki bazı ailelerde çocuk sayısı fazla olur. Çünkü hepsi de kızdır. Bu kadar kız çocuğu olunca bu son olsun diye kız çocuklarına "Yeter", "Songül" gibi isimler bile verenler var.

O kadar kızın ardından aile bir erkek çocuğuna sahip olursa keyiflere diyecek olmaz. Ailenin hepsinin yüzü güler. Öyle ya bu oğlan çocuğu bizim soyumuzu devam ettirecek ve yaşlanınca bu oğlan anne ve babaya bakacak.

Onca kızın ardından gelen bu erkek çocuğu ailenin tüm fertleri tarafından el üstünde tutulur. Çocuk şımartıldıkça şımartılır. Bunca ilgi ve alakayı gören çocuk ise yaramazlıkta ele avuca sığmaz. Aileye, özellikle ablalarına kök söktürür.

Bu anlayış bugün azalsa da yine de bazı kesimlerde hala geçerliliğini koruyor. Bizdeki bu anlayış Cahiliye Dönemi Araplarının durumuna çok benziyor.

Toplumun kız ve erkek anlayışı konusundaki bu kısa girişten sonra doğması dört gözle beklenen erkeklere gelmek istiyorum. Çünkü her ne kadar bu toplumda "kadın mağdur, kadının adı yok, erkek egemen toplumdayız, hep erkeklerin dediği oluyor, kadınlar kadın cinayetlerine kurban gidiyor, kadınlar durmadan şiddete ve cinsel istismara maruz kalıyor" dense de -ki bunda haklılık payı var- esas yük ve sorumluluğun erkekte olduğunu söylersen abartmış olmam.

Ne demek istediğimi vereceğim örneklerle daha iyi anlatabileceğimi düşünüyorum.

Erkek misin?

Askere sen gideceksin.

Evin, ailenin geçimini sağlamak zorundasın. (Şimdi bu anlayış değişmeye başladı.)

Anne, baba maddi sıkıntı içinde ise onların ihtiyacını gidermek zorundasın.

Anne, baba bakıma muhtaç hale gelmişse, ebeveyne bakmak erkeğin görevi. (Bazı ailelerde anne babaya bakma konusunda kız-erkek birlikte ve sırayla bakıyor. Ki olması gereken de bu. Ama toplumun büyük çoğunluğunda hala erkek bakar anlayışı hakim.)

Mezar mı kazılacak. Sen kazacaksın.

Teçhiz ve tekfin işleri sana ait.

Yolda kalmış bir araba mı iteklenecek. Sen itekleyeceksin.

Çocuk kucakta mı taşınacak. Sen taşıyacaksın.

Cuma ve bayram namazına gideceksin.

Ağır işlerde sen çalışacaksın.

Evin her türlü tamir ve tadilat, pazar ve market işlerini sen göreceksin.

Piknikte mangal mı yakılacak, et mi pişirilecek. Sen yapacaksın.

Akla gelebilecek her türlü angarya işleri itinayla erkeğindir.

Yine kadının anneler günü, sevgililer günü, ilk tanışma günü, nişan, ağız tadı ve evlenme, kadınlar günü, doğum günü gibi ne kadar gün varsa hediye almak, günlerini kutlamak yine erkeğe ait.

Kadının arkadaşlarıyla günü varsa, eve misafir alırsa dışarıda işin yoksa bile soluğu dışarıda alacaksın.

Eşin araba sürüyorsa ona ya bir araba alacaksın. Almaya gücün yetmiyorsa, senin arabanı o kullanacak. Şayet araba süremiyorsa gideceği yere onu getirip götürmek, oturması bitince onu almak yine senin görevlerinin arasında.

Ayda bir çamaşır makinesine atılıp yıkanan evin perdelerini takmak da yine erkeğin görevi olduğunu bilmem söylememe gerek var mı?

Kısaca her türlü külfet erkekte. Nimetler ise kadınlarda.

Sanırım merakımı anlatabildim. Oh be!

Bu durumda erkekler! Size imkan verilse ananızdan kız mı doğmak isterdiniz yoksa kadın mı?

Bazı Meallere Yasak Gelebilir mi? *

Torba yasada yapılan değişiklikle Diyanet İşler Başkanlığına yeni görev verildi.

Kanunun verdiği yetkiye dayanarak Diyanet, yazılan mealler hakkında, özel kişi ve kurumların talebi üzerine ya da Başkanlık olarak resen inceleme başlatabilecek veya başkasına incelettirebilecek. Eğer bir mealin İslam dininin temel niteliklerine aykırı olduğu kurul tarafından tespit edilirse, Başkanlık mahkemeye müracaat etmek suretiyle mealin yasaklanmasını, toplanmasını, imha edilmesini, şayet meal dijital ortamda ise yayının durdurulmasını isteyebilecek.

Meal sahibi mahkemeye 15 gün içinde itiraz edebilecek. Ama bu itiraz mealin toplanmasını engellemeyecek.

Bazılarımız meallerin Diyanet tarafından incelenmesini savunabilir ise de bu torba yasa ile yapılan değişikliği ben yasakçı zihniyet olarak görürüm. İslam'ın temel nitelikleri ifadesi sübjektiftir. Bunun sonucunda birçok meale yasak getirilebilir. Çünkü bizler mealden ziyade mealin kim tarafından yazıldığına bakarız. Kişiye ya da kişinin İslami görüşü içimize sinmiyorsa pekala onun mealini de sakıncalı görebiliyoruz. Bir görüşünden dolayı kişiyi İslam dairesinden çıkarabiliyoruz.

Yol yakınken Meclisten geçen bu yasa değişikliğine neşter vurmada fayda var. Değilse meal yasağı ile anılır bu ülke. Üstelik meal yasağının kimseye ve bu ülkeye faydası olmaz. Ayrıca yasakların cezbedici yönü vardır. İnsanımız yasaklanan meali elde edip okumak bile ister.

Meal yasağından ziyade İslam'ın ve toplumun hoşgörüsü ve özgürlük ön planda tutulmalı.

Ki mealler Kur'an'ın aslı değildir. Tercümesidir. Hiçbir meal de Kur'an'ı yerini tutamaz. Mealdeki yanlışlık yazarı bağlar.

İnsanımız meal okuyacaksa rastgele meal alıp okumaz. Bilene sorup hangisini alayım diye danışır.

Çoğu insanımız da tek meal ile yetinmez. Bir ayetin anlamını farklı meallere bakarak test eder. Bu yönüyle çok sayıdaki meali zenginlik olarak görmek gerekir.

Diyanet yine mealler incelesin, inceletsin. Yanlışlıklar varsa meal sahibini ve kamuoyunu bilgilendirsin. "Bu mealin şurasına, burasına, şu kısmına katılmıyoruz. Bu meali tavsiye etmiyoruz. Buradaki yanlışlık veya görüş meal sahibi bağlar" desin. Meal sahibini yanlışından dönmek için ikna edici bir yol ve üslup kullanılsın.

Diyanetin bir başka yapacağı, mealin yanında orijinal sayfaya da yer verilmesini sağlamak olmalı. Ötesi, dediğim gibi yasakçı zihniyettir, işgüzarlıktır.

*04.06.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

GS ve FETÖ

Başlığı görünce yine mi maç. Bu kadar maçlara ve kulüplere ilgin nereden denebilir.

Maçlara gidip maç izleyen biri değilim. Zaman zaman hangi takım şampiyon oldu, hangileri küme düştü hangileri Süper lige yükseldi diye takip ederim. Aynı şekilde bazı takımların maç sonuçlarını da merak ederim. Futbola dair tüm ilgim bundan ibaret. Ha bu demek değildir ki hiç maç izlemem. Milli maç, takımlarımızın UEFA ve Şampiyonlar ligi maçlarını fırsat bulursam izlerim. İzlerken de çoğu zaman yazı yazdığım olur.

Zaman zaman FB teknik direktörü Mourinho ile ilgili yazdım. Mourinho'yu teknik direktörlüğünden ziyade hal ve hareketleri, yenilgiye dair ürettiği mazeret ve gerekçeleri aynı şekilde suçlayıcı konuşmaları dolayısıyla ele aldım. Çünkü psikolojisi ve kafa yapısı normal değil. Bu durumu, futboldan ziyade ahlaki ve toplumsal bir sorun gördüğümden dolayıdır.

Bu yazımda da Galatasaray'dan bahsedeceğim. Maçlarından, şampiyonluğundan, 25.şampiyonluğu ile birlikte 5.yıldızı takmasından bahsetmeyeceğim. Bazı kişilerin ne zaman GS ismi geçse, GS'nin ne zaman bir başarılı durumu ortaya çıksa, GS ile ilgili "FETÖ destekçisi kulüp, FETÖ ile anılıyor. GS'yi bu yüzden sevmiyorum" türünden bu kulübe suç isnat etmesini, daha doğrusu suç isnadından ziyade Galatasaray'ı FETÖ ile anarak bir algı oluşturmaya çalışmasını ele alacağım.

Ki bu durum yani FETÖ isnadı, sadece Galatasaray için değil, çoğu kişi, zümre ve kuruluşlar için bu ülkede bazı kişiler tarafından yapılıyor. Ne de olsa günümüzde geçer akçe, kişi ve camiaları elde delil ve belge olmadan yaftalamak. Çamur atıp iz bırakmak.

GS niçin FETÖ ile anılıyor? 2000'li yıllardaki bazı GS futbolcularının o zamanlarda "Hizmet Hareketi" diye bilinen yapı ile anılması. Yapıya dair bazı kişilerle futbolcuların fotoğraflarının olması, futbolculardan bazılarının bu hareketin sohbet ve toplantılarına katılması. İşin garibi adı geçen futbolcuların GS ile kontratları biteli kaç yıllar olmuş. Üstelik kulüpler futbolcuların özel mülki değil. Transfer edilen futbolcu topunu oynar. Sözleşmesi bitince ya uzatılır ya da uzatılmaz. Kulüple bağı kesilir. Uzun süre o kulüpte top koşturmuşsa ayrılsa bile o kulüple ismi anılır. Hepsi bundan ibaret.

Ki 2000'li yıllarda "Hizmet Hareketi ile iletişime geçmeyen kişi, grup ve camiaların sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Kişileri bu yapı ile hiç bağı olmasa bile bu hareketin mensupları kişilerle iletişim kurabiliyor. Bu yönüyle FETÖ'nün girmediği, iletişime geçmediği kesim yoktur. Çünkü 90'lı yıllarda bu hareket nerede bir başarı ve başarılı kişiler varsa onları yanlarına çekmek için bir şekilde onlara yaklaşmıştır. Kısaca bir zaman nerede bir başarı varsa FETÖ mensupları oradaydı.

Bugün var yarın yok futbolcuların dışında, kulübün başkanı ya da yönetim kurulundan biri veya birkaçı bu yapı ile organik ya da inorganik bağ kurmuş olabilir. Bu bile o kulübü FETÖ'cü ilan etmeye yetmez. Çünkü kulüp yönetim kurulu üyeleri ve başkanları da bugün var yarın yok. Üstelik kurum, kuruluş, camia ve kulüpleri değil, kişileri suçlamak lazım.

Durum bu iken üç beş, bilemedin yedi futbolcudan dolayı GS'yi FETÖ destekçisi ilan etmek hiç hakkaniyete sığmaz. Bu kolaycı yol ve yöntemleri hala bırakmanın zamanı gelmedi mi? Ne zaman bizler işin kolaycılığına kaçmayı terk edeceğiz?

Bırakalım da kimin ya da hangi kulübün FETÖ'cü olduğuna devlet ve ilgili kurum ve kuruluşları karar versin. Eğer birileri bu yapının üyesi ise devlet yakasına yapışsın. Elde böyle bir mahkeme kararı olmadan kişi ve kulüpleri töhmet altında bırakmaktan vazgeçelim. Kimsenin başkasının itibarını sarsmaya, başarısını gölgelemeye hakkı yoktur.

Devlet, bir taraftan FETÖ ve diğer terör örgütleri ile mücadele ederken aynı zamanda elinde delil ve belge olmadan; kişi, kurum, kuruluş ve kulüplere bu şekil isnatta bulunanlara da niye iftira atıyorsun? Elinde belge varsa göster diyerek yakasına yapışmalı ve hesap sormalı. Birileri hesap vermeli ki olur olmaz kimseye çamur atmanın ne anlama geldiğini öğrenmeli, cezasını çekmeli. Bu iftiranın cezası da bu yolda gitmek isteyenlere ibret olmalı.