30 Mart 2025 Pazar

Hangi Tip Ülkede Yaşamak İstersiniz?

Hangi ülkede yaşamak istersiniz?

Doğu dünyasında mı, Batı dünyasında mı?

Geri ve gelişmekte olan ülkelerde mi, gelişmiş ülkelerde mi?

İslam dünyasında mı, Hristiyan dünyasında mı?

Her şeyin kuralının olduğu ama kuralların pek uygulanmadığı ülkelerde mi, her şeyin kuralının olduğu ve bu kuralların harfiyen uygulandığı ülkelerde mi?

Kuralların kişiye göre uygulandığı bir ülkede mi, herkese uygulandığı bir ülkede mi?

Tek adam yönetimlerinin olduğu bir ülkede mi, ortak aklın hakim olduğu bir ülkede mi?

Seçim ekonomisinin uygulandığı bir ülkede mi, seçimlerde seçim ekonomisi uygulanmayan bir ülkede mi?

Kuralların ve uygulamaların kişiden kişiye değiştiği bir ülkede mi, kişilerin kuralları uygulamak için geldiği bir ülkede mi?

Oturmuş, sistemi olmayan, teamüllerin olmadığı, varsa da sık sık değiştiği bir ülkede mi, işleyen ve değişmeyen bir sistemin olduğu ülkede mi?

Başa gelenin, ben yaptım oldu diyen bir ülkede mi, yürütme, yargı ve yasama erklerinin birbiriyle uyumlu ve birbirini denetleyen ülkede mi?

Enflasyon ve hayat pahalılığı fırlamış, parası pul olmuş, doğru dürüst üretimi olmayan, sürekli cari açık sorunu olan bir ülkede mi, cari açığı denk veya fazla veren ve parası değerli olan bir ülkede mi?

Sürekli ekonomik krizlerin olduğu bir ülkede mi, fiyat istikrarının olduğu bir ülkede mi?

Bir sadaka ülkesinde mi yaşamak istersiniz yoksa sosyal devletin olduğu bir ülkede mi?

Vatandaşının kendi başının çaresine baktığı bir ülkede mi, devletinin vatandaşının durumunu gözettiği ve koruduğu bir ülkede mi?

Yolsuzlukların kol gezdiği bir ülkede mi, yolsuzluğun çözmüş ülkede mi?

Emekli cenneti olan bir ülkede mi, SGK sistemi oturmuş bir ülkede mi? 

Yukarıda örnekleme yapmak suretiyle yazdıklarım bir zamanlar büyük şimdilerde küçük kabul eden bu dünyada cereyan ediyor.

Dünya bir olsa da bu dünyada iki ayrı dünyalı gibi yaşayan dünyalılar var.

Tercih hakkı verilse bu iki tip dünyalıdan, ilk verdiğim örnek ülkelerde yaşamak isteyen kaç kişi çıkar? Öyle zannediyorum, kahir ekseriyet ikinci örnek verdiğim dünyada yaşamak ister. Çünkü ilkinde kaos, huzursuzluk, fakirlik ve yokluk var. İkincide ise huzur ve mutluluk vardır. İlkinde tesadüfler vardır. İkincide ise tesadüflere yer yoktur.

Teamülleri Olan Bir Ülkeden Neyimiz Eksik?

Ülkemizin gidişatı beni üzmeye devam ediyor. Çünkü hemen hemen her alanda bir kokuşmuşluk söz konusu.

Geçmişten günümüze bu kokuşmuşluğa seyirci kaldığımızdan dolayı maalesef kokuşmuşluk artarak devam ediyor. Çünkü nereyi, kimi, hangi kurumu elimize alırsak elimizde kalır.

Güç ve iktidar mücadelesi de bu kokuşmuşluktan nasibini alan kurumlarımızdan. Belki de her şeyin başı. Çünkü her ne kadar temizlenme alttan gelir şeklinde bir anlayış olsa da siyaset kurumu, değişim ve dönüşümün öncüsüdür. Öyle olmak zorundadır. Çünkü devlete yön veren siyaset kurumu, birbirini denetleyen, birbirinin tamamlayıcı kurumlar aracılığıyla bir makinenin dişlileri gibi işleyen bir sistem kurdukları takdirde tüm kurumlar ve halk bu sisteme ayak uydurmak zorunda kalır.

Bu sistem kişileri değil, işleyen yerleşik düzeni esas alır. Her gelen de bu sistemi devam ettirir. Devletin başına geçen güç ise sadece sistemin aksayan yönlerine müdahale ederek sistemin daha düzgün çalışmasına yardımcı olur.

Gel gör ki bu ülkede, kişilere ihtiyaç kalmayacak işleyen bir sistem kurmaktan ziyade, kişilere bağlı bir sistem genel geçer kabul ediliyor. Bu da at sahibine göre kişner sözünü akla getiriyor.

Bu atasözündeki atı sistem veya millet olarak ele alırsak, at sahibine göre değil de sahibi kim olursa olsun, at kendisine biçilen rolü oynamalı ve görevini layıkıyla yerine getirmelidir. Böyle olursa sistem düzgün işler ve işleyen bir sistemimiz olur. At sahibim ne yapacak diye şaşırmaz. Rolü ve asli vazifesi neyi gerektiriyorsa onu yapar.

Sahip de atı kendisine göre değil, atı yani sistemi genel geçer kurallara göre yönetmesi gerekir.

Niye böyle işleyen bir sistemimiz yok? Çünkü ülkemizde işleyen bir sistemin kurulmasının önündeki en büyük engel siyaset kurumudur. Yani devleti yöneten güçtür. Devleti ele geçiren güç istiyor ki her şeyin dizginleri elinde olsun, istiyor ki işlesin veya işlemesin her şeye çomak soksun. İstiyor ki ben bulunmaz Hint kumaşıyım. Sizin kurtarıcınızım. Ben olmazsam haliniz nice olur. O yüzden benim kıymetimi bilin türünden bir siyaset yürütüyor.

Halk olarak da sahibine göre kişneyen at olmaya dünden teşneyiz. Bu teşneliği de siyaset kurumunun kullanmasıyla tepeden tırnağa toplum olarak bu kokuşmuşluğu birlikte oluşturuyoruz.

Atın sahibinin bir bildiği var diyoruz. Halbuki sahibin bir bildiği yok. Ne oldum delisi kodunda. Gök görmediğin yıllar sonra bir çocuğu olunca sevincinden oğlunun çükünü koparıp attığı gibi ata sahip olan siyasiler de güç zehirlenmesi yaşıyor. Ben gücüm, istediğimi yaparım havasına giriyor. Atın sahibi olsa inanın atla bu kadar oynamaz. Gel gör ki atın sahibi olmayınca birileri atı hayırsız evladın baba mirasını hoyratça kullandığı gibi atı da hor kullanıyor.

Kısaca ata yön veren, atın dizginlerini eline geçiren tüm teamülleri yok ediyor. İşleyişten sorumlu tek kişi gibi davranıyor. Sandık aracılığıyla belli bir süreliğine emaneten aldığı atın ebedi sahibi olmak için uğraş veriyor. Böylece memleketin çivisini çıkarıyor.

Halbuki memleket yönetmek için Amerika'yı yeniden keşfe gerek yok. Dünya nasıl yönetiyor, bir baksak, çok bir şey yapmamıza gerek yok.

Mesela ABD kurulduğu andan itibaren kanun ve anayasasına koymadan bir kişi iki defa başkan seçilebilir teamülünü koymuş. 1950'ye kadar kimse çiğnemeden bu teamülün gereğini yerine getirmiş. İki dönem başkanlık yapan ne kadar karizma olursa olsun ne kadar başarılı olursa olsun, üçüncü döneme göz kırpmamış, sistemi değiştirmeye çalışmamış. Süresini dolduran köşesine çekilmiş. Kimse de dursaydın, biz sensiz ne yaparız dememiş. 1950 yılına gelindiğinde ne olur ne olmaz, biz bu teamülü mevzuata koyalım deyip başkanlar iki dönemlik seçilir maddesini koymuşlardır.

Beyaz Zambaklar Ülkesi diye nam salmış Finlandiya'yı adam eden bir devlet başkanlarıdır. Kaba, saba bir toplumu koyduğu ağır cezalarla adam etmiştir. Bugün bu ülkenin de işleyen bir sistemi vardır.

Biz ise işleyen bir sistem kurmaktan ne kadar uzağız. Çünkü daha yeni sistem değişikliği yaptık. Değiştirdiğimiz bu sistemi de delmenin yollarını arıyoruz. Bir iki defa Cumhurbaşkanı seçilir maddesini Anayasamıza koyduk ama bu maddeyi uygulayacak birileri lazım. Vay efendim, erken seçim kararı alınırsa üçüncü defa da seçilir, yok efendim, Meclis seçim kararı alırsa bir dönem daha olur. Anayasa değişikliği olursa bir kez daha seçilir deyip duruyoruz. Ondan sonra da bizde niçin işleyen bir sistem yok deyip duruyoruz. Normal şartlarda ne Cumhurbaşkanlığı yapan bir dönem daha demez, Meclis ve halk dur, gitme demez. Ama mevzubahis olan bu ülke ise buralarda kılıfına uydurulur, kişiye has kanun ve Anayasa değiştirilir, seçilen kişiyi mezara kadar başkan yapmak için her yolu deneriz. Gören de bu ülkede kaht-ı rical var sanır.

Siyasilerimiz ne kadar seçim kazanırsa ne kadar başarılı olursa olsun süresi geldiğinde köşesine çekilmeyi bilmeli. Dur, nere gidiyorsun diyenlere fırsat vermemeli. Koltuğuna yapışıp kalana da bu kadar demeli. Siyasilerin bu ülkeye yapacağı en büyük hizmet budur. İşleyen bir sistem kursunlar, bu ülke oluşturulan teamüllerle gelişmesini daha erken tamamlar.

Ekonomik Buhranın Müsebbipleri

Dünya ülkeleri içerisinde birinciliği hiçbir ülkeye vermeyen Arjantin'den (69,9) sonra % 39,05 ile ikinci sıradayız.

Avrupa ülkeleri içerisinde ise enflasyonda birinciyiz.

Diğer ülkelerin enflasyonlarını toplasan bir Türkiye enflasyonu yapmıyor.

Faiz oranlarına bakarsak, Zimbabve, Arjantin, Venezuela'nın ardından en yüksek faiz veren dördüncü ülkeyiz. Avrupa ülkeleri içerisinde en yüksek faiz veren birinci ülkeyiz.

Faiz ve enflasyonda ilk sıralarda isek hayat pahalılığı yönünden de ilk sıraları kimseye kaptırmayız.

Bu yazdığım şeyler hepimizin malumu olmasına rağmen kayda geçsin diye yazıyorum.

Yıllar yılı yüksek enflasyon, faiz ve hayat pahalılığı ile yaşamaya alıştık. Eğer buna yaşama denirse. Belki ki bize biçilen rol bu. Hayat pahalılığı bu ülke insanının kaderi. Belki de başka işlerle uğraşmasınlar diye dayatılıyor bize bu tablo.

Bu veri, bu tablo bu ülkeye ayıp olarak yeter de artar bile.

En büyük ayıp da en tepeden en aşağıya kimin ne kadar yetki ve sorumluluğu varsa ona aittir. Eğer birileri utanmayı unutmadıysa.

Kaç yıldır kaderimiz hale gelen bu ekonomik tabloda;

Kötü yönetimin payı yüksek.

Liyakatsiz kadronun payı var.

Zamanında neşter vurmayı ve tedbir almayı ötelemenin payı var.

Yanlış ekonomi uygulamanın payı var.

Kurt puslu havayı sever sözünde olduğu gibi fırsatçılığın payı var.

Kamu kaynaklarında tasarrufa gitmemenin ve israf ekonomisinin payı var.

Sıcak paraya dayalı ekonomik model uygulamamızın payı var.

Makul ekonomi modellerinden ziyade her ülke Mersin'e giderken bizim tersine yol almak istememizin payı var.

Siyasi operasyonların ve had bildirmek istememizin payı var.

Kırılgan ekonomiyi komaya sokacak söz ve eylemlerden kaçınmayışımızın payı var.

Paramızın pul olmasına seyirci kalmamızın payı var.

İthalat ve ihracat dengesini kuramayışımızın payı var.

Ekonomide maceraya yönelmemizin payı var.
Merkez Bankası rezervlerinin uzun süre ekside olmasının payı var.

Ekonomimiz riskten kurtulamadığı için tefeci faizi diyebileceğimiz yüksek faiz oranıyla borçlanmamızın payı var.

İtibardan tasarruf edilmez sözü ve mantalitesinin payı var.

Ekonomik bir buhrandan geçtiğimizi görmeden gelmenin payı var.

Nas var nas. Nas varken bize ne düşer politikasının payı var.

Bağımsız ve özerk olması gereken kurumlara verilen talimatın payı var.

Birilerinin kendine fazlasıyla güvenmesinin payı var.

İnadın payı var.

Faiz sebep, enflasyon sonuçtur iddiasının payı var.

Hasılı var oğlu var.