4 Mart 2025 Salı

Hiçbiri Partisi

Asal Araştırma,15-22 Şubat tarihleri arasında, 26 ilde 2 bin kişiyle CATI (Bilgisayar Destekli Telefonda Anket) yöntemiyle yaptığı anketin bulgularını kamuoyu ile paylaştı.

Sizce Türkiye’nin en önemli sorunu nedir” sorusuna ankete katılanların,

% 61,2’si ekonomi/hayat pahalılığı,

% 6,3’ü işsizlik,

% 5,8’i adalet,

% 2,7’i eğitim,

% 2,4’ü terör,

% 2,2’i göçmen/mülteci,

% 2 ile hükümet,

Diğerleri asayiş (1,3), muhalefet (1,2), sağlık ve Kürt sorunu (1,0), deprem/kentsel dönüşüm (0,7), diğer (7,5), hepsi (2,9), cevap yok (1,8) şeklinde cevap vermiş.

Katılımcılara, “Türkiye’nin sorunlarını hangi siyasi parti çözebilir” sorusu yönetilmiş. Alınan cevaplar şöyle:

% 38,3 ile Hiçbiri,

% 22 ile AK Parti,

% 16,3 ile CHP,

DEM Parti (3,6), MHP (3,3), İyi Parti (2,1), Zafer Partisi (1,9), RP (1,8), diğer (2), fikrim yok/cevap yok (9,1) şeklinde cevap vermiş.

Anket ne derece tüm Türkiye seçmenini temsil eder, bu tartışılır. Ama eldeki bu araştırmadan hareket edersek, ortada garip bir durum var. Çünkü araştırmaya katılanların % 38,3’ü, “Sorunu kim çözer” sorusuna “Hiçbiri” cevabını vermiş. Yani seçimde “Hiçbiri” seçeneği sandıktan 1. çıkıyor.

Bu demektir ki seçmen siyasetten ya da mevcut siyasi partilerden umudunu kesmiş. Hiçbiri çözemez demiştir. Yüzün üzerinde her kesime hitap eden irili, ufaklı partilerimiz olmasına rağmen seçmen hiçbiri demiş. Eğer “Hiçbiri Partisi” kurulursa sandıktan birinci çıkar. Meraklı ve ilgililerine duyurulur. Üstelik partinin adı da belli: Hiçbiri Partisi.

Burada amacım siyaset yapmak değil. Şu çözer, bu çözer demiyorum. Yalnız bu ortaya çıkan tablo üzerine kafa yormak gerektiğini, özellikle siyasi partilerin uzun uzadıya seçmen niçin bize güvenmiyor, niçin bizden umudunu kesti, niçin umut olamıyoruz sorularına cevap aramaları gerektiğini düşünüyorum. Siyaset kurumu bu soruya çözüm üretemezse, siyasetten umudunu kesmiş insanımız başka arayışlara yönelir. Bu da tasvip edilecek bir yol olmaz. Çünkü bu ülkenin siyaset dışında başka çıkış yolu yok. 

3 Mart 2025 Pazartesi

Gürültü Yığını *

Ramazanın ikinci gecesi sahuru yapıp balkona çıktım.

Ortalık sessiz ve sakin. Ne ses var ne de gürültü.

Az sonra evin ön tarafından gelen bir gürültü ile gecenin sessizliği bozuldu.

Gelen gürültü, mahalleyi sahura kaldıran davulcunun davul sesinden başkası değildi.

Ara ara öyle vuruyor ki çıkan seste ne ahenk vardı ne de ritim.

Az sonra bir blok ötedeki sokağa döndü davulcu. Orada da aynı davul sesi. Davul sesinden ziyade gürültü yığını.

Uyanıkken beynime vururcasına gelen bu gürültü yığınının derin uykuya dalmış birini yatağından sıçratmaması mümkün değil. Uyuyan bir çocuğu korkutmaması da.

Bir iki dakika süren bu gürültü yığını tam bir işkence. Şu davulcu evin etrafından bir uzaklaşsın da bu işkence bitsin istedim. Davulcu uzaklaştıkça şükür ki işkence bitti.

İşkence olsa da sahura davulla kalkmak, cep telefonlarının olmadığı, çalar saatlerin çok yaygın olmadığı eski dönemlerde bir ihtiyaç idi. Çünkü çoğunluk davulla kalkıyordu.

Günümüzde ise herkesin cep telefonu var. Herkes cep telefonunu alarmı ile sahura kalkıyor.

Üstelik mesai kavramı da günümüzde değişti. Herkes aynı anda ve saatte sahura kalkmıyor.

Kimi yatmadan önce sahuru yapıp yatıyor kimi uyumayıp sahura kadar bekliyor kimi sahur yapmıyor.

Azımsanmayacak bir kesim zaten oruç tutmuyor. Belki de oruç tutanların oranı yüzde ellinin altındadır. Çünkü toplumda ilaca bağlı yaşayan hasta sayısı azımsanmayacak çoğunlukta. İnanmadığı için oruç tutmayan da var, inandığı halde oruç yiyen de çok. Yani toplum eskisi gibi yeknesak değil. Çoğunluk sahuru uyku düzenine göre ayarlıyor.

Durum bu iken gecenin bir vaktinde gürültü yığınından ibaret davulla ayağa dikmek ne derece doğru?

Merak ediyorum, bu devirde davulcuyla sahura kalkan kaldı mı?

Her ramazanda bu işkenceyi çekmek zorunda mıyız?

Sahurları sessiz ve sakin geçiremeyecek miyiz?

Geçmişte bir ihtiyaçtan doğan bu davulla sahura kalkma, gelenek diye hala bu çağda devam edecek mi?

O kadar örf adet ve geleneği devam ettirmezken artık hiçbir anlam ve işlevi kalmayan davulla uyandırmayı niye devam ettiriyoruz?

Etkili ve yetkili kişilerden, artık bu davulla sahura kaldırma adetine bir son vermelerini istiyorum. Gerekirse ihtiyaç olup olmadığına dair bir araştırma bile yaptırabilirler. Görülecek ki kahir ekseriyet davulla sahura kalkmayı onaylamayacaktır.

Ezan sesinin bile kulak tırmalamayacak ve rahatsız etmeyecek şekilde ayarlanması konuşulurken, gecenin sessizliğinde kulakları patlatırcasına davul çalmanın hiç anlam ve izahı yok.

Lütfen, bu hassasiyet dikkat alınsın. Davul artık tarihteki yerini alsın.

*07.03.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Ramazan Kutlanmaz, Yaşanır

Kutlamanın yeri ayrı, anmanın yeri ayrı. Mesela;

10 Kasım kutlanmaz, anılır.

18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma Günü, içinden hem zaferi hem de şehitleri barındırdığı için hem kutlanır hem anılır.

23 Nisan, 29 Ekim, 19 Mayıs ve 30 Ağustos kutlanır.

Ramazan ve kurban bayramları kutlanır.

Ramazan bayramı kutlanırken Ramazan orucu kutlanmaz, yaşanır. Çünkü;

Bu ayda oruç tutulur.

Teravih kılınır.

İftar yapılır, sahura kalkılır.

Kur'an okunur, hatim inilir, mukabele okunur, mukabele dinlenir.

İftar davetleri yapılır.

Fitre ve fidye verilir.

İsteyen, vakti müsait olan itikafa girer. Ramazanın son 10 gününü camide geçirir.

Parası ve vakti olan ramazan umresine gider.

Ramazan paketi hazırlanır ve fakirlere dağıtılır.

Zekât genelde bu ay verilir.

Camiler dolar.

Bazı camilerin minarelerine ramazanı hatırlatan mahyalar asılır.

Yardım ve dayanışma bu ayda hız kazanır.

İftar sofraları sair günlere göre mükellef olur.

Sahur saatleri değişse de tüm aile fertleri sahur ve iftarı birlikte yapar.

Bazı özel sektör ramazan dolayısıyla esnek mesaiye geçer.

Kadir gecesi ihya edilir, kutlanmaz. 

Ramazan orucuna dair verdiğim bu örneklere bakarsak, ramazan kutlanmaz, aksine yaşanır. Bu yaşama hem bedenen hem ruhen hem de zihnen olur. O yüzden yaşanan bir iklimi kutlamaya döndürmeyelim. Çünkü ramazanın kutlanacak bir yönü yoktur. Bir de kutlama çıkararak eski köye yeni adet getirmeyelim.

Yine de mübarek olsun anlamında kutlayana da bir sözümüz olmasın. Bizde "Şeker ve kurban bayramı kutlanır, Ramazan kutlanmaz" diyene de bir sözümüz olmasın.

Hele "inanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme" gerekçesiyle kimseyi gözaltına almayalım. Yerinde veya değil, bir işletmenin çalışanlarına yönelik e posta mesajlarından nem kapmayalım. Had bildirmek için hemen hakkında inceleme ve soruşturma başlatmayalım. En ufak bir şeyde adalet mekanizmasını insanın boynunda Demokles’in kılıcı gibi sallamayalım. İşletmelere itibar suikastı yapmayalım. Maksadını aşan, pot kıran insanımızı bir çırpıda tu kaka yapmayalım. Adalet; yerinde, zamanında ve kıvamında olursa bir anlam ifade eder. Değilse, bu işleyişi de olur olmaz kullanmak suretiyle ayaklar altına almış oluruz.

Şayet bir işletme, işini yapan çalışanının oruç ibadetini yerine getirmesini engellerse buna hep birlikte savaş açıp had bildirelim. Ötesi gereksizdir. Bırakalım da şirketin içişlerini şirket kendi içinde çözsün. Her şeye burnumuzu sokmayalım.

İnsanların yaşantısına müdahale etmeden, oruç tutana da tutmayana da, dine yakın olana da dinden uzak olana da saygı duyalım. 
Unutmayalım ki şirketin/holdingin kendisi dindar olmaz, çalışanı olur. Tıpkı devletin laik ama insanının laik olmadığı gibi.