Ana içeriğe atla

Huzur ve Huzursuzluğu Seçmenin Yolu

İnanmak, ikna olmak, hazmetmek ve tasdiklemek kadar güzel bir şey olamaz. Çünkü inanmak, ikna olmak, hazmetmek ve tasdiklemek insana huzur verir.

Huzur bulunca insan, herhangi bir şeyde Çapanoğlu var demez, öküzün altında buzağı aramaz, var bunda bir hinoğlu hinlik demez. Ağlayıp sızlamaz. Niçin böyle diye sormaz, sorgulamaz, kafasını zorlamaz. Üç maymuna oynamasına gerek kalmaz.

Olmaz da içine acaba şüphesi düşerse bundan dolayı şeytandan Allah'a sığınır. Var bir hikmeti der. Niçin böyle düşündüm diye aklını, fikrini, beynini sorgular. İçine gelen bu iğvadan dolayı nasuh tövbesi ile tövbe eder. Çünkü onun için her şey kontrol altında ve sütlimandır.

Böyle bir kafa yapısı için böyle tiplerin kendini bir güce yaslaması gerek. Yapanın, dökenin, kıranın kendinden olması gerek. Böyle biri ya da birileri için bu dünyada çiğ tavuk bile yenir.

Bu tiplerin çoğu tuzu kuru insanlardır. Çünkü mevcut hayat ve düzen onların menfaatinedir. Çıkar devam ettiği müddetçe yapılan her şeyi savunmayı bir görev telakki ederler. Çünkü inanmak, ikna olmak, hazmetmek ve tasdiklemek böyle bir şey.

Bu kafa yapısına sahip insanları gütmek çok kolay. Nereye sürersen oraya giderler. Tek sorunları, kullanmadıkları akılları ve beyinleridir. Çünkü kullanmayınca ister istemez ağırlık yapıyor. Bu da gülü sevenin dikenine katlanması gibi bir şey.

Böyle olunca, dünyada bunlardan huzurlusu yok. İnsanda huzur varsa başka ne ister değil mi? Hepimizin tek istediği huzur değil mi zaten.

Kızıp eleştirsem de bu tipleri takdir ediyorum. Belki de kıskandığım için bunlara kızıyorum. Belki de onlar gibi oh oh diyemediğim için her şey bende hazımsızlık yapıyor. Her hazımsızlık karnımı şişiriyor.

Son pişmanlık fayda vermez ama ah, keşke bunlar gibi olabilseydim. Şayet böyle bir kafa yapısına sahip olsaydım;

"İşçi, memuru ve emekliyi bugüne kadar enflasyona ezdirmedik, yine ezdirmeyeceğiz" siyasi vecizeleri hazmederdim. Çünkü tüm iş hazım meselesi.

"Mülakat ve alımlarda zerre miktarı; torpil, adam kayırma, iltimas, ahbap çavuş ilişkisi, kul hakkı yemek ve adaletsizlik söz konusu değil. Her bir şeyi Ömer adaletiyle yaptık. Bizde her şey şeffaf" sözlerine ikna olurdum. Bu da ağrımaz başım demektir.

"Bugüne kadar boğazımdan haram lokma geçmedi" diyene şu helal lokmandan biraz ver de midem temizlensin derdim.

Herhangi bir doğal afette, insanımız enkaz altında can verdiğinde, bir yangında yanarak öldüğünde, sel felaketinde boğulduğunda, "Sorumlularından hesap soracağız. Bundan kimsenin şüphesi olmasın" dendiğinde, bundan ne şüphe, aha adalet geldi. Bundan sonra suçlular kaçacak delik arasın dediğimde, bilin ki benden huzurlusu olmazdı.

"Cebimizden beş kuruş çıkmayacak" dendiğinde, oh be yine beleşe konduk diyebilseydim, bende mutlusu olmazdı. 

Ama gel gör ki inanmayı, ikna olmayı, hazmetmeyi ve tasdiklemeyi seçmedim. Daha doğrusu seçemedim. Bu da huzuru ve huzurlu olmayı tepmek demektir. Ne diyeyim, kendi düşen ağlamaz.

Sizin için koca bir sayfayı doldurdum. Artık huzuru seçmek de elinizde, huzursuzluğu da. Tercih sizin. Aklınız varsa huzuru seçin. Yoksa huzursuzluğu mu seçersiniz? Eyvah ki eyvah... 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda...

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam ...

Sami Hoca

Sami YÜCE İçi nasıldı bilmem ama dışa karşı şen şakrak biri idi.  Bulunduğu ortamlarda insanları güldürmeyi becerirdi. Şaka yapar, şakadan da anlardı. Çağın yaşatan Nasrettin hocasıydı.  Girdiği ortama çabuk intibak sağlar, insanlarla hemen iletişim kurardı.  Uzaktakileri belirli periyotlarla telefonla arayarak hal hatır sorardı.  İnsan canlısı biri idi. Herkesin derdi ile dertlenirdi.  Büyükle büyük, küçükle küçüktü.  Eli açık biriydi. Yedirmekten, izzet ve ikramdan kaçınmazdı. Dinlendik, Avcıtepe, Habiller, Güneysınır İlçe Müftülüğünde, Güneybağ ve Mevlana Mahallesindeki camilerde görev yaptı.  Görevine sadık biri idi. Mesaisi namaz vaktinden namaz vaktine değildi. Namaz harici bile camideydi. Görev yaptığı camileri tertemiz tutar, camlarına varıncaya kadar caminin temizliğini yapardı.  Paraya önem vermediğinden midir para yönünden yüzü pek gülmedi. Paraya ihtiyacı olduğunda kredisi vardı. Kimden borç istese eli boş dönmezdi. Şu gün vereceğim de...