14 Mart 2025 Cuma

Pide Kuyruğunda Bir Beyefendi *

Bugün hem yürüyüş yapayım hem de Konya'nın en meşhur fırınından pide alayım diye evden çıktım.

Yolu yarıladım. Vakit daralıyor. Şimdi ta o fırına kim gidecek diye vazgeçip geri döndüm. Çünkü hem mesafe uzun hem de pide kuyruğu varsa iftara yetişmek zordu benim için.

İyi de her zamanki pide aldığım fırından da uzaklaşmıştım.

Sonra her ne ise meşhur fırına gideyim. İftara yetişirim ya da yetişemem. Bahtıma artık deyip tekrar geri döndüm.

Fırını ileriden görünce fırının önünde pek kimse yoktu. İyi ya pek beklemeyeceğim dedim.

Fırına yaklaştıkça her zamanki sıranın fırına paralel olduğunu gördüm. Üstelik upuzun bir sıraydı.

Sıraya geçeyim mi, geçmeyeyim mi diye düşündüm. Çünkü benden sonra kim gelecekti pide almaya?

Yine de sıranın en arkasına durdum. İyi ki durmuşum. Benden sonra 8-10 kişi daha sıraya girdi.

Sıranın ilerleyişini bir süzdüm. Fena değildi ilerleme.

Önümdeki, “kontağı arabadan alıp geleyim” dedi. Elbette dedim. Belli ki sıra beklemem. Ekmeğimi alırım diye arabasını yan tarafa koymuş. Kontağı almaya ve arabayı kilitlemeye gerek görmemiş.

Önümdeki, arabasından kontağı alıp gelirken benden 10 kişinin önünde bir tanıdığı ona seslendi. Selamlaştılar. "Neredesin" dedi. "Şuradayım" diye beni gösterdi. "Kaç pide alacaksın. Ben alayım" dedi. "Olmaz. Sıramı beklerim" deyip önüme durdu.

İnsanımızın görmeye pek alışık olmadığım bu davranışı hoşuma gitti. Hem benden izin aldı hem de daha fazla sıra beklememek için önde bir tanıdığının teklifi olmasına rağmen bunu kabul etmeyip sırasını beklemesi, normalde olması gereken bir davranış olmasına rağmen genelde bu tür yerlerde işimizi çıkarma yoluna gittiğimiz için beyefendinin tavrı istenen ve özlenen bir davranıştı.

Pide sırasında gördüğüm bu davranış çok basit bir davranış aslında. Yalnız öyle insanlar görürüm ki öndeki tanıdığının yanına giderek ona pidesini aldırmış ve sıra beklememiştir.

Helal olsun insanımıza. Bu güzel ve şık davranışın hayatın her alanında özellikle trafikte de olmasını diliyorum. Çünkü özellikle iftar saati evine yetişmek için kavşaklarda çoğu sürücünün ölümüne araç sürdüğü, göz açıklığı yapıp başkasının önüne geçtiği, barut fıçısı olduğu, çoğu zaman kazaya sebebiyet verdiği, hatta kaldırıma çıkarak sıra bekleyenlerin önüne geçtiği bir vakıa.

Fırında pide sırası bekleyen bu insanımızın güzel davranışına değinmişken yaya geçitlerinde eskiye oranla sürücülerin arabasını durdurarak kaldırımda bekleyen yayaların geçmesine izin vermesi de insanımızın güzel davranışlarından. Özellikle Anıt Meydanında Amber Reis Caminin önündeki yoldan Konya Lisesine doğru geçen yayalara sürücülerin bir nezaket örneği gösterdiği bir gerçek. Bu hareketin her bir yaya geçidinde yaygınlaşmasını, bunun bir kültür haline gelmesini temenni ediyorum.

*17.03.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Emekliliği Gelmiş Her Bir Çalışanın Hikayesi

Yazıma, eğitimci yazar ve sağ beyin uzmanı Selçuk Karaman’ın bir paylaşımına yer vererek başlamak istiyorum:

Geçen hafta bir kurumda idim. Yaşı sanırım 60 üzerinde bir memur gördüm. Elleri titriyordu. Eller kalem tutmadığı için başka bir görev vermişler.

Biraz sohbet etme şansım oldu. "Bu kadar eziyete gerek var mı? Emekli olsanız." Deyince, sonradan pişman oldum. (Çünkü) bu soruyu sorduğumda gözleri yaşardı. "Hocam 62 yaşındayım. Evet haklısınız. Bu hale geldikten sonra emekli olmam gerekiyor.

Şu an herkesin bana acıyarak baktığını da biliyorum. İşimi layıkıyla yapamadığımı da biliyorum.

Gelen vatandaşın bazen ne gözle baktığını görüp onurum kırıldığını gönlümün yıprandığını da biliyorum. Ama emekli olamıyorum.

Bir çocuk üniversite üçte, diğeri işsiz, öbürü evlenecek. Şu an elime 60 bin ₺ maaş geçiyor. Emekli olduğumda maaşım 17 bin ₺'ye düşüyor. Emin olun yarı yarıya olsa bile hemen emekli olacağım.

Söyleyin ne yapayım ben?

Zaten 65 yaş dedi mi emekli olunca öleceğimi biliyorum. En azından çoluk çocuğumu 65 yaşına kadar yaşatmaya çalışıyorum."

Bunları anlatırken gizli gizli gözyaşlarını sürekli siliyordu. Bu sohbetten sonra en az 3 kez kendisi ile helalleştim. Bu durum da bana ders oldu, kulağıma küpe oldu.

Bir emekli olarak bizi yönetenler! Milyonları geçtim. Sadece bu insanın vebali yeter size.” Selçuk Karaman

Sayın Karaman’ın şahit olduğu bu paylaşımını okuyunca etkilendiğimi söylemeliyim.

Pek dillendirilmese de bu ülkede emeklilik toplumsal bir sorun. Çünkü emeklilerin büyük bir çoğunluğu, aldığı emekli maaşı ile geçinemiyor. Çünkü çalışırken aldığı maaş yarıdan fazla düşüyor. Bunu bilen emekliliği düşünmüyor. Sağlığı el vermese dahi çalışma haddi olan 65 yaşına kadar çalışmaya devam ediyor.

Bu durum eskiden böyle değildi. Çalışan ile emekli olan arasında maaş uçurumu yoktu. O yüzden emekliliğini hak eden bir gün dahi beklemez, hemen emeklilik dilekçesini verirdi. Emekli olana da hayırlı olsun, darısı bizim başımıza denirdi.

Emekli ikramiyesi ile de evini ve arabasını alırdı. Tahakkuk eden maaşı da kendisini ve ailesini rahat geçindirirdi. (Hastanede bir gece yattığımda, öğretmen olduğumu öğrenen sağlık çalışanı, “Babam da öğretmendi. Emekli olduğunda emekli ikramiyesi ile bir ev bir araba almıştı. İlk defa evimiz ve arabamız olunca ailecek çok sevinmiştik” demişti.)

Yapılan değişiklikle, çalışan ile emekli arasında maaş yönünden makas açıldı. Büyük uçurum meydana geldi. Çünkü maaşlar ya yarı yarıya ya da üçte iki oranında düşüyor. Bunu bilen, çalışan da hasta da olsa mecburen zorunlu emekli yaşını beklemek zorunda kalıyor. Emekli olduktan sonra aldığı emekli ikramiyesi de değil bir ev ve araba almayı, evin bir odasını bile alamıyor. Yaşı geldiği için emekli olana da şimdilerde kimse hayırlı olsun, darısı bizim başımıza demiyor. Geçmiş olsun, Allah yardımcın olsun diyor. Yani acıyor.

Bu durum işçilerden ziyade memurlarda böyle.

Memurların çoğu da geç evlendiği için emeklilik yaşına geldiği halde daha baş göz edemediği okuyan çocuğu olabiliyor. Haliyle emeklilik yaklaştıkça kara kara düşünüyor.

Selçuk Bey’in şahit olduğu durum da milyonlarca memurun bir hikayesi aslında.

Nereden nereye demek birilerinin sloganı. Gerçekten nereden nereye düşmüşüz. Şartlar daha da iyileşeceği yerde daha kötüye gitme durumu söz konusu.

Bugün asgari ücretin altında emekli maaşına talim eden milyonlarca kişi, yanlış SGK politikasının bir kurbanı. Bunda seçim öncesi siyasilerin emekli yaşı ile oynamasının payı büyük. Bu payda gelmiş geçmiş hükümetlerin vebali var.

Zamanında bir beş yıl daha hesabı yapılmasaydı, seçim ekonomisi uygulanmasaydı, bugün 16-18 milyon emeklimiz olmazdı. SGK büyük yara almazdı. Az sayıdaki emekliye de insanca yaşayabileceği bir maaş verilebilirdi.

Halihazırda Türkiye hem erken yaşta emekli olanların hem de 65 yaşına kadar çalışmak zorunda olanların çelişki halini yaşıyor. Ülke bir nevi emekli cenneti. Bu emeklilik aynı zamanda emekliye hayatı zindan etmekte ve onlara cehennem azabı yaşatmaktadır.

Yazıya başlarken niyetim, Selçuk Bey’in paylaşımına yer verdikten sonra yaşı ilerlediği ya da emekliliği hak ettiği halde çalışanlar için bazılarının; “Daha çalışın mı? Bırakıver artık. O kadar işsiz genç var. Yerinize gençler gelsin. Hayatta her şey para değildir. Mezara mı götüreceksiniz” türünden bol keseden konuşanlara birkaç kelam etmek idi. Ama gördüğünüz gibi eski, yeni emekli kıyaslamasına girdim. Yazım da uzadı. Son bir paragrafta da olsa buna değinmiş oldum. İnanın, emekli ol aklı verenler, bekara avrat boşamak kolay misali, sadece avrat boşuyorlar. Hem bekarlar hem bol avrat boşuyorlar hem de zenginin parası züğürdün çenesini yorar misali çenelerini yoruyorlar. Hiç vazifeleri değil halbuki. Unutmasınlar ki her çalışanın bir hikayesi vardır. Hepsinin hikayesi birbirine benzese de farklıdır. Yaşayan bilir, eşekten düşen bilir. 

Eş Seçiminde Dindarlık Kriteri

Bir arkadaşım var. Bir cemaatin içinde büyüdü. O cemaat için maddi ve manevi gücünü ortaya koymaktan uzak durmadı. O cemaatin ileri gelenlerinden oldu.

Bu arkadaşın cemaatçiliği çoğu cemaat mensubundan farklı. Okuyan, sorgulayan, soran, eleştiri getiren, içine sinmeyen bir hususu en yetkili ağza dile getirmekten geri durmayan biri. Cemaatlerde gelenek haline gelen itaat ve biat kültüründen uzak bir duruşu var.

Bir ara laf arasında şöyle dedi: Cemaatte olan arkadaşları yine cemaate mensup kızlarla evlendirme adeti vardı. Her birimiz için sen şununla, bu onunla evlenecek şeklinde aday bile belirleniyordu.

Askere gitmeden önce benim için de evleneceğim kız belirlenmişti. Biri uyardı. Sakın ha dedi. Bu uyarıyla birlikte cemaatten olan kızla evlenmekten vazgeçtim. Anneme, "Bizim aile kalabalık. Gelen ve gidenimiz eksik olmaz. Bizim aile yapımıza uygun birini bulalım. Yarın aksilik yaşamayalım. Varsın ilkokul mezunu olsun. Ama anne babamızı sevip sayan, bakıp gözeten biri olsun dedim. Öyle de oldu. Mutlu bir evliliğimiz var. Eşim, anne babamı kendi anne babası bildi hep. Hizmette kusur etmedi. Cemaatin belirlediği cemaat kızıyla evlenen arkadaşların çoğu huzursuz ve mutsuz. Çünkü bizim cemaate mensup kızların çoğu feminist çıktı. Eşinin anne ve babasını sayıp gözetmede anlaşamıyorlar" türünden bir konuşmaya yer verdi.

Normal şartlarda aynı cemaatten evlenenlerin daha uyumlu olacağı, birbirini anlayacağı ve mutlu bir evliliklerinin olacağı düşünülür. Çünkü aynı eğitimi almışlar aynı havayı teneffüs etmişler aynı duyarlılıklara sahip kişiler. Gel gör ki böyle olmuyor. İş dönüp dolaşıp senin annen senin annen, benim annem benim anneme dönüyor. Herkes kendi anne ve babasına bakacak görüşü ağır basıyor. Gidip gelme, görüp gözetmede denge gözetilmiyor. Genelde kız tarafının ailesine gidip gelme oluyor, oğlan tarafının ailesi ihmal ediliyor. Oğlan da iki arada bir derede kalıyor. Bu da ister istemez mutlu evliliğin önündeki en büyük handikap.

Bu arkadaşın verdiği örnek lokal mi yoksa genelde mi böyle bilmiyorum. Ama gördüğüm kadarıyla kız tarafı “Kızımız evden gitti” dense de oğlan tarafı için “Oğlan elden gitti” gibi fiili bir durum söz konusu oluyor.

Yine gördüğüm kadarıyla dindar olmak yeterli gelmiyor.

Buradan, eş seçiminde, Ebu Hüreyre’den rivayet edilen, Buhari, Müslim, Ebu Davut, Mesai ve İbni Mace’de geçen, “Kadın şu dört şey için nikahlanır. Bunlar: Malı, soyu, güzelliği ve dindarlığı. Sen dindar olanı seç. Aksi halde sıkıntıya düşersin” hadisine gelmek istiyorum.
Bu hadise göre erkek dindar olanı seçmiş. Kadın da öyle. Ama gel gör ki dindarlığın geçim ve mutlulukta tek başına yeterli olmadığı anlaşılıyor.

Oldum olası bu hadiste tercih sebebi olan dindarlığı, ahlaklı olanı şeklinde tercüme ettim. Çünkü ahlak, dindarlığa beş çeker. Kadın olsun, erkek olsun, huy güzelliği daha öncelikli olmalıdır. Kendine Müslüman dindar birinin dindarlığı varsın kendinin olsun. Öyle anlaşılıyor ki çoğu dindar, dindar görünümlü birer dini dar. 

Sözü uzatmadan eğitimci yazar Selçuk Karaman’a, bir okuyucusunun gönderdiği mesajı da buraya almak isterim:

"Hocam kitabınızı okudum. Okudum bir daha okudum ve okudukça ağladım. Evlilik ile yazınız beni derinden etkiledi. Kitabınızın ne kadar doğru olduğunu anlatmak ve bu kitabın herkesçe okunması gerektiğini anlatmak için bu maili gönderiyorum.

Emekli hakimim. İki oğlum var. Büyük oğlumun evliliğine itirazım olmadı. Sizin ifadenizle sol beynimizle baktık sanırım. Uzun boylu,. güzel ve kapalı. Tam bizim ailemize göre idi.

Küçük oğlumun evliliğine itiraz ettim. Hem güzel değildi. Hem de başı açıktı. Oğlan hiç geri adım atmadı.

Evlenince biz 4-5 sene küçük oğlumla konuşmadık. Torun olunca yavaş yavaş konuştuk ama mecburiyettendi.

Yıllar geçti eşim vefat etti. Bu acı bana ağır geldi hocam.

1 yıl sonra ben de hastalandım. Yatağa düştüm. Büyük oğlumun eşi bana bakmayacağını söylemiş oğluma.

Beni bakım evine götürün dedim.

Küçük oğlumun eşi bize geldi. 'Sen benim de babamsın. Eğer seni bakım evine gönderirsek ben kahrolurum. Göndermem' dedi. O an o kadar utandım ki özür lafı ağzımdan çıkmadan bana sarıldı ve birlikte ağladık.

Hocam 10 yıldır Allah razı olsun açık olan gelinim bana mükemmel bakıyor. Kapalı olan aramadı bile.

Kitabınızda 'Sol beyin evlilikleri samimiyetsiz evliliklerdir kısa sürer. Sağ beyin evlilikleri samimidir ve ebedi dünyada da devam eden evliliklerdir' demişsiniz. Ne kadar haklı bir kitap.
Kurda kuşa sizin kitabınızı öneriyorum. İnanın kitabınızı 5 kez okudum hala tadını alamadım. Allah razı olsun sizden."

Not: Selçuk Karaman sol ve sağ beyin üzerine kendini yetiştirmiş. Bu konuda uzman biri. Yazdığı eserinin adı da ”Sol Beyin Ateisttir/Sağ Beyin Dindardır”.