8 Şubat 2025 Cumartesi

Kar Niye Yağsın?

Sarı kod verildi. Şu illere dikkat!
Kar, fırtına bu sefer fena geliyor. Hayatı durduracak.
Beyaz kabus kapıda.
Meteoroloji yetkilileri uyardı.
Kar hayatı durdurdu.
Olumsuz hava şartları trafik kazalarına sebebiyet verdi.
Kar geçit vermiyor.
Olumsuz hava muhalefeti yolları kapattı. Sürücüler mahsur kaldı. Mahsur kalan sürücülerin imdadına köylüler yetişti.
Eğitime kar engeli.
Fırtına ve buzlu havaya dikkat!
Yağan karın ardından dükkanının önündeki kardan kurtulmak için esnaf, karı kürekle ya yola ya da komşusunun dükkanının önüne yığar. Az sonra da kapı komşusu esnaf, önüne yığılan karı komşusuna doğru kürür.
Kardan dükkanı açamıyoruz. Evimizin önündeki sokak açılmadı. Cadde ve sokaklarda belediye yoktu. Belediye buzlanan yolları tuzlamadı. Nerede bu belediye serzenişleri de eksik olmaz.
İl hıfzıssıhha okulları tatil yapmadı. Servis araçları yollarda kaldı.
Yağan kar dolayısıyla taşıma yoluyla okula gelen öğrenciler okullarına gidemedi.
Kar tatili bu saatte mi verilir? Yetkililer uyuyor mu? Çoğu öğrenci okuluna gitmişti zaten.
Bu yazdıklarım ve daha fazlası ne zaman kar yağdığında gazete ve TV'lerde ilk haber olarak verilir.
Bu kadar serzeniş, felaket tellallığına kar yağar mı? Yağmaz. Niye yağsın.
Karın dili olsa: “Hiç kusura bakmayın. İstenmediğim yere yağmam. Daha yağmadan korku başlıyor, korku pompalanıyor. Okullar tatil beklentisine giriyor. Yerler ağarır ağarmaz il ve ilçeler tatil kararı alıyor. Bir gün tatil yapıldı mı, yağan karın ardından soğuk ve buzlanma riski sebebiyle yine tatil kararı veriyorlar.
Allah var, karın yağdığına bir okullar seviniyor. Öğrencinin sevinmesini anlarım da öğretmenin ve idarecilerin sevinmesini hiç anlamıyorum. Koca koca adamlar. Bu sevinenler de karın yağmasına değil, okulların tatil olacağına seviniyorlar. Belli ki bunların da derste gözü yok.
Elhasıl kelam, her geçen yıl yağmayı kestim. Çünkü belli ki istenmiyorum. Ondan sonra da rahmet yok, sular gittikçe çekiliyor, barajlar boşaldı, içecek suya hasret kalacağız. Çünkü havalar kurak geçiyor diyorlar.
İnanın ne yapacağımı şaşırdım. Yağayım mı, yağmayayım mı karar veremedim. Görünen o ki istenmiyorum. Sudan kırılacaklarmış. Çok da tın”.

7 Şubat 2025 Cuma

Namaz ve Mesai *

Fi tarihinde bir kurumdan aradılar. Bir imzan gerekiyor. Şu bölüme gelebilir misin dediler. Olur uğrayayım dedim.

Öğleden sonra imzamı atmak için o kuruma uğradım. Girişte bir tanıdığım denk geldi. Hayırdır dedi. Şu bölüme gideceğim. İmzam lazımmış dedim. O bölüme şu arkadaş bakıyor. Gel yanına girelim. Hem tanışırsın hem de çayını içeriz dedi. Olur dedim. Birlikte girdik.

İçeri girdikten sonra o bölümün sorumlusunu görünce onun da tanıdığım olduğunu gördüm.

Çayımızı söyledi. Hal hatır, sağdan soldan lafladık. Sizi daha fazla tutmayayım. Ben bölümünüze gidip oradan evrakı imzalayayım dedim. “Dur hocam, imzalayacağın evrakı buraya getirteyim, oraya kadar zahmet etme” dedi.

Bölümünü dahili hattan aradı. Cevap veren olmadı. Bunu birkaç defa denedi. Açan olmadı. İlgili elemanlarını sırayla cep numaralarından aradı. Cevap veren olmadı. Az sonra tekrar denedi, yine cevap veren yok. En son o bölümde çalışan engelli bir çalışanını cepten aradı. "X hanım, arkadaşlar nerede" diye sordu. "Hocam, kimse yok. Hepsi namaz için camiye gittiler" cevabını aldı. “Allah Allah, hepsi mi gider” diye mırıldandı ama başka da elinden gelen bir şey yoktu.

İkindi namazını camide cemaatle kılmak için camiye giden bölüm çalışanlarının namazdan gelmesini mecburen bekledik. Onlar cemaatle namazlarını kılmak suretiyle 25-27 derece daha fazla sevap kazanırlarken biz ilave lafladık. Haliyle sevaptan faydalanamadık.
*
Bir ara yaz dönemi bir okul müdürünü okulunda ziyaret ettik birkaç arkadaş. Saat 16.30 sularında müdürün yardımcısını, yanında iki yardımcı olduğu halde diğer çalışanlarla beraber okuldan çıkarlarken gördüm. Müdüre, bunlar nereye gidiyor dedim. O esnada okula 300 metre mesafedeki bir camiden ezan sesi yükselmeye başladı. “Belli değil mi nereye gittikleri, namaza” dedi. Namaz kaçmıyor ya. Niye beşten sonra kılıyorlar dedim. Müdür sessiz kaldı.

Namazdan sonra geri okula dönmediler. Çünkü mesai 17.00’de bittiği için oradan evlerine dağıldılar.

Size iki tane örnek verdim. Siz bu durumu nasıl görürsünüz bilmiyorum. Ama ben bu durumları garipsediğimi söylemeliyim. Neden derseniz, ister kurum ister okul olsun burada çalışanlar sabah 08.00 ila 17.00 arası öğle arası hariç kurum ve okulu beklemek zorundalar. İş olsun veya olmasın. Görevleri bu. Namaz kaçacak değil. Üstelik her iki karşılaştığım durum yaz dönemindeydi. Bu dönemler gündüzün uzun olduğu, akşam ezanının 20.00’yi geçtiği günler. Pekala namazlarını mesai bitimi 17.00’den sonra kılabilirler. Hatta birden fazla kişi oldukları için mesai bitimi camiye geçip cemaatle namaz kılabilirler. Oradan evlerine dağılabilirler. İlla ezan okununca ben cemaatle kılacağım diye kurum ya da okul boşaltılıp camiye gidilmez.

Kimsenin kıldığı namazında falan değilim. Namazlarını kılsınlar ama bunu mesaiden sonra yapsınlar. Bir şeyi yapacağız diye diğer şeyi ihmal etmemek ve yıkmamak lazım. Bu yapılan düpedüz zamandan çalmak ve zaman hırsızlığı demektir. Bu idareci ve memurların öncelikli görevi mesaiyi tam tamamlamaktır. Kimseyi bekletmek zorunda değiller.

Ha kıldıkları namaz cuma namazı olsa eyvallah diyeceğim. Çünkü mesaiye denk gelse dahi kimsenin cumaya gitmesinde bir sakınca yok. Mesai bırakılır, camiye gidilir.

Yine mevsim kış mevsimi olur. Haliyle kışın gündüzleri kısa olur. İkindi namazı her halükarda mesai içinde kılınması gerekir. Çünkü mesaiden sonraya kalsa akşam ezanı okunmuş olur. Bunu da kurumda veya okulda uygun bir yerde veya odasında kılar. Buna da kimsenin diyeceği bir şey olamaz.

Unutmayalım ki namaza ve cemaatle kıldığımız namaza verdiğimiz önemi mesaiye de vermek lazım. Cemaatle namazın hükmü sünneti müekkede ise mesaiye riayet farz olmalı.

Yazımı bir fıkra ile tamamlayayım ki kıssadan hisse alalım. Bir Fransız bir İngiliz bir Türk çocuğu, kendi aralarında kimin babası daha hızlı konuşması yapar. O benimki, diğeri benimki, öbürü benimki babından.

Fransız, “Benimki daha hızlı. Çünkü 100 metreyi 10 saniyede koşar” der.

İngiliz, “Benimki daha hızlı. Silahı ateşler. Mermi hedefine varmadan diğer eliyle yakalar” der.

Türk, “Sizin babalarınızın hızı da hız mı? Esas benim babam daha hızlı. Benim babam devlet hastanesinde çalışır. Mesai beşte biter. Ama babam üçte evde olur” der.

*10.02.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

6 Şubat 2025 Perşembe

Huzur ve Huzursuzluğu Seçmenin Yolu

İnanmak, ikna olmak, hazmetmek ve tasdiklemek kadar güzel bir şey olamaz. Çünkü inanmak, ikna olmak, hazmetmek ve tasdiklemek insana huzur verir.

Huzur bulunca insan, herhangi bir şeyde Çapanoğlu var demez, öküzün altında buzağı aramaz, var bunda bir hinoğlu hinlik demez. Ağlayıp sızlamaz. Niçin böyle diye sormaz, sorgulamaz, kafasını zorlamaz. Üç maymuna oynamasına gerek kalmaz.

Olmaz da içine acaba şüphesi düşerse bundan dolayı şeytandan Allah'a sığınır. Var bir hikmeti der. Niçin böyle düşündüm diye aklını, fikrini, beynini sorgular. İçine gelen bu iğvadan dolayı nasuh tövbesi ile tövbe eder. Çünkü onun için her şey kontrol altında ve sütlimandır.

Böyle bir kafa yapısı için böyle tiplerin kendini bir güce yaslaması gerek. Yapanın, dökenin, kıranın kendinden olması gerek. Böyle biri ya da birileri için bu dünyada çiğ tavuk bile yenir.

Bu tiplerin çoğu tuzu kuru insanlardır. Çünkü mevcut hayat ve düzen onların menfaatinedir. Çıkar devam ettiği müddetçe yapılan her şeyi savunmayı bir görev telakki ederler. Çünkü inanmak, ikna olmak, hazmetmek ve tasdiklemek böyle bir şey.

Bu kafa yapısına sahip insanları gütmek çok kolay. Nereye sürersen oraya giderler. Tek sorunları, kullanmadıkları akılları ve beyinleridir. Çünkü kullanmayınca ister istemez ağırlık yapıyor. Bu da gülü sevenin dikenine katlanması gibi bir şey.

Böyle olunca, dünyada bunlardan huzurlusu yok. İnsanda huzur varsa başka ne ister değil mi? Hepimizin tek istediği huzur değil mi zaten.

Kızıp eleştirsem de bu tipleri takdir ediyorum. Belki de kıskandığım için bunlara kızıyorum. Belki de onlar gibi oh oh diyemediğim için her şey bende hazımsızlık yapıyor. Her hazımsızlık karnımı şişiriyor.

Son pişmanlık fayda vermez ama ah, keşke bunlar gibi olabilseydim. Şayet böyle bir kafa yapısına sahip olsaydım;

"İşçi, memuru ve emekliyi bugüne kadar enflasyona ezdirmedik, yine ezdirmeyeceğiz" siyasi vecizeleri hazmederdim. Çünkü tüm iş hazım meselesi.

"Mülakat ve alımlarda zerre miktarı; torpil, adam kayırma, iltimas, ahbap çavuş ilişkisi, kul hakkı yemek ve adaletsizlik söz konusu değil. Her bir şeyi Ömer adaletiyle yaptık. Bizde her şey şeffaf" sözlerine ikna olurdum. Bu da ağrımaz başım demektir.

"Bugüne kadar boğazımdan haram lokma geçmedi" diyene şu helal lokmandan biraz ver de midem temizlensin derdim.

Herhangi bir doğal afette, insanımız enkaz altında can verdiğinde, bir yangında yanarak öldüğünde, sel felaketinde boğulduğunda, "Sorumlularından hesap soracağız. Bundan kimsenin şüphesi olmasın" dendiğinde, bundan ne şüphe, aha adalet geldi. Bundan sonra suçlular kaçacak delik arasın dediğimde, bilin ki benden huzurlusu olmazdı.

"Cebimizden beş kuruş çıkmayacak" dendiğinde, oh be yine beleşe konduk diyebilseydim, bende mutlusu olmazdı. 

Ama gel gör ki inanmayı, ikna olmayı, hazmetmeyi ve tasdiklemeyi seçmedim. Daha doğrusu seçemedim. Bu da huzuru ve huzurlu olmayı tepmek demektir. Ne diyeyim, kendi düşen ağlamaz.

Sizin için koca bir sayfayı doldurdum. Artık huzuru seçmek de elinizde, huzursuzluğu da. Tercih sizin. Aklınız varsa huzuru seçin. Yoksa huzursuzluğu mu seçersiniz? Eyvah ki eyvah...