28 Aralık 2024 Cumartesi

Sadaka Rasülullah

Daha önce, hutbelerde okunan hadisten sonra "Sadaka rasülullah. Fîmâ kâl, ev kemâ kâl" (Rasülullah bu sözde doğru söyledi veya bunun gibi söyledi) kısmını ele almış, eğer birden fazla hadis okunmayacaksa "ev kemâ kâl" kısmının söylenmemesi gerektiğini, çünkü bu tür bir ilave, okunan hadise şüphe getireceğine dair bir endişemi dile getirmiştim.

24 Kasım 2018 tarihinde ele aldığım, (https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2018/08/fima-kal-ev-kema-kal.html) bu yazı çok okundu ve çok yorum aldı: Hak veren olduğu gibi niçin söylediğine dair açıklama yapıldı, eleştiren de oldu. Şu var ki yapılan yorumların çoğunu ikna edici bulmadım.

Yazım çok okunup yorum almasına ve hala okunmaya devam etmesine rağmen belki de dil alışkanlığından belki de zamanında öyle ezberlediklerinden ya da bir bildikleri olsa gerek, hatiplerimiz ilk hutbenin bitiminde yine "ev kemâ kâl" demeye devam etti. Her okunuşta da kulağımı tırmalamaya devam etti.

*

25.12.2024 günü cuma için yine mahallemdeki camiye gittim. Kış günleri cuma ve diğer vakit namazları caminin alt katında kılınıyor. Alt kat birden fazla oda görünümüyle, cami dışında başka bir amaç için düzenlenmiş.

İmamın namaz kıldırdığı bölüm dolu olduğu için yan taraftaki odaya geçtim.

İlk sünnetin ardından hutbe okuyanı görmesem de her zamanki hatibin sesinden farklı idi. Ya müezzin olmalı ya mahalle sakinlerinden biri ya da imam izinli olduğu için müftülüğün görevlendirdiği biri olmalı.

Hatip ilk hutbede hamdele, salvele ve şehadete yer verdikten sonra hutbe konusuna uygun ayeti okuyunca, hutbenin tövbe üzerine olacağını anladım. Ardından bir hadis okudu. Hadis de tövbe üzerine idi.

Türkçe metni okumaya başlamadan, okunan hadisten sonra hatibin hadisi nasıl bağlayacağına kulak kabarttım. Nedendir bilinmez bu hassasiyetim.

Hadisin ardından hatip, "Sadaka rasülullah" (Rasülullah doğru söyledi) diyerek hutbenin ilk kısmını bağladı. "ev kemâ kâl" demediği gibi "fîmâ kâl" kısmını bile okumadı ve en doğrusunu yaptı.

Pek görmeye alışık olmadığım bu hutbe iradını daha bir dikkatli dinledim. Dinledikçe, işinin uzmanı, ne yaptığını bilen ve okuduğu Arapça metnin ne anlama geldiğini bilen hatibin hutbesinden ve üslubundan memnun kaldım. Hah şöyle. Benim üzerinde bir zamanlar durduğum bu hassasiyeti, sayısı bir olsa da yerine getiren oldu. Helal olsun dedim. Ne diyeyim, sayıları çoğalsın.

Suriyeliler Giderse Sanayi Çöker mi? (2) *

Bir önceki yazımda Suriyeliler giderse sanayimiz çöker mi üzerinde durmaya çalışmış, Suriyelilerle bu ülke insanının hem gider hem de konfor yönünden farklı olduğunu izah etmeye çalışmıştım. Suriyelilerin çalıştığı işlerde bizim insanımızın çalışmak istememesinde bir başka sebebin de geçmişten günümüze izlenen maarif politikası olduğunu söyleyerek yazıyı bitirmiş, bir sonraki yazımda da maarif politikamızı ele alacağımı söylemiştim.

2000 öncesi 28 Şubata gelinceye kadar bu ülkenin sanayi, işletme, fabrika, tekstil, inşaat sektöründe çalışan insanı vardı. Çünkü aileler, ilkokulu bitirdikten sonra okul ve okumada gözü olmayan çocuklarını uygun bir işe çırak vererek önce kalfa sonra usta olmasını sağlarlardı. Bu yol ile yetişen çocuklar askere kadar işini öğrenir, askerlik sonrası ya kendi işini açar ya da bir başkasının yanında ücretli çalışırdı.

Yine bu dönemde hem ara eleman ihtiyacını karşılayan hem de teknik eleman yetiştiren bir işlevi yerine getiren meslek liseleri vardı.

Hem usta çırak hem de meslek liseleri yoluyla insanımız hem meslek öğreniyor hem de meslek öğrendikten sonra işine uygun işte çalışıyordu. Bu yol ile tüm sektörlerin eleman ihtiyacı yoktu.

Ne zaman ki 28 Şubat ile birlikte ilköğretimi 8 yıl kesintisize çıkardık, meslek liselerine kat sayı uygulamasını getirdik. İşte o zaman sanayinin ara eleman ihtiyacına büyük zarar verdik. Usta çırak ilişkisi içerisinde giderilen ihtiyaç bıçak gibi kesildi. Bu yanlıştan nasıl dönülür hesabı yapılıp ara eleman ihtiyacı giderileceği yerde zorunlu eğitimi sekiz yıldan 12 yıla çıkararak ara eleman ihtiyacını üzerine kibrit suyu döktük. Her ne kadar bu süreçte kat sayı mağduriyetleri giderilse de meslek liseleri bir daha belini doğrultamadı. Her ne kadar ikinci kademeden sonra açık lise tercihi yaparak aile içinde az sayıda usta çırak ilişkisi sürdürülmeye çalışılsa da bu sayı hiç yeterli gelmedi.

Sanayici kan ağlarken liseyi bitiren üniversite okumaya yöneldi. Çünkü üniversiteleri de o kadar çoğalttık ki ana sınıfından başlayan, hiç kalmadan ve ara vermeden üniversiteyi bitirdi.

Çocuğumuz üniversiteli. Ama sahasında iş yok. Sanayide iş çok ama çalışacak eleman yok. Çünkü 24-25 yaşında üniversiteyi bitiren biri gidip sanayide çalışmaz. Çalışmak istese de sanayici onu işe almaz. Alsa da mühendisliği bitirse bile bizim sanayicinin vereceği ücret asgari ücreti pek geçmedi.

Sonunda sanayi, inşaat, tarım, hayvancılık, imalat, tekstil ve üretimdeki eleman ihtiyacı başta Suriyeli ve Afganlı olmak üzere yabancılara kaldı. Bunlar ne iş buldularsa az veya çok ya da zor demeden çalıştı. Bizim üniversiteli ise masa başı iş bekledi.

Devlet bu süreçte meslek liselerine teşvik için büyük yatırımlar yaptı. MESEM'lere ağırlık verdi. Üzerine MESEM okuyanlara 2024 rakamlarıyla en az 5.100 lira teşvik verdi. Sınıf yükseldikçe teşvik miktarı arttı. Şartları tutan esnaf ve işletme işyerinde MESEM öğrencisi çalıştırmaya başladı. Haftada bir gün okula gelen öğrenci diğer günler işyerinde meslek öğrenmeye başladı. Bu yolu seçen öğrenciler 11.sınıfın sonunda kalfa, 12.sınıfın sonunda usta oldu. Öğrenciler bu yol ile hem lise mezunu oldu hem meslek öğrendi hem de para kazandı.

Devletin MESEM'lere verdiği bu teşvik ne kadar devam eder bilmiyoruz ama Suriyeli ve Afganlılar gitse bile sanayici ve üretim yerlerinin ihtiyacı bu MESEM öğrencileri ile giderilir. Çünkü birçok sektörde verilen bu teşvik birçok sektörün çırak, kalfa ve usta ihtiyacını giderecek. Bu kurumlardan mezun olanlar ya kendi işini kuracak ya başkasının yanında çalışacak ya da işiyle ilgili olmasa da bu tür sektörlerin birinde çalışacak.

Hasılı devlet zamanında yanlış maarif uygulamasıyla sanayici ve imalat sektörünün eleman ihtiyacını yok etse de şimdilerde üzerine para vererek sektörlerin eleman ihtiyacını gideriyor. Durum bu iken Suriyeliler giderse sanayi çöker endişesine gerek yok. Yersiz bir endişe çünkü.

*03.01.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Suriyeliler Giderse Sanayi Çöker mi? (1) *

Suriyeliler Suriye'deki son gelişmeler dolayısıyla ülkelerine geri dönerler mi, dönmezler mi? Dönerse ne kadarı döner ne kadarı kalır bilinmez. Şu var ki rejim değişikliği dolayısıyla geri dönüşte bir kıpırdama olduğu bir gerçek.

Bazıları Suriyeliler gitmeli artık derken bazıları da Suriyelilerin hepsi gitmemeli. Çünkü giderlerse sanayide, imalat ve tekstil alanında çalışan kalmaz. Bizim insanımıza iş var ama çalışmıyor. Suriyeliler giderse işveren işçi bulamaz diyor. Bunu sadece çarşı pazardaki insan söylemiyor, bazı işadamları da söylüyor, siyasetçisi de.

Gerçekten Suriyeliler giderse sanayi durur mu? Bizim insanımız sanayide çalışmaz mı?

Hiç kimse kusura bakmasın. Suriyeliler giderse sanayi çökmez, Afganlılar giderse tarım ve hayvancılık sektöründe çalışacak eleman bulamayız endişeleri yersiz bir endişedir. Çünkü Afgan ve Suriyelilerin şunun şurasında bizim ülkede 10-13 yıllık mazisi var. Bu yabancılar yokken bu ülkenin tekstil, üretim, imalat, inşaat ve sanayisinde kim çalışıyordu? Herhalde hepimiz kabul ederiz ki buralarda bu ülkenin insanı çalışıyordu. Suriyeli ve Afganlılar giderse bu ülke insanı buralarda yine çalışır.

Şu denirse, Suriyelinin çalıştığı fiyata bu ülke insanı çalışmaz dersek, burada oturup bir düşünmemiz lazım. Eğer kaçak çalıştıralım, asgari ücret veya altında ucuz fiyata çalıştıralım denirse, kimse kusura bakmasın, bu ülke insanı kaçak ve ucuz işçi olarak çalışmaz. Çalışırsa da pek az kişi çalışır. O da mecburiyetten.

Neden derseniz, bu ülke insanının şartları ile Afgan ve Suriyelinin şartları ve ihtiyaçları aynı değildir.

Bir defa Afgan'ı ve Suriyelisi sıfırı tüketerek bu ülkeye sığınmıştır. Ülkelerinde ölümü görüp bu ülkede sıtmaya razı olmuştur. Ev yok, bark yok, iş yok. Ayakta kalmak için ne bulurlarsa seçim hakkı olmaksızın çalışacaklar. Tıpkı işsizlikten dolayı Avrupa’ya çalışmaya giden her gurbetçinin orada ne iş buldularsa çalıştıkları gibi. Ayrıca ülkelerine göre bu ülke Avrupa ayarında bir ülke. İş bulunca çalışacaklar.

Aldıkları ucuz ücretle nasıl geçiniyorlar, bizimkiler de çalışıp geçinsin denirse, bu kıyas elma ile armudu toplamak gibidir. Bir defa Suriyeli ile Afganlı bizim yüzüne bakıp burun kıvırdığımız derme çatma evlerde yüksek kira vererek oturuyorlar. Aynı evde ana, baba, oğul, eş, kardeş vs. birlikte yaşıyorlar. Yani hepsi geniş aile. Ne iş buldularsa çalıştılar. Baba da çalıştı, oğul da. Bir eve birden fazla maaş girdi. Halbuki bizim insanımız böyle mi? Bizde her evlenen çocuk ayrı eve taşınıyor. Yani çekirdek aile. Bir başına bir evin kirasını verip ailesini geçindiriyor. Çünkü bizde onlar gibi geniş aile ile oturma yok.

Bir örnek vermek istersem, eski oturduğum tripleks evde 1400 lira kira veriyordum. Aynı site içinde Suriyeli iki aile vardı. Birinde iki evli kardeş birlikte oturdu. Diğerinde ise baba, üç oğlan olmak üzere hepsi evli idi. Eve üç bin lira kira veriyorlardı ama aynı evde dört aile oturuyordu. Hepsi de kabala iş alarak inşaat sektöründe çalışıyordu. Anlatmak istediğim ben bir aile olarak eve 1400 verdim. Onlar ise dört aile üç bine oturdu. Bu demektir ki bunların kirası 750 liraya geldi.

Bir örnek daha. Suriyeli bir öğrencim vardı. Dersine çalışıp geliyordu. Son iki üç hafta dersine bakmadan geldi. Niye böyle bıraktın dedim bir gün. Hocam, dersime çalışıp gelmem gerekiyordu. Yalnız evde ders çalışacak yer bulamadım dedi. Çok mu kalabalık dedim. Hem de nasıl dedi. Tamam kalabalık olabilirsiniz ama daha önce o kalabalıkta çalışıp geliyordun dedim. “Kaç haftadır eve teyzem ve halamlar da geldi. Onlar gelince bizim düzen bozuldu” dedi. Gitmeyecekler mi dedim. Kalacak yerleri yok. “Bizimle yaşayacaklar” dedi.

Ertesi hafta dersine çalışıp gelmiş bu öğrenci. Misafirler gitti mi yoksa dedim. “Hayır hocam, misafirler duruyor. Bu ödevimi de banyoda yaptım bu sefer” dedi.

Kısaca Suriyeliler çok çok kötü eski evlerde bir düzine belki de daha fazla kişi birlikte yaşarken bizde ise koca koca evlerde baba anne ayrı, oğul gelin ayrı sıfır evlerde yaşıyoruz. Haliyle bizim giderle Suriyelinin gideri aynı değil.

Bir diğer husus, Suriyeli ve Afganlı bu ülkeye girerken sıfırı tüketmiş gelmiş. Bu ülkede hayata sıfırdan başlıyor. Bizde ise hayat ne kadar zor olursa olsun daha sıfır tüketilmemiş.

Bizim insanımızın iş beğenmemesinde ve daha ucuz işte çalışmamasında başka bir sebep daha var. Belki de en önemlisi. Bu da maarif politikamız. Bunu da diğer yazımızda ele alalım.

*01.01.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.