12 Aralık 2024 Perşembe

Son Gülen Olabilecek miyiz? *

Ömrüm hep ilk gülen olmakla geçti. Nedense bir türlü son sevinen olamadım. Bahtımdan mıdır, olayların perde gerisini görememekten midir, aynı deliğe defalarca girmeye çalıştığımızdan mıdır bilmiyorum. Hep önce seviniyorum. Sonrası mı? Üzülüyorum.

Örnek mi istersiniz?

Daha neyin ne olduğunu bilmediğim, -hoş şimdi de bilmiyorum- yaşlarda, büyüklerimden duymuştum. Mısır'da bir zalim vardı: Enver Sedat. Firavundu gözümüzde. Nihayet Halid İslanbuli adında bir yüzbaşı tarafından öldürüldü. Yerine kimin geçeceğini düşünmeden dünya bir zalimden kurtuldu diye sevinmiştim.

Ardından Enver Sedat'ı aratmayan Hüsnü Mübarek geldi Mısır'ın başına. Haliyle sevincimiz kursağımızda kaldı.

Gün geldi Hüsnü Mübarek istifa etmek zorunda kaldı. Söylemeye gerek yok. Yine bir sevinç. Yerine de seçimle Mursi gelince, sevincimiz katlandı. Çünkü Mısır makus talihini yenmiş ve Müslüman Kardeşler ilk defa iktidar olmuştu.

Mursi'nin ömrü uzun sürmedi. Kendi atadığı genel kurmay başkanı eliyle darbeyle indirildi. Yerine, darbeci general Sisi başkan oldu. Bizim sevinç boğazımızda düğümlendi. Rabia Rabia demeyi bıraktık artık.

İran devrimi olmuştu. Ülkenin adını da İran İslam Cumhuriyeti koymuşlardı. İslam adını görünce hah dedik. İslam dünyası uyanıyor. İran iyi bir model olacak. Sonra arkası gelecekti ve dünyada zulüm bitecekti. Öyle ya biz sevinmeyelim de kim sevinsin.

Derken efendim, İran'ın bir mezhep devleti olduğu, mezhebine yaymaya çalıştığı, Müslümanlar içerisinde bir çıbanbaşı olduğu ortaya çıkınca sevincimiz hüsrana dönüştü.

Pakistan'da iyi gelişmeler oldu. Başta Ziya ül Hak vardı. İslam İslam, İslam anayasası deyip duruyordu. Haliyle sevindik. Bir de kardeş ülkeydi bizim için.

İran'ın ardından Pakistan'da da iyi şeyler olmaya başlayınca heyecanımız arttı. Meydanları doldurduk. "İran, Pakistan, sıra sende Müslüman" sloganlarıyla meydanları inlettik. Öyle ya İslam gelince, "Hak gelip batıl zail olacak", zulüm bitecekti.

Ardından Afganistan mücahitleri Sovyetler tarafından işgal edilen ülkelerini Ruslardan temizleyip birlikte bir koalisyon hükümeti kurdular. Meydan sloganlarımıza Afganistan'ı da ekledik. Şöyle ki: "İran, Pakistan, Afganistan, sıra sende Müslüman".

Çok geçmedi ki Rusları ülkelerinden def eden mücahitler kurdukları koalisyonu yürütemediler. Epey bir iç savaş yaşadılar. Ardından Taliban geldi. Onların arkasından ABD işgali geldi. Uzun bir işgalin ardından tekrar Taliban yönetimi geldi. Ülkelerinde huzur bulamayan Afganlılar Türkiye, İran başta olmak üzere başka ülkelere sığındı. 1979 yılında başlayan işgal, iç savaş durumları dolayısıyla Afganistan’ın yüzü hiç gülmedi. Haliyle Sovyet işgaline son veren Afganistan'ın ilk hali bizi sevince boğarken sonrası gelişmeler bizi hüzne gark etti.

Uzatmayayım, Saddam devrildi. Sevindik. Sonu hüsran. Çünkü Irak huzur bulmadı. Bugün etkisiz eleman bir devlet.

Kaddafi devrildi. Sevindik. Bugün burada da huzur yok. Burası da kolay kolay iflah olacağa benzemiyor.

Bu hengamede Libya ile denizcilik anlaşması yaptık. Sevindik. Günbegün gündemde tuttuk. Sonrasında Libya mahkemesi bu anlaşmayı iptal etti. Üzülemedik bile. Çünkü bu iptal hiç gündeme gelmedi. Yalnız işler istediğimiz gibi gitmedi ki Libya bugün gündemimizde değil.

Gazze'de Hamas, 7 Ekim 2023'de İsrail'in savunma sistemi Demir Kubbeyi delip geçince sevindik. Sonrası felaket. Çünkü Gazze diye bir yer kalmadı.

İsrail Gazze ile de kalmadı. Lübnan, Suriye, İran bombaladı durdu.

Son sevincimiz, HTŞ önderliğindeki Suriyeli muhalifler 12 gün içinde İdlip, Halep, Hama, Humus derken Şam'ı ele geçirerek zalim Esed rejimini sonlandırdı. Esed gibi bir zalimin devrilmesine kim sevinmez. Haliyle sevindik.

Şimdi beni bir düşüncedir aldı. Esed sonrası Suriye Esed'i aratacak mıydı? Esed de aranır mı demeyin. Çünkü Saddam sonrası yeni Irak Saddam'ı, Kaddafi sonrası yeni Libya Kaddafi'yi arattı. İsrail'in akbabalar gibi Golan Tepelerine girmesi, Şam'a doğru ilerlemesi ister istemez düşündürüyor.

Önceki ilk sevinçlerimin hüsrana dönüştüğü gibi Suriye'deki yeni durum da hüsran olur mu? Daha buradaki filmin sonunu görmesek de acaba hep ilk gülen olduktan sonra son gülen olmadığımız gibi burada da ilk gülen olduktan sonra son gülen olmayacak mıyız? İnşallah Suriye'de hem ilk gülen hem de son gülen oluruz. Suriye'de de ilk gülen olarak kalırsak bilin ki yine hüsran olur bizim için. O zaman vay halimize...

*18.12.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

11 Aralık 2024 Çarşamba

Sonu Böyle mi Olmalıydı? *

Esed'in zorba, baskıcı, dikta ve Baas rejiminin sona ermesinin ardından, Suriye'yi nasıl bir yönetim ve bölünme beklediği, belirsizliğini korurken, Esed elini kolunu sallayarak Rusya'ya sığındı. Daha doğrusu kaçtı.

Giderken bombalanacak yerleri İsrail'e verdiği, yanında 135 milyar dolar götürdüğü, daha doğrusu kaçırdığı, Rusya'ya varınca, 30 milyon sterline en az 20 daire satın aldığı yazılıp çiziliyor.

Öyle görünüyor ki dolar milyarderi ve gayrimenkul zengini olarak güvenli bir şekilde geri kalan ömrünü güvenli bir şekilde Rusya'da geçirecek.

Kimsenin parasında, pulunda ve daire zengini olmasında gözüm yok. Yalnız baba ve oğul olarak, ömürlerini Suriye insanına baskı uygulayarak geçiren; şiddet, işkence ve ölümden başka bir sermayeleri olmayan, Suriye'nin bugünkü bu halinin mimarı olan bu ailenin, yaptıkları yanlarına kâr kalmamalıydı.

Böyle elini, kolunu sallayarak güvenli bir şekilde ülkesini terk edememeliydi.

Kaçsa bile güvende olmamalıydı.

Giderken bir kuruş bile alamamalıydı.

Hep ölüm korkusu yaşamalıydı.

Ölüm korkusundan yer altı barınaklarda saklanmalıydı.

Temiz havaya, güneşe ve nefes almaya hasret kalmalıydı.

Yaptıkları yanına kâr kalmamalıydı.

Ölümü, zulmettiği bir Suriyeli eliyle feci bir şekilde olmalıydı. Tıpkı Saddam'a yaptıkları gibi.
Ne kadar zalim de olsa hiçbir insan için temenni etmesem de zalim ve dikta yolunda giden ve gitmek isteyenlere ibret olsun diye cesedi yerlerde sürünmeliydi.

Ki Saddam bile buna göre onurluymuş. En azından Saddam kaybettikten sonra ülkesini terk etmedi. Kaddafi de hakeza. Ekmeğini yedikleri ve keyfini sürdükleri ülkelerinde canlarını verdiler ve bir bedel ödediler. Pekala, Saddam da Kaddafi de kaybedince başka bir ülkeye sığınabilirlerdi. Ama yapmadılar ya da yaptırmadılar. Belki de biz hak ettik. Bari giderayak bedelini ödeyelim dediler.

Hiç aklıma gelmezdi ama Esed'i görünce Saddam ve Kaddafi'yi takdir ettim doğrusu.

Esed bildiğimiz korkakmış.

Eğer stratejik öneme sahip yerlerin koordinat listesini İsrail’e verdiyse, aynı zamanda ülkesinin haini imiş.

İnsan kaybetse bile bunu ülkesine yapar mı hiç?
Hasılı bundan sonra Rusya’da keyif sürecek bu kibir budalası Esed’in sonu böyle olmamalıydı. Burnundan fitil fitil gelmeliydi.

Görüyorum ki eden bulmuyormuş. İnşallah bundan sonraki hayatında varlık içerisinde yokluk çeker. Ben böyle mi olacaktım tasası onu içten içe bitirir. Ölmez sürünür.

*16.12.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

10 Aralık 2024 Salı

Küflü Çıkı

Haftalık oturmalarımızdan birine, bir arkadaş aracılığıyla gelen bir esnaf var. Bir geldikten sonra bizde ne bulduysa peşimizi bırakmadı. Haftalık her oturmamıza gelmeye devam etti. Çok sosyal biri olduğu için grubumuzdan herkesle diyaloğu var. Kısa zamanda içimizden biri oldu.

Tanışıklığımızdan dolayı çarşıya çıktıkça zaman zaman yanına uğrarız. Küçük dükkanı müşteri yönünden hareketli. Buna rağmen girer, uygun bir yere oturur, çayımızı içeriz.

Baba parasıyla dükkan açmış biri değil. Tırnaklarıyla kazıyarak gelmiş bu noktaya. Gördüğüm kadarıyla tutulan bir esnaf. Giren boş çıkmaz. İstenen, dükkanında yoksa müşterinin o malı nereden bulacağını da yol gösteren biri.

Ne zamandır bu esnaflığı yapıyor bilmem ama gördüğüm kadarıyla Allah ona yürü ya kulum demiş. İmkanı var, ikramı da fakir ve fukaraya el uzatması da.

Yaptığı onca yardımın yanında giymediği bir ayakkabıyı da bir ihtiyaç sahibine vermek ister. Ayakkabı hem ayakkabılık hem vestiyer olarak kullanılan yere konmuş, yeni sahibine vermek için. 

Gün gelir, eşi tanıdığı bir ihtiyaç sahibine ayakkabıyı verir. 

Ayakkabıyı götüren ihtiyaç sahibi evine vardıktan sonra hayırseveri arar. “Abla, ayakkabının içine bir miktar da para koymuşsunuz. Çok memnun kaldık, teşekkür ederiz” der. 

Paradan haberi olmadığı için eşi bu duruma şaşırır. Öyle ya ayakkabının içinde paranın ne işi var. Ayakkabının içine başkası ve hırsız görmesin, ev halkından biri eve geldiği zaman anahtar aramasın ve dışarıda kalmasın diye eskiden taşın altına veya ayakkabının içine anahtar konurdu. Herhalde ayakkabının içine para koymanın mucidi bu esnaf olsa gerek. 

Çok geçmeden merakını gidermek için bizim esnafı arar, ayakkabının içindeki bu para ne diye. Sadece eşi değil, ben de merak ettim doğrusu. Öyle ya kim merak etmez. 

Bu merakımı sağ olsun esnaf arkadaş giderdi. Çünkü akşamında bir oturmaya gidiyorduk birlikte. Eşi de o esnada aradı. Eşiyle konuşurken kulak misafiri oldum. Meğerse bizim esnaf akşam dükkanı kapatmadan önce o günkü hasılat ve ciro ne ise kasayı boşaltıp eve getiriyormuş ve ayakkabının içine koyuyormuş. Bundan da ne eşinin haberi var ne de çocuklarının. Şimdilik bu kadarını öğrenebildim. Hırsızın bile aklına gelmez, kullanılmayan ayakkabının içine para koymak. Hırsız eve girse para ve kıymetli eşya için herhalde bakmayacağı tek yer ayakkabıların içi olur. Öyle görünüyor ki bu esnaftan öğreneceğim daha çok şey var. 

Hasılı bizim esnafın bu sırrı yani para koyma yeri bu şekilde deşifre oldu. Para gani ve TL de çok kabarık olduğu için cepte taşınamayacağına göre bu arkadaş, para koymak için şeytanın bile aklına gelmeyecek başka zula yerler bulacaktır. Tekrar karşılaştığım da, kendisine, demek ki evin her bir yerini parayla doldurdun. En son dolacak yer olarak sadece vestiyer ve ayakkabıların içi kaldı. Sen ne küflü çıkı imişsin de haberimiz yokmuş diyeceğim. 

Küflü çıkı, Konya'da çok parası olduğu halde belli etmeyenler için yaygın kullanılan bir tabirdir. Bu tabiri yerli yerinde kullanıp kullanmadığımı öğrenmek için TDK'ye baktım. TDK, küflü çıkı yerine kirli çıkı deyimini kullanmayı yeğlemiş. TDK kendi bilir ama küflü çıkı kullanımı daha uygun olurdu. 

Tekrar ayakkabı içindeki paraya gelirsek, ihtiyaç sahibi sayesinde ayakkabının içinde para olduğunu öğrenen aileyi bundan sonra bir merak sarar. Acaba ayakkabının içinde ne kadar para vardı? Gideni almayacaklar. Çünkü giden gitmiştir. İstenmez. Hesapta yokken bu vesileyle ihtiyaç sahibini sevindirmiş oldular. Hatta bu vesileyle sağ elin verdiğini sol el görmeyecek şekilde ayakkabının içinde takdim etmiş oldular. Merakları, ayakkabının içinde ne kadar para olduğunu öğrenmek olmuş. Çünkü bizim küflü çıkı, cebindekini saymadan eve girerken ayakkabının içine atıyormuş. Öyle zannediyorum, esnaf ve ailesi kadar ayakkabının içinde ne kadar para olduğunu siz de merak ettiniz. Ne kadar olduğunu ben de öğrenemedim ama miktar çok da yüksek değilmiş. 

Bizim küflü çıkının parası çenemi yorsa da gördüğümde, kardeş, giymediğin ayakkabı, elbise, çorap vs. ne eskin varsa talibim diyeceğim. 

Siz de bu vesileyle fazla ve artan paranızı nereye koyacağınızı veya saklayacağınızı öğrenmiş oldunuz. Bu verdiğim aklı kullanacaksanız, bilin ki sizlerin de ayakkabı dahil eski ve püskülerine talibim. Bu garibanı sevindirmiş olursunuz. Haydi göreyim sizi...