8 Mart 2025 Cumartesi

Hep Bir B Planı Olmalı İnsanın

İki sene önce yeni bir eve taşındım. Dış kapı girişimiz şifreli. Kapıyı açmak için anahtara da gerek yok. Şifreyi girince kapı açılıyor.

Böyle bir teknoloji varsa ne gerek vardı dış kapı anahtarını cepte taşımaya. Yok yere cepte kalabalık yapıyor aynı zamanda. Ağırlığından cebini delmesi de cabası.

Bir de elini cebine atacaksın. Anahtarı bulacaksın. Anahtar deliğine anahtarı girdirmek için eğileceksin. Deliği bulacaksın. Uzun iş.

Havası da bir başka oluyor şifre ile açınca.

Bu durumda anahtara gerek yok. Attım evin zula bir yerine dış kapı anahtarını. Sadece iç kapıyı açmak için tek anahtarı koydum cebime.

Bir ara şifreyle açmak, iyi, hoş, güzel. Havası da bir başka ama ya bir gün elektrikler kesilirse ne olacak. Mutlaka bir B planım olmalı dedim. İşte o zaman dışarıda kalırım. Bu durumda nasılsa elimizde cep telefonu var. Evde olan birine telefon açıp kapıyı açtırırım dedim. Ardından ya evde kimse yoksa dedim. O zaman komşulardan birinin gelip girmesini beklerim. Nasılsa giren çıkan eksik olmaz.

Ardı arkasına aklıma gelen sorulara kendimce bir B planı bulup rahatladım. Dışarıda kalacak değilim ya. Bir şekilde girerim eve. Bu kadar ince düşünmeye gerek yok dedim. Dedim ama ya her zaman girip çıkan komşulardan biri gelmezse bu durumda ne yapacağım dedim. Ardından aman neyse ne. Bu kadar ince düşünmek akla ziyan. Bu cep telefonu nelere kadir dedim.

Herhangi bir tedbir almadan şifre ile eve girmeye devam ettim. Şifrenin kolaylığını gördükçe ha şu iç kapıdan da şifreli girsem, yok mu böyle bir teknoloji dedim ara ara.

Gel zaman git zaman okuldan çıkıp eve doğru adımlamaya başladım. Yolda yürürken akşamdan şarj ettiğim telefon “şarjın yirmiye düştü” uyarısı verdi. Hem yürüyeyim hem de kısa videolar dinleyeyim istedim. Dakikada bir şarj gitse yirmi dakikada eve varırım dedim.

Video dinleye dinleye eve yaklaşırken şarjın on kaldı, beş kaldı uyarılarına kulak asmadım. Nasılsa iki, üç dakikalık mesafem kalmıştı.

Maalesef bu hesabım tutmadı. Eve gelmeden telefonum kapandı.

Derken sitenin kapısına geldim. Şifreyi girdim. İşe yaramadı. Çünkü elektrikler kesikmiş.

Telefona davrandım. Şarjımın bittiği aklıma geldi.

Komşulardan girip çıkan olur diye beklemeye koyuldum. Dakikalarca bekledim. Ne içeriden çıkan oldu ne de dışarıdan giren. Bizim han kapısı oldu ıpıssız bir yer.

Sokağa çıkıp kenarda beklemeye başladım. Nafile.

Bahçeye dolaştım. Evdekilere duyurmak için cama taş atayım diye. Taş da bulamadım. Bulsam da attığım taşın camı kırma ihtimali yüksekti. Zira bu konuda kendime ve bileğimin gücüne güveniyorum. Sonra da kış günü camcı ara artık.

Sokak da ıssızdı hiç olmadığı kadar.

Az sonra bir kız çocuğu geldi yan bloka. Onun da anahtarı yokmuş. Giremedi evine. Evde kimse de yokmuş. Telefonla ailesini arayınca bundan haberim oldu. Karşı komşu ile konuşurken "Annemgil geliyormuş bereket" dedi.

Kızım, şu telefonla evi bir arasam diye içimden geçirdim. İyi de kızımızı tanımıyorum. Haliyle cesaret edemedim.

8 saat dersin ardından üzerime yorgunluk da çökmeye başladı.

Sonunda ilk defa gördüğüm komşu kızından yardım istemeye karar verdim. Ne de olsa halden anlardı. Çünkü o da benim gibi eşekten düşmüş biri idi.

Kızım, telefonumun şarjı bitti. Telefonundan eşimi arayabilir miyim dedim. "Tabi amca, buyur" diyerek telefonunu uzattı. Ben numara söyleyeyim de siz yazın dedim. Söylediğim rakamları yazıp telefonu uzattı. Eşimle görüşüp teşekkür edip kusura bakmayın dedim. Sağ olsun, est. amca dedi.

Hasılı, komşu komşunun külüne muhtaç misali, komşu kızı sayesinde dış kapıyı açtırdım. O sevap kazanırken ben de muradıma erdim.

Bir daha mı, eve girmeden şarjımı yolda bonkörce harcamayacağım.

Koyduğum zula yer aklıma gelirse ilk işim dış kapının anahtarını da iç kapı anahtarının yanına ekleyeceğim. Varsın cebimde ağırlık yapsın. Böylesi günlerde dışarıda kalmaktan iyidir.

Bu arada benim şifre ile girme havam da sönüverdi. Çünkü bu hava elektrik var olduğu müddetçe geçerliymiş.

Siz siz olun, eğer dış kapınız şifre ile açılıyorsa pek güvenmeyin. Yanınıza mutlaka anahtarını da alın ki bu B planı sizi dışarıda bırakmasın.

Başıboş Köpek Sorunumuz *

Telefonuma, Anadolu’da Bugün gazetesinin son dakika bildirimi geldi: “Konya Valiliği tarafından şu açıklama yapıldı: ‘07.03.2025 günü saat 17.40 sıralarında, Karatay İlçemiz Başak Mahallesinde sahipsiz köpeklerin saldırısına uğrayarak ağır yaralanan R.E.S isimli çocuğumuz, kaldırıldığı hastanede yapılan tüm müdahalelere rağmen hayatını kaybetmiştir... Olayla ilgili çok yönlü tahkikat devam etmektedir”.

Yine gazetenin haberine göre 3-4 yaşındaki bu kız çocuğunu ağır yaralı olarak mahalle sakinleri kurtarmış.

Olayın ardından bir grup mahalle sakini, başıboş köpekler tehlikesine dikkat çekmek için konvoy oluşturarak protesto etmiş.

Protestocu grup Konya Valiliğine giderek Emniyet Müdürü ile görüşmüş. Emniyet Müdürünün “Başıboş köpek sorunu Türkiye’nin sorunu. Çözüm için hep birlikte çalışacağız” sözünün ardından grup dağılmış”.

İftar öncesi, mübarek cuma günü meydana gelen bu menfur olay başta kederli ailesi ve mahalle sakinleri olmak üzere tüm kenti üzüntüye boğdu.

Öyle anlaşılıyor ki mahalle sakinleri, savunmasız sabiyi köpeklerin elinden kurtarmasa, köpekler küçük kız çocuğunu lime lime edecekmiş.

Başıboş köpeklerin saldırısı ne ilk, böyle giderse ne de son olacak. Çünkü bu ülkenin en önemli sorunu, her geçen gün artan başıboş köpek sorunu.

Birkaç yıldır bu tehlike geliyorum diyordu aslında. Genelge ve kanun çıkarıldı bildiğim kadarıyla. Mevzuatın ardından yapılması gerekenler hızlı bir şekilde zamanında yapılmamış olmalı ki cadde ve sokaklarda başıboş köpekler arzı endam etmeye devam ediyor.

Diyelim ki Konya merkezde olsa da Başak Mahallesi kenar bir mahalle. Şehrin merkezi olan Anıt civarındaki Millet Bahçesi bile başıboş köpeklerin meskeni. Adeta insan yoğunluğunun olduğu her yerde başıboş köpek sürüsü tehlike saçmaya devam ediyor. Çoğu aile bu köpekler yüzünden evi yakın olmasına rağmen çocuğunu okula servisle gönderiyor. Köpekler olmasa yürüyüş mesafesinde okula kendi gidip gelecek.

Bildiğim kadarıyla başıboş köpeklere belediyeler tedbir almakla yükümlü. Bu yükümlülüğün yerine getirilmesi ve meskûn mahallerin başıboş köpeklerden temizlenmesi için daha kaç çocuk ve insanımızın köpeklere yem olması gerekiyor? Çok gecikmedik mi bu sorumluluğumuzu yerine getirmede? Yazık değil mi daha çocukluğuna doyamadan bir çocuğumuzu daha öbür dünyaya bu şekilde göndermek?

Niyetim sorumlu ve suçlu aramak değil. Yalnız bu çağda bu mevzuatlara rağmen bu sorunun azalıp yok olacağı yerde hala tehlike saçmaya devam etmesi bizim ayıbımız.

Bu sorunun çözümünde hala ayak sürünmesinin sebebini bilsek, belki vatandaş olarak taşın altına elimizi koyarız.

Görünen o ki köpeği kısırlaştırıp sokağa salmak çözüm değil.

Hayvan severlerin köpekleri savunmak namına seslerini yükseltmesi hiç çözüm değil.

Eğer sorun yer sorunu ise belediyelerde yerden çok ne var.

Eğer sorun bu köpeklerin masrafı ise belediye ve devlet bu maliyetin altından kalkamıyorsa, belli bir süreliğine vatandaştan gerekirse başıboş köpek vergisi alınabilir.

Emniyet Müdürünün açıklamasına göre eğer bu sorun birlikte çözülecekse vatandaş buna dünden razı ve hazır.

Sebep ve çözüm her ne ise lütfen biz görevimizi bilelim. Ama önce görevliler ve sorumlular taşın altına elini koysun. Yeni canları kurban vermeyelim.

Lütfen, bu sıcak olay soğumaya yüz tuttuktan sonra yine her şey eskisi gibi devam etmesin. Cadde ve sokaklarımız köpek sürüsüyle dolu olmasın. Bu köpeklerin kol gezdiği cadde ve sokaklarımızda güven içerisinde oynayan çocuklarımız olsun.

Unutmayalım ki bu çağda başıboş köpek sorununu çözemeyen ve çocuklarını köpeklerden koruyamayan bir toplum ne bölgesel bir güç olur ne de küresel bir güç. Büyüklük cadde ve sokakların güven ve huzurundan geçer.

*10.03.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

7 Mart 2025 Cuma

Ne Ayaksınız Siz?

Kanlı bıçaklı idiler.

Hiç yan yana gelmediler.

İsrail-Filistin ne ise öyle idiler. Belki de Habil ile Kabil idiler.

Uzunca yıllar bu kan, bıçak, gözyaşından, ve buna dair söylemlerden ekmek yediler.

Vururuz, kırarız, öldürürüz, yok ederiz dediler.
Milleti kutuplaştırdıkça kutuplaştırdılar.

Durun, ne oluyoruz, aranızda konuşun, bu kavga neyinize diyenleri, kanlı bıçaklı olduklarının dostu ilan ettiler. Ya bendensin ya onlardan dediler.

Asmak için meydanlarda yağlı urgan attılar.

Kısaca düşman kardeşlerdi.

Kan ve gözyaşından yedikleri ekmek bitmiş olmalı ya daha büyük nimete konmak için 180 derece bir dönüş yaptılar ya da yaptıklarından nedamet duydular.

Barıştırmak için üçüncü bir şahsa ihtiyaç duymadan birbirlerine el uzattılar. Ortalık sütliman oldu.

Barış ve kardeşlik havası esmeye başladı.
Bununla da yetinmediler. Haydi şunu desin, ona umut bahşedelim dediler.

Kürsüden iner inmez nasıl buldun konuşmamı telefonu açtılar düşman kardeşlerine.

Olsa olsa ancak böyle olur demiş olmalı diğerleri.
Ardından hepsi hizaya geçti. Varız biz buna dediler. Dünden razılarmış meğer.

Birlikte telefon görüşmesi yaptılar, toplantı düzenlediler, birbirlerini bilgilendirdiler. Düşmanlar oldu bir kardeş.

Kısaca bizim kanlı, bıçaklı düşman kardeşler, her şeyi unuttu. Tam bir kardeş oldular. Hatta kardeşlikten de öte dost oldular. Dostluk ve kardeşlikleri düşman çatlatan cinsten.
Bu süreç böyle devam eder, başarıya ulaşırsa, hep birlikte kürsüye çıkıp kol kola girip ellerini havaya kaldırırlar, zafer işareti yaparlarsa hiç şaşırmayacağım.

Olması gereken ve özlenen bu tabloyu görünce, ister istemez, sayın düşman kardeşler, bu iş bu kadar kolay mıydı?

Madem kolaydı. Şimdiye kadar bu düşmanlığı niye devam ettirdiniz? Niye kan akmasına seyirci kaldınız, hatta kanı tetiklediniz?

Siz birbirinizi bu kadar seviyorken bunca düşmanlık ve bu düşmanlık üzerinden ekmek yemek neyin nesi idi?

Yoksa tüm yaptıklarınız bir oyun mu idi?

Milletin başına bu oyunu sergilemek için rol mü yapıyordunuz?

Dün düşmanlık rolünüzün ardından bugün barış havarisi kesilmeniz de yeni bir oyunun parçası mı? Oynadığınız bu rollerin aktörü sizler misiniz yoksa bu iş için başkalarının bize servis ettiği biçilmiş kaftan mısınız?

Bu arada size verilen rollerinizi iyi oynuyorsunuz. Oyununuz beyaz perdeye çekilse hem gerilimi yüksek senaryonuz hem de oynadığınız oyun kapalı gişe oynar, tüm zamanların gişe rekorlarını kırarsınız. Filminiz Oscar ödülünü alır, oynadığınız rol Guinness Rekorlar Kitabına girer. "Düşman kardeşlerin dünü ve bugünü" başlıklı filminizle Nobel barış ödülü bile alırsınız.

Sahi siz ne ayaksınız?

Bunca düşmanlığın ardından ne ara dost oldunuz?

Bu yaptığınız, geçmişinizle yüzleşme adına bir nedamet mi yoksa bir şeyleri örtmek ve yeni çoraplar örnek için yeni bir ihale mi aldınız?
Unutmayın ki bu millete tüm bunları yaşatmaya hakkınız yoktu.

Şimdi bu yaptığınızı daha önce yapsaydınız olmaz mıydı? O zamanlar başarılı olmasanız bile bu millet sizi takdir ederdi. Helal olsun, uğraşıp dşdğndiler ama olmadı. Çabanız yeter derdi. 

Velhasılıkelam, düşmanlığın aşırısı da zarar, kardeşliğin aşırısı da.

Aşırı nefret ile aşırı sevgi aynı kapıya çıkar, her ikisi de zehirdir.

Her şeyin azı da fazlası da ifrat ve tefrittir. Her ikisi de evlerden ırak olsun.

Yapmamanız gerekirken yaptıklarınızdan, yapmanız gerekirken yapmadıklarınızdan dolayı büyük vebaliniz var. Her şey unutulur, geçer giderse de tarih sizi asla unutturmayacak ve affetmeyecek. 

Eğer tüm bu yaptıklarınızın ardından, hidayete ermişseniz, millet cehaletinize verir, sizi affeder. Ama tüm bunları kirli bir savaşın aktörü veya figürü olarak bile bile yapmışsanız, bilin ki ihanet içerisindesiniz. İhaneti ise bu millet asla affetmez.