9 Şubat 2025 Pazar

Coğrafyalar İnsanı Kadardır *

Coğrafya kader derler. Buna hem evet hem de hayır demek mümkün. Bakış açısına göre değişir.
Ben kadere ölçü anlamı veriyorum.

Kadere ölçü dersek, bir coğrafyanın yeryüzü şekilleri, yeraltı ve yer üstü zenginlikleri, dağı, taşı, denizi, gölü, havası, iklimi vs. yönünden bakılırsa o coğrafya kaderdir. Bu kaderde insanın dahli yoktur.

Bu coğrafya şartlarına göre hareket eden, bu coğrafyayı işleyen, yaşanır veya yaşanmaz kılan, içinde yaşayan insandır. İnsan bu coğrafyayı imha da eder, ihya da. Yani coğrafya insanın eseri ve mahsulüdür.

Burada insan kalitesi devreye giriyor. Coğrafyalar insan kalitesi kadar coğrafyadır. İnsanın bu yapıp ettikleri de kaderdir. Yani insan kendi kaderini kendi oluşturur. İnsan coğrafyasına imzasını atar. Bu yönüyle coğrafyalar insanı kadardır.

İnsan vardır, coğrafyasının taşından toprağından, dağ ve bayırından, yeraltı ve yerüstünden faydalanır; eker, biçer, çıkarır, üretir, imal eder. Tüm bunları paraya tahvil eder. Çünkü sadece İstanbul’un değil, her coğrafyanın taşı, toprağı altındır. Yine insan vardır, coğrafyasının etinden, sütünden, yağından, tuzundan faydalanmaz. Becerisini ortaya koymaz. Rahatına düşkündür, hazır yiyicidir.

Elbette her bir coğrafya aynı değildir. Coğrafyanın avantaj ve dezavantajları vardır. Bazısı engebeli bazısı düz bazısı dağlık bazısı verimli bazısı verimsiz. Bazısı bol yağış alır bazısı kuraktır. Bazısı yeraltı ve yerüstü zenginliklere sahip bazısı değil. Bazısı soğuk bazısı ılıman.

Bazı coğrafyalarda yaşamak bazısına göre zor ve meşakkatlidir. Bazıları az bedel ister bazıları çok bedel ister. Bazısında doğa şartları zordur bazısında kolay.

Şu var ki her coğrafyada işlenecek, para ve hizmete tahvil edilecek yerler vardır.

Coğrafya işlendiği kadar değerlidir. Coğrafyaya bu değeri katan insan unsurudur. İnsandır bir coğrafyayı yaşanır kılan da yaşanmaz kılan da.

Coğrafyalar insanı kadar olduğu gibi aynı zamanda yönetenleri kadardır. Yönetenler kendi ikbalini değil de ülkenin ikbalini düşünür, ona göre planlama yaparsa, insanını yönlendirirse, insan kaynaklarını iyi yönetirse ve üretim odaklı planlama yaparsa o ülkenin değeri de artar, içinde yaşayan insanının da.

Mesela bir ülke deprem bölgesi olursa, o ülkede fay hattının geçmesi, zamanı gelince depremlerin olması bir kaderdir. Yalnız depremlerde binanın yıkılması ve enkaz altında insanların can vermesi kader değildir. Önemli olan, yöneticilerinin bu coğrafyaya uygun depreme dayanıklı evlerin yapılması için gerekli her türlü tedbiri alması, insanının da buna uyması.

Eğer bir ülkede her depremin ardından binaların çoğu yıkılıyorsa ve yıkıntının altında insanlar can veriyorsa, bu kaderi oluşturan, görevini tam yapmayan yöneticilerdir. Çünkü bu yıkım yöneticilerin eseridir. Unutmayalım ki deprem değil, yapıp ettiklerimiz öldürür.

Coğrafyasına ve o coğrafyanın şartlarına uygun yaşayanlar, ölmeden huzur ve mutluluk içinde yaşamaya layıktır. Coğrafyaya rağmen yaşam mücadelesi verenler yani coğrafyanın doğal afetlerine uygun yaşamayanlar ise ölmeye ve rezil olmaya mahkumdur.

Sonuç olarak coğrafyayı yaşanır kılan da yaşanmaz kılan da o coğrafyada yaşayan insanlar ve özellikle yöneticilerdir. Coğrafyalar insanı kadardır. Bu coğrafyanın insanları da yöneticileri kadardır.

*18.02.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Farkımız Besmele

"Yok aslında birbirimizden farkımız ama biz Osmanlı Bankasıyız" sözü 70'li, 80'li yıllarda televizyonda herkesin belleğine yerleşen bir reklam idi. Bu söz sadece reklamlarda kalmadı. Herkes birbirine 'Biz Osmanlı Bankasıyız" derdi.
Bu reklam bugünlerde hiç gündemde kalmasa da ben hatırlatmış olayım. Hatırlatmakla da kalmayayım, biraz deşeleyeyim.

Deşelemeye geçmeden önce bir tespitte bulunayım. Bu ülkede fikri, zikri, düşüncesi, cinsiyeti, milliyeti, zürriyeti ne olursa olsun, hangi kesimden olursa olsun her kesimde dürüst insanlar var. Ama bu sayının çok olmadığını söyleyebilirim. Bugün bu tespit çok istisnadır.

Genelimiz ise ister solcu ister sağcı ister İslamcı ister milliyetçi ister liberal ister dindar ister ateist ister Sünni ister Alevi ister kapitalist ister liberal ister komünist ister sosyalist ister laik ve seküler ister Atatürkçü her ne isek, kendimizi ne olarak tanım ve tarif edersek edelim, birbirimizden pek farklı değiliz. Çünkü yapıp ettiklerimiz, çalıp çırptıklarımız, adam ayırmamız, kendimize doğru yontmamız, yediğimiz içtiğimiz ortada ve her ne ise hepsi aynı. Belki de tek farkımız, herkes bulunduğu zihniyet ve ideolojinin sosunu veriyor. Sonuç aynı kapıya çıkıyor. Çünkü bu ülkede düşüncesi, fikri, ideolojisi ne olursa olsun her birimiz yek diğerinin aynısıdır.

Tek farkımız, herkes kendi zihniyetinin sosunu veriyor derken bunu şöyle açmak isterim.

Dinci ve İslamcı bir kişi veya zihniyet referansını ayet ve hadisten alıyor.

Laik ve seküler bir kişi veya zihniyeti referansını Atatürk ve Kemalist düşünceden veriyor.
Milliyetçi bir kişi veya zihniyeti referansını, vatan, millet, Sakarya üzerinden alıyor. Vatan bölünmez türünden sloganların arkasına sığınıyor.

Ülkemizde neşvünema bulmuş üç kesime dair örnek verdim. Diğer kesimler için de aynı şeyleri söyleyebiliriz.

Sonuçta musluğun başına hangi zihniyet geçerse geçsin, hangisi güç olursa olsun, bu ülkede yapılan her şey birbirinin aynısı. Halkın şikayet ettikleri de aynı. Çözüm bekleyen problemler de aynı.

Nasıl oluyor da farklı zihniyet aynı sonucu bulabiliyor? Belki de sormamız ve sorgulamamız gereken budur.

İstisnalar kaideyi bozmamakla beraber farklı renk ve zihniyetler hep aynı problemi üretiyorsa bu durumda hepimiz Osmanlı Bankasıyız demek lazım.

Bunu da ne derece yerinde olur bilmem ama teşbihte hata olmaz sözünün arkasına sığınarak şöyle bir teşbihte bulunmak isterim:

“Yok aslında birbirimizden farkımız. Tek farkımız birimiz bu işi besmeleli yapıyor, diğerimiz ise besmelesiz”. Sonuçta besmeleli de aynı sonucu çıkarıyor, besmelesiz de.

8 Şubat 2025 Cumartesi

Ağızlara Fermuar

Bir zamanların vazgeçilmez haber kaynağı radyoların kapama düğmesi var. Dinlemek istemezsen veya kafanı ağrıtmaya başlayınca düğmeyi kapatarak kurtulursun, oh be dünya varmış dersin.

Televizyonların da açma, kapama düğmesi var. Hem de uzaktan kumandalı. İzliyorsun. Yeter artık deyip oturduğun yerden uzaktan kapatıyorsun.

Elektrikli süpürgelerin, çamaşır ve bulaşık makinelerinin, cep telefonlarının, başka akla gelecek her türlü elektronik vs. aletin açma ve kapama düğmeleri var. İhtiyacın kadar kullanıyorsun, işin bitince kapatıyorsun.

Bildiğim kadarıyla sadece insanın ağzının düğmesi yok. Dilde düğmeye ne gerek var? İhtiyaç olursa konuşur, yoksa iki dudak zaten kapatıyor diyebilirsiniz.

Bu işler hiç öyle olmuyor. İki dudakla kapaması olsa da ağız daha baskın çıkıyor. Dil konuşmak isteyince dudak buyur deyip ipin ucunu salıveriyor.

Ağza düğme veya fermuar niçin istiyorum? Çünkü başta ben olmak üzere toplumda o kadar boş ve çok konuşan insan var ki susturabilene aşk olsun. Boş teneke gibi ses çıkarıp duruyor. Ne kafa kalıyor ne beyin.

Yerinde ve zamanında ihtiyaç kadar konuşulsa problem değil. Öyle insanlar var ki sabahtan akşama hatta bir ömür konuştukları bir incir çekirdeğini doldurmuyor.

Özellikle okur yazar olmayan, televizyon izlemeyen, yaşı itibariyle çalışmaya mecali kalmamış, yapacak bir meşgalesi olmayan öyle yaşlılar var ki sırf çene. Hep çene, sadece çene. Ne çeneymiş. Yorulmak bilmiyor. Dağarcıklarına ne kadar boş bilgi varsa yerleştirmişler. Döndürüp döndürüp içindekini bulduğuna boşaltıyor. Bu, papazın seyise tüm vaazı anlatmasına falan benzemiyor. Böylelerine yakalanıp da bunları dinleyen direk cennetliktir. Çünkü dünya kuruldu kurulalı böyle eziyete maruz kalmaz bir insan.

Bol konuşan, sadece konuşan, hep konuşan bu tiplerden insanlığı kurtarmak lazım. O yüzden ne yapıp ne edip insanlık kendi selameti için buna bir çözüm bulması gerekir.

Hazır teknoloji, bu kadar ilerlemişken bu şekil kafa ütüleyenlerin çenesini kapatacak bir düğme mi icat eder, fermuar mı üretir, uzaktan kumandalı bir alet mi yapar, bilmiyorum. Eğer teknoloji böyle bir çözüm bulmazsa bu kadar ilerlemiş teknoloji ne işe yarar? Bu teknolojiye bilin ki ben teknoloji falan demem.

Hem öyle bir icat yapsın ki konuşan farkına bile aramasın. Biz oturduğumuz yerden ona sus demeden hafif bir hareketle onu sessize alalım. O kendi kendine konuşmaya devam etsin. Sessize alındığını bilemesin.

Şayet teknoloji geveze insanların ağzını kapatacak bir düğme veya fermuar hatta uzaktan kapatacak bir kumanda aleti icat ederse, bu teknolojiye minnettar kalacağımı şimdiden cümle aleme buradan ilan ediyorum.